AB, ZARURİ BİR İMPARATORLUK
Robert D. Kaplan (Amerikalı dış politika yazarı;
Yeni Amerikan Güvenliği Merkezi kıdemli araştırmacısı ve Avrasya Grubu kıdemli
danışmanı)
New York Times, 5.5.2017
Tercüme: Zahide Tuba Kor
Hollanda, Fransa ve Almanya’da bu yılki
seçimler, Şarlman’ın 9. yüzyılda imparatorluğunu kurduğu eski Karolenj Hanedanı
merkezine epeyce dram getirdi. Burası Avrupa’nın hep en zengin ve
kurumsallaşması en güçlü kısmı olageldi. Ancak eğer ki AB zayıflamaya devam
ederse bunun en derin yansımaları doğusunda ve güneyinde hissedilecek.
Buradaki Avusturya-Habsburg ve Osmanlı Türk
imparatorluklarının fay hattı boyunca uzanan eski komünist ülkeler, merkezî
Avrupa’nın sağlam orta sınıf temelinden yoksun olup birçoğu, Saraybosna
kuşatmasından 25 yıl sonra hala daha etnik ve toprak ihtilaflarıyla maluller.
Onlar AB yanlısı hükümetlere daha önce hiç olmadığı kadar bağımlılar.
Orta Avrupa ile Balkanlar arasında sıkışmış bir
ülke olan Slovenya’nın başkenti Ljubljana’da yetkililer ve uzmanlar, insanların
tahayyülünde hala daha varlığını koruyan sözde bir hayali sınırdan
bahsediyorlar: 1519’da Papa X. Leo’nun –Osmanlı İmparatorluğu’na karşı cephe
hattı olarak görülen Katolik Slavlara atıfla– ilan ettiği “Hıristiyanlığın
Koruyucu Siperi”. Bu çerçevede Müslüman saltanata karşı ilk savunma hattı
Hırvatistan, ikincisi Slovenya’ydı. Kısa süre evvel bir yetkili bana dedi ki
“Yugoslavya çöktüğünde bu eski tarihin artık bir öneminin kalmadığı
zannedilmişti. Ama Tito Yugoslavya’sının dağılmasından çeyrek yüzyıl sonra biz
kendimizi geç Ortaçağ ve erken modern dönem tarihine geri dönmüş bir halde
bulduk.”
Yüzlerce yıldır Avusturya Habsburglarının
yönettiği Slovenlerin 2016’ya gelindiğinde kişi başına düşen gelirleri 32.000
dolar. Bir kısmı Avusturya-Macaristan diğer kısmı ise Osmanlı ve Venedik
geleneklerinin mirasçısı olarak karmaşık bir tarihe sahip Hırvatların kişi başı
gelirleri ise 22.400 dolar. Eski Yugoslavya’nın neredeyse tamamen Osmanlı
İmparatorluğu’nun elinde kalan diğer topraklarına gelince, kişi başına düşen
gelir Karadağ’da 17.000, Sırbistan’da 14.000 dolar olup Makedonya, Kosova ve
Bosna’nın eski Osmanlı topraklarına düşen kısımlarında gelirler benzer şekilde
düşük. Bu da gösteriyor ki eski emperyal bölünmelerden kalan iktisadi ve
toplumsal farklılıklar hala daha mevcut.
Bu bir etnik veya ırki determinizm değildir;
zira güneydoğu Avrupa’nın Slavları, kendi kanlarından ve dillerinden gelenlerce
değil, daha ziyade dış emperyalizm aracılığıyla siyaseten ve iktisaden
şekillenegeldi. Ortadoğu’ya en yakın olan Avrupa’nın eski Bizans ve Osmanlı
parçası, hala daha en fakir, en az istikrarlı kesim olup çoğu AB’nin desteği ve
rehberliğine muhtaç. Avrupa güvenli ve zengin bir kıta olarak kalacak mı, yoksa
–Rusya ve Türkiye’deki otoriterlerin çıkar bölgeleri oluşturmasıyla– geleneksel
doğu-batı fay hattı boyunca parçalanacak mı sorusu en canlı şekilde Balkanlarda
cevap bulacak. Dolayısıyla Paris, Berlin ve Brüksel’deki siyasi gelişmeler
sınırlarının çok ötesinde yankılanacak.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, örgütlü
suç ağlarını işletmekten tutun milliyetçi-popülist hareketleri finanse etmeye
ve yerel medya organlarını etkilemeye kadar farklı çökertme yöntemlerini
kullanarak Orta ve Doğa Avrupa’da, özellikle de Balkanlarda aktif bir rol
oynuyor. Karadağ, NATO’ya katılmaya belki yakın; ama bazı söylentilere göre
Rusya’nın geçen yıl bir darbe yapmaya kalkıştığı bu ülke, çoğunlukla Rus
oligarkların ve suç örgütlerinin adeta bir kolonisi gibi görülüyor. Yine
Sırbistan ve Bulgaristan, Rus bölgesel nüfuzunun köprübaşları olarak görülüyor
ve hatta daha kuzeydeki yeni-otoriter Macaristan ve Polonya hükümetleri, Rus
rejimiyle gittikçe benzer özellikler taşımaya başladı. Macar hükümetinin, Macar
asıllı Amerikalı milyarder George Soros’un Berlin Duvarı’nın yıkılmasından
sonra Budapeşte’de kurduğu Orta Avrupa Üniversitesi’nin özgürlüğüne son verme
çabaları, işte bu jeopolitik bağlamda okunmalı.
Türkiye’ye gelince, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip
Erdoğan, kendisine yarı-diktatör güçler bahşeden referandumu geçen ay kazandı.
Ertesi gün Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün
Anıtkabir’ini değil, emperyal orduları batıya, İstanbul’dan Bosna’ya kadar
ilerleyen 15. yüzyıl Osmanlı padişahı, Fatih adıyla bilinen II. Mehmed’in
kabrini ziyaret etti. Bulgaristan, Makedonya, Kosova veya bölgenin başka
yerlerinde Sayın Erdoğan, düşüşteki AB’nin bıraktığı boşluğu doldurmaya kararlı
görünüyor. Makedonya’daki çekişmeli hükümet geçişi yüzünden mecliste yaşanan
şiddet de dâhil hukuksuzluk, güneydoğu Avrupa’nın siyasi kırılganlığını gözler
önüne seriyor.
Balkanları sadece ve sadece AB istikrara
kavuşturabilir. Ancak ve ancak Sırbistan, Arnavutluk ve Kosova AB üyesi olursa
Sırplarla Arnavutlar arasındaki etnik ihtilaf gerçekten çözüme kavuşabilir.
Böylelikle AB çatısı altında Arnavutluk ve Kosova’nın birleşmesine gerek
kalmaz. Ama birleşmeye kalkışırlarsa bu, Sırplar için bir savaş nedeni
sayılacaktır. Benzer bir dinamik, Bosna-Hersek üzerinde Hırvatlar ile Sırplar
arasında devam eden rekabet için de geçerli. Eski Yugoslavya’daki herkes için
AB çatısı altında barış var. Yoksa geriye sadece kemikleşmiş çatışmalar
kalıyor. (…)
Diğer bir deyişle AB bir zaruri imparatorluk. [Z.T.K. Kaplan'ın imparatorluklarla ilgili görüşlerini öğrenmek için 2014'te kaleme aldığı "İmparatorluğu Savunma Adına" ve 2016 tarihli "Postemperyal Çağ" başlıklı yazılarını okuyabilirsiniz.]
Ben “imparatorluk” kelimesini rastgele değil, iyice ölçüp biçerek
kullanıyorum. AB’nin bu tür bir iddialı girişim olmasının temel nedeni, her
biri diğerinden bütünüyle farklı birer tarihe ve iktisadi gelişim modeline
sahip eski Karolenj, Prusya, Habsburg, Bizans ve Osmanlı coğrafyalarında birlik
sağlama arayışında olması diyebiliriz. AB bunu başarmak için bahsi geçen eski
imparatorlukların işlevselliğinin yerine geçmek zorunda kaldı. AB
vatandaşlarının seyahat özgürlüğünün garanti altına alındığı Shengen bölgesinin
açık sınırları dahilinde Birlik, önemli ölçüde uzak ve kısmen demokratik bir
bürokrasi tarafından yönetilen ve insanların çoğunun daha doğrudan temsiliyet
istedikleri, giderek genişleyen bir hükümranlık alanını temsil ediyor. Bu size
düşüş halindeki geç dönem imparatorluk türünü hatırlatmıyor mu?
AB düşüşten kurtarılıp geliştirilmeli. Oxford’daki St. Antony’s College’dan
Jan Zielonka, bir yazısında, Avrupa’da canlı bir “Yeni Ortaçağcılık”tan iyimser
bir şekilde bahsediyor: İnsanların sadakatlerine sahip çıkma noktasında
şehirler ve bölgeler yeniden canlanan AB’yle rekabet ederken –ulus-üstü, ulusal
ve yerel– kimlikler ve egemenlikler dinamik bir şekilde birbiriyle örtüşüyor.
Ancak eğer ki ortada inandırıcı bir AB olmazsa kimliğin diğer hiçbir katmanı
birbiriyle çatışmadan kendi halinde duramaz.
(…)
Yugoslavya’nın nihayetinde ne olduğunu düşünmek akıllıca olur. Orta Avrupa
konusunda uzman İtalyan büyük akademisyen Claudio Magris, Tuna/Danube
isimli efsanevi seyahatnamesinde, “ulus-üstü bir Tuna mirasını üstlendiğinin
bilincinde olduğundan” Tito’yu [Z.T.K. 1848-1916 yılları arasında
hüküm süren Avusturya-Macaristan İmparatoru] Franz Joseph’e benzeterek “son
Habsburg imparatoru” olarak niteler. Tıpkı Franz Joseph gibi Tito da
Yugoslavya’yı baskı ve –diğer komünist ülkelere kıyasla– iyiliğin bir
karışımıyla ayakta tutar. Şimdi de bir zamanlar Yugoslavya’nın bir parçası olan
ülkeler, barış ve güvenliği ancak ve ancak yeni ve çok daha iyicil bir emperyal
sistemle, yani AB’yle bulabilir. Dolayısıyla Avrupa’nın merkezinde bundan sonra
ne olacağı –mesela Fransa’nın AB’den çıkış için İngiltere’nin peşine takılıp
takılmayacağı– kıtanın kalanı için son derece hayati.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder