TRAJEDİYİ
ÖNLEMEK İÇİN TRAJİK DÜŞÜN: ‘BÜYÜK GÜÇ ANARŞİSİ’ ÇAĞINDA ABD’NİN BEKLENTİSİ NE
OLMALI?
Röportajı
veren: Robert D. Kaplan (Amerikalı dış
politika yazarı; Yeni Amerikan Güvenliği Merkezi kıdemli araştırmacısı)
Röportajı
yapan: Aaron Kliegman (Washington Free
Beacon haber editörü)
The Washington
Free Beacon, 16.9.2016
Tercüme:
Zahide Tuba Kor
NOT: Önemli bir jeopolitik ve dış politika uzmanı olan Robert D. Kaplan'ın bu blogda yer alan 20 makale, analiz ve röportaj tercümesini toplu olarak okumak için TIKLAYINIZ.
Son
haftalarda İran gemileri, Körfez’deki Amerikan Donanmasına ait gemileri
gittikçe daha fazla taciz etmekte. İran sizce ne yapmaya çalışıyor?
Amerikan-İran
nükleer anlaşması, Amerikan Başkanı Nixon’ın Çin’e gitmesi gibi bir gelişme
değil. Zira o dönemde Nixon ile Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’ın politika
değişimi konusunda Pekin’de ikna etmek zorunda olduğu sadece 2-3 kişi vardı.
Zira Çin o dönemde yukarıdan aşağıya idare edilen bir totaliter devletti.
İran’da ise güç merkezleri birden fazla. Elitler arasında şiddetli bir tartışma
sözkonusu. İranlıların çoğu dünyaya açılımdan memnun olsalar da ülkeyi kontrol
eden insanlar acımasız. Bununla birlikte ellerindeki gücü sürdürme iradesine
sahipler.
İran’daki
rejim, nükleer anlaşmadan dolayı çökecek veya değişecek bir rejim değil. Şunu
hiç unutmayın ki 2011’de Mısır, 1989’da Romanya, 1979’da İran ve diğer
yerlerdeki rejimler paramparça olurken bütün bu ülkelerin liderlerinin
sağlıkları zaten bozulmuş durumdaydı ve yönetme iradelerini artık
yitirmişlerdi. İran yönetiminin şu anda Suriye’de yapıp ettiklerine bir bakın.
Kendisine bağlı olan Şam’daki iktidarı ayakta tutmak için çok sayıda insanı
öldürmekte. Tahran’daki, “Nükleer anlaşmaya imza koyma nedenimiz ekonomimizi
yoluna koymak, iktidarımızı sürdürmek; anlaşma biz sürdürdüğümüz kadar gidecek”
diyen çok uç bir liderlik.
Başkan
Obama, The Atlantic dergisinden Jeffrey Goldberg’e nisan ayında verdiği
mülakatta demişti ki, Suudi Arabistan ve İran soğuk bir barış içinde bölgeyi
“paylaşmalı”. Sizce bu gerçekçi mi?
Nixon’ın
Çin’le yakınlaşmasının işleme nedenlerinden biri, ABD’nin Japonya’ya teminat
vermesi ve –Çin’le yakınlaşmaya son derece öfkelenen– Tayvanlılara korunacakları
hususunda garanti vermesiydi. Suud ile İran arasında bir güç dengesi kurmaya
çalışmak iyi bir şey; ancak bunun işlemesinin tek yolu, öncelikle kendi
müttefiklerine güvence vermektir.
Eşzamanlı
olarak müttefiklerine güvenceyi ikiye katlamadan hasmınla bir açılım
yapamazsın.
Obama
yönetiminin düzgün yapamadığı şey işte bu. Riyad veya Tel Aviv’e güvence
vermedi. Bu da sözkonusu başkentlerde Obama yönetiminin zayıf olduğu
hissiyatını uyandırdı. Nixon Çin’e gittiğinde Japonya ve Tayvan böyle
hissetmemişti. (…)
(…)
Suriye
konusunda İran-Rus ortaklığı hakkında ne düşünüyorsunuz?
İran
ile Rusya, birbirlerine güvensizlik nedeniyle stratejik değil, ancak taktik
müttefik olabilirler. Unutmayın ki Ruslar Soğuk Savaş’ın başlarında İran’ın
önemli bir kısmını işgal altına almıştı. İranlıların Ruslara güvensizliği
derindir. Rusya’yı benzer düşünce yapına sahip bir güç olarak görmeyip ABD’ye
karşı bir koz olarak kullanma eğilimindeler.
Rusların
İslami radikallikten ödleri kopuyor. İran rejiminin mevcut yapısından hoşlanmıyorlar.
Tercihleri daha az dini eğilimli bir rejim. Ama rejimi değiştiremeyeceklerini
biliyorlar. İran Devrimi sırasında Tudeh Partisi’nden çok büyük sayıda
komünistin tasfiye edildiğini hatırlayın. Rusya ile İran, tıpkı Rusya ile Çin
gibidir; ABD’ye hasım benzer düşünce yapısına sahip rejimler ancak taktik
müttefik olabilirler. Öte yandan Ruslar 19. yüzyıldan ve hatta daha da
öncesinden beri Çin’le sıkıntılar yaşıyor ve aynısı İran-Rus ilişkileri için de
geçerli.
Bu sene
Foreign Affairs dergisi için kaleme aldığınız bir makalenizde [Z.T.K. Bu makalenin tercümesine ulaşmak için tıklayınız:
“Avrasya’da Yaklaşan Anarşi”, Foreign Affairs, Mart-Nisan 2016], gerek
Rusya’nın gerekse Çin’in iç meselelerle baş edebilmek amacıyla dışarıya güç
yansıttıklarını belirtmiştiniz. Vladimir Putin’in yaptığı bu mudur?
Putin’i
veya herhangi bir yabancı lideri anlamanızın yolu, dünyaya onların
perspektifinden bakmaya çalışmanızdır, kendi bakış açınızdan değil. Putin,
Rusya’yı sadece Hitler ve Napolyon’un değil, aynı zamanda İsveçliler,
Litvanyalılar, Polonyalılar ve diğerlerinin de işgal ettiğini biliyor. Bu da
Rusya’nın meşru bir şekilde bir tampon bölge, Orta ve Doğu Avrupa’da yumuşak
bir emperyal nüfuz kurmak zorunda olduğunu salık veriyor.
Rusya’nın
yumuşak bir nüfuz alanına ihtiyacı var derken bunu Rus perspektifinden hareketle
söylüyorum, yoksa Amerikan bakış açısından değil. Bu, Varşova Paktı gibi tam
anlamıyla bir işgal demek değil. Zaten Varşova Paktı başarısız olmuştu. Bunu
korumanın çok pahalı olduğunun Putin zaten farkında. Onun yaptığı, Baltık
ülkelerinden başlayıp Romanya ve Bulgaristan’a kadar inen hatta bulunan
rejimleri zayıflatmak. Suriye’ye karadan değil havadan müdahil oluyor ve yeni
bir düzen dayatmayıp mevcut düzeni destekliyor. Putin’in düşündüğü bence şu:
“Amerikalıların Irak’ta saplandığı gibi bir bataklığa düşmeyeceğiz. Yumuşak bir
tampon bölgeyle emperyal nüfuzu tesis ederek eski SSCB’nin çok daha kurnazca ve
düşük kalorili bir versiyonun yeniden kuracağız.” Ve eğer ki bunu doğru düzgün
hayata geçirirlerse iktisaden sıkıntıdaki kitleler için bu çok daha büyük bir
gösteri olacaktır.
Sizce
Putin, Baltıklarda herhangi bir adım atabilir mi? Orta ve Doğu Avrupa’ya daha
fazla NATO birliği konuşlandırmak acaba Putin’i caydırır mı?
Putin
nereye kadar gidebileceğini yokluyor. Eğer herhangi bir karşılık görmezse daha
da ileri gidecek. 2012’de Obama Avrupa’dan iki hücum tugayını geri çekti. Bu
bir nevi Obama’nın “Görev Başarıyla Tamamlandı” çıkışıydı. Rusya’nın büyük
Gürcistan’ı işgalinin hemen ardından gelen bu adım, gücü yansıtma ve NATO’nun
doğu kanadına baskı yapma noktasında Putin’e manevra alanı olduğu sinyalini
verdi.
Ancak
Ashton Carter’ın savunma bakanlığına gelmesiyle birlikte ABD olarak yavaş yavaş
bu politikamızı değiştirmekteyiz. Rotasyona bağlı askeri birlikleri geri
yolladık. Romanya ve Polonya’yla füze savunma anlaşmaları imzaladık. Böylelikle
Obama yönetimi yavaş yavaş gidişatı değiştirdi. Ancak bana göre Putin’e “Biz de
kozlar var. Fazla üstümüze gelme, zira bir çatışma çıkması ne senin çıkarına ne
de bizim” mesajını verecek şekilde Orta ve Doğu Avrupa’ya kalıcı askeri
birlikler konuşlandırmak için yapmamız gereken daha çok şeyler var.
Sizce
Çin ne yapmaya çalışıyor?
Çin
sadece bir büyük dünya gücü olarak yeniden ortaya çıkıyor. ABD’nin 19. yüzyıl
boyunca ve 20. yüzyılın başında Karayipler bölgesinde yaptığının bir benzerini
Güney Çin Denizi’nde yapmaya ve buna ilaveten bir de Hint Okyanusu boyunca
limanları geliştirmeye ve projeleri hayata geçirmeye çalışıyor. Adım adım
ilerleyen bir süreç içinde Avrasya’nın güney kıyı kuşağı boyunca iki okyanusu
kuşatan bir donanma gücü olacak ve buna bir de Orta Asya’da Ruslarla rekabeti
eklenecek. Rusların Çin’e güvenmeme nedenlerinden biri işte bu. Çinliler eski
SSCB coğrafyasında boru hatları, yollar ve demiryolları inşa etmekte.
ABD
Çin’in yükselişini ne ölçüde kabullenmeli?
Çin’in
Pasifik Okyanusu ile Hint Okyanusu’nda daha büyük bir donanma rolü yadsınamaz.
Askeri büyümesi de meşrudur. Çin bir İran değildir. Hiçbir zaman hiçbir ülkeyi
yerle bir etmek veya haritadan silmekle tehdit etmiş değil. Aşırı bir
ideolojiye de sahip değil. Çin yeniden ortaya çıkan bir emperyal güç olup son
35 yıldır, ABD’nin 1861-1865 Amerikan İç Savaşı ile 1898 İspanyol-Amerikan
Savaşı arasındaki sakin geçen on yıllarda şaşırtıcı bir hızda iktisadi büyüme
kaydettiği dönemde izlediği yolun bir benzerini takip ediyor.
Sürekli
kapitalist genişlemenin sonucu, büyük bir donanma inşa etmektir. İktisadi
genişlemeye paralel olarak yeni çıkarlarını korumak üzere bir ordu kurmaktır ve
yine statü meselesi devreye girer. Çin’in büyük güçlerin doğuş veya yeniden
ortaya çıkış kalıbı dışında başka bir şey yaptığına şahit değilim. Bunu
kabullenmeliyiz demiyorum, sadece yaşananların hiçbirine şaşırmadığımın altını
çiziyorum. Elinize bir harita alıp Pekin’in perspektifinden bakarsanız Çin’in
Güney Çin Denizi’ndeki çıkarlarının tamamen mantıklı olduğunu görürsünüz.
Mantıklı
demek, bunun bizim perspektifimizden meşru olduğu anlamına gelmez. Kastettiğim
şey onların bir çılgın olmadığı. Çin, vakti zamanında bizim Karayiplerde
hâkimiyet kurarak neleri başardığımızı, nasıl önce Batı Yarımkürede etkili bir
kontrol sağlayıp ardından Doğu Yarımküredeki güç dengesini etkileyebildiğimizi
görüyor.
Çin’in
Doğu ve Güney Çin Denizlerinde yaptığını ne ölçüde makul bir şekilde
püskürtebiliriz?
Ashton
Carter’ın yaptığını beğeniyordum. Pentagon, seyrüsefer serbestisi
tatbikatlarıyla [Çin’in yayılmasını] püskürtmeye çalışıyor… Tarih boyunca
savaşlar başlar, ama hiçbir taraf savaşı bizzat başlatmak istemez. Mevcut
devasa farklılıkları tetikleyen bir olay veya bir kaza yüzünden savaş
başlatılır. Burada risk şu: Çin veya Rusya’yla bir askeri çatışmaya girersek
bunu nasıl sonlandıracağız?
Problem
şu ki Çin ve Rusya demokratik değil, otoriter rejimlere sahip. Demokratik bir
rejim eğer savaşı kötü yürütürse devlet başkanı gözden düşer ama sistem yürüyüp
gider. Rusya veya Çin gibi bir otoriter rejimde ise Baltık Denizi’nde veya
Karadeniz’de veyahut Güney Çin Denizi’nde bazı olaylarla tetiklenen bir hızlı
çatışmada Moskova veya Pekin’deki bir diktatör fena halde yara alsa da Amerikan
başkanı kadar gözden düşmez. Dolayısıyla savaşa var gücüyle devam etmek
zorundadır… Washington’da şu an hiç kimsenin tartışmadığı bir alana girersek,
eğer ki bir çatışma çıkarsa acaba bu bir rejim değişikliğini tetikler mi? Ki
bundan sonra dünya bir daha eski haline hiç geri dönemeyebilir.
Herkes
askerî yığınaktan, daha sert olmaktan bahsediyor. Bu çok iyi, ama eğer ki şu
soruyu da peşi sıra sorarsan: Bir çatışma patlak verirse bunu nasıl
sonlandıracaksın?
2014’te
Stratfor için kaleme aldığınız bir makalede, Soğuk Savaş sonrası düzenin artık
sona erdiğini ve bundan sonra dünyanın başıbozuk bir karmaşaya dönüşeceğini belirtmiştiniz.
Ama şu an duyduğum, Rusya, Çin ve İran’ın Birinci Dünya Savaşı öncesinin
emperyalizmini güttükleri. Dünyanın başıbozuk bir karmaşadan ziyade nüfuz
alanlarına dönüşmekte olduğunu düşünüyor musunuz?
Bu
gerçekliğe yüzeysel, üstünkörü bir bakış. Hem Rusya’nın hem de Çin’in içeride
başları oldukça dertte. Çin’in kendi iç tarihinde geçtiğimiz 30 yıl, önümüzdeki
30 yıldan çok daha istikrarlıydı. Rus ekonomisi felaket bir durumda. Pekin’de
ve Moskova’da iç istikrarın otomatikman devam edeceğini farz etmemeliyiz.
Yüzeysel olarak yeni bir büyük güçler rekabetine şahit olsak da bu, Rusya ve
Çin örneklerinde güç değil, iç zafiyet üzerine inşa edilmiş durumda.
Tam da
bu yüzden biz, gerek Soğuk Savaş gerekse –şu anda fiilen bitmiş durumdaki–
Soğuk Savaş sonrası döneme kıyasla bir anarşi çağına giriyoruz
Son
kitabınız olan Earning the Rockies’i de konuşalım.
Coğrafya
hala dünyadaki Amerikan rolünü şekillendirmeye devam ediyor. Dünyada ne yapıp
ne yapamayacağımız hala daha coğrafi şartlara bağlı. Büyük bir halkız ve bunu
sadece kim olduğumuza değil, nerede yaşadığımıza da borçluyuz. Avrasya büyük
kara parçasının çevresindeki en büyük coğrafi kıta Kuzey Amerika ılıman bölgesi
olup bu sayede Avrasya’daki mücadelelere yakalanmadan orayı etkileyebiliyoruz.
Bu,
sadece ABD’nin iki okyanus tarafından korunuyor olmasıyla da alakalı değil,
aynı zamanda dünyadaki en büyük iç nehir sistemine de sahip ülkesiyiz. Bu nehir
sistemi 19. yılda kıtayı bütünleştiren şeydi (…). Bütün bu tarım ürünlerini
yetiştirip aynı zamanda dünyaya pazarlamak üzere Mississippi Nehri üzerinden
güneydeki Karayiplere ve buradan da engin denizlere açılabiliyoruz. Bu sayede
hem Avrasya’nın problemlerinden kendimizi soyutlarken hem de dünya sistemine
bağlanabiliyoruz.
En
önemli nokta da şu: ABD’nin ilk imparatorluk tecrübesi 1898’de Filipinler’le
değil. 19. yüzyıl ortasında Büyük Düzlüklere (Great Plains) ve Batı Kayalık
Dağlara (Rocky Mountains West) yerleşimdi. Tarihte ilk kez bir Anglosakson
kültür çölle tanıştı ve bu, Amerikan karakterini değiştirdi. Bu, öncülere [Z.T.K
bölgeye ilk yerleşenleri kastediyor] sınırları, nasıl
vahşileşilebileceğini, trajediyi önlemek için nasıl trajik düşünülebileceğini
öğretti. Dış politikada nasıl daha ihtiyatlı olunacağını bize öğretmesi
bakımından [kitapta] öncülerin tecrübelerine eğilmeye çalışıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder