BAE’NİN
DÜŞMANLARINI AVLAMASI ABD’YLE İTTİFAKINA MEYDAN OKUYOR
Kareem Fahim (Washington
Post’un Ortadoğu muhabiri) & Missy Ryan (Washington
Post’ta Pentagon, milli güvenlik ve askeriyeyle ilgili konularda yazıyor)
Washington Post,
3.8.2017
Tercüme: Zahide
Tuba Kor
İki sene evvel Yemen’de o çirkin iç savaş patlak verdiğinde ve uluslararası
alarm zilleri çaldığında ABD savaşan tarafları geri adım atmaları için uyardı.
Ancak Amerikan çabalarının altı, ABD’nin Ortadoğu’daki en güvendiği
müttefiklerinden biri olan BAE tarafından sessiz sedasız oyuldu.
Çatışmalarda ve hava saldırılarından yüzlerce insan hayatını kaybetmişti.
Ancak ABD’nin de destek verdiği, Suudi Arabistan önderliğindeki askeri
koalisyonun bir parçası olan BAE, ortaklarını, dönemin Amerikan Dışişleri
Bakanı John F. Kerry’nin barış görüşmesi veyahut ateşkes çağrılarına direnmeye
teşvik etti.
Kerry, [Z.T.K. Mart sonunda başlayan “Kararlılık Fırtınası” Harekâtının
ikinci ayında] Mayıs 2015’te bölgeyi ziyaret ederken BAE Veliaht Prensi
Muhammed bin Zayid en-Nahyan, Yemen Başbakanı’nı “[Amerikan] Dışişleri
Bakanı’nın ikna edici bir hitabeti olduğundan Yemenliler buna karşı sıkı
durmalı” diye uyardı. Washington Post’la paylaşılan BAE’nin sızdırılmış
diplomatik e-posta yazışmalarındaki bir toplantı özetine göre, Veliaht Prens, Körfez’deki
Arap ülkeleri de “pes edip teslim olmamalı” diye ekledi.
Toplantı, BAE’nin askeri güç kullanarak, diplomasiyle ve örtülü araçlarla
müttefiklerini cesaretlendirerek ve rakiplerine karşı koyarak Ortadoğu’nun dört
bir yanında nüfuz kurma arzusunu ima ediyordu. Yemen’deki rolü ve son dönemdeki
diğer adımları, Washington’la onlarca yıllık askeri ilişkilerini zora sokarak
ABD’yle arasında bir sürtüşmeye yol açtı.
BAE’nin çoktandır en önemli Amerikan askeri müttefiki konumuna yükselmiş
olması, boyundan büyük heveslere girmesini ve bölgesel prestij/etki kazanmasını
sağlayarak onu diğer Arap ülkelerinden ayrıştırmıştı. Trump yönetiminin “Önce Amerika”
doktrini İran’a karşı daha saldırganca bir duruşa ve Arap Yarımadası’nda
el-Kaide militanlarına karşı genişleyen bir mücadeleye evrilirken şimdilerde
iki ülke, Başkan Trump’ın yönetimi altında ortaklıklarını çok daha fazla genişletmeye
hazırlanıyor gibi görünüyor.
Savunma Bakanı Jim Mattis de dahil Amerikalı generaller, hayranlık besledikleri
BAE’ye “Küçük Sparta” diyorlar ve bölgesel müttefiklerin ABD’nin omzundaki
terörle mücadele yükünü nasıl hafifletebileceği konusunda onu tam bir model
olarak görüyorlar.
Ancak geçen ay Amerikalı istihbarat yetkilileri, Katar hükümetinin [resmi
haber ajansının] web sitesinin heklenmesini BAE’nin planladığını
söylediğinde bu ittifaktaki gerginlikler de ön plana çıkmış oldu. Bu hekleme
vakası, ABD’nin Körfez’deki müttefikleri arasında uzun zamandır var olan
anlaşmazlıkları alevlendiren ve Beyaz Saray’ı nahoş bir arabulucu rolüne sokan
bir adımdı.
BAE ile ABD menfaatleri, Amerikalı yetkililerin BAE’nin barış çabalarını
sabote etmesinden yakındığı Libya konusunda da farklılaşıyor. Yemen’deki kanlı
çatışma, BAE ve Körfez müttefiklerini desteklediğinden ABD’yi savaş suçlarına
ortaklık ithamlarına maruz bırakıyor.
Eski bir Amerikalı üst düzey yetkili diyor ki “(…) BAE gibi bir ortağa
sahip olmamız muhteşem, ama biz onlarla her konuda hemfikir değiliz.”
Heyecanlı bir yığınak
BAE’nin bağımsızlığını kazanmasından sadece 10 sene sonra 1981’de, daha
sonraları Abu Dabi veliaht prensi olacak Muhammed bin Zayid en-Nahyan, petrol
zengini monarşisinin askeri kapasitesini geliştirecek ve ülkesini küresel bir
güce dönüştürecek şekilde Amerikan savaş uçakları satın alma gibi büyük
ihtiraslarla Washington’a uçtu. Ama bunun yerine, “kendisinin komik bir duruma
düşürüldüğünü hissetti”, eski bir Amerikalı diplomatın anlattığına göre. “Kimse
BAE’yi bilmiyordu bile. Bu çocuk da kimdi böyle?”
Müteakip yıllarda BAE, 1991 Körfez Savaşı, Somali, Balkanlar ve Afganistan
da dahil Batı destekli çatışmalara askeri birlikler yollamaya başladı [Z.T.K.
Yerli nüfusu çok az olan ve zorunlu askerlik uygulamasını daha yeni 2014’te getiren
BAE’nin ordusu ve polis teşkilatı, çoğunlukla yabancı Arap ve Pakistan asıllı
paralı asker ve polislerden oluşmaktadır. Son dönemde ABD’nin Blackwater şirketiyle
anlaşarak dünyanın dört bir yanından eğitimli savaşçı da kiralamaktadır.].
Şu an Emirlik, kendisine çok daha büyük bir askeri erişim sağlayacak şekilde
Afrika’da bir dizi üsler kurmakta. [Z.T.K. BAE, 2017 Şubat’ında Somali’de
“korsanlarla mücadele eğitimi” vermek için Somaliland bölgesinde bir üs kurma
kararı aldı. Yine dünya deniz ticaretinin kilit noktalarından Babu’l-Mendeb Boğazı’nda
Eritre ile Cibuti arasında bir Yemen toprağı olan Purim/Meyun volkanik adasına
bir uçak pisti kuruyor. Yemen Cumhurbaşkanı Hadi, buradaki stratejik Socotra
adasını da BAE’ye 100 yıllığına kiraya verdi. Ayrıca BAE, Eritre’de Assab
limanında askeri yığınak yaptı.]
Ayrıca BAE’liler yaygın bir alışveriş
çılgınlığına da giriştiler. F-16 savaş uçaklarını satın almanın yanı sıra,
sofistike bir füze savunma sistemi olan THAAD alabilen ilk Amerikan müttefiki. Şu
an ise Pentagon’un en gelişmiş savaş uçağı olan, tanesi 100 milyon dolar
değerindeki F-35 Müşterek Taarruz Uçakları satın alma ümidindeler.
Bu seneye kadar Ortadoğu işlerinden
sorumlu üst düzey Pentagon yetkilisi olarak görev yapmış Andrew Exum diyor ki,
sofistike silahlar BAE’nin en büyük askeri varlığı değil. “Onları farklı kılan
şey” lojistik ve eğitim de
dahil etkili bir ordu inşa etmek için ihtiyaç duyulan “her şeyi araştırmaktaki
titizlikleri.”
BAE yetkilileri, algıladıkları İran
tehdidinin kendilerini modern bir ordu kurmaya ve kuvvetlerini sınırlarının
ötesinde test etmeye hızla sevk ettiğini belirtiyorlar. Ayrıca İslamcı Müslüman
Kardeşler’le ve onun bir uzantısı olarak gördükleri her türlü siyasi veya
askeri grupla mücadele etme ihtiyacı da duyuyorlar.
BAE’nin ABD Büyükelçisi ve Emirliğin
buradaki başarılı lobi çalışmalarının baş aktörü Yusuf el-Uteybe diyor ki “Bu
gerçekten de coğrafyayla ve [bağımsızlığımızın] daha ilk gün[ün]den
itibaren birlikte büyüdüğümüz tehditlerle alakalı”. BAE’nin Ortadoğu’da
istikrara kavuşturucu bir güç olduğu görüşünün yılmaz savunucusu Uteybe, damat
ve müsteşar Jared Kushner de dahil Trump yönetiminden kilit yetkililerle çoktan
ilişkileri ilerletti.
Ancak eleştirmenlere göre BAE’nin
istikrardan anladığı, kendisinin İran’a veya İslamcılara karşı beslediği
antipatiyi ve herhangi bir siyasi muhalife tahammülsüzlüğünü paylaşan despot
liderleri tedirgin edici bir şekilde bağrına basmaktan ibaret.
Bu duruş, Libya’da da ABD’nin başını
ağrıttı. Muammer Kaddafi’yi deviren 2011 [NATO] müdahalesinde BAE’li
pilotlar merkezi bir rol oynasalar da müteakip yıllarda BAE’nin Mısır’la
birlikte –militanlar da dâhil bütün İslamcı güçlere karşı şiddetli bir
mücadeleye öncülük eden güçlü bir şahsiyet olan– General Halife Hafter’e sessiz
sedasız askeri ve mali yardım sağlaması Amerikalı yetkilileri hayal kırıklığına
uğrattı. Bu destek BM’nin Libya’ya uyguladığı silah ambargosunu ihlal etti.
Ayrıca Amerikalı yetkililer Hafter’i
siyasi çözüm önünde bir engel olarak gördüler. Bardağı taşıran son damla,
Barack Obama yönetiminin sert tepkisine yol açan, BAE’nin Hafter’e zırhlı ve
diğer araçlar yolladığı büyük sevkiyattı.
Uteybe diyor ki “Libya’da bizim
istediğimiz, istikrarlı ve seküler bir hükümet. Suriye’de ve Yemen’de
istediğimiz de aynısı. Seküler olsunlar istiyoruz.”
Yemen’de yutan bataklık/çıkmaz mı?
Kerry, Mayıs 2015’teki ziyaretinden
günler sonra Yemen’deki çatışmalara bir ara verdirebilmişti. Ancak bundan
sonraki diğer tüm ateşkesler gibi o da birkaç gün içinde çöktü gitti.
Üzerinden iki yılı aşkın bir süre geçen
Yemen savaşında koalisyonun hava bombardımanlarında, topçu saldırılarında ve
silahlardan açılan ateşlerle binlerce insan hayatını kaybetti. Milyonlarca
Yemenli açlık ve kolera salgını da dâhil hastalık tehdidiyle karşı karşıya.
Siyasi bir çözüm ihtimali iyice
zayıfladı.
Şii isyancı grup Husilerin Yemen
hükümetini devirmesinin ardından BAE Suud’un öncülüğündeki koalisyona katıldı.
BAE, tıpkı Suudi ortağı gibi, Husileri İran’ın vekil gücü olarak görüyor – ki
Amerikalı yetkililer savaşın başında bu nitelemeyi abartılı buluyorlardı.
Beyaz Saray eski Ortadoğu, Kuzey Afrika
ve Körfez koordinatörü Robert Malley’in anlattığına göre, Obama yönetiminden
bazıları Körfez’deki müttefiklerini bu müdahalenin iyi düşünülmemiş, düzgün
planlanmış olduğu konusunda uyarmışlar. Obama’nın İran’la nükleer
müzakerelerinden öfkelenmiş Körfez ülkeleriyle arayı düzeltmeye can atan
Washington’daki yetkililer, Suudi öncülüğündeki girişime askeri destek verme
kararı almışlar; ama Amerikan müdahilliğini asgari düzeyde tutma ve siyasi
çözüme ivme kazandırma ümidiyle…
Malley diyor ki “Biz bunun öyle kısa
sürede bitmeyecek bir savaş olmasından korktuk. Tıpkı Husiler gibi –askeri
olarak yetersizliği aşikar olan, ama savaşı sürdürmeye kararlı ve pes etmekte
isteksiz– devlet-dışı aktörlerle bu bölge bolca tecrübeler yaşadı.” Eski
koordinatör, Suud öncülüğündeki koalisyonun “devasa insani maliyetlerle, savaşa
gittikçe daha fazla saplanma” riskiyle karşı karşıya olduğunu da belirtiyor.
Özelde BAE’li yetkililer de
endişelenmişe benziyor. Nitekim BAE’nin rakibi Katar’a sempatisi aşikâr olan
bir grup tarafından servis edilen Uteybe’nin helkenmiş yazışmalarına göre, BAE
Büyükelçisi Temmuz 2015’te bir mevkidaşına şöyle yazmış: Batı medyasının
“ağırlıklı olarak” Yemen’deki insani krize odaklanmasıyla BAE “ahlaki
üstünlüğünü hızla kaybetmeye başladı.”
İran’ı püskürtmeyi önceliği haline
getirmiş gibi görünen Trump yönetimi, şimdilerde daha derin bir müdahaleyi
düşünüyor.
BAE, Yemen’de –ABD’ni bir önceliği olan–
Arap Yarımadası el-Kaidesi’yle mücadelede öncü bir rol üstlendi. 2015’te BAE
birlikleri, güneydeki liman şehri Aden’i Husi kuvvetlerinden almak için –ABD’nin
ikazları hilafına hareket ederek– amfibi saldırı gerçekleştirdiğinde büyük bir
harekât planlama ve yürütme kabiliyetini de ispatlamış oldu
Ancak BAE’nin güneydeki idaresi baş
ağrıtıyor.
BAE destekli güneyli ayrılıkçılar ile
Suudi Arabistan’da sürgünde bulunan Yemen yönetimi arasındaki kavga, savaşın
uzlaşmayla çözümünü zorlaştırabilir. BAE ayrıca aşırı muhafazakâr Sünniler olan
Selefilere destek vermekte ki bu da onun “seküler” bölge söyleminin altını
oyuyor.
Yemen harekâtı ABD’nin –dolaylı şekilde
de olsa– yabancı kuvvetlerin operasyonlarını desteklemesinin risklerini
gösterdi.
Haziran ayında Associated Press
ve İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün haberleri ve raporları, BAE veya ona bağlı
kuvvetlerin Yemen’in güneyinde gizli bir hapishaneler ağı kurduğu iddiasını
dillendirdi. Görgü tanıkları, Associated Press’e mahkûmların işkenceye
maruz kaldığı bu hapishanelerden en az birinde Amerikan kuvvetlerinin de bulunduğunu
söylediler.
BAE’li yetkililer, gizli gözaltı
merkezleri veya işkence gören mahkûmlar olduğu yönündeki iddiaları
yalanladılar. Amerikalı yetkililer, Associated Press’e askeri
yetkililerin bu suçlamaları araştırdığını ve herhangi bir ihlal anında Amerikan
birliklerinin var olmadığı kanaatine vardıklarını söylediler.
Şu an New York Üniversitesi’nde hukuk
dersleri veren eski bir Pentagon görevlisi Ryan Goodman, kısa süre evvel
yayınlanan bir raporu kaleme alanlar arasında. Rapor, ABD’nin Yemen’deki BAE
operasyonlarına destek verdiği için yasadışı gözaltı uygulamalarından hukuken
sorumlu tutulabileceği sonucuna varıyor.
Goodman şu soruyu soruyor: “Acaba bu,
uzun vadeli Arap Yarımadası el-Kaidesi ile savaşma veya Yemen’de istikrarı
sağlama hedefine ulaşmada gerçekten verimli bir yol mu?”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder