8 Kasım 2017 Çarşamba

K.BOKHARI: SUUDİ ARABİSTAN İÇİN ARTIK İŞ İŞTEN GEÇTİ




Kamran Bokhari (Geopolitical Futures kıdemli uzmanı, Küresel Politikalar Merkezi kıdemli üyesi, George Washington Üniversitesi Aşırıcılık Programında bilim kurulu üyesi; Ottawa Üniversitesi Güvenlik ve Politika Enstitüsü’nde Kanadalı askerlere, istihbaratçılara, emniyetçilere ve diğer hükümet yetkililerine milli güvenlik ve dış politika dersleri veriyor; daha evvel Stratfor (2003-2015) Ortadoğu ve Güney Asya danışmanı ve Dünya Bankası danışmanıydı.)
Geopolitical Futures, 30.10.2017

Tercüme: Zahide Tuba Kor

NOT: Lütfen kaynak göstermeden tercümenin bir kısmını veya tamamını kullanmayınız, alıntılamayınız, yayınlamayınız. 

İslam Devleti (İD) Suriye’de ve Irak’ta tamamen ortadan kalkmasa da çöküşte ve örgütün geri çekilişinden istifade etme çabaları çoktan başladı bile. Sünni Arapların fiili lideri Suudi Arabistan, bu sürecin bölgesel rakibi İran’a yarayabileceğinin farkında ve dolayısıyla Tahran’ı Suriye ve Irak üzerinden Ortadoğu’da daha da fazla nüfuz kazanma fırsatından mahrum bırakmak istiyor.
Bu da Suudi Arabistan’ın son dönemdeki faaliyetlerinden bazılarını açıklıyor. Suudi Arabistan’ın milli havayolları 27 yıl sonra ilk kez 30 Ekim’de Bağdat’a uçtu. Bu adım, Kral Selman’ın Irak Başbakanı Haydar el-İbadi’yle 22 Ekim tarihinde Amerikan Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’ın huzurunda buluşmalarından bir hafta sonra geldi. 19 Ekim’de Suud’un Arap Körfezi işlerinden sorumlu devlet bakanı ile ABD’nin IŞİD’le mücadele koalisyonu özel temsilcisi Rakka’yı birlikte ziyaret ettiler ve gelen bilgilere göre Riyad’ın İD’in eski “başkenti”ni yeniden inşasını mali açıdan üstlenme imkânı görüşülmüş. Bütün bunlar Kral Selman’ın 5 Ekim’de Rusya’yı ziyaretinin akabinde gerçekleşen gelişmeler ve bu, bir Suudi kralının Kremlin’e ilk ziyareti olup ana gündem maddesi de Suriye idi. 
Zamanlama tabii ki tesadüf değil. İD artık geriletildiğinden vakit, harekete geçme vakti. İD’in Suudi Arabistan’la doğrudan çatışması nadirattan olsa da örgüt şimdilerde diğer ülkelere kıyasla Riyad için çok daha büyük bir tehdit. Nihayetinde onların İslam anlayışının [Z.T.K. Vehhabiliği kastediyor] ancak ve ancak tek bir temsilcisi olabilir. Örgüt –her ikisi de İran’la müttefik– Suriye ve Irak yönetimleriyle savaştayken Suudiler, İD’e karşı mücadelenin devam edip gitmesinden gayet memnundular. Bu ucuz ve etkili bir stratejiydi. Ancak bu süreçte sahada savaşı yürütmüş ve ilişkileri ilerletmiş olan İran ve müttefikleri, İD’in bir “devlet” olmaktan çıkmasının sonuçlarından istifade etme noktasında çok daha iyi bir konumda. İD’i mağlup etmenin bedeli,  Şiilerin güçlendirilmesi oldu ki Suudiler için bu kabul edilemez bir sonuç.
Ancak Suudi Arabistan, İD’le mücadele sırasında gücünü sahaya yansıtmakta isteksiz ve aciz kaldığına göre şimdilerde bunu yapmakta yine isteksiz ve aciz olacaktır. Suudi Arabistan’ın gücü giderek azalıyor. Son yıllarda sahip olduğu gücün çoğunu ABD’ye borçluydu. Hatta Suudi Kralı, Irak Başbakanı’yla buluşmasında bile ABD’nin baş diplomatının [Z.T.K. Dışişleri Bakanı Tillerson’ın] yanında bulunmasına ihtiyaç duydu. Benzer şekilde Rakka’daki yetkililerle buluşan Suudi bakana da İD’le uluslararası mücadelenin kilit ismi [McGurk] eşlik etti. Kısaca ABD desteği olmaksızın Kraliyetin yapabileceği pek de bir şey yok.
Suud’un Irak’ı İran’ın safından çekip alabileceğine inanmak için de ortada herhangi bir neden yok. Zira bu ilişkiler, çok büyük ölçüde kimlik meselesiyle bağlantılı. Son dönemde medyada çıkan haberlere göre, İD’e karşı kaydedilen ilerleme Sünni-Şii çatışmasını yatıştıracak. Haberlerde buna kanıt olarak Irak Başbakanı’nın Arap ülkelerini ziyaretlerine atıfta bulunuluyor. Bu haberler, yanlış bir şekilde, etnik kimliklerin kaçınılmaz olarak mezhepçi farklılıklara baskın çıkacağını varsayıyor. Tüm Arapların birliği tezinin altın çağı olan 1970’lerde bile durum böyle değildi. Suudi Arabistan’ın dini ve siyasi yönelimi Şii karşıtı olup tabiatıyla bu da Iraklıları İran’ın safına itiyor.
Dini farklılıklar uzlaştırılsa dahi Irak’ın Suudi Arabistan’dan uzak durması için çok daha fazla pragmatik gerekçe var. Bağdat, Riyad’ın gücünün –kısmen düşük petrol fiyatları ve nesil değişimi nedeniyle– zayıfladığının farkında. Eylül ayında Irak, ABD’ye ham petrol arzında Suud’u geçti ve ekim ayında da bu devam etmiş gibi görünüyor.
Tam bir karmaşa içindeki Suriye’de Riyad’ın mevcudiyetini artırması çok daha zor olacaktır. İsyancılar artık tükenmiş bir güç. Onlar üzerinde hala daha nüfuzu olan dış güç Türkiye. Hükümet güçleri isyanlar sırasında kaybettiği toprakları geri alıyor. Ülkenin Kürtleri güçlendirilmiş durumda. Bu bağlamda Rakka’nın yeniden inşasını üstlenmek, Suudi Arabistan’a gerçekte çok da bir şey kazandırmayacaktır. Rakka şu an Suriye Kürtlerinin kontrolünde olup –Suud akıttığı takdirde– parayı alacak ve bundan istifade edecek olan da yine Kürtlerdir. Ancak Kürtler, Irak Kürdistan’ındaki son perdenin de gösterdiği üzere, herhangi bir Sünni Arap şehrini uzun süre ellerinde tutamayacaktır; zira Arap çoğunluk, etnik bir azınlık grubun kendisi üzerinde hâkimiyet kurmasına teslim olmayacaktır.

Suudiler Suriye’de kazanmak için gerekli araçlara sahip değiller. Dahası bunun için yeterli paraları da olmayabilir. Petrol fiyatlarının çöküşü Suudi ekonomisine darbe vurdu ve hükümeti son derece ihtiyaç duyduğu gelirlerden mahrum bıraktı. Suudilerin şimdilerde İD’in çöküşüne sadece tepki veriyor olması, başka aktörlerin hâkim olduğu oyuna katılmakta çok geç kaldıklarının göstergesi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder