Kamran Bokhari (Geopolitical Futures kıdemli
uzmanı, Küresel Politikalar Merkezi kıdemli üyesi, George Washington
Üniversitesi Aşırıcılık Programında bilim kurulu üyesi; Ottawa Üniversitesi
Güvenlik ve Politika Enstitüsü’nde Kanadalı askerlere, istihbaratçılara,
emniyetçilere ve diğer hükümet yetkililerine milli güvenlik ve dış politika
dersleri veriyor; daha evvel Stratfor (2003-2015) Ortadoğu ve Güney Asya danışmanı
ve Dünya Bankası danışmanıydı.)
Geopolitical Futures, 6.11.2017
Tercüme: Zahide
Tuba Kor
NOT: Lütfen kaynak göstermeden tercümenin bir kısmını veya tamamını kullanmayınız, alıntılamayınız, yayınlamayınız.
Suudi
Arabistan’ın, kadim düşmanı İran’la Yemen, Suriye ve Lübnan üzerinden verdiği
vekalet savaşını unutun gitsin. Suudi kraliyet ailesi şimdilerde kendi kendisiyle
savaşta. Kim kazanırsa kazansın bu çatışma, zaten zayıflamakta olan Suudi
Arabistan’ı istikrarsızlaştırabilir.
Saray kumpası
Ülkede
yaşananlar saray kumpası olarak açıklanabilir. (…)
(…)
Bazı
dedikodulara göre tasfiyelerin nedeni, Veliaht
Prens Muhammed bin Selman’a karşı kurulan
kumpası bozmak. Bu dedikodunun doğru olup olmadığı veya tutuklamaların bir
darbenin önünü alma amacı taşıyıp taşımadığı bir yana, sonuç değişmiyor: Artık
Muhammed bin Selman’ın yönetimi önünde çok az tehdit kaldı. Tutuklanan prenslerden
mesela Mitab bin Abdullah, Milli Muhafızlar Bakanıydı, yani Savunma
Bakanlığının emri altındaki düzenli orduya paralel bir silahlı kuvvet olan
Kraliyet Muhafızlarının başıydı. O ve Veliaht Prens bin Selman ülkenin silahlı
kuvvetlerinin sorumluluğunu paylaşmaktaydı. Tabii ki 4 Kasım’a kadar.
Mitab’ın
kardeşi Türkî bin Abdullah da tutuklandı. (O da Kral
Selman’ın tahta geçtiği 2015 yılında Riyad valiliği görevinden alınmıştı.)
Belki de en meşhur hedef Prens el-Velid bin Talal. Siyasetle çoğunlukla hiç
ilgilenmeyen bir girişimciydi ve fakat babası, Selman bin Abdülaziz’in
krallığına ve şimdi de Muhammed bin Selman’ın veliahtlığına karşı çıkan
tanınmış bir liberaldi.
Olgularla yüzleşmek
Bu kişileri tutuklamakla
iki şey başarılıyor: Birincisi, onların Muhammed bin Selman’a şartlı teslim
olmaları sağlanacak. İkincisi, yolsuzlukla mücadele sürek avı Selman
fraksiyonuna daha fazla puan toplatacak. Bu gelişmeler ve ılımlı İslam
çağırıları arasında kral ve oğlu, geleneksel destek kaynağı olan din adamları
ve kabile yapılanmalarından uzaklaşıp yeni bir tabanı kendi yanlarına çekmeye
yöneliyor: ülke nüfusunun üçte ikisini oluşturan gençleri. Rejimin eski
muhafızları, kraliyetin mevcut çıkmazı –yani nerdeyse tamamen petrol
gelirlerine bağımlı olmayı ve bunun liderlik için teşkil ettiği tehdidi–
aşabilmesi için gerekli reformları hayata geçirmesi önünde bir engel. İktidarı
ele geçirmelerinin muhtemel sonuçlarına karşı bir aşı olarak popülizmi
kullanıyorlar.
Ancak bu süreçte fakında
olmadan bir sonraki krizin temellerini atıyorlar. Halk desteğine bel bağlamak,
onları, gerçekte istediklerinden –veyahut güç yetirebileceklerinden– çok daha
fazla reformlar yapmaya zorlayacaktır. Popülist olmaya çalışan despotlar
genellikle bunu yapamadıkları gibi bu başarısızlıkları da iktidarlarını
kaybetmeleriyle neticelenir.
Bu güç mücadelesinin
sonucunu öngörmek için henüz çok erken. Ama her kim galip gelirse gelsin şu
olguyu göz ardı edemez: Suudi Arabistan, büyük ölçüde düşük petrol fiyatları
ama aynı zamanda Ortadoğu’daki genel kargaşa yüzünden çöküşteki bir ülke. Bu
bağlamda 4 Kasım olayları, gücü ele geçirme amaçlı ufak tefek ayak oyunlarından
çok daha fazlası; daha ziyade, bölgesel kaosun giderek arttığı bir dönemde,
ülkeyi elzem olan reformları kabullenmeye hazır hale getirme kalkışması.
Kraliyet hem kendi yapısını
değiştirmeyi hem de dış tehditlerle baş etmeyi eşzamanlı yürütemez. Sınırları
ötesinde etkili adımlar atabilmesi için öncelikle ülke içinde gücünü konsolide
etmesi lazım. Ancak Suudiler böyle bir öncelikler sıralaması lüksüne sahip
değil. Tarihî düşmanları olan İranlılar zemin kazanmaktayken yalnızca iç
politikaya odaklanmakla kalamazlar.
Mesela 4 Kasım tarihinde
meydana gelen bir diğer gelişmeyi ele alalım: Riyad’ın Lübnan’da en çok destek
verdiği vekil gücün lideri olan Başbakan Saad Hariri, İran’ın ülkesine
müdahalesini eleştirerek istifa etti. Hariri’yi Lübnan’daki koalisyon
hükümetinden çıkarttırmak suretiyle Suudiler, Beyrut’taki koalisyon
hükümetinden istifade eden İran’ın kıdemli vekil gücü Hizbullah’ı zayıflatmayı
ümit edebilirler. Ancak bu, zayıf ve muhtemelen etkisiz bir adım. Şimdilerde
İslam Devleti zayıflamış durumda ve İran, Irak’ta ve Suriye’de avantajlı bir
konumda.
Riyad’ın dış tehditlerle
baş etmekteki acziyeti, sadece ve sadece içerideki tehditleri arttıracaktır,
tabii eğer kalırsa. Şu an Kral ve oğlunun eli güçlü olsa da İran tehdidine
etkili bir şekilde karşı koymakta gösterilecek bir acziyet, içerideki
konumlarını zayıflatabileceği gibi iç çatışmayı da ağırlaştırabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder