ARAP DÜNYASINDA PETROL ÇAĞININ SONU YAKLAŞIYOR
The Economist, 18 Temmuz 2020
Tercüme ve editoryal katkı: Zahide Tuba Kor
NOT: Bu özet tercüme Fikir
Turu web sitesinde 23.7.2020 tarihinde yayınlanmıştır.
https://fikirturu.com/jeo-strateji/arap-dunyasinda-petrol-caginin-sonu-yaklasiyor/
İngilizcesi “The End of the Arab Worlds Oil Age is Nigh” başlığıyla yayınlanan yazının tamamını okumak için TIKLAYINIZ.
Kaynak
göstermeden blogdaki yazı, tercüme ve infografikleri kullanmamanız önemle
rica olunur.
Özet: Pandemi, petrol fiyatlarının düşüşü Arap
dünyasında bir devrin sonunu getiriyor. Petrol üreten ve üretmeyen tüm ülkeler
çok ciddi bir ekonomik darboğazda. Petrol çağının sonu felaket mi getirir yoksa
bölgede reformları mı tetikler?
Petrol fiyatları son dönemde tarihi
dipleri bulurken bundan en olumsuz etkilenen bölgenin Ortadoğu olduğu
aşikâr. The Economist dergisi, 18 Temmuz’da yayınladığı
“Arap dünyasında petrol çağının sonu yaklaşıyor” başlıklı yazısında konuyu
enine boyuna analiz ediyor.
Petrol fiyatlarının 40 dolar civarında
seyrettiği son dönemde -Katar dışında- hiçbir Arap petrol üreticisinin
bilançolarını denkleyemediği belirtilerek analiz başlıyor. Zira bütçelerinin
fazla verebilmesi için Brent petrolün varil başına Cezayir’de 157, Umman’da 87
dolara yükselmesi gerekiyor. Bu şartlar altında bazı Arap yönetimlerinin zorlu
adımlar attığı anlatılarak şu örnekler veriliyor: Mayıs ayında Cezayir hükümeti
harcamaları yarı yarıya indireceğini söyledi; Irak’ın yeni başbakanı hükümet
maaşlarını kısmak istiyor; Umman borçlanmakta zorlanıyor; Kuveyt’in bütçe açığı
GSYH’sinin %40’ına ulaşarak dünyada bir rekor kırabilir.
The Economist’in analizinde insan hareketliliğinin ve
iktisadi faaliyetlerin durmasıyla koronavirüsün petrol fiyatlarını tüm
zamanların en düşük seviyelerine indirdiği, toparlanmanın yıllar alacağı, yine
de fazla ümitlenmemek gerektiği, çünkü dünya ekonomilerinin fosil yakıtlardan
uzaklaştığı vurgulanıyor. “Dünya düşük fiyat çağına girdi ve hiçbir bölge Ortadoğu
ve Kuzey Afrika’dan daha fazla etkilenmeyecek” deniyor.
Ekonomiyi çeşitlendirme çabaları geç
kalmadı mı?
Arap liderlerin petrol fiyatlarının
ilelebet yüksek kalmayacağını bildiklerinden ekonomilerini -Suudi Veliaht Prens
Muhammed bin Selman’ın ‘2030 Vizyonu’ gibi planlarla- çeşitlendirmeye
çalıştıkları ama geç kaldıkları anlatılırken çarpıcı bir veri paylaşılıyor:
“IMF’ye göre, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın
petrol gelirleri, 2012’de 1 trilyon dolarken 2019’da 575 milyar dolara düştü.
Bu yıl ise Arap ülkelerinin petrol satışından yaklaşık 300 milyar dolar
kazanmaları bekleniyor ki bu gelir, harcamalarını karşılamak için pek de
yeterli değil. Mart ayından bu yana harcamalar kesiliyor, vergi konuyor ve
borçlanılıyor.”
Hiç şüphesiz enerji fiyatlarındaki düşüşten
petrol üretmeyen ülkeler de doğrudan veya dolaylı, farklı şekillerde olumsuz
etkileniyor. Bu konuda yazıda şunlar anlatılıyor:
“[Petrol üreten ülkelerde çalışanların
anavatanlarına yolladıkları] İşçi dövizleri bazı ülkelerin GSYH’sinin %10’unu
aşıyor. Ticaret, turizm ve yatırım üzerinden Körfez’in zenginlikleri bir
dereceye kadar bölgeye yayılageldi. Yine de diğer bölgelerle
karşılaştırıldığında Ortadoğu dünyadaki en yüksek genç işsizliği oranlarından
birine sahip.”
Petrol çağının sonu felaket olur mu?
“Petrol, verimsiz ekonomileri finanse
etti, nahoş rejimleri destekledi ve istenmeyen yabancı müdahalelerine davetiye
çıkardı. Dolayısıyla petrol çağının sonu, eğer ki daha dinamik ekonomiler ve
temsili hükümetler yaratacak reformları teşvik ederse felaket olmayabilir” diye
devam eden analiz bu yolda direnç olacağına ise kesin gözüyle bakıyor.
Muazzam varlık fonları sayesinde Körfez
ülkelerinin kısa vadede düşük fiyatlarla baş edebileceği, ancak gerek
pandemiden gerekse düşük petrol fiyatlarından derinden etkilendikleri
belirtiliyor. “Koronavirüs Körfez’de patlak vermeden hemen evvel Şubat ayında
Uluslararası Para Fonu (IMF), Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ülkelerinin 2
trilyon dolarlık rezervlerinin 2034’e kadar tükeneceği öngörüsünde bulunmuştu.
O günden beri Riyad 45 milyar dolarlık nakdi harcayıp bitirdi.” denen yazıda,
bu gidişat sürerse Suudi Arabistan’da devalüasyon yaşanacağı, hemen her şeyi
ithal ettiğinden paranın değer kaybının reel gelirleri fena halde vuracağı
vurgulanıyor.
Bu durumdan yetkililer de endişeli. Suudi
Maliye Bakanı Muhammed el-Jadaan’ın “Dünyanın modern tarihte hiç şahit olmadığı
bir krizle karşı karşıyayız” dediğini aktaran yazı şöyle devam ediyor:
“Hesapları dengelemek için Suudi
Arabistan, memurlara geçim desteği olarak dağıttığı devlet yardımlarını askıya
aldı, benzin fiyatlarını artırdı ve KDV’yi üç katına çıkardı. Buna rağmen bütçe
açığı bu yıl 110 milyar doları aşabilir (GSYH’sinin %16’sı). Bunu bir de
işletmeler, gelir ve topraklar üzerinde vergi artışı izleyebilir. Ancak
vergileri yükseltmek (…) ticareti zora sokarak daha da azaltabilir. Kraliyet,
umre ve hac ziyaretleri ile eğlence turizminde artış kaydederek petrol
gelirindeki düşüşü kısmen de olsa telafi etmeyi umuyordu. Ama artık bu bir
hayal.”
Halkın artan öfkesi
Yazıda buna karşı halkın öfkesinin giderek
büyüdüğü anlatılıyor. “Suudiler, en çok da fakirleri vuran bu yeni vergilerden
rahatsız. (…) Son 8 yılda kişi başına gelirin 5 bin 600 dolardan 4 bin doların
altına düştüğü Cezayir’de protestocular sokaklara geri dönüyor. Bölge
yöneticileri artık halkın sadakatini satın alabilecek durumda değiller.”
Öte yandan petrol üretici olmayan
ülkelerde de durum pek farklı sayılmaz: “Pandeminin yolsuzluk ve çöken
ekonomiye karşı aylarca süren gösterileri geçici olarak durdurduğu Lübnan’da
protestolar yeniden başladı bile. (…) GSYH’nin bu yıl %13’ten fazla
düşebileceği Lübnan’ın krizi, hizmet sektörü ile şişirilmiş bir finans
sektörüne fazlaca bağımlı olan iç savaş sonrası iktisadi düzenin çözülmesinden
kaynaklanıyor. Ancak Körfez’de gelirlerin ani düşüşü durumu daha da
kötüleştirdi.”
“Enerji zengini devletlerden gelen işçi
dövizleri tüm bölge için bir cankurtarandı” diyen yazıya göre, nüfusun
neredeyse %3’üne tekabül eden 2,5 milyonu aşkın Mısırlı, petrol ihraç eden Arap
ülkelerinde çalışıyor. Diğer ülkelerde ise bu rakam daha büyük: Lübnan ve Ürdün
nüfusunun %5’i, Filistin topraklarında yaşayanların %9’u… “Gönderdikleri para,
anavatanlarının ekonomilerinde büyük bir yekûn oluşturuyor. Ancak petrol geliri
düştükçe, işçi dövizleri de düşecek.”
Toplumsal sözleşmeler alt üst olur mu?
Bu durumun işsiz vatandaşlarını iş bulup
çalışmak üzere yurtdışına yollayan ülkelerde toplumsal sözleşmeleri altüst
edeceğine dikkat çekiliyor. Lübnan gibi ülkelerde iç istihdam imkanları çok
sınırlı olduğundan şimdiye kadar üniversite mezunu gençlerin çoğunun
yurtdışında iş aradığı ve bunun da beyin göçünü hızlandırdığı vurgulanıyor.
Mısır’ın şu an koronavirüsle mücadelede çırpınmasının nedenini yeterli doktor
bulunmamasına bağlıyor; zira 2016’dan bu yana 10 bini aşkın Mısırlı doktor
başta Körfez ülkeleri olmak üzere dışarıya göçmüş durumda.
“Petrol üreten ülkelerde fırsatların
azalmasıyla birçok üniversite mezunu artık göç edemeyebilir. Ancak [maaşların
oldukça düşük olduğu] kendi ülkeleri de onlara iyi bir hayat sağlayamaz
durumda. (…) İşsiz mezunlar furyası toplumsal huzursuzluğa bir davetiyedir.
Buna bir de sözleşmeleri bittiğinde evine dönmek zorunda kalacak vatandaşların
akınını ekleyin.”
Yazıda işletmelerin de zarar göreceği
anlatılıyor: “Petrol üreticileri diğer Arap ülkeleri için büyük birer pazar
niteliğinde. 2018’de Mısır’ın ihracatının %21’i, Ürdün’ünkinin %32’si ve
Lübnan’ınkinin %38’i petrol zengini ülkelereydi. Şirketler şüphesiz başka
ticaret ortakları arayabilirler. Mısır zaten İtalya ve Türkiye’ye herhangi bir
Arap ülkesine ihracatından çok daha fazlasını yapıyor. Ancak oralara sattığı
ürünler (petrol ürünleri, metaller ve kimyasallar) Mısırlılar için çok az
istihdam oluşturur türden. Bölge ülkeleri ise tarım, tekstil ve tüketici ürünleri
gibi daha emek yoğun ürünler satın alıyorlar.”
Körfez’in servetindeki daralma hiç
şüphesiz bölgedeki turizm sektörünü de vuracak. Analiz bu konuyu şöyle ele
alıyor: “Ayrıca [petrol üreticisi ülkeler] artık daha az sayıda zengin turist
gönderecekler. Lübnan’da sadece üç ülkeden (Kuveyt, Suudi Arabistan ve Birleşik
Arap Emirlikleri) gelen ziyaretçiler, toplam turist harcamalarının yaklaşık
üçte birini yapıyor. (…) Bu ülkeler gelir elde etmek için başka yerlerden
turist çekmeye çalışabilir; ancak arka bahçelerindeki zengin turistlerin yerini
başkalarıyla doldurabilmeleri zor olacaktır.”
Körfez’in Arap devletlerine desteği kötü
bir yatırım mıydı?
Yazıda Körfez ülkelerinin bölgede etkin
aktörlere dönüşmesinin yeni bir olgu olduğu da hatırlatılıyor: “Körfez ülkelerinin
Ortadoğu’da güç ve nüfuz merkezi haline yükselişi tarihin bir tesadüfüdür.
Buralar yüzyıllar boyunca hac ve inci ticareti ile geçinen geri kalmış
topraklardı. Bölgenin hükümdarları büyük kadim Arap başkentlerinde bulunuyordu:
Kahire ve Şam. Bu başkentler İsrail’e karşı savaşmış ve Arap milliyetçiliğinin
öncüsü olmuşlardı. Beyrut da mali ve kültürel bir merkezdi.”
Hâlihazırda çöküş içindeki bu eski
güçlerin nevzuhur aktörlerle [yani Körfez’le] ilişkisinin sanıldığı kadar
pürüzsüz olmadığına da değiniliyor:
“Kuveyt, Suudi Arabistan ve BAE, Sisi’nin
seçilmiş bir İslamcı hükümeti devirdiği Mısır’a 2013’ten sonra yaklaşık 30
milyar dolarlık yardım yaptı. Lübnan’daki Sünni liderlik uzun zamandır Körfez
ülkelerine bağımlı olageldi. Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) son on yılda
Ürdün’ü iki kez mali destekle kurtardı. Ancak son yıllarda bu fonlar kesilmeye
başladı. Bu kısmen siyasi anlaşmazlıklardan kaynaklanıyor. Riyad veya Abu
Dabi’den bakıldığında, bir zamanlar birçok Arap devletini sübvanse etmelerini şimdilerde
kötü bir yatırım olarak görüyorlar. Suudiler, başarısızlığa mahkûm Yemen
işgalini desteklemek için Sayın Sisi’nin asker göndermemesinden hayal
kırıklığına uğradı; keza Lübnan’da Saad Hariri’nin İran destekli Hizbullah’a
karşı fazlaca hoşgörüsünden de. Azalan bağışlar aynı zamanda azalan
servetlerinin bir yansıması. Mısır son yıllarda hiç para almadı. Körfez’den hiç
kimse Lübnan’ı kurtarmaya istekli görünmüyor.”
Gidişat geniş çaplı bir değişimin
habercisi mi?
Yazıda bu gidişatın bölge siyasetinde çok
daha geniş çaplı bir değişikliğin habercisi olabileceğine dikkat çekiliyor: “40
yıldır ABD, İran Körfezi’nden petrolün serbest akışını sürdürmek için askeri
güç kullanmayı öngören Carter Doktrini’ni takip etti. Donald Trump’ın
başkanlığında ise bu doktrin aşınmaya başladı. İran yapımı seyir füzeleri ve
insansız hava araçları eylül ayında Suudi petrol tesislerini vurduğunda ABD
adeta görmezden geldi. Haftalar sonra krallığa konuşlandırılan Patriot füze
savunma bataryaları çoktan geri çekildi. Sayın Trump, Körfez dışıyla çok daha
az meşgul; Rusya, Türkiye ve BAE’nin kontrol mücadelesi verdiği Libya’daki
kaosu neredeyse görmezden gelecekti.”
“Dünya enerji kaynakları açısından
merkeziliğini yitiren bir Ortadoğu, ABD için daha az önemli bir Ortadoğu
olacaktır. Rusya boşlukları doldurabilir, ancak onun bölgesel çıkarları (…) dar
kapsamlı. Arap Yarımadası’na bir güvenlik şemsiyesi uzatmak istemez ve
muhtemelen bunu yapamaz da. Çin, sadece iktisadi faydalar gözeterek bölge
siyasetinden uzak durmaya çalışıyor: Cezayir’de inşaat sözleşmeleri, Mısır’da
liman imtiyazları, Körfez’de geniş çaplı anlaşmalar…”
Arap gençlere nerede yaşamak istediği
sorulduğunda önemli bir kısmının -yolları asfaltlı, elektriği kesilmeyen ve
polisi dürüst olan- BAE’yi tercih ettiği hatırlatılıyor ve yazı şu satırlarla
son buluyor: “Tunuslu bir seyyar satıcının Arap baharının kıvılcımını
ateşlemesinden neredeyse on yıl sonra buna neden olan hayal kırıklıkları aynen
devam ediyor. Petrol çağının sona erişi bölgede değişimi beraberinde getirebilir.
Ama daha önce acı getirecek.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder