ARAP BAHARI AVRUPA’DA HER ŞEYİ
DEĞİŞTİRDİ
Anchal Vohra (Foreign Policy dergisinin Beyrut’ta
yaşayan yazarı ve Ortadoğu konusunda serbest çalışan bir TV muhabiri ve
yorumcu)
Foreign Policy, 24.12.2020
Tercüme
ve editoryal katkı: Zahide Tuba Kor
NOT: Bu
tercüme Fikir Turu web sitesinde 22.1.2021 tarihinde “Avrupa’da Her Şeyi
Değiştiren Olay”
başlığıyla yayınlanmıştır. https://fikirturu.com/jeo-strateji/avrupada-her-seyi-degistiren-olay/
İngilizcesi “The Arab Spring Changed
Everything in Europe” başlığıyla yayınlanan yazıyı okumak için TIKLAYINIZ.
NOT: Blogda yer alan 850 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.
Kaynak
göstermeden blogdaki yazı, tercüme ve infografikleri kullanmamanız önemle
rica olunur.
Özet: Arap Baharı yaşandığı coğrafyada pek bir şeyi değiştirmedi. Ama 2011 sonrası göç ve aşırılıkçıların saldırıları Avrupa’da
korkuları şiddetlendirdi ve Avrupa siyasetinin çehresini belki de ilelebet değiştirdi.
Ortadoğu
konusunda serbest çalışan bir TV muhabiri ve yorumcu olan Anchal Vohra, 24
Aralık 2020’de yazarları arasında olduğu Foreign Policy dergisi
için “Arap Baharı Avrupa’da Her Şeyi Değiştirdi” başlıklı yazısında da bu
gerçeğe işaret ediyor ve yazısına şöyle başlıyor:
“Arap
Baharı’ndan on yıl sonra Ortadoğu diktatörlerine karşı duran ve daha iyi bir
hayat isteyenlerin kaydettiği iyileşme bir arpa boyu. İktisadi zorluklar tüm
şiddetiyle devam ederken protestoların ve ardından şiddetin patlak verdiği
ülkelerin çoğu hâlâ baskı ve yolsuzluğun sıradanlaştığı despot rejimlerce
yönetiliyor. Buna mukabil Avrupa, 2011 öncesine kıyasla farklı bir kıta ve bu,
kapı komşusundaki başarısız devrimlerle doğrudan bağlantılı.”
Peki,
Arap dünyasındaki gelişmeler Avrupa’yı nasıl etkiledi? Yazar şöyle özetliyor:
“Öncelikle Avrupa bölünmüş durumda. İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden ayrılma
kararı, -kısmen- Suriye’deki ayaklanmanın ve akabinde patlak veren iç savaşın
tetiklediği mülteci krizine bir tepkiydi. Avrupa çapında popülist siyasi partiler,
artan İslam ve aşırıcılık korkusunu kıyasıya kullanmak suretiyle yıllardır
yükselişte.”
Yazar,
Avrupa ülkelerinin kıtanın güney sınırlarında ortaya çıkan yeni diktatörleri
gitgide daha fazla sahiplenmesiyle birlikte Avrupa dış politikasının bariz bir
şekilde değiştiğini belirtiyor, hem de bir zamanlar davet ettikleri liberal
ahlakçılık kılıfı bile olmadan… “Özetle, Arap Baharı olayları, Arap ülkelerini
daha istikrarlı hale getirmeyi başaramadığı gibi, Avrupa ülkelerini de çok daha
zayıf bir hale getirdi.” diyor.
2015’te
Almanya Başbakanı Angela Merkel’in evleri ve şehirleri Esed rejiminin
bombardımanlarıyla yerle bir edilen bir milyona yakın Suriyeli sığınmacıya
ülkesinin kapılarını açmasının geniş kapsamlı etkileri olduğunu belirtiyor.
Arap
Baharı Avrupa’da popülistlerin güçlenmesine sebep oldu
Vohra
yazısında bazı araştırmacı ve akademisyenlerin görüşlerine de yer vermiş.
Bunlardan biri de Yale Üniversitesi Jackson Enstitüsü’nden kıdemli araştırmacı
Emma Sky. Göçün sınırlandırılmasının İngilizlerin Avrupa Birliği’nden ayrılma
kararının temel itici gücü olduğunu belirten Sky, popülistlerin güvensizlikleri
kendi lehlerine nasıl körüklediğini, İngiltere’deki aşırı sağcı Birleşik
Krallık Bağımsızlık Partisi lideri Nigel Farage örneği üzerinden anlatmış.
Anchal
Vohra, yüzbinlerce kişi güvenliğe kavuşmak için teknelere binerken ve sıkış
tıkış kamplarda aylarını ve yıllarını geçirirken, şimdiye kadar Avrupa
siyasetinde kenarda kalan popülistlerin bunu nasıl fırsat bilip kullandıklarını
şöyle anlatıyor:
“Birçok
Avrupalının işlerinin mültecilere verilebileceği veya bambaşka kültürlerden -ve
ağırlıklı olarak da İslam dininden- insanların mevcudiyetinin hayat tarzlarını
değiştirebileceği korkusunu kullandılar. Mültecilere düşmanlık, birçok
Avrupalının zihninin derinliklerine yerleşik İslamofobiden kaynaklanıyordu.
Ancak Irak ve Suriye’de IŞİD’in ortaya çıkışı ve grubun Avrupa’daki mensupları
veya destekçileri tarafından gerçekleştirilen bir dizi terör saldırısı da
popülistlerin ekmeğine yağ sürdü. Göç, aşırılıkçıların saldırısı korkularını
şiddetlendirdi ve Avrupa siyasetinin çehresini belki de ilelebet değiştirdi.”
Vohra
şöyle devam ediyor: “Avrupa’da kahve masalarında, hatta Paris ve Berlin gibi
liberal fikirlerin merkezi sayılan şehirlerde bile günlük sohbetler genellikle
yabancı düşmanı. Hükümet politikaları, mültecilere yardım etmeye ahlaken
meyilli olanlar ile onları bir yük olarak görenler ve ayrıca İslam ile İslamî
aşırılığı birbirinden gayretle ayıranlar ile açıkça İslamofobik olanlar
arasında derinden bölünmüş durumda.”
Kendi
değerleriyle çelişen Avrupa
Yazar,
son on yılın Avrupa’nın kendi ilan ettiği dış politika değerlerini de test
ettiği görüşünde. “Avrupa, özgürlüğü ve demokrasiyi savunuyor; ancak bu
değerleri yurtdışında teşvik etme iradesini giderek yitiriyor. Avrupa’ya
hayranlık beslemiş pek çok Arap genci artık hayal kırıklığına uğramış durumda
ve Avrupa hükümetlerini giderek daha fazla salt kendi çıkarına hizmet eder
görüyorlar.”
Avrupalı
devler Fransa ve Almanya’nın uzun süredir Mısır’ın diktatörü Abdülfettah
es-Sisi ile iş tuttuğunu belirten yazar, aralık ayı başında Fransa’nın Sisi
için kırmızı halı serdiğini ve onu en yüksek devlet nişanı Legion d’Honneur ile
onurlandırdığını hatırlatıyor.
Avrupa
Dış İlişkiler Konseyi Ortadoğu ve Kuzey Afrika programı direktörü Julien
Barnes-Dacey, Arap Baharı’nın sahadaki gelişmeleri yeniden şekillendirmek için
bir fırsat sunduğunu, ancak Avrupa’nın bunu değerlendiremediğini söylemiş.
Direktör demiş ki, “Avrupa’nın Ortadoğu’nun siyasi düzenini daha olumlu bir
yöne çekebileceğine dair inancının azalmasıyla birlikte Avrupa ülkelerinin
odağı güvenlik ve göç meydan okumalarına takılarak giderek daraldı. (…)
Ayaklanmalardan on yıl sonra bazı Avrupalılar, -Mısır’da Cumhurbaşkanı Sisi’yi
giderek daha fazla bağırlarına basmalarıyla sembolleşen- otoriter istikrar
fikrini artık yeniden benimsiyorlar.”
Libya’da
olanları görmezden gelen Avrupa
Ardından
yazar Vohra konuyu Libya’ya getiriyor: “Libya’da Fransa ve İngiltere
önderliğindeki NATO müdahalesi Muammer Kaddafi’yi devirdi. Ancak iktidar
boşluğu -İslamcılar, aşırılık yanlıları, kabileler, Kaddafi’nin oğlu
Seyfülislam ve Mareşal Halife Hafter gibi- farklı paydaşlar arasında savaşa yol
açarken Libya kaosa atıldı. Kaddafi sonrası dönemde Avrupa’nın beklenmedik kötü
neticeleri yönetmesi ve Libya’yı demokratik bir siyasi geçişe yönlendirmesi
bekleniyordu. Ama ülkeyi istikrara kavuşturma noktasında bir çıkarı da planları
da olmadığından etkisiz kaldı; başını öte tarafa çevirerek basitçe olan biteni
görmezden geldi.”
Yazar,
Libya’daki çatışmanın artık siyasi İslamcılar tarafından da desteklenen
uluslararası alanda tanınmış hükümete arka çıkan Türkiye ve Katar ile siyasi
İslamcıları baş düşman sayan Hafter’le müttefik Birleşik Arap Emirlikleri ve
Suudi Arabistan arasında bölgesel bir rekabet alanına dönüştüğünü hatırlatıyor.
Peki, bu kamplaşmada Avrupa nerede duruyor?
Yazara
göre “Avrupalılar, görünüşte BM arabuluculuğundaki barış sürecini destekliyor;
ancak uyguladıkları bazı politikalar iç savaşı uzatıyor. Mesela Almanya’nın
Libya ihtilafında savaşan iki tarafa da silah sattığı haberleri var; buna
mukabil Berlin, tıpkı İtalya gibi siyaseten her ikisini de desteklemiyor.
Fransa ise Hafter’in güçlerini gizli kapaklı silahlandırmakla suçlanıyor.
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, diktatör Hafter’in Avrupa’ya gitmeye
çalışan aralarında aşırılık yanlılarının da olduğu göçmenleri kontrol altına
alacağı bahsine oynuyor. Fransız analistler, Fransa’daki iç istikrarsızlığın
eski Fransız sömürgeleri olan Sahra-Sahel kuşağındaki bazı Afrika ülkelerinde
mevcut İslamcı militanlıkla bağlantılı olduğunu söylüyor.”
Yazar,
Avrupa’nın -tıpkı şu an Sisi ve Hafter’le kurduğu gibi- Kaddafi’yle de benzer
bir ilişki biçimine sahip olduğunu, ancak bunun istenen sonuçları üretmediğini
hatırlatıyor. 2010’da Kaddafi’nin yasadışı Afrikalı göçünü durdurma ve ‘siyah
Avrupa’ olmayı önleme karşılığında Avrupa ülkelerinden yıllık 5 milyar avro
talep etse de sonunda isyana, iç savaşa ve Avrupa’ya kitlesel göçe yol açan
şeyin onun uyguladığı baskı olduğunu belirtiyor. Ve ardından şöyle devam
ediyor:
“Akdeniz’deki
diktatörler, Avrupa’ya karşı bir şantaj olarak iktisadi göçmenlerin ve aşırılık
yanlılarının önünü açma tehdidini bir kez daha kullandılar ve kıtanın
sınırlarını korumak için kendilerini vazgeçilmez olarak sundular. Arap Baharı,
diktatörlük rejimleriyle yola devam etmenin Avrupa için yenilgiyi kabul eden
bir politika olduğunu gözler önüne serdi. Yine de pek çok Avrupa ülkesinin bir
kez daha benimser göründüğü yaklaşım tam da bu.”
Avrupa
Arap Baharı’nı yanlış okudu
Ardından
Uluslararası Kriz Grubu’nun Ortadoğu programı direktörü Joost Hiltermann’ın
görüşlerini aktarıyor. Hiltermann, Avrupa’nın -bir demokrasi hareketi olarak
algıladığı- Arap Baharı’nın doğasını daha baştan yanlış anladığını şöyle
anlatmış: “Meydanlardaki insanlar öncelikle demokrasi için harekete
geçirilmemişti; ancak Avrupalılar onların öyle olmasını istedi. Protestocular,
çarpıcı biçimde daha iyi bir yönetişim, bunun gerçekleşmemesi halinde duyarsız
ve yozlaşmış rejimlerin devrilmesini istediler. Protestolar şiddetli ve kaotik
sonuçlara yol açtığında Avrupalılar daha temkinli hale geldi, demokratik
ilerlemenin olmayışından İslam’ı sorumlu tuttular ve aralarında Avrupa’ya
ulaşmaya çalışan cihatçılar olduğu şüphesiyle mültecilere ve göçmenlere karşı
sınır kontrollerini sıkılaştırdılar. Sonunda Avrupa hükümetleri, ilk başta halk
ayaklanmalarına yol açan istikrar paradigmasını (‘bildiğimiz şeytan’ olan
otokratik rejimleri destekleyerek) yeniden benimsedi.”
Ardından
yazar Suriye konusuna geçiyor ve şunları söylüyor: “Avrupa, resmiyette
birleşmiş durumda ve isyancıların Suriye siyasetine dahil edilmesi, siyasi
mahkumların serbest bırakılması ve savaş suçlarından hesap sorulması çağrısı
yapan BM’nin 2254 sayılı kararı doğrultusunda, yeniden inşa için finansman
sağlanmasını siyasi dönüşüm şartına bağladı. Ancak kapalı kapılar ardında
İtalya’daki ve diğer birçok ülkedeki popülistler, Esed rejimiyle bağların
yeniden kurulmasını savunuyor. İtalya, sınırlarına girmiş olabilecek aşırılık
yanlıları konusunda Esed’in istihbarat servisleriyle bağlantı kurup birlikte
hareket etmek isterken, Almanya’nın muhalefet partisi Almanya İçin Alternatif
de Suriyelilerin Esed yönetimi altında güvende olduğunu ve mülteciler için
ayrılma vakti geldiğini savunuyor. Avrupa, beklentilerini rejim değişikliği
yerine rejimin davranışında bir değişiklik olarak yumuşattı.”
Avrupa,
Afrika ve Ortadoğu’daki hükümetlere danışmanlık yapan bir güvenlik şirketinin
başkanı Olivier Guitta, Avrupa’nın Suriye’ye askeri müdahaleyi reddetmesinin
Müslüman Batılıları IŞİD’in kollarına iten ölümcül günahı olduğunu söylemiş.
(…) Guitta “Avrupalı güvenlik servisleri bana bugün tehdit seviyesinin
Avrupa’da büyük saldırıların görüldüğü, IŞİD’in en parlak dönemi olan
2015’tekinden daha yüksek olduğunu söylüyor.” demiş.
Ancak
Vohra, diğer uzmanların Libya’nın çöküşünü hatırlatarak Suriye’de askerî
harekâtın doğru bir hareket tarzı olmadığı kanaatini dillendirdiklerini
paylaşıyor. Zira “Suriye’nin savaş alanı (…) her türden grupla dolup taştı ve
dahası, demokratik ve liberal protestocular dağınık bir güçtü. Ayrıca Baas
rejimi demir yumrukla yönetmekte ve hiçbir zaman anlamlı bir siyasi muhalefetin
ortaya çıkmasına izin vermemekteydi. Sahanın gerçekleri, Avrupa ve ABD’nin Esed
rejimine karşı sonuç alıcı bir askeri operasyon yürütmesini zorlaştırdı.”
diyor.
“Avrupa,
tüm başarısızlıklarına rağmen, milyarlarca dolarlık yardım gönderdi ve Arap
Baharı’ndan doğan bazı sivil toplum hareketlerini -önderleri sürgünde olsa
bile- canlı tutmakta kararlı davrandı.” diyen yazar, son sözü Avrupa Dış
İlişkiler Konseyi’nden Barnes-Dacey’e vermiş: “Gerçek ders, anlamlı bir
reformun daha uzun vadeli bir değişim vizyonunu gerektirdiği oldu… ki bu da
görevdekilerin ayaklarının altındaki halıyı aniden çekmek yerine, aşağıdan
yukarıya dönüşümü pekiştirmeye odaklanmalı.”
“Avrupa’da kahve masalarında, hatta Paris ve Berlin gibi liberal fikirlerin merkezi sayılan şehirlerde bile günlük sohbetler genellikle yabancı düşmanı. Hükümet politikaları, mültecilere yardım etmeye ahlaken meyilli olanlar ile onları bir yük olarak görenler ve ayrıca İslam ile İslamî aşırılığı birbirinden gayretle ayıranlar ile açıkça İslamofobik olanlar arasında derinden bölünmüş durumda.”
YanıtlaSilTürkiye’de bile insanların Suriye’de yaşananların iç savaş olduğunu ve bu nedenle kaçtıklarını anlamadıkları, sığınmacılara düşman gözüyle baktıkları düşünüldüğünde, Avrupa’da yaşamış biri olarak Avrupalıların yazarın da bahsettiği bu ayrımı yapabilmelerinin çok zor olduğunu düşünüyorum.