FİLİSTİN’İN
KADERİNİ BELİRLEYEN BÜYÜK SAVAŞ
Derin
Tarih dergisi, 11. özel sayı (2. Dünya Savaşı özel sayısı), Mayıs 2018, sf.52-56
(Dergide
kullanılan başlık: HİTLER’İN HOLOKOST’U İSRAİL’İN KURULUŞUNU NASIL HIZLANDIRDI?)
NOT:
Aşağıdaki yazı, Derin Tarih’te yayınlanan versiyonla tıpatıp aynı değildir;
cümlelerde önemli hiçbir değişiklik olmamakla birlikte, yazının ana başlığı ile
ara başlıklar, fiillerin zamanları ve paragrafların ayrıldığı yerlerde
farklılıklar bulunmaktadır.
NOT: Lütfen kaynak
göstermeden makalenin bir kısmını veya tamamını kullanmayınız,
alıntılamayınız, yayınlamayınız. Kaynak gösterirken Derin Tarih
dergisine atıfta bulunulması ve dergideki başlığın
kullanılması önemle rica olunur. Yani: Zahide
Tuba Kor, “Hitler’in
Holokost’u İsrail’in Kuruluşunu Nasıl Hızlandırdı?”, Derin Tarih dergisi, 11. özel
sayı (2. Dünya Savaşı özel sayısı), 2018, sf.52-56.
Özel sayının içeriğine erişmek için TIKLAYINIZ.
Özel sayının içeriğine erişmek için TIKLAYINIZ.
2. Dünya Savaşı’nın sahası da tarafı da
olmadığı hâlde kaderi doğrudan bu savaşla çizilmiş bir toprak parçası bulmak
kolay olmasa gerek. Avrupa Yahudilerinin Naziler eliyle yaşadığı felâketlerden
tutun, İngiltere’nin savaş alanı hâline gelip ağır bir yıkıma ve iktisadî krize
maruz kalması ve dünya hâkimiyetini ABD ile SSCB’ye kaptırması gibi gelişmeler
Filistin’in geleceğini doğrudan etkiler.
Büyük
Arap İsyanı’ndan 2. Dünya Savaşı’na
Filistin mandası, 2. Dünya Savaşı’na,
1936-1939 Büyük Arap İsyanı’nın bastırılmasıyla Filistinlilerin kolu kanadı
kırılmış hâlde girer. Avrupa’daki krizlere odaklanmak isteyen İngiliz idaresi,
Filistin’i ve Ortadoğu’yu sakin tutmak için bir politika değişikliğine gider.
15 Mayıs 1939’da ilan ettiği “Beyaz Kâğıt”la Yahudi devleti planından vazgeçip
göçe ve toprak satışına sınırlama getirmeyi ve Filistin’e 10 yıl içinde tam
bağımsızlık vermeyi vaat eder.
Büyük öfke içindeki Siyonistler, Yahudi
Devleti rüyalarının sonu mânâsına gelen Beyaz Kâğıt’a ve İngiliz manda
idaresine karşı aktif direniş kararı alırlar. Ancak Avrupa’da patlak veren savaş ve
Hitler’in yayılma tehlikesi, Yahudi Ajansı Başkanı David Ben-Gurion’u yeni bir
politikaya yöneltir: “Beyaz Kâğıt yokmuş gibi Hitler’e karşı İngilizlerle
birlikte savaşacağız, savaş yokmuş gibi de Beyaz Kâğıt’la mücadele edeceğiz.” Kararla
İngiltere’ye karşı direnişin dozajı düşülürken, silahlı hesaplaşma Hitler’in mağlubiyete
uğratılmasının akabine ertelenir.
2. Dünya Savaşı’nda Filistinlilerin
durumunu belirleyen temel etken, İngilizlerin kolektif cezalandırma ve
karşı-terör usûlleriyle zar zor bastırılabildiği Büyük Arap İsyanı’nın acı
sonuçlarıdır: Muazzam bir iktisadî, siyasî ve içtimaî yıkım yaşanır. Filistinlilerin
savaşma ve savunma kapasitesine ağır darbe indirilir. Yetişkin Arap erkek
nüfusun %10’undan fazlası öldürülür, yaralanır, sürülür veya hapsedilir. Siyasî
liderlerin de tamamına yakını bundan nasibini alır. Filistinlilerin manda
döneminde sağlam siyasî kurumları zaten yoktur; isyan sırasında Yüksek İslâm
Konseyi feshedilirken Arap Yüksek Komitesi de yasadışı ilan edilir. Filistin
siyasetine yıllardır büyük zarar veren iç bölünmüşlük ve rekabet, isyanın
ertesinde daha da derinleşir. Bu isyan, 1948 Arap-İsrail Savaşı’nın sonuçlarını
da öncesinde altı ay süren Arap-Yahudi toplumları arasındaki iç savaşın
kaderini de belirleyecektir. Nitekim 1939’dan itibaren Filistinliler, bir daha
kendi kaderlerini tayin edemez hâle gelirler; İsrail ve birbiriyle rekabet eden
zayıf Arap devletleri arasında sıkışarak bir fail/özne olmaktan çıkarlar.
Yahudiler ise, tam aksine, üç yıllık
isyan ve boykottan iktisadî açıdan güçlenerek çıkarlar ve kendi kendine
yetebilir hâle gelirler. Asıl önemlisi, Yahudi silahlı örgütlerinin nicelik ve
nitelik bakımından gelişmesidir. Zira İngilizler, bir yandan Yahudileri polis
gücüne katarken, diğer yandan gizli yeraltı örgütlerinden gönüllüleri Araplara
karşı kullanmak üzere el altından silahlandırıp yetiştirirler. Bu noktada
“Judea’nın Lawrence’ı” olarak nam salan İskoç subay Charles Orde Wignate’e
değinmek gerekir. Zira Wingate, gizli gizli Yahudilere etkili savaş
taktiklerini ve yerel Arap nüfusa karşı misilleme ve cezalandırma metotlarını
öğretir; onların Araplara karşı operasyonlarına da bizzat komuta eder. Böylece
1920’de ilk Arap isyanı akabinde Yahudileri ve yerleşimlerini korumak
maksadıyla kurulan yeraltı teşkilâtı Hagana, gerek 1936-1939 isyanında gerekse 2.
Dünya Savaşı’nda İngilizlerden aldığı askerî destekle muazzam bir savaş
tecrübesi kazanır. Yahudi Ajansı’nın askerî kanadı olarak 1948’de İsrail
ordusuna dönüşecektir.
2.
Dünya Savaşı’nda Yahudilerin benimsediği politikalar ve taktikler
Avrupa Yahudilerinin trajedisi
karşısında, savaş yıllarında devlet olma tutkusu derinleşmiş çok daha katı bir
Siyonizm türü ortaya çıkar. Yine de bu devlete nasıl ulaşılabileceği konusunda
kendi içlerinde ideolojik ve taktiksel ihtilâflarla boğuşmaya devam ederler.
Siyonistlerin en üst icra organı Yahudi Ajansı ve başkanı David Ben-Gurion’un
benimsediği politikalar ve taktikler, Siyonistleri hedeflerine ulaştırmada
önemli bir rol icra eder. Ben-Gurion, savaş yıllarını bir yandan Hitler’e karşı
Yahudileri seferber ederek, diğer yandan Filistin’deki genç Yahudileri İngiliz
manda yönetimine ve yerel Arap halka karşı gelecekteki kaçınılmaz silahlı
mücadeleye hazırlayarak geçirir; öte yandan bir Yahudi devletinin aciliyeti
hususunda özellikle Amerikalı Siyonistleri ve sempatizanlarını iknaya çalışır.
Yahudi Ajansı, Hitler’in başı çektiği
Mihver eksenine karşı Müttefiklerin davasını desteklemek için (ve ileride
ödüllendirilmek ümidiyle) binlerce Yahudi gönüllünün İngiliz kuvvetlerine
katılmasını sağlar. Yine Yahudi bilim ve tıp merkezileri İngiliz birliklerinin
erişimine açılırken 140 bin Yahudi doğrudan veya dolaylı olarak savaş hizmetine
girer. İngiltere Başbakanı Churchill’in de desteğiyle savaşın sonuna doğru
İngiliz ordusu içinde bir Yahudi Tugayı kurulur ve İtalyanlara karşı çarpışması
sağlanır. Savaş sona erdiğinde Yahudi Tugayı, Avrupa’daki Yahudi mültecileri
kurtarıp Filistin’e göndermeye çalışacaktır. Ayrıca Avrupa’nın dört bir
yanındaki Nazileri öldürmek için bir suikast birliği kurulacaktır.
1930’larda başlayıp 1940’larda ivme
kazanan yasadışı istihbarat faaliyetleri de dikkat çekicidir. Arapça bilen
Siyonist casuslar, tek tek Filistin köylerini gezerek beşerî, fizikî,
topografik ve ziraî bütün özelliklerini ve Arap köylülerin siyasî temayüllerini
araştırıp detaylı envanterlerini çıkarırlar. Böylelikle 1948’de devreye
sokacakları işgal ve sistematik etnik temizlik politikasının planlarını daha 2.
Dünya Savaşı yıllarında tüm ayrıntılarıyla hazırlayarak uygun fırsatı kollamaya
başlarlar. Bu faaliyetler, ileride (varlığı uzun yıllar gizli tutulan) İsrail
iç istihbarat servisi Şin-Bet’in de nüvesini oluşturacaktır.
Savaşla birlikte Ben-Gurion, geleceğin
süper gücü olacak ABD’deki Siyonistlerin kalplerini kazanmayı, bunlar üzerinden
Amerikan siyasetinden ve kamuoyundan destek devşirmeyi önceler. Bu noktada
Mayıs 1942’de New York’ta Biltmore Oteli’nde toplanan olağanüstü Siyonist
Kongre son derece kritiktir. Kongrede savaşın ardından bütün Filistin
topraklarında bir Yahudi milletler topluluğu kurulması kararı alınır ki bu bir
ilktir. Daha evvel ABD’den yükselen Siyonist davaya pasif sempati, 1942
sonbaharında dünya kamuoyuna mâl olan Holokost haberleriyle birlikte aktif siyasî
desteğe dönüşür. Bundan sonra ABD uluslararası Siyonist faaliyetlerin merkezi hâline
gelir.
Yahudi Ajansı, İngilizlerin Yahudi
göçüne getirdiği sınırlamaya karşı var gücüyle mücadelesini sürdürür. Savaş
sırasında yaklaşık 50 bin kaçak Yahudi’yi Filistin topraklarına yasadışı
yollardan sokar. Manda idaresinin müdahalesi yüzünden Filistin’e ulaşamayanlar
ise İngiliz aleyhtarı uluslararası propagandanın bir malzemesi olarak
kullanılır.
Ben-Gurion, Nazilerin Yahudi sorununa
“Nihai Çözüm” politikası çerçevesinde yürüttükleri Holokost’u aslında Siyonizm
davası için muazzam bir fırsat olarak görür. Zira daha evvel barış şartları
altında Siyonizm, dünya Yahudilerinin kitleler hâlinde Filistin’e göçünü
sağlayamamıştır. Holokost’tan kaçan Yahudilerin dahi göç için ilk tercihi
ABD’dir. Balfour Deklarasyonu’nun ilan edildiği 1917’de sadece 56 bin (yani
%10) olan Filistin’deki Yahudi nüfus, bütün çabalara rağmen 2. Dünya Savaşı’nın
arifesinde ancak 475 bine (yani %30’a) kadar çıkabilmiştir. Yine Filistin’den
elde edebildikleri toprak parçası %6’yı geçememiştir. Tam da bu yüzden dönemin
Amerikan Başkanı Roosevelt’in 500 bine yakın Yahudi’yi ABD, İngiltere vd.
arasında paylaştırarak katliamdan kurtarma planı, Siyonistlerce bir “ihanet”
olarak görülerek rafa kaldırtılır.
1942 sonlarında Nazi katliamlarının
boyutları anlaşıldıkça Filistin’de bir Yahudi devleti dışında herhangi bir
çözüm bulunmadığı fikri Batı’da iyice yerleşir. Bunda “medenî Batı”nın,
bağrında yaşanan katliamdan duyduğu suçluluk hissinin payı büyüktür. Piers
Brendon’un o çarpıcı ifadeleriyle, “İsrail Devleti Holokost’un bir kefaleti
olacak”, “Hristiyanların günahının cezasını Müslümanlar çekecek”, “Batı’nın
suçlu vicdanını bastırmak için emperyalizmin sunağında Ortadoğu kurban
edilecekti” (Brendon, s.479). Yahudiler ise bu “ahlakî sermaye”yi kullanarak
ileriki dönemde Filistin’de uygulayacakları gayriahlâkî her türlü politikayı
meşrulaştıracaktır. Bu sayede diplomatik alanda da ellerini güçlendirecektir.
Siyonistler uluslararası alanda
diplomasiyi maharetle kullanırken, Filistinliler bu alanda zayıflıkları ve
kaybeden ata oynamaları yüzünden büyük zarar görürler. Bilhassa sürgündeki eski
Kudüs Müftüsü Hacı Emin el-Hüseynî’nin İngilizlere karşı mücadelesinde 1941’de
Almanya’ya kaçıp Mihver ekseninden medet umması, 2. Dünya Savaşı’nda bu eksenin
mağlubiyete uğramasıyla başarısız olur. İleriki yıllarda Siyonist
propagandacılar onu Nazi sempatizanı olarak sunarak Filistin davası aleyhine
kullanacaktır.
İngiliz-Yahudi
işbirliğinin sonu
Almanların savaş alanında
geriletilmesiyle İngiliz-Yahudi işbirliği 1944’te bozulur. Yahudi devletinin
ancak güç kullanılarak kurulabileceği fikri çoktan yerleşmiştir. Yahudi millî
vatanı önündeki en büyük engel olarak manda idaresi görülür. Artık İngilizler
“Çağımızın Titus’u”dur.[1]
İngiliz askerî-sivil personel ve manda kurumları, Revizyonist Siyonizmin askerî
kolu niteliğindeki İrgun ve Stern çetelerinin terör saldırılarına uğrar.
Ben-Gurion’un Hagana’sı da Yahudi göçünün engellendiği gerekçesiyle savaşın
sonuna doğru bir taraftan İngilizlere karşı silaha başvurur, diğer taraftan diplomasiyi
kullanarak Amerikan idaresini İngiliz politikalarına karşı seferber eder.
Yahudilerin bizzat İngilizlerden
öğrendikleri terör taktikleriyle başlattıkları isyan Araplarınkinden çok daha
amansız ve acımasızdır. En büyük kurban, 1944’te Stern militanlarınca Kahire’de
öldürülen İngiltere’nin Ortadoğu Bakanı Lord Moyne; en sansasyonel saldırı,
İngilizlerin Filistin Mandası karargâhı olarak kullandığı King David Oteli’ni
-Hagana’nın da örtülü desteğiyle- Irgun çetesinin 1946’da havaya uçurmasıdır
(90 küsur kişi hayatını kaybeder). Hükümet binaları, karakollar, askerî
karargâhlar, köprüler ve yollar havaya uçurulur; silah depolarına saldırılır ve
devriye botları batırılır. Tek bir gecede 20 İngiliz savaş uçağı kullanılamaz hâle
getirilir. İngiliz askerleri dövülür, hatta asılır. Mücadele sadece Filistin
sınırları içinde de değildir. Roma’daki İngiliz büyükelçiliği bombalanır.
İngiliz bakanlara bombalı paketler ve Londra’ya bir suikast timi yollanır.
İngilizler Filistin’e muazzam bir
askerî yığınak yaparak Yahudi çeteleri caydırmaya ve bastırmaya çalışır. Ancak
1936-1939 Arap İsyanı’nı her türlü kuvveti kullanarak ezen İngiltere’nin bu
defa kararlı bir mücadele yürütme gücü, cesareti ve azmi yoktur. Zira savaşta
büyük bir yıkım yaşamış İngiltere mali krizlerle, büyük bir borç yüküyle ve
gıda, yakıt ve elektrik sıkıntısıyla boğuşur. Bu şartlar altında Filistin’de
tuttuğu 100.000 askerin maliyetini karşılayacak durumda değildir. Dahası,
Hindistan ve Burma gibi “Güneş Batmayan İmparatorluğu”nun en değerli
topraklarından geri çekilme kararı almasıyla birlikte Filistin’in stratejik bir
değeri kalmaz. Ayrıca yükselen SSCB ve komünizm tehdidi karşısında yeni süper
güç ABD’nin desteğine hiç olmadığı kadar muhtaçtır.
Yaklaşık iki yıl Yahudi Ajansı’nın
sabotajlarına, Yahudi çetelerin terör faaliyetlerine ve Amerikan idaresinin yoğun
baskısına direnen İngiliz hükümeti, sonunda “İngiltere öncelik” diyerek pes
eder ve kendi elleriyle oluşturduğu 20. yüzyılın bu en ciddi krizinin altından
kalkamayarak Filistin Mandası’nın geleceğini 1947’de BM’ye havale eder.
Büyük savaşlar ciddi riskleri ve
muazzam fırsatları barındırır ve köklü değişimlere gebedir. 2. Dünya Savaşı’nda
Siyonistler, kâh uluslararası alanda diplomasiyi maharetle ve kurnazlıkla
kullanarak, kâh akıl almaz propaganda ve casusluk faaliyetiyle, kâh şiddete ve
teröre başvurarak Yahudilerin karşı karşıya oldukları muazzam riskleri bir
fırsata dönüştürüp yaklaşık 1880 yıl sonra “vaat edilmiş” topraklarda kontrolü
ele alıp bağımsız bir Yahudi devletine giden yolun önünü açarlar. Hiç şüphesiz
bu noktada işlerini asıl kolaylaştıran gelişme Holokost’tur. Filistinliler ise
savaştan evvel aldıkları ağır darbeyle bir daha toparlanamazlar. 1948’de yerli
nüfusun yarısından fazlasının yersiz yurtsuzlaşacağı ve toprakların İsrail,
Ürdün ve Mısır arasında paylaşılmasıyla hâkimiyetlerini kaybedecekleri o Büyük
Felakete/Nekbe’ye duçar olurlar.
KAYNAKLAR
Ahron Bregman, A
History of Israel, New York: Palgrave MacMillian, 2002
Avi Shlaim, Filistin’i
Bölüşmek, İstanbul: Küre Yayınları, 2017
Avi Shlaim, The
Iron Wall: Israel and the Arab World, London ve New York: W.W.Norton &
Company, 2000
Ilan Pappe, The
Ethnic Cleansing of Palestine, Oxford: Oneworld, 2006
Ilan Pappe, Modern
Filistin Tarihi: Tek Ülke İki Halk, Ankara: Phoenix, 2007
Michael Prior, Zionism
and the State of Israel, London ve New York: Routledge, 1999
Noah Lucas, The
Modern History of Israel, London: Weidenfeld ve Nicolson, 1974
Piers Brendon, Decline and Fall of the British Empire 1781-1997, New York: Vintage
Books, 2007
Rashid Khalidi, The
Iron Cage: The Story of the Palestinian Struggle for Statehood, Boston:
Beacon Press, 2007
Yosef Gorny, Zionism
and the Arabs 1882-1948, Oxford: Clarendon Press, 1987
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder