TÜRKİYE FIRTINANIN ODAĞINDA
Jacob L. Shapiro (Geopolitical Futures Analiz
Direktörü)
Geopolitical Futures, 25.8.2017
Tercüme: Zahide Tuba Kor
Geçen sene bu zamanlarda Türkiye bir krizle mücadele
halindeydi. Ordu içinden bir fraksiyon hükümeti devirmeye çalışmıştı ve
neredeyse bunu başaracaklardı da. Ama sonunda kalkışma başarısızlığa uğradı ve
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, iktidarına yönelik mevcut ve muhtemel
muhalifler sistemini tasfiye fırsatını elde etti. Bu tasfiye henüz bitmiş değil
ve Türkiye hala resmen olağanüstü hal altında yaşıyor. Ama krizin en kötüsü
geçti ve Türkiye istikrara kavuşmaya başlamış durumda.
Şimdilerde ise kaos, Türkiye’nin içinde değil,
çevresinde. Ve Türkiye’nin neredeyse tamamen ayağa kalktığının en kesin
işaretlerinden biri sözkonusu kaosla mücadele etme şekli.
Ankara’nın Perspektifi
Bir an için dünyayı Ankara’nın perspektifinden düşünün.
Güneyinde İslam Devleti (İD)’nin başı yavaş yavaş ezilmekte; Irak’ta son
kalelerini zar zor elinde tutmakta ve Suriye’de ABD destekli Suriye Demokratik
Güçleri (SDG)’nin ve Rusya destekli Esed rejiminin saldırısı altında. Türkiye
İD’in yenilgiye uğratılmasını istiyor; ama bunu yapan SDG’nin hiç de hayranı
değil. (…) Güneydoğusunda Kuzey Irak’taki özerk Kürdistan Bölgesel Yönetimi
(IKBY) 25 Eylül’de bağımsızlık referandumuna gitmeye kararlı gözüküyor. (…)
Daha da güneyinde İran ile Suudi Arabistan, birbiriyle
bir flört ediyor, bir tehdit savuruyor. Ankara bazı karşılıklı çıkar
alanlarında İran’la sınırlı işbirliği imkânını kollayarak harekete geçmeye
çalışıyor. Bu arada Türkiye’nin kuzeyindeki Rusya’yla ilişkileri, hala
çetrefilli olup aslında birbirinden ayrılmaz şekilde Amerikan-Rus ilişkilerine
bağımlı. Rusya ile ABD, İD’le savaşlarında sessiz sedasız işbirliği içindeler,
ama başka alanlarda kavgalılar. ABD, Türkiye’nin Karadeniz kıyısının öte
tarafında Ukrayna’da Rusya’yı köşeye sıkıştırıyor ve tahminlerimize göre
Moskova’nın buna karşılık vereceği iki coğrafya Balkanlar ve Kafkaslar olacak.
Türkiye, Balkanlarda nüfuzunu artırma ümidinde ve zaten Kafkaslardaki ana oyunculardan
biri. Rusların bu coğrafyalardan herhangi birindeki faaliyeti Türkiye’yi de
etkileyecek olup Ankara buna şimdiden hazırlıklı olmalı.
Ankara’nın bu meydan okumalara karşı mukabelesi, Türk dış
politikasının tipik bir karakteristiğine dönüşmüş durumda: Kendisini herhangi
bir eksene tamamen bağlamaksızın bütün taraflar arasında denge kurmaya
çalışmak. Son haftalarda Türkiye’nin ardı ardında ağırladığı misafirler de
bunun bir göstergesi. Geçen hafta İran genelkurmay başkanı resmi görüşmeler
için Ankara’daydı. Bu hafta başında Rus genelkurmay başkanı da Suriye’de
koordinasyon faaliyetlerini görüşmek üzere Türkiye’yi ziyaret etti. Ardından 23
Ağustos’ta Amerikan Savunma Bakanı James Mattis de çeşitli görüşmeler yapmak için
Ankara’daydı.
Türkiye İran’la askeri işbirliğini artırma sözü verdi ki,
her iki ülkenin de uzun vadede bölgesel liderlik arzusunda olduğu
düşünüldüğünde bu sürpriz bir gelişme. Nihayetinde iki ülkenin çıkarları
birbiriyle örtüşmüyor. Yine Ankara, Suriye’de taktik koordinasyon konusunda Rusya’yla
anlaştı ve Türkiye’nin Suriye Kürtlerinden duyduğu endişeleri Moskova’nın
anlayışla karşılamasını saygıyla selamladı. Ancak Türkiye’nin, tıpkı İran’la
olduğu gibi, Rusya’yla da hem kısa vadede (Suriye’nin geleceği ve Esed’in rolü)
hem de uzun vadede (Kafkaslar ve Güneydoğu Avrupa’daki rekabet) temel stratejik
farklılıkları sözkonusu. Bu güçlerin –yani Kürtlere karşı İran ve Türkiye’nin,
bölgedeki Amerikan nüfuzuna karşı da Rusya ve Türkiye’nin– birbirine yardımcı
olabileceği taktik yollar var; ama bunlar uzun vadeli ittifaklar değil.
Bir de yıllardır Türkiye’nin ilişkilerinin giderek
bozulduğu ABD var. Mayıs ayında ABD’nin Suriyeli Kürtleri silahlandırma kararı ikili
ilişkilere vurulan diğer bir darbeydi ve Mattis’in ziyareti görünen o ki büyük
ölçüde bu meseleyi çözüme kavuşturmak içindi. Pentagon’un resmî açıklamaları
tipik siyasi açıklamalardan ibaretti: temelsiz hoş tınılar. Ancak ismi
açıklanmayan Türk yetkililer, Mattis’in Türkiye’nin PKK militanlarına karşı
savaşına nasıl yardım etme sözü verdiği ve Suriyeli Kürtlere Amerikan
desteğinin nasıl İD’e karşı savaşla sınırlı olduğunu dinlemek isteyen her
muhabire anlatıyorlar. Mattis’in IKBY’nin bağımsızlık referandumuna alenen
karşı çıkışı da muhtemelen incitmedi. Şu an için Türkiye, ABD’yle -geçtiğimiz
aylardakine kıyasla- kamuoyu önünde çok daha rahat görünüyor; dolaysıyla Mattis
Ankara’da her ne vaatte bulunduysa arzu edilen etkiyi bıraktı.
Süper Güçler Arasında
Türkiye’nin şu an için etkilemesi bilhassa zor olan konu
Rusya ile ABD arasındaki denge. Gelecek yıllarda Türkiye’nin zorunlulukları,
Ankara’yı, Rusya’nın kendi nüfuz alanı saydığı bölgelere el uzatmaya mecbur
bırakacak. Ankara böyle bir çatışma için henüz hazır değil ve bu ara dönemde
Rusya, hem Kafkaslarda önemli hem de Ortadoğu’da güçlü bir oyuncu.
Türkiye’nin zorunlulukları, ABD’nin bölge vizyonuyla
örtüşüyor; ama bu öyle mükemmel bir izdivaç da değil. ABD bölgede bir güç
dengesi arıyor ve Türkiye’nin ast [yani kıdemce aşağı] müttefiki
olmasını istiyor. Türkiye ise kendisini, başkalarının ricasını yerine getirmek
zorunda olmayan yükselen bir güç olarak görüyor; bu ricacı güçlü ABD olsa bile...
Türkiye, her iki gücü de [yani ABD ve Rusya’yı] püskürtebilecek kadar
güçlü değil ve fakat herhangi biri önünde el pençe divan durması da Türkiye’nin
çıkarlarına ulaşmasını sağlayacak değil; bu yüzden her ikisiyle de ilişkileri
çetrefilli.
Türkiye’nin oynadığı oyunun çetrefilliğinin altını
çizercesine Mattis’in Ankara’dan sonraki durağı Kiev’di. (…)
(…)
Bir vizyonu açıkça dile getirmek
Bütün bu konular Türkiye için çok önemli ve şu an Türkler
kendi kapasitelerini aşmayacak şekilde çıkarlarının peşinden koşmak için
bütüncül bir plan formüle etmeye çalışıyorlar. Bütün o Suriye’ye müdahale etme
veya çeşitli Kürt gruplara saldırma tehditlerine rağmen Türkiye savaşın dışında
kaldı. Hatta dışişleri bakanı, bağımsızlık referandumuna gittiği takdirde
IKBY’le olan sınırı kapatma seçeneğini kabul etmedi. Türkiye’nin temel hedefi,
(i) çoğu Irak Kürt’üne kıyasla Türkiye Kürtleriyle çok daha fazla ortaklıkları
bulunan Suriye Kürtlerini şeytanlaştırmak ve (ii) Rusya ve ABD’ye sunabileceği
desteği bir koz olarak kullanarak her ikisinin de politikalarını Türkiye’nin
acil meseleleriyle uyumlu hale getirtmeye çalışmak.
Askeri darbe kalkışması Türkiye’yi, özellikle de onun sert
gücünü kısa bir süreliğine zayıflattı. Ama aynı zamanda Erdoğan’a içerideki
engelleri temizleyip daha büyük ihtiraslar peşinde koşma şansı verdi. Bir senelik
bir toparlanma döneminden sonra bugün Türkiye sadece 1,5 hafta içerisinde
ABD’nin, Rusya’nın ve İran’ın en üst düzey savunma yetkililerini misafir etmekte.
Sadece bu kadar da değil; bütün bu temsilciler Türkiye’ye [ayaklarına]
geliyor ve Ankara, kendi acil meseleleri dışında başkalarının herhangi bir
gündemine kendini bağımlı kılmadan onlara yardım etmenin fiyatını/karşılığını
da yine kendisi belirliyor: (i) milli bütünlüğünü aynen korumak, (ii) ordusunu
ve ekonomisini yeniden inşa etmek ve (iii) başkalarını kendi hallerine bırakıp
birbirleriyle savaşarak kendilerini zayıflatmalarına engel olmamak.
Türkiye sürdürebildiği müddetçe fırtınanın odağında
kalmak istiyor; ama nihayetinde Ankara çevresinde olan biten her şeyi kontrol
edemez. Yapabileceği tek şey, kendisini mümkün olduğunca güçlü hale getirmek ve
bölgesel çevresini yeterince şekillendirebilmek ki bu sayede fırtınadan
çıktığında kendi çıkarlarını koruyabilsin. Bu haftadan sonra en önemli şey,
sadece Türkiye’nin bu vizyonu açıkça dile getirmesi değil, aynı zamanda
vizyonunun hayata geçtiğini görmek için fırsatçı ilişkilerden feragat etmesi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder