ABD YENİ BİR TÜR İÇ SAVAŞA DOĞRU MU SÜRÜKLENİYOR?
Robin Wright (1988’den bu yana The New Yorker
dergisi yazarı)
The New Yorker, 14.8.2017
Tercüme: Zahide Tuba Kor
Virginia’daki ırkçı vahşet ve ölümlerin ertesi günü eyalet valisi Terry
McAuliffe, “Bu noktaya nasıl geldik?” diye sordu. Charlottesville –ve Ferguson,
Charleston, Dallas, St. Paul, Baltimore, Baton Rouge ve Alexandria’daki diğer
ölümcül vakaların ardından– daha anlamlı soru ise “ABD nereye doğru gidiyor?”
sorusu. Federal birlik, Cumhuriyetimiz ve uzun yıllardır dünyanın en istikrarlı
demokrasisi olduğu düşünülen bu ülke gerçekte ne kadar kırılgan? Şu an tehlikeler
şiddet vakalarının toplamından daha büyük. Güneyli Yoksulluk Hukuk Merkezi
(SPLC)’nin şubat ayında yayınlanan raporuna göre “Radikal Sağ, geçtiğimiz yarım
yüzyıla kıyasla geçen sene siyasi ana-akıma girmekte daha başarılıydı.” Merkez,
ABD’de 900’ü aşkın aktif (ve halen büyüyen) nefret grubu olduğunu belgeledi.
ABD’nin istikrarı, siyasi söylemin giderek bir dip akıntısına dönüşüyor. Bu
yılın başlarında Keith Mines’la ABD’nin içine düştüğü kargaşayla ilgili bir söyleşiye
başladım. Mines, kariyerini –Amerikan Özel Kuvvetleri, BM ve şimdi de Dışişleri
Bakanlığı’nda– Afganistan, Kolombiya, El Salvador, Irak, Somali ve Sudan da
dahil farklı ülkelerdeki iç savaşları yönlendirerek geçirmiş. 16 yıl sonra
Washington’a geri döndüğünde yurtdışında çatışmaları besleyen şartların şimdi
kendi ülkesinde görülür hale geldiğini fark etmiş. Tabiatıyla ürkmüş. Mines, mart
ayında Foreign Policy dergisi kendisinden ülkede ikinci bir iç
savaşın patlak verme riskini bir yüzde vererek değerlendirmesini istediğinde,
ABD’nin önümüzdeki 10 ila 15 yıl içinde bir iç savaşla karşı karşıya kalma ihtimalinin
%60 olduğunu belirtmişti. Dergiye görüş veren diğer uzmanların tahminleri ise
%5 ila %95 arasında değişiyordu. Üzerinde ittifak edilen iç karartıcı ortalama
oran ise %35’ti ve bu, Charlottesville olaylarından tam beş ay önceydi.
Geçtiğimiz pazar günü Charlottesville konusunda Mines’le görüşmemiz
sırasında bana dedi ki, “Hep ‘bu ülkemizde olmaz’ deyip durduk, ama sonra, vay
canına, demek ki olabiliyormuş”. İç kargaşa modeli, son altmış yılda dünya
çapında yavaş yavaş evrim geçirdi. Bugün çok az iç savaşta –geçmişteki gibi– muntazam
coğrafi cephe hatları boyunca uzanan hendeklerden yürütülen göğüs göğse
çarpışmalar sözkonusu. Çoğu, sürekli değişen mahallerde aralıklı şiddet
olaylarının baş gösterdiği düşük yoğunluklu savaş formatında. Mines, iç savaşı,
geleneksel siyasi otoritenin reddini içeren ve Ulusal Güvenlik Güçlerinin baş
etmesi gereken büyük ölçekli şiddet olarak tanımlıyor. Cumartesi günü Vali McAuliffe
de zaten Ulusal Güvenlik Güçlerini teyakkuza geçirerek OHAL ilan etti.
Üç kıtadaki iç savaş tecrübesine binaen Mines, tahminlerini destekleyen beş
koşulu dile getirdi: (i) çözüm için ortada hiçbir ortak buluşma noktası bulunmayan
kemikleşmiş bir ulusal kutuplaşma, (ii) toplumu giderek bölen medya haberleri
ve bilgi akışı, (iii) başta Kongre (yasama) ve yargı olmak üzere zayıflayan
kurumlar, (iv) siyasi liderliğin sorumluluklarına ihaneti veya terki, (v)
söylemi yönetmede veya ihtilafları çözmede gözde bir yöntem olarak şiddetin
meşrulaşması.
Mines, Foreign Policy dergisinde şöyle yazmış: Başkan Trump, “Siyaseten
mesafe kat etme yolu olarak şiddeti model aldı ve gerek seçim kampanyası
sırasında gerekse başkan olduktan sonra kabadayılığı meşrulaştırdı.” Birçok
parlama noktasından biri olarak küreselleşme karşıtı isyanlara atıfla, “Son
olaylardan da gördüğümüz üzere artık Sol kesim de tamamen aynı gemiye atlamış
durumda” diyerek sözlerini şöyle sürdürmüş: “Sanki 1859 yılı gibi, herkes bir şeylerden
ötürü delirmiş durumda ve herkesin elinde silahı var.”
Mines’ın varsayımını test etmek üzere bu hafta önde gelen beş iç savaş
tarihçisiyle görüştüm. Journal of Civil War Era dergisi editörü ve
Villanova Üniversitesi Tarih bölümünde öğretim üyesi Judith Giesberg, “Kırmızı
ve beyaz eyaletler haritasına ve onunla birebir örtüşen İç Savaş haritasına,
kimin kiminle ittifak kurduğuna bakarsanız bugün de pek bir şey değişmediğini
görürsünüz” dedi ve ekledi: “Biz hiçbir zaman Amerikan İç Savaşı’nın sonucu ve
ülkenin nereye doğru gitmesi gerektiği üzerinde aslında uzlaşamadık. İç savaş
sonrası yapılan değişiklikler, özellikle de vatandaşlara kanun önünde eşit
derecede koruma sağlayan 14. Anayasa Değişikliği oldukça çekişmeliydi ve şu an
hala öyleler. Beyaz olmayanlara oy hakkı vermek ne anlama geliyor? Biz hala
bunu bilmiyoruz.”
Giesberg şöyle devam etti: “Acaba bu bizi tarihin tekerrürüne maruz bırakır
mı? İç savaşa yol açan özel şartların tekerrür ettiğine ben şahsen şahit
olmuyorum. Ama bu demek değil ki biz, benzer şekilde bir kültür savaşına doğru giden
yola girmiyoruz. Biz ırkçılığa, kabileciliğe/hizipçiliğe ve ulusumuzun
geleceğine ilişkin çatışan vizyonlara karşı savunmasızız.”
Derinleşen ayrışma ve yeni bir çatışma endişesinin popüler kültürde de bir
karşılığı var. Nisan ayında Amazon, –Kanada gazetesi Globe and Mail
için savaş bölgelerini takip eden Mısırlı gazeteci– Ömer el-Akkad’ın kaleme
aldığı ve ikinci Amerikan iç savaşına odaklanan distopik bir roman olan Amerikan
Savaşı’nı ayın en iyi kitaplarından biri olarak seçti. (…)
(…) Yale Üniversitesi
tarihçilerinden David Blight, (…) bana “Paralellikler ve benzeşmeler daima
risklidir. Ancak kurumlarımız zayıflar; partilerimiz sadece kutuplaşmakla
kalmadı, bir de tıpkı 1850’lerde olduğu gibi, dağılma riskiyle karşı karşıyalar…
Kölelik tartışması 15 yıl içinde ülkenin her iki büyük siyasi partisini de
parçalamıştı. Whig Partisi’nin yerini Cumhuriyetçi Parti alırken Demokrat Parti
kuzey ve güney olarak ikiye bölünmüştü” dedi ve ekledi: “Dolayısıyla” Amerika’nın
sağlığının bir göstergesi olarak “siyasi partileri izlemek lazım”.
Blight şöyle devam etti: 1850’lerde Amerikalılar, geleceği öngörmekte veya
–Kaçak Köleler Kanunu, Anayasa Mahkemesi’nin Dred Scott kararı, John Brown
baskını [Z.T.K. 1859’da Virginia’nın Harper’s Ferry kasabasına 18
adamıyla baskın düzenleyerek buradaki askeri mühimmatı ele geçirip kölelere
dağıtarak güneyde bir köle isyanı başlatmayı hedefleyen Brown, bu sırada
yakalandı ve ardından idam edildi; ama baskının etkileri kuzey-güney ayrımını
daha da derinleştirerek çok uzun yıllar devam etti] ve hatta
Meksika-Amerika Savaşı da dahil– “olayların şoku”nu sindirmekte iyi değillerdi.
Blight’a göre “Bunları hiç kimse tahmin edemedi. Ancak insanları kendilerini
yeniden konumlandırmaya zorladı… Şu an biz yine bir yeniden konumlandırma
döneminden geçiyoruz. Trump’ın seçilmesi bunlardan biriydi ve biz hala bir hal
çaresine bakmaya çalışıyoruz. Ama bu yeni de değil, Obama’nın seçilmesine kadar
geri gidiyor. Biz bunun [Z.T.K. siyahî bir başkan olarak Obama’nın
seçilmesini kastediyor] kültürü olumlu istikamete yönlendireceğini
zannetmiştik, ama öyle olmadı… Sağ cenahta büyük bir direnç sözkonusuydu;
ardından bu polis şiddeti vakaları ve (geçmişten gelen) bütün bunlar yeniden
patlak verdi. Bu, ırkî bir kutuplaşma değil, ama kimliğin nüksetmesi.”
Genel olarak Blight şunları ekledi: “Bir seçim, bir kanununun yapılması,
bir olay veya hükümetin yahut üst düzey yetkililerin bir faaliyeti eğer ki
partilerden biri, genişçe bir kesim veya önemli bir seçmen kitlesi için tamamen
kabul edilmez olduğunda iç savaş riskiyle veya buna benzer bir şeyle karşı
karşıya kalınacağını biliyoruz.” Ulusumuz, gerek İç Savaşın arifesinde gerekse
sivil haklar dönemi, 1960’ların sonlarındaki kargaşa ve Vietnam Savaşı
sürecinde tektonik değişimlere şahit oldu dedi ve şöyle devam etti: “2000
yılındaki başkanlık seçimlerinde Bush-Gore mücadelesinde bu yaşanmadı, ama
belki de buna yakın bir noktaya gelmiştik. Bunun şu an olabilmesi hiç de akıl
almaz bir durum değil.”
(…) Blight dedi ki, bugün siyasi kurumların zayıflaması Amerikalıların
hangi kurumların güvenilir olduğuna dair görüşlerinin değişmesine yol açtı.
“Bugün kime güveneceğiz? Belki de ironik biçimde FBI’a… Trump yönetimindeki
bütün o asker kadro karşısında, aklın ve mantığın kullanımı ümidini artık FBI’dan
besler hale geldik. Ne Başkan, ne tamamen işlevsiz hale dönüşen ve kontrolü
elinde tutmak için onlarca yıldır bizi bölmekle mesai harcayan adamların kontrolündeki
Amerikan Kongresi, hatta ne de iyice siyasallaşmış haldeki Anayasa Mahkemesi…”
Kaliforniya Üniversitesi tarihçilerinden Gregory Downs’a göre,
Charlottesville olaylarının akabinde siyasi yelpazenin tüm taraflarından
siyasetçilerin hep birlikte kınaması cesaretlendirici olsa da bu illa da
geleceğe ilişkin bir gösterge veya rahatlatıcı, güven tazeleyici bir gelişme
değil. Zira yıllar yılı ayrılmaktan sakınmış veya bunu kınamış –Jefferson Davis
de dahil– Güneyli siyasetçiler bile İç Savaş sırasında Konfederasyonun [Amerikan
Güney Eyaletleri Konfederasyonu] liderlerine dönüşmüşlerdi. Downs “Eğer ki
çatışmanın kaynağı kültürel veya toplumsal güçlerin içine iyice yerleşikse bu
durumda siyasiler, işin tabiatı gereği, akla davet etmek suretiyle sözkonusu
güçleri dizginleyemezler” dedi. O, tehlikeli şekilde beyazların üstünlüğüne
inananları ve neo-Nazileri, Amerikan Cumhuriyeti’nin muhtemel çöküşünün
“habercileri”nden ziyade “mimarları” olarak niteledi ve uyardı: “Biz istikrarımızı
hep çantada keklik saydık.”
Downs, gazeteci Murat Halstead’in 1867’de yayınlanmış Güneyin Savaş İddiaları
(The War Claims of the South) kitabından bana bir de alıntı yaptı. Halstead
“Hiç unutmamamız gereken savaş dersi şudur: Amerikan halkı insanoğlunun olağan
kaderinden muaf değildir. Eğer ki günah işlersek bunun cezasını çekmeliyiz,
tıpkı tökezleyen İmparatorluklar ve helak olmuş Kavimler gibi.”
The Fiery Trial: Abraham Lincoln and American Slavery başlıklı kitabıyla 2011’de Pulitzer Ödülü kazanan Kolombiya Üniversitesi
tarihçilerinden Eric Foner, diğer akademisyenler gibi önümüzdeki herhangi bir
çatışmanın son Amerikan İç Savaşı’na benzeyeceğinden şüpheli. Kendisiyle
yaptığım söyleşide bana “İdeolojik, ırki ve köylü-kentli şeklinde epeyce derin
birden çok fay hattımız olduğu aşikâr. Ama bunlar iç savaşa yol açar mı,
şüphelerim var. Bugün şahit olduklarımıza karşı koyacak güçlü yerçekimi
kuvvetlerimiz var” derken şuna işaret etti: “Charlottesville’deki kıvılcım,
yani Robert E. Lee heykelinin indirilmesi, iç savaşla alakalı değil. İnsanlar
geçmişteki iç savaşı değil, bugünkü Amerikan toplumunu ve ırkını
tartışıyorlar.”
(…)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder