Kamran Bokhari (Geopolitical Futures kıdemli
uzmanı, Küresel Politikalar Merkezi kıdemli üyesi, George Washington
Üniversitesi Aşırıcılık Programında bilim kurulu üyesi; Ottawa Üniversitesi
Güvenlik ve Politika Enstitüsü’nde Kanadalı askerlere, istihbaratçılara,
emniyetçilere ve diğer hükümet yetkililerine milli güvenlik ve dış politika
dersleri veriyor; daha evvel Stratfor (2003-2015) Ortadoğu ve Güney Asya
danışmanı ve Dünya Bankası danışmanıydı.)
Geopolitical
Futures, 30.10.2017
Tercüme: Zahide
Tuba Kor
NOT: Lütfen kaynak göstermeden tercümenin bir kısmını veya tamamını kullanmayınız, alıntılamayınız, yayınlamayınız.
İslam Devleti (İD) Suriye’de ve Irak’ta tamamen ortadan kalkmasa da çöküşte
ve örgütün geri çekilişinden istifade etme çabaları çoktan başladı bile. Sünni
Arapların fiili lideri Suudi Arabistan, bu sürecin bölgesel rakibi İran’a
yarayabileceğinin farkında ve dolayısıyla Tahran’ı Suriye ve Irak üzerinden
Ortadoğu’da daha da fazla nüfuz kazanma fırsatından mahrum bırakmak istiyor.
Bu da Suudi Arabistan’ın son dönemdeki faaliyetlerinden bazılarını
açıklıyor. Suudi Arabistan’ın milli havayolları 27 yıl sonra ilk kez 30 Ekim’de
Bağdat’a uçtu. Bu adım, Kral Selman’ın Irak Başbakanı Haydar el-İbadi’yle 22
Ekim tarihinde Amerikan Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’ın huzurunda
buluşmalarından bir hafta sonra geldi. 19 Ekim’de Suud’un Arap Körfezi
işlerinden sorumlu devlet bakanı ile ABD’nin IŞİD’le mücadele koalisyonu özel
temsilcisi Rakka’yı birlikte ziyaret ettiler ve gelen bilgilere göre Riyad’ın
İD’in eski “başkenti”ni yeniden inşasını mali açıdan üstlenme imkânı
görüşülmüş. Bütün bunlar Kral Selman’ın 5 Ekim’de Rusya’yı ziyaretinin akabinde
gerçekleşen gelişmeler ve bu, bir Suudi kralının Kremlin’e ilk ziyareti olup
ana gündem maddesi de Suriye idi.
Zamanlama tabii ki tesadüf değil. İD artık geriletildiğinden vakit,
harekete geçme vakti. İD’in Suudi Arabistan’la doğrudan çatışması nadirattan
olsa da örgüt şimdilerde diğer ülkelere kıyasla Riyad için çok daha büyük bir
tehdit. Nihayetinde onların İslam anlayışının [Z.T.K. Vehhabiliği
kastediyor] ancak ve ancak tek bir temsilcisi olabilir. Örgüt –her ikisi de
İran’la müttefik– Suriye ve Irak yönetimleriyle savaştayken Suudiler, İD’e
karşı mücadelenin devam edip gitmesinden gayet memnundular. Bu ucuz ve etkili
bir stratejiydi. Ancak bu süreçte sahada savaşı yürütmüş ve ilişkileri
ilerletmiş olan İran ve müttefikleri, İD’in bir “devlet” olmaktan çıkmasının
sonuçlarından istifade etme noktasında çok daha iyi bir konumda. İD’i mağlup
etmenin bedeli, Şiilerin güçlendirilmesi
oldu ki Suudiler için bu kabul edilemez bir sonuç.
Ancak Suudi Arabistan, İD’le mücadele sırasında gücünü sahaya yansıtmakta
isteksiz ve aciz kaldığına göre şimdilerde bunu yapmakta yine isteksiz ve aciz
olacaktır. Suudi Arabistan’ın gücü giderek azalıyor. Son yıllarda sahip olduğu
gücün çoğunu ABD’ye borçluydu. Hatta Suudi Kralı, Irak Başbakanı’yla
buluşmasında bile ABD’nin baş diplomatının [Z.T.K. Dışişleri Bakanı
Tillerson’ın] yanında bulunmasına ihtiyaç duydu. Benzer şekilde Rakka’daki
yetkililerle buluşan Suudi bakana da İD’le uluslararası mücadelenin kilit ismi [McGurk]
eşlik etti. Kısaca ABD desteği olmaksızın Kraliyetin yapabileceği pek de bir
şey yok.
Suud’un Irak’ı İran’ın safından çekip alabileceğine inanmak için de ortada
herhangi bir neden yok. Zira bu ilişkiler, çok büyük ölçüde kimlik meselesiyle
bağlantılı. Son dönemde medyada çıkan haberlere göre, İD’e karşı kaydedilen
ilerleme Sünni-Şii çatışmasını yatıştıracak. Haberlerde buna kanıt olarak Irak
Başbakanı’nın Arap ülkelerini ziyaretlerine atıfta bulunuluyor. Bu haberler,
yanlış bir şekilde, etnik kimliklerin kaçınılmaz olarak mezhepçi farklılıklara
baskın çıkacağını varsayıyor. Tüm Arapların birliği tezinin altın çağı olan
1970’lerde bile durum böyle değildi. Suudi Arabistan’ın dini ve siyasi yönelimi
Şii karşıtı olup tabiatıyla bu da Iraklıları İran’ın safına itiyor.
Dini farklılıklar uzlaştırılsa dahi Irak’ın Suudi Arabistan’dan uzak
durması için çok daha fazla pragmatik gerekçe var. Bağdat, Riyad’ın gücünün
–kısmen düşük petrol fiyatları ve nesil değişimi nedeniyle– zayıfladığının
farkında. Eylül ayında Irak, ABD’ye ham petrol arzında Suud’u geçti ve ekim ayında
da bu devam etmiş gibi görünüyor.
Tam bir karmaşa içindeki Suriye’de Riyad’ın mevcudiyetini artırması çok
daha zor olacaktır. İsyancılar artık tükenmiş bir güç. Onlar üzerinde hala daha
nüfuzu olan dış güç Türkiye. Hükümet güçleri isyanlar sırasında kaybettiği
toprakları geri alıyor. Ülkenin Kürtleri güçlendirilmiş durumda. Bu bağlamda
Rakka’nın yeniden inşasını üstlenmek, Suudi Arabistan’a gerçekte çok da bir şey
kazandırmayacaktır. Rakka şu an Suriye Kürtlerinin kontrolünde olup –Suud
akıttığı takdirde– parayı alacak ve bundan istifade edecek olan da yine
Kürtlerdir. Ancak Kürtler, Irak Kürdistan’ındaki son perdenin de gösterdiği
üzere, herhangi bir Sünni Arap şehrini uzun süre ellerinde tutamayacaktır; zira
Arap çoğunluk, etnik bir azınlık grubun kendisi üzerinde hâkimiyet kurmasına
teslim olmayacaktır.
Suudiler Suriye’de kazanmak için gerekli araçlara sahip değiller. Dahası
bunun için yeterli paraları da olmayabilir. Petrol fiyatlarının çöküşü Suudi
ekonomisine darbe vurdu ve hükümeti son derece ihtiyaç duyduğu gelirlerden
mahrum bıraktı. Suudilerin şimdilerde İD’in çöküşüne sadece tepki veriyor
olması, başka aktörlerin hâkim olduğu oyuna katılmakta çok geç kaldıklarının
göstergesi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder