SİYONİZM DÜŞÜNDEN İŞGAL GERÇEĞİNE FİLİSTİN (İHH İnsani Yardım Vakfı Yayınları, 2009, 6. baskı) adlı kitapta Zahide Tuba Kor tarafından kaleme alınan bir bölümdür (s...).
NOT: Her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir.
Gazze’den çekilmenin Filistin ve İsrail iç siyasetine etkisi
İsrail’in kuruluşundan itibaren Araplarla yaptığı tüm savaşlara aktif olarak katılan ve pek çok katliama imza atan, siyasete girmesinin ardından tüm barış girişimlerine en sert tepkileri gösteren ve başbakanlığı döneminde Filistinlilere karşı tavizsiz mücadelesiyle hafızalarda yer eden Şaron’un Gazze’den tek taraflı olarak çeklime kararı, gerek İsrail’de gerekse Filistin’de iç siyasi dengeleri altüst etti.
Gazze’den çekilmeye karşı olanların gerek meclis içinde gerekse sokaklarda başkaldırdığı bir ortamda, 21 Kasım’da İsrail meclisi kendisini feshetme ve erken genel seçim kararı aldı. Aynı gün Şaron, partisinden istifa edeceğini ve yeni bir parti kuracağını ilan etti. Aralık’ta 32 yıllık partisinden ayrılarak Kadima (İleri)’yı kurdu. Ocak ayında ise geçirdiği beyin kanamasının ardından komaya giren Şaron’un son siyasi oyunu yarım kaldı. Mart ayında yapılan seçimleri, ABD’nin tam desteğini alan ve “kendi kaderlerini ancak kendilerinin tayin edebileceği” söylemiyle “kalıcı sınırları tek taraflı belirleme”yi vaat eden Kadima kazandı. Seçimleri bir nevi referanduma da dönüştüren Şaron’un vârisi Olmert’in bu tek taraflı çekilme propagandası, Kudüs de dahil olmak üzere Batı Şeria’nın en az %42’sinin ilhakını içeriyordu. Şaron’un eski partisi Likud ise tarihinin en ağır yenilgisini alarak beşinci sırada seçimleri tamamlıyordu.
Filistin’de ise yepyeni bir süreç başlıyor, el-Fetih’in siyasi alandaki hakimiyeti çatırdıyordu. Aslında bu süreç 2005 yılı başlarına kadar götürülebilir. Zira Mahmud Abbas’ın başkan seçilmesinin ardından İsrail’e karşı geçici ateşkesi kabul ederken HAMAS siyasallaşacağının sinyallerini vermişti. Ve HAMAS, önce 2005 yılı boyunca dört aşamada yapılan ülkenin ilk belediye seçimlerinde el-Fetih’in kalelerini bir bir aldı; ardından da Değişim ve Reform Listesi adı altında girdiği 25 Ocak 2006’daki genel seçimlerde hiç beklenmedik bir çıkış yaparak 132 sandalyeli mecliste %60’ın üzerinde bir oy oranıyla 74 milletvekilliği çıkardı. 1960’lı yıllardan beri Filistinlilerin temsilciliğini üstlenen ve 1994’te Filistin Özerk Yönetimi’nin kurulmasından itibaren tek başına ülkeyi yöneten el-Fetih ise ancak 45 sandalye alarak büyük bir şok yaşadı. Diğer küçük partiler ve bağımsız adaylar 13 sandalye kazandı.
Seçimlere katılmasına müsaade edilirken aslında kendisine ana muhalefet rolü biçilen HAMAS’ın tek başına iktidar olacak ölçüde Filistin halkından destek almasının sebepleri nelerdi? 1987’de patlak veren Birinci İntifada’dan bu yana işgale karşı silahlı direnişin temel aktörü olan HAMAS, eğitim, sağlık ve sosyal faaliyetler, şehit ve gazi ailelerine yönelik yardımlar ve diğer hayır faaliyetleri ile toplumsal tabanını genişletmiş ve halkın güvenini kazanmıştı. 12 yıldır ülkeyi yöneten el-Fetih’in halka vaat ettiği bağımsızlığı ve güvenliği sağlayamaması, üstelik adının artık yolsuzluk ve adam kayırma ile özdeşleşmesi sebebiyle güven kaybetmesi, efsanevi lideri Arafat’ın Kasım 2004’te vefatının ardından yerine güçlü bir ismin geçememesi ve tabii İsrail’in geri çekilmesinin ardından Gazze’de sergilenen yönetim zafiyeti HAMAS’ın önünü açtı. Örgütün iç ve dış ilişkileri geliştirme, idari ve hukuki reform, yolsuzlukla mücadele ve İslami bir siyasi çizgi takip etme gibi iç siyaset odaklı vaatleri de halkın beklentileriyle örtüştü. Seçimlerden sadece dört ay evvel İsrail’in HAMAS’ın kalesi olan Gazze’den çekilmek zorunda kalmasının örgütün başarılı direniş hanesine yüklenmesi de bu denli yüksek oy almasında etkili oldu. Seçimleri erteleme ve HAMAS’ı seçimlere sokmama girişimleri ile ABD, AB ve İsrail’in HAMAS’ın yer alacağı bir Filistin hükümetini tanımayacaklarını daha baştan ilan etmeleri halkın örgüte olan teveccühünü arttırdı. Zira her ne kadar el-Fetih uluslararası alanda Filistinlilerin “meşru temsilcisi” olarak muhatap alınıyor ve destekleniyor olsa da, Filistinli seçmenler, yakından tanıdıkları, kendi içlerinden çıkan ve kendi dertleriyle hemhâl olan HAMAS adaylarını, bugüne kadar halkın menfaatlerini pek de göz etmeyen “meşru temsilcileri”ne tercih ettiler.
Ne var ki HAMAS’ın ve ona oy veren kitlenin iktidar sevinci pek de uzun sürmedi. Zira sadece Filistin’in değil bütün Arap ve İslam dünyasının gelmiş geçmiş bu en dürüst ve adil seçiminin sonuçlarını içine sindiremeyen, HAMAS iktidarıyla çıkarları zedelenen ve hesapları altüst olan iç ve dış odakların (özellikle İsrail, ABD ile el-Fetih içinden bir grubun) el ele vermesiyle ya HAMAS’ı “ılımlılaştırmak” ya da hükümetten düşürmek üzere düğmeye basıldı. Örgütün şiddetten vazgeçmesi, İsrail’i tanıması ve mevcut anlaşma ile (Yol Haritası gibi) yükümlülükleri kabul etmesi, kısaca “el-Fetihleşmesi” istendi; aksi takdirde uluslararası diplomatik ve ekonomik tecritle tehdit edildi. İsrail’in saldırı ve katliamlarının yanı sıra iç çatışmalarla geçen bu süreçte HAMAS’ın, önüne konan her iki seçeneğe de direnmesi ve kolaylıkla harcanabilir olmadığını ispatlaması, bir yandan örgütün dışlanarak el-Fetih’le yeni bir barış sürecinin başlatılmasına, öte yandan ateşkes için dolaylı da olsa muhatap alınmasına yol açtı. Özellikle İsrail’in 2008 yılı sonunda başlattığı ve yeni katliamlara imza attığı Gazze saldırısında örgütün gösterdiği direniş, HAMAS’sız bir çözümün mümkün olamayacağını bir kez daha ispatladı tüm dünyaya. Bu bakımdan barış süreçlerinin ele alındığı bu bölümde bir parantez açarak HAMAS’ın üç yıllık iktidar tecrübesini değerlendirmek gerekir.
HAMAS’ın iktidar tecrübesi
HAMAS’ı iktidara gelirken oldukça zorlu bir süreç bekliyordu. Dış güçler ile içerideki güç odaklarının, birbirlerinin oyunlarını tamamlayıcı mahiyetteki müdahaleleri, daha HAMAS hükümeti kurmadan evvel başladı. Hükümetin uluslararası kamuoyunda tanınması ve muhatap alınmasının yanı sıra Filistin ekonomisini ayakta tutan yıllık 2 milyar dolar civarındaki dış yardımların devamı, örgütün direnişi bırakıp İsrail’i tanıması şartına bağlandı Ortadoğu Dörtlüsü tarafından. İsrail, HAMAS mensubu bakan ve milletvekillerinin Gazze Şeridi ile Batı Şeria arasındaki geçişini engelleme kararı aldı; Filistin yönetimine ait aylık 45 milyon doları bulan gümrük ve vergi gelirlerinin ödenmesini askıya aldı. Filistin’de ise bir önceki meclisin giderayak aldığı son kararla, İçişleri Bakanlığının görevleri budandı, sınır ve geçiş noktalarının denetimi ile güvenlik birimlerinin kontrolü Devlet Başkanı Mahmud Abbas’a devredildi. Kısaca yönetime geldiği anda (28 Mart 2006) kucağında 750 milyon dolar borçla boş bir hazine ve yetkileri elinden alınmış bakanlıklar bulan HAMAS hükümeti, devreye sokulan ekonomik ve diplomatik ambargolarla geri adım atmaya ve istifaya zorlandı.
HAMAS ambargoları başlangıçta sükunetle karşıladı. Zaten yıllardır hayatta kalma mücadelesi veren Filistinliler için bu tehditlerin hiçbirisi yeni değildi. İsrail, el-Fetih yönetimine karşı da gümrük vergileriyle yardımların dondurulması ve Batı Şeria ile Gazze arasındaki geçişlerin engellenmesi gibi taktikleri uyguluyor; hatta Yaser Arafat gibi bir sembol ismi dahi karargahında tecrit ediyordu. HAMAS’ın Batı’nın ambargolarını aşmada en büyük umudu, kendisine yardım sözü veren Arap ve İslam ülkeleriydi. Ancak Hamas’ın attığı her adım ABD ve İsrail’in “teröre karşı mücadele” kampanyasına takıldı. Toplanan paralar, ABD’nin “HAMAS’a kaynak aktaran bankalara teröre destek verdikleri gerekçesiyle yaptırım uygulanacağı” tehdidinin ardından hükümete ulaştırılamaz hale geldi. HAMAS yetkililerinin bu sorunu çözmek üzere gittikleri ülkelerde verilen paraları bizzat sınırdan geçirme girişimleri ise çoğu zaman Mısır polisine takıldı. Yine HAMAS’ın, mevcut güvenlik güçlerinin Abbas’a bağlı olduğu ve sık sık hükümete karşı başkaldırdıkları bir ortamda, içeride asayişi sağlamak üzere İçişleri Bakanlığı bünyesinde kendi özel güvenlik birimini kurması gerilimi daha da tırmandırdı.
Bu kadarla da kalmadı. Henüz üçüncü ayını dolduran HAMAS hükümeti, bir de beş ay boyunca İsrail’in 400’ü aşkın Filistinliyi şehit edip yaklaşık 1.000’ini de yaraladığı saldırılarıyla karşı karşıya kaldı. İsrail’in Haziran ayında HAMAS’ın yeni güvenlik şefini suikastla öldürmesi ve Beyt Lahiya plajında piknik yapan bir aile başta olmak üzere ardı ardına sivillere yönelik katliamları, bütün dünyanın tepkisini çekerken, HAMAS da 16 aydır sürdürdüğü tek taraflı ateşkesi 10 Haziran’da bozmuştu. 25 Haziran’da Filistinli üç ayrı direniş grubunun beraberce, İsrail’in bütün askeri doktrinlerine ve güvenlik tedbirlerine adeta meydan okuyan bir yöntemle (Mısır’dan Gazze’ye kargo sevkıyatında kullanılan Kerem Şalom geçiş noktasına yeraltından bir tünelle sızarak) düzenlediği şok baskın ve iki İsrail askerini öldürüp birini kaçırmalarının ardından İsrail üç gün sonra HAMAS’a savaş ilan etti. Kaçırılan bir askerine karşılık, bakanların üçte biri ile milletvekillerinin dörtte birini tutuklayarak hükümetin elini kolunu bağlamaya ve Filistin meclisini işlevsiz hale getirmeye çalıştı. Yine İsrail Filistin bankalarına ve döviz bürolarına baskınlar düzenleyerek “terör eylemlerine finansman sağladıkları” iddiasıyla milyonlarca dolara el koydu. Ambargo altında inleyen halka insani yardım ulaştıran kuruluşlara baskınlar düzenledi, bazı kuruluşları kapattırdı.
Bu süreçte ekonomik ve diplomatik ambargolarla HAMAS’ı tedip etmeye çalışan ABD, “ılımlı cephe”ye dahil ettiği HAMAS muhaliflerini ve el-Fetih’e bağlı güvenlik birimlerini güçlendirmek üzere milyonlarca dolarlık nakdi ve askeri yardım yapmayı ihmal etmedi.
Bu süreçte HAMAS yönetimini sadece Batılı güçlerin ambargoları ve İsrail saldırıları zorlamadı. Sık sık el-Fetih mensuplarının tahrikleriyle ve Filistin lideri Abbas’ın referandum kartından erken seçime kadar çeşitli tehdit ve şantajlarıyla da mücadele etti. Yönetimin ve güvenlik birimlerinin her alanına tam manasıyla hakim olan el-Fetih mensupları, verilen emirleri yerine getirmezlerken maaşların ödenememesini bahane ederek Haziran 2006’dan itibaren sık sık sokaklara döküldüler, grevler yaptılar, hükümet binaları ile meclisi bastılar, hatta Başbakan İsmail Heniyye dahil HAMAS yetkililerine yönelik saldırılarda bulundular. HAMAS’ın oluşturduğu güvenlik birimlerinin müdahalesiyle gerilim daha da tırmandı ve özellikle sonbahardan itibaren çatışmalar çığırından çıktı
Bütün bu çatışmalar yaşanırken taraflar arasındaki tansiyonu düşürmek için çeşitli girişimler öne çıktı. Bunların en önemlilerinden biri, seçimlerden sonra HAMAS ile el-Fetih arasında ilk ciddi çatışmaların yaşanmasının akabinde 10 Mayıs 2006’da ilan edilen Mahkumlar Planı’ydı. İsrail hapishanelerinde tutuklu bulunan HAMAS, el-Fetih, İslami Cihad, FKÖ ve FDKC örgütlerine bağlı liderlerin, Filistin mücadelesinin hedef ve ilkelerini ortaya koymak üzere hazırladıkları 18 maddelik bu plan özetle şunları içeriyordu:
• 1967 sınırları içinde başkenti Doğu Kudüs olan bir Filistin devletinin kurulması,
• Mültecilerin geri dönüş hakkının tanınması,
• Ulusal birlik hükümeti kurulması,
• Her türlü silahlı çatışmaya son verilmesi,
• FKÖ’ye biat edilmesi,
• Güvenlik güçlerinin yeniden organize edilmesi ve siyaset yapmalarının yasaklanması,
• İsrail’e yönelik direnişin sadece 1967 sınırları dahilindeki Filistin topraklarında sürdürülmesi,
• Bütün Filistinli mahkumların serbest bırakılması.
Uzun müzakerelerin ve Abbas’ın referandum tehdidinin ardından HAMAS da 24 Haziran’da plan üzerinde uzlaştı; diplomatik müzakerelerde Abbas’ın önderliğini kabul etti. Filistin’i mevcut uluslararası tecritten kurtarması ümit edilen ulusal birlik hükümetinin kurulması hususunda ise aylarca süren pazarlık netice vermedi. İplerin tamamen kopmasının ardından Filistin lideri Mahmud Abbas, HAMAS’ın karşısına bir kez daha referandum ile erken seçim kartlarını çıkardı. Yukarıda bunlar yaşanırken taban da kaynıyor, silahlar konuşuyordu. Bu süreçte her iki gruba bağlı üst düzey yetkililerin evlerine ateş açılmasından kaçırılmalarına ve hatta öldürülmelerine kadar intikamı körükleyen her türlü şiddet yaşandı. Yüzlerce Filistinlinin hayatını kaybettiği çatışmalarda defalarca ilan edilen ateşkes, tarafların silahlı güçleri üzerinde tam denetime sahip olmamasının da etkisiyle, her seferinde kısa sürede bozuldu.
Bütün bu gelişmeler yaşanırken çatışmaları sona erdirmek ve siyasi krize bir çözüm bulmak amacıyla Suudi Arabistan Kralı Abdullah’ın evsahipliğinde Mekke’de bir araya gelen HAMAS ve el-Fetih’ten yetkililer, 9 Şubat 2007’de ulusal birlik hükümeti kurulması konusunda anlaşma imzaladılar. Daha önce defalarca ulusal birlik hükümeti kurabilmek için bir araya gelen ancak bunu bir türlü başaramayan taraflar açısından Mekke Anlaşması hiç şüphesiz oldukça önemliydi. Yine HAMAS’ın sürgündeki siyasi lideri Halid Meşal’in geçmiş hükümetlerin İsrail’le yaptığı anlaşmalara “bağlı” değil “saygılı” olacaklarını bildirmesi ve Başbakan İsmail Heniyye’nin, hükümetin temel amacının 1967’de işgal edilen topraklar üzerinde Filistin devletini kurmak olduğunu söylemesi HAMAS hareketindeki değişimin bir işaretiydi.
Ancak daha Mekke Uzlaşması’nın mürekkebi kurumadan Filistin sokaklarında çatışmalar yeniden alevlendi, tabandaki mevcut gerilim dindirilemedi. Yeni hükümet 18 Mart’ta meclisten güvenoyu alsa da ABD’nin marifetiyle tecrit kalkmadı, Arap ülkeleri de sözlerini tutmadı. Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın, güvenlik biriminin başına, 90’lı yıllardan bu yana Gazze’de HAMAS’a ve diğer direniş gruplarına yönelik sürek avının baş aktörü konumundaki Muhammed Dahlan’ı getirmesi bile başlı başına “ulusal birliğin” yürümeyeceğinin bir emaresiydi. Dolayısıyla bu uzlaşma, ne uluslararası tecridi kırmada ne de iç savaş tehlikesini bertaraf etmede etkili olabildi. Haziran ayında taraflar arasındaki şiddet had safhaya çıktı. Ve sonunda hiç beklenmedik bir şekilde 15 Haziran 2007’de HAMAS güçleri Gazze’yi tamamen kontrolleri altına aldı. Buna karşı Mahmud Abbas ulusal birlik hükümetini görevden alarak olağanüstü hal ilan etti. Batı Şeria’da Maliye Bakanı Selam Feyyad ve Gazze’de İsmail Heniyye başbakanlığında iki ayrı hükümet kuruldu. Yani Filistin fiilen ikiye bölünmüş oldu. HAMAS’ın el-Fetih’i Gazze’den temizlemesinin ardından bu kez Batı Şeria’da HAMAS’a yönelik tutuklamalar ve saldırılar yaşandı. Yüzlerce Filistinlinin hayatını kaybettiği iç çatışmalar sırasında tarafların birbirlerine reva gördükleri gayriinsani şiddet ve yağma, Filistin davasına duyulan saygıyı zedeleyecek boyutlardaydı.
Aslında Filistin’de daha önce defalarca farklı gruplar arasında çeşitli nedenlerle silahlı mücadele yaşanmış, iç savaş senaryoları gündeme gelmişti. Özellikle 1990’lar boyunca devam eden barış sürecinde İsrail’e karşı mücadele yöntemini değiştirerek diplomasiyi benimseyen el-Fetih’e biçilen misyonların başında “Filistinli grupların silahsızlandırılması” ve direnişin tasfiyesi geliyordu. Bu süreçte özellikle HAMAS ve el-Fetih, İsrail’in de kışkırtmalarıyla, defalarca karşı karşıya gelse de her defasında sağduyu galip çıkmış ve Filistin direnişinin amacından sapmasına izin verilmemişti. Bu son süreci diğerlerinden farklı kılan ise dış güçlerin doğrudan müdahalesiydi. Amerikan dergisi Vanity Fair’de ortaya konduğu üzere, Bush yönetimi HAMAS’ın seçim zaferinin ardından örgütü iktidardan uzaklaştırmak için gizli bir plan hazırlamış ve bu konuda Abbas, Dahlan ve çeşitli Arap ülkeleri ile işbirliği yapmıştı. Bir Filistin iç savaşının kışkırtıldığı süreçte Dahlan liderliğinde bir grup, ABD’den tedarik ettiği yeni silahlarla HAMAS liderliğindeki hükümeti yıkmak için harekete geçmişti. Ancak HAMAS’ın hiç beklenmedik bir hamleyle Gazze Şeridi’nde kontrolü tamamen ele geçirmesi üzerine Dahlan grubu Mısır’a, oradan da Batı Şeria’ya kaçmak zorunda kalmıştı.
Filistin’in iki parçaya ayrılmasından sonra, Batı Şeria’ya yönelik uluslararası ambargolar 15 aydan sonra ilk defa ve derhal kaldırıldı. İsrail dondurduğu gümrük ve vergi gelirlerini Mahmud Abbas yönetimine aktardı ve Filistinli birkaç yüz tutukluyu serbest bıraktı. ABD, HAMAS’a karşı mücadelede Abbas ve Feyyad yönetiminin elini güçlendirmek ve güvenlik güçlerine destek vermek için 80 milyon dolar hibe ve askeri teçhizat yollama kararı alırken, barış görüşmelerini yeniden başlatmak üzere harekete geçti. Annapolis’te barış sürecinin yeniden başlatılmasının ardından ise Abbas liderliğindeki Filistin yönetimine kaynak aktarmak üzere uluslararası yardım konferansları düzenlendi.
Bu süreçte Gazze’ye yönelik ambargolar ise tüm sınır kapılarının kapatılmasıyla iyice ağırlaştı; öyle ki artık dayanacak hali kalmayan Gazzeliler Ocak 2008’de sınırdaki duvarı yıkarak temel ihtiyaçlarını alabilmek üzere Mısır tarafına geçeceklerdi. Bu süreçte Filistin lideri Mahmud Abbas, HAMAS hükümetinin daha önce yaptığı tüm atamaları iptal etti ve örgütle tüm bağları kopardı; HAMAS’ın diyalog çağrılarını reddetti; üstelik seçim kanununda değişikliklere giderek, FKÖ’nün Filistin halkını temsil etme hakkını kabul etmeyen partilerin seçimlere girmesi yasaklandı. Yine Batı Şeria’da bine yakın muhalifi tutuklama, siyasi sindirme, sosyal yardım kuruluşlarının kapısına kilit vurma gibi icraatlara imza attı. Eylül 2007’ye gelindiğinde İsrail, Gazze Şeridi’ni “düşman bölge” ilan etti. Ancak Amerikan yönetiminin Ortadoğu’da barış sürecini yeniden canlandırmaya dönük girişimleri İsrail’in Gazze’ye daha “mütevazı” saldırılar düzenlemesine neden oldu. 2008 ortalarına doğru gelinirken, Kasım 2008’de yapılacak Amerikan başkanlık seçimlerine kadar bölge çapında tansiyonu düşürme çabaları bağlamında, HAMAS ile İsrail arasında Mısır’ın arabuluculuğunda yürütülen dolaylı ateşkes görüşmeleri sonuçlandı.
19 Haziran 2008’de ilan edilen ateşkes uyarınca, Gazze’den roket atışları sona erecek, İsrail de sınırları açarak ablukayı kaldıracak ve askeri saldırılarını durduracaktı. Ancak İsrail, ablukayı kaldırmadığı gibi saldırılarını sürdürerek çoğunluğu Kasım ayında olmak üzere kırktan fazla Filistinliyi katletti. İsrail’in anlaşma şartlarına uymadığı bir ortamda 19 Aralık’ta sona eren ateşkesi uzatma girişimleri doğal olarak başarısız kaldı. Henüz bir hafta geçmişti ki HAMAS’ın fırlattığı roketleri bahane eden İsrail hükümeti, Mart ayında yapılacak genel seçimler arifesinde ve yeni Amerikan başkanı henüz koltuğuna oturmadan Gazze’ye son kırk yılın en büyük saldırısını başlattı 27 Aralık’ta. Hedef belliydi, daha önce ekonomik ve diplomatik tecritle yıldırılamayan HAMAS yönetimini bu kez askerî güç kullanarak devirmekti (tabii bir de daha ılımlı görünen yeni Amerikan başkanını, henüz koltuğa oturmadan belirli politikalara zorlamak; barış sürecine karşı çıkan ve HAMAS’a karşı çok sert politikalar vaat eden Likud Partisi’ne oyları kaptırtmamaktı). Ancak bu gerçekleşmedi. Gazze halkının HAMAS’a ve direnişe yürekten bağlı olduğu bir ortamda, oynanan son kartın da işe yaramamasıyla artık anlaşıldı ki, HAMAS Filistin’in bir gerçeği ve HAMAS’sız bir çözüm bölgede mümkün değil.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder