4 Eylül 2017 Pazartesi

J.L.SHAPIRO: TÜRKİYE FIRTINANIN ODAĞINDA



TÜRKİYE FIRTINANIN ODAĞINDA

Jacob L. Shapiro (Geopolitical Futures Analiz Direktörü)
Geopolitical Futures, 25.8.2017

Tercüme: Zahide Tuba Kor

Geçen sene bu zamanlarda Türkiye bir krizle mücadele halindeydi. Ordu içinden bir fraksiyon hükümeti devirmeye çalışmıştı ve neredeyse bunu başaracaklardı da. Ama sonunda kalkışma başarısızlığa uğradı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, iktidarına yönelik mevcut ve muhtemel muhalifler sistemini tasfiye fırsatını elde etti. Bu tasfiye henüz bitmiş değil ve Türkiye hala resmen olağanüstü hal altında yaşıyor. Ama krizin en kötüsü geçti ve Türkiye istikrara kavuşmaya başlamış durumda.
Şimdilerde ise kaos, Türkiye’nin içinde değil, çevresinde. Ve Türkiye’nin neredeyse tamamen ayağa kalktığının en kesin işaretlerinden biri sözkonusu kaosla mücadele etme şekli.

Ankara’nın Perspektifi
Bir an için dünyayı Ankara’nın perspektifinden düşünün. Güneyinde İslam Devleti (İD)’nin başı yavaş yavaş ezilmekte; Irak’ta son kalelerini zar zor elinde tutmakta ve Suriye’de ABD destekli Suriye Demokratik Güçleri (SDG)’nin ve Rusya destekli Esed rejiminin saldırısı altında. Türkiye İD’in yenilgiye uğratılmasını istiyor; ama bunu yapan SDG’nin hiç de hayranı değil. (…) Güneydoğusunda Kuzey Irak’taki özerk Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY) 25 Eylül’de bağımsızlık referandumuna gitmeye kararlı gözüküyor. (…)
Daha da güneyinde İran ile Suudi Arabistan, birbiriyle bir flört ediyor, bir tehdit savuruyor. Ankara bazı karşılıklı çıkar alanlarında İran’la sınırlı işbirliği imkânını kollayarak harekete geçmeye çalışıyor. Bu arada Türkiye’nin kuzeyindeki Rusya’yla ilişkileri, hala çetrefilli olup aslında birbirinden ayrılmaz şekilde Amerikan-Rus ilişkilerine bağımlı. Rusya ile ABD, İD’le savaşlarında sessiz sedasız işbirliği içindeler, ama başka alanlarda kavgalılar. ABD, Türkiye’nin Karadeniz kıyısının öte tarafında Ukrayna’da Rusya’yı köşeye sıkıştırıyor ve tahminlerimize göre Moskova’nın buna karşılık vereceği iki coğrafya Balkanlar ve Kafkaslar olacak. Türkiye, Balkanlarda nüfuzunu artırma ümidinde ve zaten Kafkaslardaki ana oyunculardan biri. Rusların bu coğrafyalardan herhangi birindeki faaliyeti Türkiye’yi de etkileyecek olup Ankara buna şimdiden hazırlıklı olmalı.
Ankara’nın bu meydan okumalara karşı mukabelesi, Türk dış politikasının tipik bir karakteristiğine dönüşmüş durumda: Kendisini herhangi bir eksene tamamen bağlamaksızın bütün taraflar arasında denge kurmaya çalışmak. Son haftalarda Türkiye’nin ardı ardında ağırladığı misafirler de bunun bir göstergesi. Geçen hafta İran genelkurmay başkanı resmi görüşmeler için Ankara’daydı. Bu hafta başında Rus genelkurmay başkanı da Suriye’de koordinasyon faaliyetlerini görüşmek üzere Türkiye’yi ziyaret etti. Ardından 23 Ağustos’ta Amerikan Savunma Bakanı James Mattis de çeşitli görüşmeler yapmak için Ankara’daydı.
Türkiye İran’la askeri işbirliğini artırma sözü verdi ki, her iki ülkenin de uzun vadede bölgesel liderlik arzusunda olduğu düşünüldüğünde bu sürpriz bir gelişme. Nihayetinde iki ülkenin çıkarları birbiriyle örtüşmüyor. Yine Ankara, Suriye’de taktik koordinasyon konusunda Rusya’yla anlaştı ve Türkiye’nin Suriye Kürtlerinden duyduğu endişeleri Moskova’nın anlayışla karşılamasını saygıyla selamladı. Ancak Türkiye’nin, tıpkı İran’la olduğu gibi, Rusya’yla da hem kısa vadede (Suriye’nin geleceği ve Esed’in rolü) hem de uzun vadede (Kafkaslar ve Güneydoğu Avrupa’daki rekabet) temel stratejik farklılıkları sözkonusu. Bu güçlerin –yani Kürtlere karşı İran ve Türkiye’nin, bölgedeki Amerikan nüfuzuna karşı da Rusya ve Türkiye’nin– birbirine yardımcı olabileceği taktik yollar var; ama bunlar uzun vadeli ittifaklar değil.
Bir de yıllardır Türkiye’nin ilişkilerinin giderek bozulduğu ABD var. Mayıs ayında ABD’nin Suriyeli Kürtleri silahlandırma kararı ikili ilişkilere vurulan diğer bir darbeydi ve Mattis’in ziyareti görünen o ki büyük ölçüde bu meseleyi çözüme kavuşturmak içindi. Pentagon’un resmî açıklamaları tipik siyasi açıklamalardan ibaretti: temelsiz hoş tınılar. Ancak ismi açıklanmayan Türk yetkililer, Mattis’in Türkiye’nin PKK militanlarına karşı savaşına nasıl yardım etme sözü verdiği ve Suriyeli Kürtlere Amerikan desteğinin nasıl İD’e karşı savaşla sınırlı olduğunu dinlemek isteyen her muhabire anlatıyorlar. Mattis’in IKBY’nin bağımsızlık referandumuna alenen karşı çıkışı da muhtemelen incitmedi. Şu an için Türkiye, ABD’yle -geçtiğimiz aylardakine kıyasla- kamuoyu önünde çok daha rahat görünüyor; dolaysıyla Mattis Ankara’da her ne vaatte bulunduysa arzu edilen etkiyi bıraktı.

Süper Güçler Arasında
Türkiye’nin şu an için etkilemesi bilhassa zor olan konu Rusya ile ABD arasındaki denge. Gelecek yıllarda Türkiye’nin zorunlulukları, Ankara’yı, Rusya’nın kendi nüfuz alanı saydığı bölgelere el uzatmaya mecbur bırakacak. Ankara böyle bir çatışma için henüz hazır değil ve bu ara dönemde Rusya, hem Kafkaslarda önemli hem de Ortadoğu’da güçlü bir oyuncu.
Türkiye’nin zorunlulukları, ABD’nin bölge vizyonuyla örtüşüyor; ama bu öyle mükemmel bir izdivaç da değil. ABD bölgede bir güç dengesi arıyor ve Türkiye’nin ast [yani kıdemce aşağı] müttefiki olmasını istiyor. Türkiye ise kendisini, başkalarının ricasını yerine getirmek zorunda olmayan yükselen bir güç olarak görüyor; bu ricacı güçlü ABD olsa bile... Türkiye, her iki gücü de [yani ABD ve Rusya’yı] püskürtebilecek kadar güçlü değil ve fakat herhangi biri önünde el pençe divan durması da Türkiye’nin çıkarlarına ulaşmasını sağlayacak değil; bu yüzden her ikisiyle de ilişkileri çetrefilli.
Türkiye’nin oynadığı oyunun çetrefilliğinin altını çizercesine Mattis’in Ankara’dan sonraki durağı Kiev’di. (…)
(…)

Bir vizyonu açıkça dile getirmek
Bütün bu konular Türkiye için çok önemli ve şu an Türkler kendi kapasitelerini aşmayacak şekilde çıkarlarının peşinden koşmak için bütüncül bir plan formüle etmeye çalışıyorlar. Bütün o Suriye’ye müdahale etme veya çeşitli Kürt gruplara saldırma tehditlerine rağmen Türkiye savaşın dışında kaldı. Hatta dışişleri bakanı, bağımsızlık referandumuna gittiği takdirde IKBY’le olan sınırı kapatma seçeneğini kabul etmedi. Türkiye’nin temel hedefi, (i) çoğu Irak Kürt’üne kıyasla Türkiye Kürtleriyle çok daha fazla ortaklıkları bulunan Suriye Kürtlerini şeytanlaştırmak ve (ii) Rusya ve ABD’ye sunabileceği desteği bir koz olarak kullanarak her ikisinin de politikalarını Türkiye’nin acil meseleleriyle uyumlu hale getirtmeye çalışmak.
Askeri darbe kalkışması Türkiye’yi, özellikle de onun sert gücünü kısa bir süreliğine zayıflattı. Ama aynı zamanda Erdoğan’a içerideki engelleri temizleyip daha büyük ihtiraslar peşinde koşma şansı verdi. Bir senelik bir toparlanma döneminden sonra bugün Türkiye sadece 1,5 hafta içerisinde ABD’nin, Rusya’nın ve İran’ın en üst düzey savunma yetkililerini misafir etmekte. Sadece bu kadar da değil; bütün bu temsilciler Türkiye’ye [ayaklarına] geliyor ve Ankara, kendi acil meseleleri dışında başkalarının herhangi bir gündemine kendini bağımlı kılmadan onlara yardım etmenin fiyatını/karşılığını da yine kendisi belirliyor: (i) milli bütünlüğünü aynen korumak, (ii) ordusunu ve ekonomisini yeniden inşa etmek ve (iii) başkalarını kendi hallerine bırakıp birbirleriyle savaşarak kendilerini zayıflatmalarına engel olmamak.

Türkiye sürdürebildiği müddetçe fırtınanın odağında kalmak istiyor; ama nihayetinde Ankara çevresinde olan biten her şeyi kontrol edemez. Yapabileceği tek şey, kendisini mümkün olduğunca güçlü hale getirmek ve bölgesel çevresini yeterince şekillendirebilmek ki bu sayede fırtınadan çıktığında kendi çıkarlarını koruyabilsin. Bu haftadan sonra en önemli şey, sadece Türkiye’nin bu vizyonu açıkça dile getirmesi değil, aynı zamanda vizyonunun hayata geçtiğini görmek için fırsatçı ilişkilerden feragat etmesi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder