25 Mayıs 2024 Cumartesi

Z.T.KOR: SAVAŞTA ÇOCUK OLMAK: SURİYE ÖRNEĞİ

 

SAVAŞTA ÇOCUK OLMAK: SURİYE ÖRNEĞİ

22-23 Mayıs 2024

NOT: Blogda yer alan 900 küsur http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.


Yeryüzü Çocukları Derneği, 25-26 Mayıs 2024 tarihinde gerçekleştireceği “Kriz Bölgelerinde Çocuk Olmak” çalıştayında bendenizden “Savaşta Çocuk Olmak: Suriye Örneği” başlıklı bir konuşma isteyince geçmişte yaptığım röportajlarla yetinmeyip tanıdığım Suriyeli gençlere yeni sorular yolladım. Gelen cevapları aşağıda paylaşıyorum.

İlkokul ve ortaokul çağında bizzat savaşı yaşamış, bugün 20’lerine adım atmış 11 Suriyelinin dilinden çarpıcı savaş tecrübelerini ve çocuklar üzerindeki kalıcı tesirlerini öğrenmek için buyurunuz…

Sorularım şunlardı: Çocukluğun nasıl geçti? Savaş sırasında neler yaşadın, neler hissettin, neler düşündün? Savaş, hem senin hem de diğer çocukların hayatını nasıl değiştirdi? Aile içi ilişkileriniz değiştir mi?  Eğitim hayatınız ve sağlığınız nasıl etkilendi? Türkiye’deki çocuklar ile Suriye’dekilerin çocukluğu arasında ne gibi farklar var?

Çalıştayda yaptığım konuşmaya https://www.instagram.com/p/C7YpBckiI0b/ linkinden ulaşabilirsiniz.

 

Şam’da doğmuş, çocukluğunu Şam Kırsalı’nda savaş altında geçirmiş, şu an Suriye’nin kuzeyinde yaşayan bir genç:

“2013’te savaş başladı; bazı çocuklar iki sene boyunca hiç eğitim alamadı. Çok kötüydü. Rejim sivilleri çok şiddetli bombalıyordu. Aile boyu ölenler oldu. Çocuklar bombalar ve füzeler altında hayatta kalmaya çalıştı. Elektrik, içme suyu ve doğru düzgün yiyecek yemek yoktu. İneklere, koyunlara verilen hayvan yemlerini yemek zorunda kaldılar. Bazı çocuklar savaşçılardan arta kalan yiyecekleri bulabilmek için cepheye gittiler. Bazı çocuklar elma, muz gibi meyveleri hiç hayatlarında görmediler. Travmaya girdiler; küçük bir seste bile ödleri patlıyordu. Okullar bombalandığı ve eğitim imkânı olmadığı için istikballeri karardı. Bazı çocuklar ailesinin karnını doyurabilmek için işe girmek zorunda kaldı. Bazı çocuklar patlamayan bombaları bulup satmaya başladı ki bu çok riskli bir işti. Daha sonra okullar açıldı; ama çocuklar okuma-yazma, matematik vs. bilmiyordu veya unutmuştu. Bu açılan okullar da bombalanmasın diye bodrum katlarındaydı; yani gerçek bir okul olmaktan uzaktı. Buralarda hızlandırılmış eğitim vermek zorunda kalındı. Çocuklar her üç ayda bir sınıf atlıyordu. 2017-2018’de bazı insanlar önce (TSK-ÖSO’nun kontrolüne giren) kuzeye, oradan Türkiye ve Avrupa’ya gittiler. Savaş yüzünden bazı çocuklar hiçbir eğitim alamadı. O çocuklar artık büyüdü, genç oldu. İstikballeri mahvoldu.”

 

2014’te köyü Dâbık IŞİD’in kontrolüne giren, 2015’te Türkiye’ye sığınan 2005 doğumlu bir genç:

“Savaş altında yaşamak en temel ihtiyaçları bile karşılayamamak demektir. Okulunu kaybedip eğitimsiz kalmak, çocukluğunu yitirmek, oynamanın ne demek olduğunu bilmemektir. Güvenlik hissini yitirmektir. Hayaller değişir; iyi bir yerde rahat yaşamak değil, savaşın olmadığı güvenli bir yere sığınmak tek hayal haline gelir. Karamsarlık çöker; hep ya anneme-babama ya da bana kötü bir şey olursa korkusu yaşarsınız, psikolojiniz bozulur.

Savaşta çocukların bazıları ebeveynini kaybetti. Çocukluklarının geçtiği evler ya tamamen ya kısmen yıkıldı. Bazı çocuklar yaralandı veya uzuvlarını kaybetti. İhtiyaçları karşılamak çok zorlaştığından bazı ailelerde ilişkiler yıprandı, anne-baba arasındaki kavgalar çocukları olumsuz etkiledi.

9 yaşındayken IŞİD memleketim Dâbık’ı ele geçirdi. IŞİD’in âdeti, girdiği köyün okulunu karargâha çevirmekti. Evimizden 100 metre ötedeki okula da üslendi. Eğitim imkanı kalmadı.

Her sabah rejim uçakları gelir, bazen bombalar bazen bombalamazdı. Her uçak gelişinde babamın en güvenli yer dediği merdiven altına sığınırdık. Köyümüz küçük olduğundan füze atılınca tüm köy sallanırdı. Füzeler IŞİD sebebiyle atılsa da ne hikmetse genellikle siviller hayatını kaybederdi.

Hiç unutmam, bir gün rejimin attığı füzeyle 13 kişilik aile can verdi. Sadece o sırada evde olmayan nine kurtuldu. Geri döndüğünde ailesinin etlerini kendi elleriyle topladı. Çünkü insanlar füzeyle vurulduğunda sadece ölmüyor, parçalanıyordu. Babam paramparça cesetleri görmeyelim diye evden çıkmamıza izin vermedi.

IŞİD mesela sigara içeni ‘ıslah’ için merkezlerinde eğitip beyin yıkardı. 15-16 yaşında gençleri de İslam adı altında kandırır, silah altına alırdı. Babamın arkadaşının 12-13 yaşındaki oğlu bile örgüt saflarına katıldı; çocuktan bir daha haber alınamadı. IŞİD kadısıyla görüşmek için karargaha gidenler orada el kadar çocuklar görüyordu. Bunlardan bazıları eğitim alıyor; komutan onlara güvenirse belli bir görev veriyor ya da cepheye yolluyordu. Ailelerinin buna karşı çıkma hakkı yoktu. IŞİD’e katılmasını kabul etmedi diye uyurken annesini katleden bir genç bile oldu.”

 

15 yaşında rejim bombardımanında babasını kaybeden Hamalı genç:

“Savaş çok kötü bir şeydir. Bir zamanlar ebeveynim ve kardeşlerimle çok mutlu bir hayatımız vardı. Bir anda her şey altüst oldu. Babamla fırına ekmek almaya gitmiştik. Fırında ne zaman ekmek çıksa bütün köy halkı almaya giderdi, yoksa savaş şartlarında ekmeksiz kalırdık. Ben arkadaşlarımla oynarken bir anda 3 uçak geldi, ödümüz patladı. Son duyduğum, babamın ‘Oğlum saklan’ sesiydi. Sonra kendimi hastanede buldum. Hastane dediğim, birkaç doktorun yaralılara baktığı derme çatma bir yerdi. Bombardımanda başıma 5 küçük şarapnel isabet etmiş; doktor sadece birini çıkarabildi, dördü hala başımda.

Doktordan çıkarken babamı sordum, annem ağlıyordu. Birlikte babamla ekmek alacağımız yere gittik. Keşke gitmeseydim; aklımdan o manzara hiç silinmeyecek. Sadece etrafa savrulmuş ayaklar, eller, başlar ve et parçaları gördüm. Sonra annem beni çağırıp ‘Bu ayak babanın; ayakkabısı buydu’ dedi. Babamın sadece sağ ayağını son defa görebildik, o kadar. Babamın bir kabri yok. İnsan ölen babasını özlediğinde kabrine gidip bir Fatiha okur, değil mi? Ama benim böyle bir imkânım hiç olmadı. Babam öldüğünde 15 yaşındaydım; şimdi ben de babayım, annemle kardeşlerime de bakıyorum. O gün babamla birlikte tam 300 kişi hayatını kaybetti; hiçbirinin kabri yok. Maalesef ne hissettiğimi anlatabilecek durumda değilim; çünkü artık hiçbir şey hissedemez oldum. Çocukluğum böyle geçti işte, buna çocukluk denebilirse...”

 

Halep kırsalından 2015’te Türkiye’ye sığınan 2002 doğumlu bir genç kız:

“Savaş altında yaşamak korkunç bir şeydir; evimizin üzerimize her an yıkılabileceği fikri beni çok huzursuz ederdi. Sabah uyandığımda akşamı edeceğime emin olamazdım. Ama aynı zamanda insan bir noktadan sonra en kötü duruma bile alışıyor ve garipsemez oluyor. Biz de alıştık; sanki savaş altında yaşamak normalmiş gibi gelmeye başladı. Dış dünyada bambaşka bir hayatın olduğu gerçeği aklımızdan çıktı.

Çocukluğum açıkçası pek iyi geçmedi. Savaş yüzünden birçok şeyden mahrum kaldık. Oyuncak almak bile bizim için imkansızlaştı. Bazı bölgelerde sokaklara çıkmak çok tehlikeliydi.

Türkiye’ye gelmek aile içi ilişkilerimizi etkiledi. Küçükler taşıyabileceklerinden çok daha büyük sorumluluklar üstlenmek zorunda kaldı ve bazı yerlerde ebeveynler ile çocukların rolleri değişti.

Türkiye ile Suriye arasında çok büyük farklar var. Türk çocukların aynı arkadaşlarla, aynı öğretmenle, aynı okulda okuma şansı var; eğitimden mahrum kalma ihtimalleri de yok. Ama biz okula her gün son günmüş gibi giderdik. Türk çocukların yaşadığı yerler daha güvenli ve dolayısıyla hayatları çok daha kaliteli.

Savaş her şeyi değiştirdi. Hani coğrafya kaderdir denir ya, coğrafyanın değişmesiyle benim için her şey değişti. Savaş olmasaydı ülkemde istediğim üniversite bölümüne çok daha kolay girebilirdim; sistem değişikliği yaşamadan, dil zorluğu çekmeden ve harç olarak tonlarca para ödemeden.”

 

Sorularımı Hatay’dan bir Suriyeli hanıma yolladım. Savaşı çocukken yaşamış gençlerin cevaplarını bana iletti. Cevabı verenlerin kimlik bilgilerini soramadım.

“Çocuktum, savaş nedir bilmez ama çok korkardım. Özellikle babam işteyken uçak, bombalama ve kurşun sesi duyduğumda dilim tutulur, tir tir titrerdim. Anneme koşardım; annem babama sürekli dua eder ve ağlayarak ‘inşallah sağ salim döner’ derdi. Sonra ortalık sakinleşince babamı beklerdik; kapıyı çaldığında annem çok mutlu olurdu. Yine seslerden çok korktuğum bir gün babam bana neler olup bittiğini anlattı; Suriye’de savaş var, uçaklar bombalıyor, insanlar ölüyor diye.

12 yaşındaydım; okulda kim Beşşar taraftarı kim değil diye çok tartışmalar olurdu. Babam, sakın tartışmalara girme, sonra hapse atarlar diye beni uyarırdı. İçimde hep büyük bir korku vardı. Okuldayken uçaklar bomba attığında dışarı kaçardık. Yollarda insanlar oradan oraya koşar, falanca yakınım öldü diye feryat figan ağlardı. Ezan sesleri tekbir seslerine karışırdı. Ben de ağlayarak eve dönerdim. O anları hiç unutamıyorum. 22 yaşına geldim, Türkiye’deyim ama hala uçak sesi duyunca çok korkarım, ellerim kaskatı kesilir, kalbim küt küt atmaya başlar.

Çocukluğum savaş altında geçti ve birçok okul arkadaşım öldü. Biz de sonunda Türkiye’ye sığındık. Ama üzerinden kaç bahar geçse de içimdeki o acı hisler hiç geçmiyor.”

***

“Türkiye’deki çocuklar ile Suriye’dekilerin çocukluğunu kıyaslamak çok zor. Savaş yaşayan bir çocuk ile yaşamayan arasında dağlar kadar fark vardır. Suriyeliler çocukluğunu yaşayamadı. En basit hakkından bile mahrum kaldı. Mesela babası ölen ya da hapse düşüp bir daha haber alınamayan yahut kardeşleri veya bütün ailesi kaybedilen ve bu hayatta tek başına kalan bir çocuğun nasıl bir çocukluğu olabilir sizce? Bir çocuğun en rahat yeri evidir; evini ve oyuncaklarını terk etmek zorunda kalan bir çocuğun nasıl bir çocukluk hatırası olabilir ki? Allah sizi korusun ve güvende tutsun, Türk çocukların çocukluklarını yaşadıkları gözlerinden bile belli. Ebeveyniyle birlikte, kendi evinde, odasında, yatağındalar. İstediği oyuncağı ve elbiseyi aldırabiliyorlar, istediğini yiyip içiyorlar. Türk aileler çocukları için her şeyi yapıyor. Maddi durumu kötü olsa bile en azından sizin çocuklarınız huzur içinde uyuyabiliyor. Sizin emniyet hissiniz var, polis gördüğünüzde güven hissediyorsunuz. Suriyeli çocuklar ise en basitinden sokakta polis görse geçmişten beri yolunu değiştirir; çünkü bizde polis görmek emniyet hissinin kalmaması demektir.

Bildiğim bir şey var ki o da şu: Bu dünya adil bir dünya değil. Suriyeli çocuklar başlarını yastıklarına koyup huzur içinde uyuyamıyor, karınları çoğu zaman aç ve korku hissediyor. Dahası, sığındıkları yerlerde insandan daha aşağı görülüyor ve hissettiriliyor. Oysaki her çocuğun yaşama ve gülme hakkı vardır. Savaş altındaki çocuklar unutulmuş, kendi kaderlerine terk edilmiş durumda. Sizin çocuklarınız huzur içinde büyürken bizler sabırla, tevekkülle büyüyoruz.”

***

“Savaş hayatımı altüst etti; daha çocuk yaşta vatanımı, dilimi, okulumu, arkadaşlarımı terk edip başka bir ülkeye sığınmak, yeni bir dil öğrenmek, yeni bir çevre edinmek zorunda kaldım. Çok zordu. Çoğumuzun hayatı kayıp gitti. Evet, yeni duruma alışmaya çalıştık, yeni okullarda başarılı da olduk. Ama içimizde yitip gitme hissi hep var. Biz kimiz, nereye aitiz, ne yaptık, suçumuz neydi diye kendi kendimize soruyoruz. Nereye kadar istenmediğimiz bir diyarda kalmayı sürdüreceğiz, bilmiyoruz. Bir insan, bir çocuk olarak haklarımız nelerdi, onu da bilmiyoruz.”

***

“Küçük yaşta evimi, yatağımı, oyuncaklarımı bırakıp dilini bilmediğim yabancı bir diyara göçmek çok kötü bir şeydi. Suriye’de çok başarılıyken Türkiye’de tek kelime bile anlayamayan bir öğrenciye dönüştüm.

Uçak/tank sesi duyduğumuzda ‘artık sıra bize geldi, ölmek üzereyiz’ diye düşünürdük. Evimizi polisler bastığında babamızı alıp gidecekler, bir daha hiç görmeyeceğiz korkusuna kapılırdık. Elektriksiz, susuz, ekmeksiz geçirdiğimiz günler… en basit haklarımıza bile ulaşamazdık. ‘Bizim artık yaşama hakkımız yok; neden hala ölmüyoruz?’ diye sorguladığımı hatırlıyorum. O korkunç günlerin üzerinden yıllar geçti; ama hiçbir şey aklımdan silinmedi, silinmeyecek de.”

***

“Savaş ve göçle birlikte aile içi ilişkiler ya çok güçlendi ya da çok zayıfladı. Fakirlik berbat bir şey. Eskiden her şeyi olanların hayatı bir anda altüst oldu, her şeylerini yitirdiler. Bazı çocuklar bunu kaldıramadı. Kimi ailesini bırakıp gitti, kimi içe çekildi, kimi de bu zorlu hayatla mücadeleye girdi.

Bizim aile içi ilişkilerimiz güçlendi; çok kayıp verdiğimiz için hayatta kalanların kıymetini bildik. Aileden kimsenin başına bir şey gelmesin diye birbirimizi kolluyoruz. Türkiye’de genç kızlar olarak sorumluluğumuz arttı. Özellikle büyük çocuklar çalışmak zorunda kaldı. Ama yaşımız küçüktü; çalışma iznimiz ve haklarımız yoktu, azıcık ücretle çalıştırıldık. Çok zor günlerdi.”

***

“Bombardımanlarda organlarını kaybedenler var. Hatay/Reyhanlı’ya gelirseniz ayaklarını, gözlerini, ellerini vs. kaybedenleri görürsünüz. Vücudu sağlam olanların da psikolojisi çökük. 

Suriye’de hastaneler paralı ve tedavi için gerekli teçhizat da son derece yetersiz. Bazı insanlar ayağı iyileşme imkânı olduğu halde parasızlıktan vaktinde tedavi ettiremedi ve sonunda kesildi. İnsanların Suriye’de sağlığı kötü. Kamplarda yaşamanın da bunda etkisi var. Yetersiz besleniyorlar. Yardım gelirse veya ailede çalışan varsa yiyebiliyorlar yoksa açlar. Bombalarda kullanılan maddeler yüzünden birçok anne engelli çocuk doğurdu; epilepsi hastaları ve böbrek yetmezliği çekenler çoğaldı. Türkiye’de yaşayanlar en azından hastaneye gidebiliyor; Suriye’dekiler ise tedavi imkanından mahrum.”

 

Kısa süre evvel Türkiye’ye üniversite okumaya gelen, savaşı Suriye’de şehirden şehre göçerek geçirmiş 20'li yaşların başında bir genç. Babası emekli asker.

“Savaşı başından sonuna aynı bölgede geçiren neredeyse hiçbir aile ve çocuk yoktur. Ben 3 şehir ve tam 8 okul değiştirdim ki akranlarıma göre çok daha şanslıydım. Yurtdışında yaşayan ağabeyim çalışıp bize para yolluyordu. Diğer ağabeyim ve babam da Suriye’de çalışıyordu. O yüzden durumumuz birçoklarından daha iyiydi. Ama bir yerde savaş başladığında ancak diğer şehre gidebiliyorduk. Ülke dışına çıkacak kadar paramız yoktu, ebeveynim de yaşlıydı.

Ben ilkokul 3. sınıftayken savaş başladı. İlk önce Şam’a taşındık. Savaş yüzünden başkentte bile devlet okulları çok kötüydü. 4. sınıfta okuma-yazma bilmeyen çocukları kendi gözlerimle gördüm.

İkinci şehre gittiğimizde ben de pastanede çalışmak zorunda kaldım. Şam’a geri döndüğümüzde eczanede işe başladım. Hem çalışıp hem okuduğum için eğitimim olumsuz etkilendi. Ama öğrencilerin çoğu benim gibiydi.

Ailem çok meşguldü. Babam ve ağabeyim çalışırken annem de ev işleriyle boğuşuyordu. Çünkü Suriye’de elektrik günde sadece iki saat gelirdi ve o sırada yemek pişirmek, elektrikli eşyalarla yapılması gereken ev işlerini yapmak; telefonları, pilleri ve aydınlatıcıları vs. şarja takmak zorundaydı. Su da günde birkaç saat geliyordu.

Ekmek, mazot, tüp, pirinç, şeker gibi temel ihtiyaçları karşılayabilmek için kuyruğa girmek zorundaydık. Isınabilmek için mazot kullanılırdı; ama kuyruk çok uzun ve ümitsiz vakaydı. Devletin sübvanse ettiği ekmek çok ucuzdu (normal ekmek yaklaşık 10 kat pahalıydı); ama devletten ekmek fişi almak gerekiyordu ve bu fiş de upuzun bir kuyruğu girmeyi gerektiriyordu. 2-3 ayda bir devlet tarafından mutfak tüpü veriliyor ve ancak 3 hafta yetiyordu. Mecburen elektrikle yemek pişirmek zorunda kalıyorduk. Bu da tam bir krizdi. Çünkü yemek yeme vakti diye bir şey yoktu. Yemek ve içmek elektriğin geleceği vakte bağlıydı. Babam ve ağabeyim çalıştığı için her gün ekmek, iki-üç ayda bir de mazot, tüp, pirinç, şeker vs. kuyruğuna girmek zorundaydım. Bütün bunlar biz öğrencilerin eğitim başarısını olumsuz etkiliyordu.

Savaş altında yaşamak zordu. 2017’de IŞİD taşındığımız son şehre girdi. Rejim tarafından kuşatıldık ve gelişigüzel bombalandık. Üzerimize yağdırılan varil bombalarının hiçbiri IŞİD’i hedef almıyordu. Rejim havadan ölüm yağdırırken IŞİD de karada insanları katlediyordu. Komşularımızı öldürdü. Sokak ortasında amcamın eşinin kardeşinin kafasını kesti. Askerleri ve devlet memurlarını da sokakta öldürüyordu. Her caddede cesetler vardı. İbret-i alem için 10 gün cesetler sokaklarda kalır, gözümüzün önünde çürürken berbat kokardı. Bu şekilde halkın kalbine korku salıp boyun eğdirirlerdi. O korkunç manzaralar karşısında şoka uğrar, ne yapacağımızı bilemezdik. Henüz lise çağına girmiştim ve o manzaralar hafızama kazındı, çok kötü etkilendim.

Türkiye ve Suriye’deki çocukluk arasındaki farka gelince, Suriyeli çocukların cep telefonu yoktu. Oynamak için de, ders için de ebeveynimizin telefonunu kullanırdık. Üniversite için buraya gelince ağabeyim bana ilk laptopu ve cep telefonunu aldı. Suriye’de sizdeki gibi serbest bir sosyal medya yoktu. İnternet de, bağlanılan siteler de sınırlıydı; birçok internet sitesi yasaklıydı. Teknolojinin ve sosyal medyanın yokluğunda güzel bir toplumsal hayatımız vardı. Yaşadığımız zorluklar biz Suriyeli çocukları daha güçlü kıldı ve sorumluluk sahibi yaptı.

Devrim ve akabinde tutuklamalar başladığında ebeveynler çocuklarının geleceğinden korkup onları dini eğitimden ve camiden uzak tuttu. Bu süreçte cehalet iyice yayıldı. Devletin adamları ise Allah’a ve dine küfür ve lanet etmeye başladı; sosyal medyada da benzer bir cereyan vardı. Rejim bölgesindekiler 2011-2017 arası internetten de, camiden de dini eğitim alamadı. (2017’de Fethi Safi isimli bir şeyh ortaya çıktı, cami cami gezip vaaz verdi. Bundan sonra insanlar yavaş yavaş dine meyledip camiye gitmeye başladı.) Böyle bir ortamda çocukların dini ve ahlaki seviyesi iyice geriledi. Okullarda bile birçok öğretmen edeben ve ahlaken ağza alınmayacak küfürler ederdi. Savaşta dinden uzaklaşan önemli bir kitle oldu. 5-6 yaşında küçücük çocuklar Allah’a küfrediyordu. Teröristlikle yaftalanıp tutuklanma korkusuyla Allah’a küfredenlere bir şey diyemiyorduk.

Aile ilişkileri de çok değişti. Çünkü savaş yüzünden insanlar her şeylerini kaybedip göç etmek ve akrabalarının evlerine sığınıp birlikte yaşamak zorunda kaldı. Büyük ailevi ve toplumsal problemler ortaya çıktı. Kalabalıklık ve fakirlik yüzünden boşanmalar iyice arttı. Problemlerin ana kaynağı cehaletti, hem dini hükümler hem de insanlara muamele kurallarında bilgisizlik büyüktü. Suriye’de insanlar ailesini geçindirebilmek için iki-üç işte çalışmak zorunda olduğundan öğrenmeye, eğitime hiç vakitleri kalmadı. Fakirlik ailevi ilişkileri en çok etkileyen faktördü.

Savaş ve eğitimimin gecikmesi sağlığımı değil, psikolojimi olumsuz etkiledi; ama İslami eğilimim sayesinde yavaş yavaş düzeldim. Peygamber Efendimizin de başına musibetler geldiğini bildiğimden sabredebildim… Nice Suriyelinin gözlerini, kollarını, bacaklarını veya akıl sağlığını kaybettiğini veya öldüğünü düşününce benim başıma gelen musibetler bir hiç.

Savaşın benim açımdan olumlu tarafı şu oldu: Arapçayı çok iyi kullanan ve şiir yazanlarla dolu bir muhitte büyüdüm. Bu sayede -okul eğitimim sıkıntılarla dolu olsa da- anadilimi çok geliştirip zenginleştirdim.”