SU
VERMEZSEK GİTMEK ZORUNDA KALIRLAR
Adrian Guerin (Foto muhabiri)
Orient XXI, 25 Haziran 2020
Tercüme ve editoryal katkı: Zahide Tuba Kor
NOT: Bu özet tercüme Fikir
Turu web sitesinde 2.7.2020 tarihinde yayınlanmıştır.
https://fikirturu.com/jeo-strateji/su-vermezsek-gitmek-zorunda-kalirlar/
İngilizcesi “Jordan Valley: Ethnic Cleansing and Harassment of Palestinian Farmers” başlığıyla yayınlanan yazının tamamını okumak için TIKLAYINIZ.
NOT: Blogda yer alan 800 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.
Kaynak
göstermeden blogdaki yazı, tercüme ve infografikleri kullanmamanız önemle
rica olunur.
Özet: İsrail, Batı Şeria’nın önemli bir kısmını
ilhak etmeye hazırlanıyor. O bölgede yaşayan insanlar neler yaşıyor? 5 kez evi
yıkılan Filistinli köylüden İsrail yerleşimcilerin hedefindeki insan hakları
savunucusu Hahama, Batı Şeria’dan insan manzaraları…
“Tam da oradaki boğulma ve mahpusluk hali
nedeniyle Araplar Gazze’den taşınacaklar… Belki biz onlara yeterince su
vermezsek başka şansları kalmaz, çünkü meyve bahçeleri sararıp çürüyecek.”
Bu sözleri, 1967 işgalinin mimarı İsrail
Başbakanı Levi Eşkol bundan 43 yıl evvel bakanlar kurulunda dillendirmişti. O
dönemde Gazze için söylemiş olsa da bu politika on yıllardır Batı Şeria’da
bilfiil uygulanıyor. Özellikle de 1995 Oslo II Anlaşması uyarınca doğrudan
İsrail kontrolüne bırakılan ve şimdilerde büyük bir kısmında ilhak
hazırlıklarının yürütüldüğü -Yahudi yerleşimlerinin geniş kısmını, su ve
yeraltı kaynaklarını, verimli tarım arazilerini ve stratejik bölgeleri içeren-
Batı Şeria’nın %60’lık C Bölgesinde…
Buralarda yaşayan 300.000’i aşkın
Filistinlinin seyahat serbestisi, okula ve hastaneye erişimleri oldukça
kısıtlı; geçim kaynakları ve başta su olmak üzere en temel ihtiyaçları
İsrail’in sıkı denetiminde; ev inşa etmeleri fiilen yasak, bürokratik
kâbuslarla ve sık sık ev yıkımlarıyla karşılaşıyorlar; İsrail askerlerinin ve
çevrelerindeki yerleşimcilerinin saldırılarına ve tacizlerine sürekli maruz
kalıyorlar; keyfi tutuklamalar ve hiç bitmeyen yıldırma politikaları da cabası…
İsrail’in Batı Şeria’nın doğusu boyunca
uzanan verimli ve stratejik önemi haiz Ürdün Vadisi’ni ilhak planı aylardır
tartışılırken konunun pek de gündeme gelmeyen bir boyutunu, yani bu topraklarda
yaşayan binlerce Filistinli için ilhakın ne anlama geldiğini foto muhabiri
Adrian Guerin, Orient XXI web sitesi için kaleme aldı. 25 Haziran’da yayınlanan
“Ürdün Vadisi: Etnik Temizlik ve Filistinli Çiftçilerin Tacizi” başlıklı yazıda
günlük hayatta yaşananları Filistinlilerin dilinden anlatıyor.
Suya, elektriğe ve toprağa erişimin ırka
dayalı olduğu bölge
Yazı, el-Hadidiye köyünden Ömer adlı bir
Filistinlinin hikâyesiyle başlıyor. İsrailli askeri yetkililer sabahın 6’sında
köye gelip ‘Eşyalarınızı toplayın ve evi boşaltın’ emri vermiş. Ev sahibi izin
için başvuru yaptıklarını belirtse de askerler hiç umursamayıp ‘Bizimle
konuşma, avukatına konuş’ demiş. Birkaç saat sonra hem Ömer’in yaşadığı aile
evi hem de köyden diğer beş bina yıkılmış. Ömer, Adrian Guerin’e evinin
1982’den beri beşinci defa ordu tarafından yıkıldığını anlatmış.
Yazar Guerin durumu şöyle özetliyor: “Ev
yıkımı, Ürdün Vadisi’nde Filistinlilerin hayatlarını dayanılmaz kılmak için
İsrail’in kullandığı geniş taktikler repertuarından sadece biri. Burası dünyada
suya, elektriğe ve toprağa erişimin ırka dayalı olduğu bir bölge. Zeytin
ağaçları rutin olarak sökülüp atılıyor, buğday tarlaları yakılıyor ve su
tankları tahrip ediliyor.”
Yazar, Ürdün Vadisi’nin kuzeyinde yer alan
küçük bir kırsal yerleşim olan el-Hadidiye’yi şöyle anlatıyor:
“Bir İsrail askeri üssü birkaç kilometre
kuzeydeki bir tepeden aşağıya doğru bakarken, 2 kilometre kuzeybatıdaki küçük
bir Yahudi yerleşimi de el-Hadidiye’nin neredeyse tamamen işgalcilerle
kuşatılmasını sağlıyor. Ordu, el-Hadidiye’nin kuzey, doğu ve güneyindeki geniş
toprak parçalarını yaklaşılması yasak atış alanları olarak ilan etmiş.
El-Hadidiyye’ye giden asfaltsız yol burada yaşayanlar ve yardım örgütleri
tarafından tamir edilip düzeltildiğinde İsrail ordusu hemen gelip yolu tahrip
etmiş. Burada yaşayan insanların bölgenin suyunu kontrol eden İsrailli
şirketten su temin etmelerine izin verilmiyor. 2015’te bu topluluk bir hafta
boyunca ordunun her gün gelip nezaret ettiği bir yıkım dalgasıyla karşılaşmış,
ta ki aileler toz toprak üzerinde uyur hale gelene kadar.”
Guerin, İsrail ordusunun teftiş ve gözetim
için son dönemde birkaç haftada bir el-Hadidiye’ye uğradığını belirterek sözü
Ömer Beşarat’a veriyor:
‘Konuşmuyorlar, sadece fotoğraf çekip not
alıyorlar. Bazen de sadece insansız hava aracı kullanıyorlar. Sonra da yıkım
emriyle geri dönüyorlar. Emri bir taşla yere iliştirip gidiyorlar. Yüzümüze
bile bakmıyorlar…’
Korku aşılamak için kullanılan kasıtlı bir
strateji: Belirsizlik
Yazarın belirttiğine göre, yıkım emri
geldikten sonra bölge sakinleri evlerinin yıkılacağını biliyor ama vakti
hakkında hiçbir fikirleri olmuyor. Ömer diyor ki ‘Bir hafta, bir ay, hatta
yıllar sonra yıkım emri uygulanabilir.’ Guerin’in de belirttiği üzere,
belirsizlik Filistinlilere korku aşılamak için kasıtlı bir strateji. Ömer,
‘Maksat, sadece yıkmak değil, gözdağı vermek. Bu şekilde yaşamaktan bıkıp
usanıp terk etmemizi umuyorlar’ diye sözlerine devam etmiş.
Yazar, Ömer’den sonra 70 yılı aşkın bir
süredir el-Hadidiye ve civarında yaşayan Ebu Sakr’ın hikayesine ve mücadelesine
geçiyor:
“Ebu Sakr, yıkımları durdurma çabasıyla
İsrail Yüksek Mahkemesi’ne kadar gitti. Hâkim, hiçbir sabıka kaydı olmamasına
rağmen, yakındaki İsrail yerleşimi için bir tehlike teşkil ettiği gerekçesiyle
aleyhinde karar verdi. Ebu Sakr, ‘Ben Arap’ım. Onların nazarında potansiyel bir
teröristim.’ diyor. Ayrıca kendisine bir ‘göçebe bedevi’ olarak herhangi bir
yere yerleşebileceği de söylenmiş. Abu Sakr diyor ki, ‘Filistinlilerin inşaat
ruhsatı almaları neredeyse imkânsız; dolayısıyla nereye gidersek gidelim
evimizi yıkacaklar. Bizim bu bölgeden gitmemizi istiyorlar’.”
Yazar, hayvancılıkla geçinmeye
çalışanların durumunu da anlatıyor. Guerin’e göre, İsrail Ürdün Vadisi’nde
giderek yayıldıkça Filistinli çobanların sürülerini otlatabileceği topraklar da
azalıyor. Çobanlar ne kadar sakınırlarsa sakınsınlar ya İsrail ordusu
tarafından gözaltına alınıyorlar ya da hemen her gün yerleşimcilerin sözlü
tacizlerinden fiziksel saldırılarına, vandallıklarından kundaklamalarına kadar
türlü türlü tacizlerine ve yıldırmalarına maruz kalıyorlar.
Cezasız kalan şiddet eylemleri
Fotomuhabir bundan sonra sözü, her hafta
Ürdün Vadisi’ndeki İsrailli yerleşimciler tarafından tehdit edilen
Filistinlilerle birlikte çalışan Adaletin Tevrat’ı adlı bir İsrail insan
hakları örgütünün kurucusu Haham Arik Ascherman’a getiriyor. Ascherman ise
durumu şöyle özetlemiş: ‘Yerleşimciler, mali açıdan hayatta kalmalarını
imkânsız kılacak şekilde Filistinlileri yeterince taciz ederseniz, tek bir
kurşun dahi atmadan onları terk ettirirsiniz düşüncesindeler.’
Yazar, yerleşimcilerin şiddet eylemlerinin
neredeyse tamamen cezasız kaldığını belirtiyor ve Filistinlilere karşı
yerleşimci şiddetini izleyen bir İsrail STK’sı olan Yeş Din’in geçtiğimiz
günlerde yayınladığı bir raporunda, yerleşimci şiddeti vakalarının %91’inin dava
açılmadan kapatıldığı verisini aktarıyor.
Bu konuda Haham Ascherman yazara şunu
anlatmış: ‘Eğer ki bir Filistinli çoban ile bir İsrailli yerleşimci yüz yüze
gelirse, yerleşimci onu düpedüz öldürebilir ve saldırıya uğradığı için başka
seçeneği kalmadığını söyler. Bu durumda hiç kimse Filistinlinin söylediklerinin
tek kelimesine bile itibar etmez.’ Ascherman’ın kendisi de Filistinliler
sürülerini otlatırken koruma maksadıyla onlara eşlik ettiği için yerleşimciler
tarafından tekmelenmiş, sopayla dövülmüş ve bıçaklanmış; ordu tarafından
gözaltına alınmış ve evine tehdit mektupları bırakılmış.
İsrail kendi tarımını geliştirmek için
Filistin’i susuz bırakıyor
Yazar Guerin, konuyu iktisadi potansiyelin
kullanımına ve Filistinliler için son derece hayati bir mesele olan suya
getiriyor: “İsrail, Ürdün Vadisi üzerindeki iddiasını büyük ölçüde bölgenin
stratejik önemine dayandırsa da, bölgenin ekilebilir arazisinin geniş iktisadi
potansiyelinin boşa gitmemesi noktasında oldukça dikkatli. On yıllardır sivil
nüfusunu bölgedeki stratejik olarak konumlanmış yerleşimlere aktarıyor.
Yerleşimler, aksi takdirde Filistinliler tarafından kullanılacak doğal
kaynaklardan kendi çıkarları doğrultusunda yararlanıyor. Bu durum, İsrail için
gelişmiş bir tarım endüstrisine ve Filistin çiftçiliği ve tarımı içinse tam
anlamıyla bir yıkıma yol açtı.”
Bir örnek olarak Eriha’nın hemen
kuzeyindeki Filistin köyü el-Auja’yı anlatıyor: “İşgalden evvel el-Auja’daki
doğal kaynak, Ürdün Vadisi’ndeki Filistinliler için ana su kaynaklarından
biriydi. Şimdi ise kasabanın -bırakın ekinleri sulamayı- içmek için bile
yeterli suyu yok.
Köy muhtarı Salah Fureycat mevcut durumu
şu sözlerle aktarıyor: “1967’den sonra İsrailliler yerleşimleri için kuyu
inşasına başladı. Şimdi el-Auja’nın su kaynağı kurumuş vaziyette ve bu da tarım
arazilerinin yok olmasına yol açtı. İsrail, Filistinlilerin yeni kuyu inşasını
yasaklıyor ve su için ne kadar derin kazacakları konusunda katı sınırlamalar
getiriyor. Kaliteli su bulmak için yeterince derin kazmamıza izin verilmiyor.
Yüzeye yakın sular ise tuzlu, ne tarım ne de içmek için kullanılabiliyor.
İsrail, suya erişimini sıkı bir şekilde kontrol etmek için bölgeyi katı bir
gözetim altında tutuyor. Ulusal su şirketi Mekorot’tan insanlar, su
kuyularımızın derinliğini kontrol etmek için her ay geliyorlar, genellikle de
askeri bir eskort eşliğinde…”
Yazar, bunun yerel çiftçilik üzerindeki
yıkıcı etkisini anlatırken Jaser Atyat isimli bir çiftçinin sözlerini
aktarıyor: ‘Durum o denli öngörülemez ki geçen sene tüm karpuz ve buğday mahsulümü
kaybettim. Bölge temiz yeraltı suyu bakımından oldukça zengin, ancak
İsrailliler Arapların suya erişmesine izin vermiyor. Bütün su İsrail
yerleşimlerine gidiyor.’ Jaser, nesillerdir topraktan geçimlerini sağlamış
insanların çoğunun arazilerini satıp gittiğini de sözlerine ekliyor.
Kitlesel işsizlik sorunu
Detaylı makalede, İsrail’in bu
politikalarının işsizlik ve istihdam üzerindeki etkilerine de değiniliyor:
“El-Auja’daki su krizine bir de arazi kullanımı, hareket serbestisi ve pazar
erişimi kısıtlamaları eklendiğinde, normalde müreffeh olması gereken bu bölgede
kitlesel işsizlik yaşanıyor. Birçok Filistinli iş noktasında umutsuz. Bu vahim
durum, bir İsrailliye ödemeleri gerekenin çok altında bir ücretle tarlalarında
çalıştırmak üzere çalışkan ve yetenekli Filistinli emeğinden
faydalanabileceklerini bilen İsrailli yerleşimciler tarafından bir fırsat
olarak görülüyor. Bu, işgal altındaki topraklarda çiftçiliğin iktisadi
faydalarından biri. El-Auja Yerel Meclisi şaşırtıcı bir istatistik yayınlamış:
Bölge nüfusunun yarıdan fazlası hayatta kalmak için yerleşimcilerin
çiftliklerindeki işlerde çalışmaya muhtaç. İsrail hukuku yerleşimciler için
çalışan Filistinlilere uygulanmıyor, bu da demek oluyor ki Ürdün Vadisi’ndeki
yerleşimlerde işçi hakları ırka göre tanımlanıyor.”
Peki ya bütün bu yaşananlar karşısında
Filistinliler ne yapıyor? Yazar durumu şöyle özetliyor: “Filistinlilerden
şiddetten vazgeçmeleri isteniyor. Oysa İsrail askerleri Ürdün Vadisi’ndeki bir
Filistinlinin evini yıktığında aile buna şiddete başvurarak tepki vermiyor.
Çocuklarını bir araya getiriyor, eşyalarını topluyor ve işgalci ordunun
evlerini buldozerle yerle bir etmesini izlemek için hazır bekliyor. Ordu
ayrıldığında, molozları karıştırıyor ve kalanlarla hayatlarını yeniden kurma
sürecine başlıyor. İşgalcinin savaş suçlarına, uluslararası bir mahkemede
değil, kendilerini işgal eden ülkenin mahkemesinde meydan okuyor. Ve yargı
sürecine ve şiddete başvurmamaya kararlı bir şekilde bağlılıklarına rağmen,
refahlarının kaynağı toprağın -Ürdün Vadisi’nin- yakında ilhak edileceği
söyleniyor.”
Okurken bile insanın başına ağrı giriyor. Bir ülke nasıl bu kadar zalim olabilir?
YanıtlaSil