8 Kasım 2017 Çarşamba

K.BOKHARI: SUUDİ ARABİSTAN KENDİ KENDİSİYLE SAVAŞTA




Kamran Bokhari (Geopolitical Futures kıdemli uzmanı, Küresel Politikalar Merkezi kıdemli üyesi, George Washington Üniversitesi Aşırıcılık Programında bilim kurulu üyesi; Ottawa Üniversitesi Güvenlik ve Politika Enstitüsü’nde Kanadalı askerlere, istihbaratçılara, emniyetçilere ve diğer hükümet yetkililerine milli güvenlik ve dış politika dersleri veriyor; daha evvel Stratfor (2003-2015) Ortadoğu ve Güney Asya danışmanı ve Dünya Bankası danışmanıydı.)
Geopolitical Futures, 6.11.2017

Tercüme: Zahide Tuba Kor

NOT: Lütfen kaynak göstermeden tercümenin bir kısmını veya tamamını kullanmayınız, alıntılamayınız, yayınlamayınız. 

Suudi Arabistan’ın, kadim düşmanı İran’la Yemen, Suriye ve Lübnan üzerinden verdiği vekalet savaşını unutun gitsin. Suudi kraliyet ailesi şimdilerde kendi kendisiyle savaşta. Kim kazanırsa kazansın bu çatışma, zaten zayıflamakta olan Suudi Arabistan’ı istikrarsızlaştırabilir.

Saray kumpası
Ülkede yaşananlar saray kumpası olarak açıklanabilir. (…)
(…)
Bazı dedikodulara göre tasfiyelerin nedeni, Veliaht Prens Muhammed bin Selman’a karşı kurulan kumpası bozmak. Bu dedikodunun doğru olup olmadığı veya tutuklamaların bir darbenin önünü alma amacı taşıyıp taşımadığı bir yana, sonuç değişmiyor: Artık Muhammed bin Selman’ın yönetimi önünde çok az tehdit kaldı. Tutuklanan prenslerden mesela Mitab bin Abdullah, Milli Muhafızlar Bakanıydı, yani Savunma Bakanlığının emri altındaki düzenli orduya paralel bir silahlı kuvvet olan Kraliyet Muhafızlarının başıydı. O ve Veliaht Prens bin Selman ülkenin silahlı kuvvetlerinin sorumluluğunu paylaşmaktaydı. Tabii ki 4 Kasım’a kadar.
Mitab’ın kardeşi Türkî bin Abdullah da tutuklandı. (O da Kral Selman’ın tahta geçtiği 2015 yılında Riyad valiliği görevinden alınmıştı.) Belki de en meşhur hedef Prens el-Velid bin Talal. Siyasetle çoğunlukla hiç ilgilenmeyen bir girişimciydi ve fakat babası, Selman bin Abdülaziz’in krallığına ve şimdi de Muhammed bin Selman’ın veliahtlığına karşı çıkan tanınmış bir liberaldi.

Olgularla yüzleşmek
Bu kişileri tutuklamakla iki şey başarılıyor: Birincisi, onların Muhammed bin Selman’a şartlı teslim olmaları sağlanacak. İkincisi, yolsuzlukla mücadele sürek avı Selman fraksiyonuna daha fazla puan toplatacak. Bu gelişmeler ve ılımlı İslam çağırıları arasında kral ve oğlu, geleneksel destek kaynağı olan din adamları ve kabile yapılanmalarından uzaklaşıp yeni bir tabanı kendi yanlarına çekmeye yöneliyor: ülke nüfusunun üçte ikisini oluşturan gençleri. Rejimin eski muhafızları, kraliyetin mevcut çıkmazı –yani nerdeyse tamamen petrol gelirlerine bağımlı olmayı ve bunun liderlik için teşkil ettiği tehdidi– aşabilmesi için gerekli reformları hayata geçirmesi önünde bir engel. İktidarı ele geçirmelerinin muhtemel sonuçlarına karşı bir aşı olarak popülizmi kullanıyorlar.
Ancak bu süreçte fakında olmadan bir sonraki krizin temellerini atıyorlar. Halk desteğine bel bağlamak, onları, gerçekte istediklerinden –veyahut güç yetirebileceklerinden– çok daha fazla reformlar yapmaya zorlayacaktır. Popülist olmaya çalışan despotlar genellikle bunu yapamadıkları gibi bu başarısızlıkları da iktidarlarını kaybetmeleriyle neticelenir.
Bu güç mücadelesinin sonucunu öngörmek için henüz çok erken. Ama her kim galip gelirse gelsin şu olguyu göz ardı edemez: Suudi Arabistan, büyük ölçüde düşük petrol fiyatları ama aynı zamanda Ortadoğu’daki genel kargaşa yüzünden çöküşteki bir ülke. Bu bağlamda 4 Kasım olayları, gücü ele geçirme amaçlı ufak tefek ayak oyunlarından çok daha fazlası; daha ziyade, bölgesel kaosun giderek arttığı bir dönemde, ülkeyi elzem olan reformları kabullenmeye hazır hale getirme kalkışması.
Kraliyet hem kendi yapısını değiştirmeyi hem de dış tehditlerle baş etmeyi eşzamanlı yürütemez. Sınırları ötesinde etkili adımlar atabilmesi için öncelikle ülke içinde gücünü konsolide etmesi lazım. Ancak Suudiler böyle bir öncelikler sıralaması lüksüne sahip değil. Tarihî düşmanları olan İranlılar zemin kazanmaktayken yalnızca iç politikaya odaklanmakla kalamazlar.
Mesela 4 Kasım tarihinde meydana gelen bir diğer gelişmeyi ele alalım: Riyad’ın Lübnan’da en çok destek verdiği vekil gücün lideri olan Başbakan Saad Hariri, İran’ın ülkesine müdahalesini eleştirerek istifa etti. Hariri’yi Lübnan’daki koalisyon hükümetinden çıkarttırmak suretiyle Suudiler, Beyrut’taki koalisyon hükümetinden istifade eden İran’ın kıdemli vekil gücü Hizbullah’ı zayıflatmayı ümit edebilirler. Ancak bu, zayıf ve muhtemelen etkisiz bir adım. Şimdilerde İslam Devleti zayıflamış durumda ve İran, Irak’ta ve Suriye’de avantajlı bir konumda.

Riyad’ın dış tehditlerle baş etmekteki acziyeti, sadece ve sadece içerideki tehditleri arttıracaktır, tabii eğer kalırsa. Şu an Kral ve oğlunun eli güçlü olsa da İran tehdidine etkili bir şekilde karşı koymakta gösterilecek bir acziyet, içerideki konumlarını zayıflatabileceği gibi iç çatışmayı da ağırlaştırabilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder