DİBİNE KADAR ÇÜRÜMÜŞ (MÜ)?
Francis Fukuyama (Stanford
Üniversitesi Demokrasi, Kalkınma ve Hukukun Üstünlüğü Merkezi’nin Mosbacher
Direktörü ve “Siyasi Düzen ve Siyasi Çürüme” kitabının yazarıdır)
Foreign Affairs, 18.1.2021
Tercüme: Zahide Tuba Kor
NOT: Bu
tercüme Perspektif web sitesinde 21.1.2021 tarihinde
yayınlanmıştır. https://www.perspektif.online/dibine-kadar-curumus-mu/
İngilizcesi “Rotten to the Core?”
başlığıyla yayınlanan yazıyı okumak için TIKLAYINIZ.
NOT: Blogda yer alan 850 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.
Kaynak
göstermeden blogdaki yazı, tercüme ve infografikleri kullanmamanız önemle
rica olunur.
Özet: Trump, Rusya Devlet
Başkanı Vladimir Putin ve Çin Devlet Başkanı Xi Jinping gibi otoriterlere
muazzam bir armağan verdi: bölünmüş, kendi içiyle meşgul ve kendi demokratik
idealleriyle çelişen bir ABD. Biden’ın Kongre’de zayıf bir Demokrat çoğunlukla
Beyaz Saray’ı kazanması, ABD’nin uluslararası konumunu yeniden kazanması için
yeterli olmayacak.
2014’te Foreign Affairs dergisinde
yayınlanan “Çürümekte Olan Amerika” başlıklı yazımda idari kurumların giderek
işlevsizleştiği Amerika Birleşik Devletleri’nde kök salan siyasi çürümenin
yasını tutuyordum. “Entelektüel katılık ile yerleşik siyasi aktörlerin gücünün
bir birleşimi bu kurumların reforme edilmesini engelliyor.” diye yazmış ve
şöyle devam etmiştim: “Ve siyasi düzende büyük bir şok yaşanmadan durumun pek
değişeceğinin bir garantisi de yok.”
Hemen takip eden yıllarda Bernie Sanders ve Donald
Trump’ın yükselişinin bu türden bir şok yaratması mümkün görünüyordu. 2016
başkanlık kampanyası sırasında yine Foreign Affairs sayfalarında “Amerikan Siyasi Çürümesi mi Yenilenmesi mi?” başlıklı yazımda siyasi çürüme meselesini
yeniden ele alırken “yelpazenin her iki tarafındaki seçmenlerin arındırıcı bir
temizlik ümidiyle radikal aykırı tiplere dönerek yozlaşmış, kendi yararına
çalışan bir Müesses Nizam olarak gördükleri şeye karşı ayaklandığı”nı görmek
beni cesaretlendirmişti. Bununla birlikte, “popülist dava erleri tarafından
piyasaya sürülen her derde deva mucizevi çözümlerin neredeyse tamamen faydasız
olduğu ve benimsendikleri takdirde büyümeyi boğacakları, rahatsızlığı
şiddetlendirecekleri ve durumu iyileştirmek şöyle dursun daha fazla
kötüleştirecekleri” konusunda da uyarıda bulunmuştum.
Bu mucizevi çözümler, Amerikalılar ya da en azından
Trump’ı Beyaz Saray’a taşımaya yeten kesim tarafından benimsendi. Ve durum
gerçekten daha da kötüye gitti. Bozulma süreci, şaşırtıcı bir hızda ve o
zamanlar tahmini zor bir ölçekte devam etti ve ABD Başkanı tarafından teşvik
edilen bir başkaldırı eylemi olan 6 Ocak’ta Amerikan Kongre binasına yapılan
toplu saldırı gibi gelişmelerle zirvesine çıktı.
Bu arada söz konusu krize neden olan temeldeki
koşullar değişmeden kaldı. Hâlâ Amerikan yönetimi, politikayı kendi çıkarları
doğrultusunda bozan ve bir bütün olarak rejimin meşruiyetini baltalayan güçlü
seçkin grupların elinde. Ve sistem kendini reformdan geçirme noktasında hâlâ
çok katı. Ancak bu koşullar beklenmedik şekillerde değişti. Yeni ortaya çıkan
iki olgu, durumu muazzam bir şekilde kötüleştirdi: yeni iletişim teknolojileri,
demokratik tartışma için ortak bir olgusal zeminin ortadan kalkmasına katkıda
bulundu ve bir zamanlar “mavi” [Demokrat] ile “kırmızı” [Cumhuriyetçi]
hizipler arasında politika farklılıkları niteliğindeki şeyler, kültürel kimlik
üzerinden bölünmeler olarak pekişti.
Bağdaştırılamaz Farklılıklar
Teoride, Amerikan yönetiminin seçkinler tarafından ele
geçirilmesi, siyasi bölünmenin her iki tarafını da kızdırdığından bir birlik
kaynağı olabilirdi. Ne yazık ki bu düşmanlığın hedefleri her birinde farklılık
arz ediyor.
Sol cenah için söz konusu seçkinler -sahip oldukları
lobicileri ve paraları her türlü demokratik hesaplaşmaya karşı kendi
çıkarlarını korumak için çalışan- fosil yakıt şirketleri, Wall Street
bankaları, serbest yatırım fonu milyarderleri ve Cumhuriyetçi dev bağışçıların
aralarında olduğu şirketler ve kapitalist çıkar grupları; sağ kanattakilere
göre habis seçkinler ise muhafazakâr Amerikalıların geleneksel veya Hristiyan
değerler olarak gördükleriyle çelişen “[sosyal adalet ve ırksal adalet
konularında bilinçli olma anlamında] uyanık” bir seküler ideolojiyi benimseyen
Hollywood’daki kültürel güç simsarları, ana akım medya, üniversiteler ve büyük
şirketler.
Bu iki görüşün örtüşebileceği düşünülen alanlarda, mesela
dev teknoloji şirketlerinin gücüne ilişkin endişelerin artması konusunda dahi
iki tarafın endişeleri bağdaştırılamaz nitelikte. Mavi Amerika, Twitter ve
Facebook’u komplo teorilerini ve Trumpçı propagandayı teşvik etmekle suçlarken
kırmızı Amerika, aynı şirketleri muhafazakârlara karşı iflah olmaz önyargılı
olarak görüyor.
Amerikan yönetim sisteminin katılığı giderek daha
bariz ve sorunlu hale gelmekle birlikte kendine has meziyetleri de var. Genel
olarak anayasal denge ve denetleme sistemi çalışıyor: Trump’ın ülkenin kurumsal
temellerini zayıflatmaya dönük sonu gelmez çabalarına rağmen en kötüsünü yapma
çabası mahkemeler, bürokrasi ve yerel düzeydeki yetkililer tarafından
engellendi. Bunun en net örneği, Trump’ın 2020 başkanlık seçimlerinin sonuçlarını
tersine çevirme çabasıydı. Çoğu Trump tarafından atanan hâkimlerden müteşekkil
yargı sistemi, Trump tarafının mahkemeler önüne getirdiği düzinelerce saçma
sapan davayı onaylamayı reddetti. Ve Georgia seçimlerini denetleyen Eyaleti
Sekreteri Brad Raffensperger ve diğerleri başta olmak üzere Cumhuriyetçi
yetkililer, eyaletin kaybını yasadışı bir şekilde tersine çevirmeleri için
kendilerine baskı yapan başkana kahramanca karşı durdular.
Ancak Trump’ı kısıtlayan aynı denetleme mekanizması,
sistemin temel işlevsizliklerini düzeltmek için gelecekte girişilecek herhangi
bir çabayı da sınırlayacaktır. En önemli kurumsal kusurlardan biri, Seçiciler
Kurulu ve Senato’nun oluşum şekli sağolsun, hem ulusal hem de eyaletler
düzeyinde halktan daha az oy almalarına rağmen iktidarı ellerinde tutmalarına
imkan sağlayan Cumhuriyetçilerin sahip oldukları önemli avantajdır. Amerikan
Anayasası’nda Seçiciler Kurulu’nun ilgası gibi değişikler yapmak,
değişikliklerin kabul edilmesi ve onaylanması için gerekli inanılmaz derecede
yüksek çıta göz önüne alındığında gündeme bile getirilemez. Demokratların
Senato’daki zayıf çoğunluğu, kabine atamaları gibi sıradan konularda
Cumhuriyetçi vetosunu ortadan kaldırıyor; ancak Washington DC bölgesinin eyalet
olması veya Cumhuriyetçilerin haklardan mahrum bırakma çabalarına karşı koyacak
yeni Oy Kullanma Hakkı Yasası gibi daha büyük reformlar, Cumhuriyetçi kürsü
işgalcilerinin engellemeleriyle karşılaşacak. Başkan seçilen Joe Biden, yeni
bir teşvik paketi ve altyapı harcamaları gibi nispeten daha mütevazı yasaları
bile geçirmek için şansa ve beceriye ihtiyaç duyacak. Kısa süre evvel
Temsilciler Meclisi’ndeki Demokratların sunduğu reform paketinde öngörülen
dönüştürücü yapısal değişiklikler büyük ölçüde gerçekleştirilemeyecek.
Partiden Kült Tarikata
2016’daki makalemde belirttiğim gibi, Amerikan
siyasetindeki temel işlevsizlik, denge ve denetleme kurumlarının durağanlık ve
daimi partizan mücadele üretecek şekilde siyasal kutuplaşmayla etkileşime girme
şeklidir. Bu kutuplaşma 2016’dan bu yana çok daha derinleşti ve tehlikeli bir
hal aldı. Bunun itici güçlerinden biri teknoloji olup ana akım medya veya
hükümet gibi yerleşik kurumların halkın neye inanacağını şekillendirme
becerisinin altını oydu.
Quinnipiac tarafından yapılan son ankete göre, bugün
Cumhuriyetçilerin yüzde 77’si 2020 seçimlerinde büyük bir sahtekârlık olduğuna
inanıyor. Sağda artan otoriter eğilimlerden bahsediliyor ki bu, kesinlikle
Trump ve ona imkân sunan birçokları için doğru. Ama ona oy veren ve demokrasi
fikrinden hoşlanmadıkları için değil -kendilerince- başkanlık seçimini çalan
Demokrat Parti’ye karşı demokrasiyi savundukları için Trump’ı desteklemeye
devam eden on milyonlarca insan var.
Bu teknoloji kaynaklı problemi çözmek, önümüzdeki
dönemin en büyük meydan okumalarından biri olacak. Twitter ve Facebook, Kongre
Binası’na yapılan 6 Ocak saldırısının akabinde Trump’ın platformunu kaldırarak
doğru olanı yaptı; bu karar, ulusal bir acil duruma karşı kısa vadeli bir cevap
olarak savunulabilir nitelikteydi. Şiddeti teşvik, güvence altına alınan
serbest konuşma hakkını kullanmaktan farklıdır. Ancak uzun vadede özel
şirketlerin bu tür kamuya açık sonuçları olan kararları kendi başlarına almaları
meşru değildir. Aslında bu platformların daha baştan bu kadar güçlenmesine izin
vermek ülke için çok büyük bir hataydı.
Geçenlerde Foreign Affairs’te Barak Richman ve Ashish
Goel’le birlikte kaleme aldığımız “Demokrasi Teknolojiden Nasıl Korunabilir” başlıklı makalemizde önerdiğimiz bir çözüm,
platformların içerik denetleme görevini dış kaynaklara havale edeceği rekabetçi
bir “ara katman yazılımı” şirketlerini kurmak, böylelikle platformların gücünü
azaltmak ve kullanıcıların karşılaştıkları bilgiler üzerinde çok daha fazla
kontrol gücü edinmesine izin vermekti. Bu, komplo teorilerini ortadan
kaldırmayacak; ancak platformların uç sesleri güçlendirme ve hoşlanılmayan
sesleri susturma gücünü azaltacaktır.
Ülkenin kutuplaşmasını sınırsız ölçüde derinleştiren
ikinci gelişme, izlenecek politika konularıyla ilgili tartışmalardan kimlik
kavgalarına doğru kayıştır. 1990’larda kutuplaşma henüz yeni başladığında bu
iki ayrı Amerika; vergi oranları, sağlık sigortası, kürtaj, silahlar ve
denizaşırı askeri güç kullanımı gibi konularda fikir ayrılığı içindeydi. Bu
sorunlar ortadan kalkmadı; ancak kimlik meselelerinin ve ırk, etnisite, cinsiyet
ve diğer büyük toplumsal göstergelerle tanımlanan sabit gruplara mensubiyetin
gölgesinde kaldı. Siyasi partiler, siyasi kabileler tarafından ele geçirildi.
Kabileciliğin yükselişi en çok Cumhuriyetçi Parti’de
belirgin. Trump, partiye ve seçmenlerine serbest ticarete inanç, küresel
demokrasiye destek ve diktatörlüklere husumet gibi temel ilkeleri terk
ettirmeyi kolayca başardı. Trump’ın şahsi nevrozları ve kendini merkeze alması
derinleştikçe parti de giderek daha kişi merkezli hale geldi. Trump’ın başkanlığı
süresince sizi Cumhuriyetçi yapan şey, ona olan sadakatinizin derecesiydi: Onun
söylediği veya yaptığı herhangi bir şeyi eleştirerek en ufak bir sapma
gösterdiyseniz uzaklaştırılıyordunuz. Bu, partinin [başkan adayını ve
yardımcısını belirlemek için toplandığı] 2020 Cumhuriyetçi Ulusal
Kongresi’nde bir parti programı sunmayı reddedip bunun yerine Trump’ın istediği
her şeyi destekleyeceğini bildirmesiyle zirve noktasına çıktı. Tam da bu yüzden
maske takma ve COVID-19 küresel salgınını ciddiye alma gibi bir basit eylem acı
bir şekilde partizan mevzulara dönüştü.
Bütün bunlar 2016’dan sonra ortaya çıkan keskin bir
coğrafi ve demografik toplamsal bölünme üzerine inşa edildi. Siyaset bilimci
Jonathan Rodden’ın gösterdiği gibi, Trump yanlısı ve karşıtı hissiyatın tek
büyük bağlantısı nüfus yoğunluğu. Ülke, değerler üzerinden muazzam bir kültürel
yarılmayı yansıtan Demokrat şehirler ve varoşlar ile Cumhuriyetçi şehir
dışındaki lüks yerleşimler ve kırsal alanlar olarak bölünmüş durumda ve bu
kültürel yarılma ABD dışındaki birçok ülkede de aynen mevcut.
Ancak şu anda olan biten, yapısal faktörlerle tam
olarak açıklanamaz. Geçtiğimiz sonbaharda yapılan bir NPR/Ipsos anketi,
Cumhuriyetçilerin neredeyse dörtte birinin QAnon komplo teorisinin o tuhaf
temel iddiasına, yani -anketörlerin deyimiyle- “Bir çocuk istismarı şebekesini
yöneten bir grup satanist seçkin siyasetimizi ve medyamızı kontrol etmeye
çalışıyor.” iddiasına inandığını ortaya koydu. Cumhuriyetçi Parti artık
fikirlere veya politikalara dayalı bir parti olmaktan çıkıp bir kült tarikata
giderek daha fazla benziyor.
Kabilecilik solda da var; ancak daha az belirgin bir
biçimde. Kimlik siyaseti, 1960’ların ve 1970’lerin toplumsal hareketlerinin
akabinde sol cenahta doğdu. Irk, etnisite, cinsiyet veya cinsiyet yönelimine
dayalı ayrımcılığa karşı kimlik temelli seferberlikler, soldaki bazıları için
grup tanınması ve bir grubun farklılığının olumlanması taleplerine yavaş yavaş
dönüştü. Ancak genel anlamda mavi Amerika, kırmızı muadilinden çok daha
çeşitli. Biden’ın başkanlığı, bu konularda Demokrat Parti içindeki hizipler
arasında büyük bir bölünmeye şahit olacak ki bu, Trump yönetimindeki
Cumhuriyetçilerin başına asla gelmeyecek bir şeydi.
Bölünmüş Bir Ev
Biden’in yemin töreninden sonra ülkenin nereye
gideceğini kimse tahmin edemez. En büyük belirsizlik Cumhuriyetçi Parti içinde
neler olacağı konusunda. Trump ve takipçileri, Kongre binasını basarak çizmeyi
ciddi şekilde aştılar ve bazı Cumhuriyetçiler nihayet onunla ipleri alenen
kopardılar. Siyaseten Trump’ın başkanlığı Cumhuriyetçi Parti’yi güçlü bir
konuma getirmedi: Parti, 2017’de başkanlığı ve Kongre’nin her iki kanadını
birden elinde tutarken bugün bu kurumların hiçbiri elinde değil.
Trump’ın kişi kültü partiye öylesine hâkim oldu ki, bu
şiddete başvuruş bile insanların vazgeçmesine yetmeyebilir. Eski ana akım
Cumhuriyetçilerin, iktidardan uzaklaştıkları gerçeğine ve müstakbel seçimleri
kazanmak için parti koalisyonunu genişletme ihtiyacına intibak ettikçe yavaş
yavaş ama istikrarlı bir şekilde yönetimi geri alacağı düşünülebilir. Diğer bir
alternatif de Trump’ın kendisini ülkesi için her şeyi feda eden bir şehit
olarak sunarak partideki hâkimiyetini koruyabilmesi. Diğer bir uçta da Trump ve
kararlı destekçilerinin bir terörist yeraltı örgütüne dönüşerek gayrimeşru
saydıkları Biden yönetiminden intikam almak için şiddete başvuracağı
düşünülebilir.
Bunun nihai olarak nasıl sonuçlanacağı, önümüzdeki yıllarda küresel demokrasi üzerinde önemli sonuçlar doğuracaktır. Trump, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Çin Devlet Başkanı Şi Cinping gibi otoriterlere muazzam bir armağan verdi: bölünmüş, kendi içiyle meşgul ve kendi demokratik idealleriyle çelişen bir ABD. Biden’ın Kongre’de zayıf bir Demokrat çoğunlukla Beyaz Saray’ı kazanması, ABD’nin uluslararası konumunu yeniden kazanması için yeterli olmayacak: Trumpçılık, tıpkı 1950’lerdeki McCarthycilik gibi, reddedilmeli ve baştan ayağa gayrimeşrulaştırılmalıdır. Ulusal kurumların etrafına normatif parmaklıklar ören seçkinler, kendilerine gelmeli ve ahlaki otoritelerini yeniden tesis etmelidir. Meydan okumaların üstesinden gelip gelemeyecekleri ABD kurumlarının ve daha da önemlisi Amerikan halkının kaderini belirleyecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder