8 Eylül 2017 Cuma

L. MAXEY: AÇLIK, DİKTATÖRLER VE TERÖRİSTLER İÇİN BİR SİLAH



AÇLIK, DİKTATÖRLER VE TERÖRİSTLER İÇİN BİR SİLAH

Levi Maxey (The Cipher Brief siber ve teknoloji uzmanı)
The Cipher Brief, 6.9.2017

Tercüme: Zahide Tuba Kor

ABD her gün sonu gelmez terör saldırılarından tutun hasımlarının jeopolitik ve küresel ekonomik alanda kendilerini konumlandırmalarına kadar bir dizi güvenlik meydan okumasıyla boğuşuyor. Ancak bütün bu problemlerin arkasında potansiyel olarak yıkıcı bir uzun vadeli mesele bulunuyor: çatışmaların hem bir sonucu hem de bir itici gücü olan küresel gıda güvensizliği.
Militan gruplar aç olanları bir sonraki öğünde karnını doyurma vaatleriyle devşiriyor ve Kuzey Kore, Suriye gibi ülkeler de nüfusu kontrol altında tutmanın, iç iktidar mücadelesinin ve psikolojik savaşın bir mekanizması olarak gıdayı kontrol ediyor. [Z.T.K. Suriye rejimi bir savaş yöntemi olarak şehirleri ve ilçeleri aylarca, bazen yıllarca kuşatıp içeri gıda girişini tamamen engelleyerek halkı aç bırakıp muhalifleri teslim olmaya zorladı. Silah kullanmaktansa aç bırakmak, en ucuz ve maliyetsiz savaş yöntemiydi. Bu şekilde muhaliflerin kontrolündeki birçok yerleşim yeri düşerken içerideki halk ve muhalifler bir deri bir kemik haldeydi. Kaç kişi bu kuşatmalarda açlıktan hayatını kaybetti, bilmiyoruz bile. Benzeri Husilerin kuşatması altındaki Yemen’in Taiz şehrinde de yaşanıyor.] Çok boyutlu bir problem olan dünyanın açlarını doyurmak; iklim değişikliği, nüfus artışı ve gelişen mega kentlere kırsal kesimden göçle birlikte daha da içinden çıkılmaz bir hal alacak.
Çatışmalar ile gıda güvensizliğinden muzdarip olanlar arasındaki karmaşık ilişki dikkate alındığında, acil yardım ihtiyacında olanlar savaşlarla yıkıma uğramış ülkelerde yaşıyorlar. BM Genel Sekreter Yardımcısı ve İnsani Yardım Koordinasyon Dairesi (OCHA) Başkanı Stephen O’Brien, mart ayında Güvenlik Konseyi’ne şunu söyledi: “2017 yılı başından beri BM’nin kuruluşundan bu yana yaşanan en büyük insani krizle karşı karşıyayız. Şu an için dört ülkede 20 milyondan fazla insan açlık ve kıtlıkla yüzleşiyor.”
Açlık ve siyasi istikrarsızlık kol kola gidiyor. O’Brien’ın bahsettiği her dört ülke de (Yemen, Nijerya, Güney Sudan ve Somali) kanlı savaşların pençesinde; Avrupa’ya kitlesel göçe zorlayan Irak ve Suriye’deki çatışmaları hiç saymıyoruz bile. Yemen’in 27,4 milyonluk nüfusunun 18,8 milyonu acil yardıma muhtaç ve yaklaşık 7 milyonu açlıktan ölmek üzere. Tarihsel olarak hiç gıda sıkıntısı yaşamamış bir bölge olan Nijerya’nın kuzeydoğusunda 5,1 milyon kişi, yıkıcı bir silahlı isyanın sonucu olarak kendilerini gıda güvensizliği içinde buldu. 2011’de Somali’yi vuran ve 250 bin kişinin canına mâl olduğu iddia edilen kıtlığın ardından ülke şimdilerde 5,5 milyon kişiyi acil gıda yardımına muhtaç bırakan yeni bir kıtlıkla boğuşuyor. Güney Sudan hükümeti ülkenin belirli kesimlerinde açlık yaşandığını duyurdu; BM burada 5,5 milyon kişinin açlıkla boğuştuğunu söylüyor.
Tabii afetler ve olumsuz hava şartları gıda mevcudiyetini ciddi şekilde etkilese de (…) şiddetli çatışmalar yüzünden insanların yerlerinden edilmesi, piyasa işleyişinin altüst olması, hükümetlerin çöküşü ve altyapının yıkımı da insanların gıda güvensizliğine maruz kalmasında etkili.
Trump yönetiminin Amerikan gıda yardımları programında ciddi kesintilere gitmeyi önermesi (…). Dünya Gıda Programı Başkanı David Beasley’e göre bu örgüt, “radikalizme ve terörizme karşı ilk savunma ve mücadele hattı.” Beasley’in Musul’da IŞİD’e karşı savaş sırasında evlerinden olan sivillere ilişkin söyledikleri yukarıdaki sözüyle ne kastettiğini açıklıyor: “Eğer ki bir aile çocuğunu besleyemezse 2-3 hafta sonra bulabildiği her kaynağa başvuracaktır ve bu da çoğunlukla radikalizmdir.”
Trump yönetimi geçen ay Afganistan stratejisini ilan ederken Başkan demişti ki “Biz bir daha ulus inşa etmeyeceğiz, sadece teröristleri öldüreceğiz.” Ancak çatışmayı kalıcı kılan temel saikleri göz ardı etmek Trump’ın “IŞİD’i kökünden kazımak, el-Kaide’yi ezmek, Taliban’ın Afganistan’ı ele geçirmesini önlemek ve ABD’ye karşı büyük terör saldırılarını daha baştan durdurmak” şeklindeki stratejik hedeflerinde somut ilerlemeler kaydetmesine pek de bir faydası dokunmaz. (…)
Gıda güvensizliğinin tek başına şiddetli çatışmaları başlatıp başlatmadığını tespit etmek zor. Ancak bunun, savaş dönemlerinde saldırıya açık olan nüfusu kendi acil güvenlikleri için zorlu kararlar almaya iterek iç şiddeti uzatabildiği kanıtlanmış durumda.
(…)
Stimson Merkezi’nin saygın üyelerinden Johanna Mendelson Forman diyor ki “2030’a kadar kentler üç kat büyüyecek ve bu da bir zamanlar mega kentlere yiyecek sağlayan tarlalarda tarımsal üretkenliği ciddi şekilde etkileyecek... Dünyadaki tarlaların %60’ı şehirlerin eteklerinde kaldı. Şehirlerin bir zamanlar yerel tarımın ve gıda tedarikinin kaynağı olan şehir çevresindeki alanlara doğru giderek yayılması yüzünden Çin’in tarlalarının dörtte birini kaybetmesi bekleniyor. Şehir merkezlerine yakın yerlerdeki verimli arazilerin ortadan kalkması, küresel gıda güvenliğinin temeli olan mısır, pirinç, buğday ve soya gibi temel gıda ürünlerinin mevcudiyetini etkileyecek.” [Z.T.K. Ortadoğu’da Suriye ve özellikle yerleşimlerin de tarımın da Nil Nehri boyunca uzandığı 90 milyonluk Mısır, köyden kente hızlı göç ve verimli arazilerin yerleşim alanlarına dönüşmesi yüzünden küçülen tarım alanlarıyla gıda güvensizliğinin yaşandığı ve gıda ithalatına bağımlı hale gelen ülkelere iyi birer örnek. 2007-2008 Dünya Gıda Krizi’nden de olumsuz etkilenmişlerdi. “Arap Baharı”na giden süreci etkileyen faktörlerden biri de bu.]
(…)
Mendelson Forman’a göre, “bu meydan okumalara kısa vadede cevap üretememek, daha fazla çatışmanın ve daha çok iklim göçmeninin zeminini hazırlayan şartları yaratacaktır. 21. yüzyılın ortasına vardığımızda 9 milyar insanı nasıl doyuracağımız meselesine el atmazsak eğer, ileride şehirlerde yeni bir gıda savaşları çağını görebiliriz.”
(…)

[Z.T.K. Johanna Mendelson Forman’ın the Cipher Brief için kaleme aldığı ve yukarıda en önemli kısımlarından alıntılar yapılan “Sıcak ve Aç Şehirler: Şehirlerde Gıda Savaşlarının Geleceği” başlıklı yazısından önemli gördüğüm giriş paragrafını tercüme ederek yazının sonuna eklemek istiyorum. Yazının tamamını okumak için TIKLAYINIZ]
Bu yüzyıl iki gidişatla tanımlanacak: iklim değişikliğiyle ve mega kentlerin yükselişiyle nasıl baş ettiğimiz. Önümüzdeki 20 yılda dünyadaki kent nüfusu 3,5 milyardan 5 milyara yükselecek. Şehirlerin büyümesine eşlik eden kaynaklar üzerindeki baskı ve çevre basıncı, –özellikle Dakka/Bangladeş, Lagos/Nijerya ve Mexico City/Meksika gibi artık taşar haldeki şehir merkezlerinde– gıda ve temiz suya erişim giderek sınırlı hale geldikçe çok daha büyük meydan okumalara yol açacak. Bu nedenle Amerikan Milli İstihbarat Konseyi’nin 2015’te gıda güvensizliğini bir milli güvenlik meselesi olarak kabul etmesi hiç de şaşırtıcı değil. Ciddi gıda kıtlığı yaşayan veya iklim değişikliğinden etkilenen ülkeler de dünyada Amerikan çıkarlarını etkileyecek istikrarsızlaştırıcı çatışmalara karşı en korumasız durumda olanlar.
Gıda güvenliğiyle ilgilenenler geleneksel olarak hep kırsala odaklanırken ilk defa son dönemde mega kentlere de dikkatlerini yöneltmeye başladılar. Kırsaldan büyük kent merkezlerine akış, küresel açlığı sonlandırma mücadelesinde yeni yeni meydan okumalara yol açmakta.

(…)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder