AÇLIK, DİKTATÖRLER VE TERÖRİSTLER İÇİN BİR SİLAH
Levi Maxey (The
Cipher Brief siber ve teknoloji uzmanı)
The Cipher Brief, 6.9.2017
Tercüme: Zahide Tuba Kor
ABD her gün sonu gelmez terör
saldırılarından tutun hasımlarının jeopolitik ve küresel ekonomik alanda
kendilerini konumlandırmalarına kadar bir dizi güvenlik meydan okumasıyla
boğuşuyor. Ancak bütün bu problemlerin arkasında potansiyel olarak yıkıcı bir
uzun vadeli mesele bulunuyor: çatışmaların hem bir sonucu hem de bir itici gücü
olan küresel gıda güvensizliği.
Militan gruplar aç olanları bir
sonraki öğünde karnını doyurma vaatleriyle devşiriyor ve Kuzey Kore, Suriye
gibi ülkeler de nüfusu kontrol altında tutmanın, iç iktidar mücadelesinin ve
psikolojik savaşın bir mekanizması olarak gıdayı kontrol ediyor. [Z.T.K.
Suriye rejimi bir savaş yöntemi olarak şehirleri ve ilçeleri aylarca, bazen
yıllarca kuşatıp içeri gıda girişini tamamen engelleyerek halkı aç bırakıp
muhalifleri teslim olmaya zorladı. Silah kullanmaktansa aç bırakmak, en ucuz ve
maliyetsiz savaş yöntemiydi. Bu şekilde muhaliflerin kontrolündeki birçok
yerleşim yeri düşerken içerideki halk ve muhalifler bir deri bir kemik
haldeydi. Kaç kişi bu kuşatmalarda açlıktan hayatını kaybetti, bilmiyoruz bile.
Benzeri Husilerin kuşatması altındaki Yemen’in Taiz şehrinde de yaşanıyor.]
Çok boyutlu bir problem olan dünyanın açlarını doyurmak; iklim değişikliği, nüfus
artışı ve gelişen mega kentlere kırsal kesimden göçle birlikte daha da içinden
çıkılmaz bir hal alacak.
Çatışmalar ile gıda güvensizliğinden
muzdarip olanlar arasındaki karmaşık ilişki dikkate alındığında, acil yardım
ihtiyacında olanlar savaşlarla yıkıma uğramış ülkelerde yaşıyorlar. BM Genel
Sekreter Yardımcısı ve İnsani Yardım Koordinasyon Dairesi (OCHA) Başkanı
Stephen O’Brien, mart ayında Güvenlik Konseyi’ne şunu söyledi: “2017 yılı
başından beri BM’nin kuruluşundan bu yana yaşanan en büyük insani krizle karşı
karşıyayız. Şu an için dört ülkede 20 milyondan fazla insan açlık ve kıtlıkla
yüzleşiyor.”
Açlık ve siyasi istikrarsızlık kol
kola gidiyor. O’Brien’ın bahsettiği her dört ülke de (Yemen, Nijerya, Güney
Sudan ve Somali) kanlı savaşların pençesinde; Avrupa’ya kitlesel göçe zorlayan
Irak ve Suriye’deki çatışmaları hiç saymıyoruz bile. Yemen’in 27,4 milyonluk
nüfusunun 18,8 milyonu acil yardıma muhtaç ve yaklaşık 7 milyonu açlıktan ölmek
üzere. Tarihsel olarak hiç gıda sıkıntısı yaşamamış bir bölge olan Nijerya’nın
kuzeydoğusunda 5,1 milyon kişi, yıkıcı bir silahlı isyanın sonucu olarak
kendilerini gıda güvensizliği içinde buldu. 2011’de Somali’yi vuran ve 250 bin
kişinin canına mâl olduğu iddia edilen kıtlığın ardından ülke şimdilerde 5,5
milyon kişiyi acil gıda yardımına muhtaç bırakan yeni bir kıtlıkla boğuşuyor.
Güney Sudan hükümeti ülkenin belirli kesimlerinde açlık yaşandığını duyurdu; BM
burada 5,5 milyon kişinin açlıkla boğuştuğunu söylüyor.
Tabii afetler ve olumsuz hava
şartları gıda mevcudiyetini ciddi şekilde etkilese de (…) şiddetli çatışmalar
yüzünden insanların yerlerinden edilmesi, piyasa işleyişinin altüst olması,
hükümetlerin çöküşü ve altyapının yıkımı da insanların gıda güvensizliğine
maruz kalmasında etkili.
Trump yönetiminin Amerikan gıda
yardımları programında ciddi kesintilere gitmeyi önermesi (…). Dünya Gıda
Programı Başkanı David Beasley’e göre bu örgüt, “radikalizme ve terörizme karşı
ilk savunma ve mücadele hattı.” Beasley’in Musul’da IŞİD’e karşı savaş
sırasında evlerinden olan sivillere ilişkin söyledikleri yukarıdaki sözüyle ne
kastettiğini açıklıyor: “Eğer ki bir aile çocuğunu besleyemezse 2-3 hafta sonra
bulabildiği her kaynağa başvuracaktır ve bu da çoğunlukla radikalizmdir.”
Trump yönetimi geçen ay Afganistan
stratejisini ilan ederken Başkan demişti ki “Biz bir daha ulus inşa
etmeyeceğiz, sadece teröristleri öldüreceğiz.” Ancak çatışmayı kalıcı kılan
temel saikleri göz ardı etmek Trump’ın “IŞİD’i kökünden kazımak, el-Kaide’yi
ezmek, Taliban’ın Afganistan’ı ele geçirmesini önlemek ve ABD’ye karşı büyük
terör saldırılarını daha baştan durdurmak” şeklindeki stratejik hedeflerinde
somut ilerlemeler kaydetmesine pek de bir faydası dokunmaz. (…)
Gıda güvensizliğinin tek başına
şiddetli çatışmaları başlatıp başlatmadığını tespit etmek zor. Ancak bunun,
savaş dönemlerinde saldırıya açık olan nüfusu kendi acil güvenlikleri için
zorlu kararlar almaya iterek iç şiddeti uzatabildiği kanıtlanmış durumda.
(…)
Stimson Merkezi’nin saygın
üyelerinden Johanna Mendelson Forman diyor ki “2030’a kadar kentler üç kat
büyüyecek ve bu da bir zamanlar mega kentlere yiyecek sağlayan tarlalarda
tarımsal üretkenliği ciddi şekilde etkileyecek... Dünyadaki tarlaların %60’ı
şehirlerin eteklerinde kaldı. Şehirlerin bir zamanlar yerel tarımın ve gıda tedarikinin
kaynağı olan şehir çevresindeki alanlara doğru giderek yayılması yüzünden
Çin’in tarlalarının dörtte birini kaybetmesi bekleniyor. Şehir merkezlerine
yakın yerlerdeki verimli arazilerin ortadan kalkması, küresel gıda güvenliğinin
temeli olan mısır, pirinç, buğday ve soya gibi temel gıda ürünlerinin
mevcudiyetini etkileyecek.” [Z.T.K. Ortadoğu’da Suriye ve özellikle
yerleşimlerin de tarımın da Nil Nehri boyunca uzandığı 90 milyonluk Mısır,
köyden kente hızlı göç ve verimli arazilerin yerleşim alanlarına dönüşmesi
yüzünden küçülen tarım alanlarıyla gıda güvensizliğinin yaşandığı ve gıda
ithalatına bağımlı hale gelen ülkelere iyi birer örnek. 2007-2008 Dünya Gıda
Krizi’nden de olumsuz etkilenmişlerdi. “Arap Baharı”na giden süreci etkileyen
faktörlerden biri de bu.]
(…)
Mendelson Forman’a göre, “bu meydan
okumalara kısa vadede cevap üretememek, daha fazla çatışmanın ve daha çok iklim
göçmeninin zeminini hazırlayan şartları yaratacaktır. 21. yüzyılın ortasına
vardığımızda 9 milyar insanı nasıl doyuracağımız meselesine el atmazsak eğer,
ileride şehirlerde yeni bir gıda savaşları çağını görebiliriz.”
(…)
[Z.T.K. Johanna Mendelson
Forman’ın the Cipher Brief için kaleme aldığı ve yukarıda en önemli
kısımlarından alıntılar yapılan “Sıcak ve Aç Şehirler: Şehirlerde Gıda
Savaşlarının Geleceği” başlıklı yazısından önemli gördüğüm giriş paragrafını
tercüme ederek yazının sonuna eklemek istiyorum. Yazının tamamını okumak için
TIKLAYINIZ]
Bu yüzyıl iki gidişatla
tanımlanacak: iklim değişikliğiyle ve mega kentlerin yükselişiyle nasıl baş
ettiğimiz. Önümüzdeki 20 yılda dünyadaki kent nüfusu 3,5 milyardan 5 milyara
yükselecek. Şehirlerin büyümesine eşlik eden kaynaklar üzerindeki baskı ve
çevre basıncı, –özellikle Dakka/Bangladeş, Lagos/Nijerya ve Mexico City/Meksika
gibi artık taşar haldeki şehir merkezlerinde– gıda ve temiz suya erişim giderek
sınırlı hale geldikçe çok daha büyük meydan okumalara yol açacak. Bu nedenle
Amerikan Milli İstihbarat Konseyi’nin 2015’te gıda güvensizliğini bir milli
güvenlik meselesi olarak kabul etmesi hiç de şaşırtıcı değil. Ciddi gıda kıtlığı
yaşayan veya iklim değişikliğinden etkilenen ülkeler de dünyada Amerikan
çıkarlarını etkileyecek istikrarsızlaştırıcı çatışmalara karşı en korumasız
durumda olanlar.
Gıda güvenliğiyle ilgilenenler
geleneksel olarak hep kırsala odaklanırken ilk defa son dönemde mega kentlere
de dikkatlerini yöneltmeye başladılar. Kırsaldan büyük kent merkezlerine akış,
küresel açlığı sonlandırma mücadelesinde yeni yeni meydan okumalara yol
açmakta.
(…)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder