IRAK VE SURİYE BİR
DAHA ESKİ HALİNE GERİ DÖNEMEZ
Röportajı
veren: Robert D. Kaplan (Amerikalı dış
politika yazarı; Yeni Amerikan Güvenliği Merkezi kıdemli araştırmacısı)
Röportajı yapan:
Jim Wiandt (ETF.com’un
kurucusu ve eski CEO’su)
Inside EFT’s Europe, 26.4.2016
Tercüme: Zahide
Tuba Kor
NOT: Önemli bir jeopolitik ve dış politika uzmanı olan Robert D. Kaplan'ın bu blogda yer alan 20 makale, analiz ve röportaj tercümesini toplu olarak okumak için TIKLAYINIZ.
NOT: Önemli bir jeopolitik ve dış politika uzmanı olan Robert D. Kaplan'ın bu blogda yer alan 20 makale, analiz ve röportaj tercümesini toplu olarak okumak için TIKLAYINIZ.
(...)
Ortadoğu’da,
özellikle de Suriye’de neler yaşandığından ve Suriye çatışmasının Ortadoğu’ya
ve Avrupa’ya etkilerinden bize biraz bahsedebilir misiniz?
Geniş Ortadoğu’daki
anarşinin kökenindeki sebepler gazetelerde hiç yazılmıyor. Yaşanan şey, ardı
ardında emperyal sistemlerin çöküşü. İmparatorlukların kötü olduğuna inanmayın
sakın, gayet iyi yapılardı. [Z.T.K. Kaplan’ın
bu konudaki makalelerinin tercümesine ulaşmak için tıklayınız: “İmparatorluğu savunma adına”, the Atlantic, Nisan 2014; “Ortadoğu’da imparatorluğun kalıntıları”, Foreign Policy, 25.5.2015]
Tarihin kahir
ekseriyetinde insanlığın büyük bir kısmı bir çeşit emperyal sistem altında
yaşadı. Ortadoğu’da Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı imparatorluk sistemi,
İkinci Dünya Savaşı sonunda İngiliz ve Fransız emperyal sistemi çöktü.
Bundan sonra Saddam
Hüseyin, Kaddafi ve Esed ailesi gibi post-emperyal diktatörlüklerin yönetimine
şahit olduk. Bunlar emperyalizmin çizdiği sınırlar dahilinde ülkelerini
yönettiler ve totaliter hapishane devletleri kurdular.
Amerikan güç
projeksiyonu bir dizi sebeple (...) artık alışıldığı gibi değil. Dolayısıyla
ortada bir boşluk var. Biz şu anda “post-emperyal an”ı yaşıyoruz. [Z.T.K. Kaplan’ın bu konudaki makalesinin
tercümesi: “Postemperyal çağ”, the National Interest, Mayıs-Haziran 2016] Bunu isterseniz daha da açabilirim.
Avrupa’yla doğrudan
bağlantılı olan bir başka boyut da şu: Akdeniz binlerce yıldır Avrupa’nın
merkeziydi. Ancak ne zaman ki Araplar 7. ve 8. yüzyıllarda [Akdeniz’in
güneyini] işgal etti, işte o zaman
Akdeniz ikiye bölündü.
Avrupa, İslami ve
Hristiyan İspanya dışında, ekseriyetle Kuzeyli bir girişim olarak görüldü.
Şimdi ise Akdeniz’in Kuzey Afrika ve Doğu Akdeniz kısmından kuzeye doğru akan
mültecilerle Akdeniz’in yeniden bütünleşmesine şahit oluyoruz. [Z.T.K.
Kaplan’ın bu konudaki makalesinin tercümesi: “İslam Avrupa’yı nasıl yarattı?”, the Atlantic, Mayıs 2016]
Medyada barış
görüşmelerinden bahsedilse de, benim gördüğüm kadarıyla Suriye’deki savaş devam
edecek. Irak ve Suriye bir daha eski haline geri dönemeyecek.
Artan çatışmanın
sizce en büyük riskleri neler? Mesela Irak ve İran’ın aşiret alanlarına
bölünmesiyle nasıl bir dalgalanma ortaya çıkacak, bunun sonuçları neler olacak?
Benim daima
zihnimin bir kenarında tuttuğum şey şu: Teknoloji, iletişim devrimi ve askeri
yeniliklerle mesafenin anlamını tamamen yitirmesi nedeniyle coğrafya yenilgiye
uğramış değil; ama daralmış durumda. Dünyanın bütün bölgeleri daha evvel hiç
olmadığı kadar birbiriyle etkileşim içinde.
İran’da yaşananları
ve Irak ile Suriye’deki krizi düşünürken bunların Ukrayna’da ve Avrupa’da olan
bitenle bağlantılı olduğunu hiçbir zaman aklınızdan çıkarmayın. Daha evvel hiç
olmadığı kadar her şey birbiriyle iç içe. Mesela Putin’in Suriye’ye müdahalesi,
kısmen Ukrayna’yı ilgi odağı olmaktan çıkartma ve böylece Suriye’den
Türkiye’ye, oradan da Avrupa’ya mülteci akınını ayarlayarak Avrupalılara karşı
bir koz edinme amacı güdüyor.
Bana göre İran,
Ortadoğu’nun en parlak noktalarından biri; zira iç bütünlüğü olan ve tarihsel
kökeni bulunan, tarih boyunca kendi imparatorluğuna sahip bir devlet. Ben
nükleer anlaşmadan çok çok önce zaten yazmıştım; eskiden beri hep ABD ile
İran’ın birbirine yakınlaşmaya mahkum olduğunu düşünmüşümdür. [Z.T.K.
Kaplan’ın bu konudaki makalelerinin tercümeleri: “Reagan gibi ol”, the Atlantic, Ocak 2010; “Nükleer bir İran’la yaşamak”, the Atlantic, Eylül 2010;
“İran’la ısınma”, the Atlantic, Şubat 2015]
(...) şu anda
Boeing’in İran Havayollarına daha fazla uçak satmak için görüşmeler yürüttüğünü
görüyorsunuz. Bu daha bir başlangıç. On sene içinde ABD’nin İran’la ve ardından
Suudi Arabistan’la yakın ilişkiler kuracağını bundan beş sene evvel yazmıştım.
Bu yolda ilerlediğimizi düşünüyorum.
Eğer ki Suriye ve
Irak’taki şiddetin İran’dan uzaklaşmaya yol açacağını düşünüyorsanız, hayır,
ilişkiler sürecek ve bu da demek oluyor ki Avrupalıların mültecilerin
baskısıyla yüzleşmesi daha devam edecek.
Siz bu sürecin
Suudi Arabistan’a ve Ortadoğu’nun diğer yerlerine de uzanacağını
düşünüyorsunuz, öyle değil mi? Bu ülkelerin İran gibi yerleşik bir istikrarı
pek fazla yok. Bunun muhtemel sonuçları neler olabilir?
Şimdiye kadar Irak,
Suriye, Libya ve Yemen’in çöküşüne şahit olduk. Ancak bu durum mali piyasaları
fazla etkilemedi. Bunu bir nevi fiyatlandırdılar. Dört Ortadoğu devleti çöktü
diye Dow Jones sanayicileri çökmedi. (...) Ancak eğer ki Suudi Arabistan’ın
zayıflaması veya çöküşü baş gösterirse veyahut Güney veya Doğu Çin Denizlerinde
bir savaş çıkarsa işte o zaman mali piyasalarda gerçek anlamda bir altüst oluş
yaşanacaktır. Suudi Arabistan bu dört ülkenin toplamından çok daha değerli.
Niçin?
Petrol ve doğalgaz
rezervleri nedeniyle. Suud’un zayıflayıp çökme ihtimali nedir? Şunu hiç
unutmayın ki Suudi kraliyet ailesi, –kelimenin tam anlamıyla 1950’lerin Taş
Devri’nden 2016’nın postendüstriyel ve postmodern toplumuna evirilen– fırtınalı
bir devrimci toplumsal değişime öncülük ederek başa geldi ve bu sayede
iktidarını korudu. Ve bu kraliyet ailesi hala yönetimde. Hala muhaliflerini
parayla satın alabiliyor. Kraliyet yaklaşık 1500 kişilik çok geniş bir aile
olduğundan, toplumun her kesimiyle ve her siyasi eğilimle kurduğu ağlar var.
Bizzat kraliyet
ailesi, iç istihbarat servisi gibi işliyor ve bu onun güçlü tarafı. Ben “Suudi
Arabistan çökecek” diyenlerin peşine takılmış değilim.
Ancak, bana göre,
petrol fiyatları yükselse bile, bölgesel farklılıkları olan ve çölde sınırlı su
kaynakları üzerine kurulu bir devletin uzun vadeli geleceği geçmişteki kadar
parlak görünmüyor. Kızıldeniz kıyısındaki Hajar [Z.T.K. Kaplan’ın
Hicaz’ı kastettiğini zannediyorum; yanlış deşifre edilmiş olmalı], ülkenin
ortasındaki başkent Riyad’a kıyasla, dünyaya çok daha açık ve kozmopolit bir
bölge.
Asıl büyük soru
şu: Suudi Arabistan’ın geleceği nedir? Geçmişe kıyasla daha kötü; ama çöküş
öngörüsünde bulunanlardan değilim.
Bu bölgelerde
istikrarı sağlama noktasında Batı’nın rolü ne olmalı? Bizim onlarla fazlaca
etkileşim kurmamızın inanılmaz şekilde beceriksizce sonuçlandığı görülüyor.
Söylediğiniz
gibi biz, ulus inşasına yardımcı olmak amacıyla mümkün olan her yolla yerel ordular,
yerel askeri birlikler inşa etmeye çalıştık; zira ulus inşası ordu inşasıyla
başlar. Dünyanın bu kısmında ordusuz bir ulus olamaz; ancak biz bunda başarısız
olduk. Bu işi bazı yerlerde zekice, bazı yerlerde aptalca yaptık. Ama zekice
yaptığımız yerler dahi bu, gerçek anlamda işlemedi.
Ardından bir
sonraki senaryo geldi. Bu neydi? Sahadaki varlığımızı iyice sınırlayacak
şekilde yerel vekiller aracılığıyla iş tutmaktı. Zira öncelikle Amerikan halkı,
Ortadoğu’nun herhangi bir yerinde ciddi bir askeri varlık bulundurulmasına
destek vermiyor.
Rusya’nın
Suriye’de yaptığı, Ortadoğu’da taklit edebileceğimiz başarılı bir operasyon
türü. Rusya Suriye’de başarılı oldu ve yeni bir düzen inşa etmeye kalkışmadı.
Sadece istikrar uğruna eski düzeni desteklemeye çalıştı. Bir bataklığa
saplanmamak için kara değil, hava gücünü kullandı. Hedefleri sınırlıydı ve bu
hedeflerine ulaştığını hissettiği anda, tamamen geri çekilmese de varlığını
azalttı. İşte bu, işleyen bir model.
Genel olarak
terörizm hakkındaki görüşleriniz nedir? Batı terörizmden ne kadar
endişelenmeli?
Terörizm bu
teknoloji çağında ortaya çıkan bir şiddet çeşididir. Biz uçak gemilerinin,
demiryollarının, kısaca her şeyin büyük olduğu Sanayi Çağını geçtik. Şu anda
Sanayi Sonrası Çağdayız ve birkaç odayı havaya uçurmak için cebinize yeteri
kadar plastik patlayıcı doldurmanız yeterli. Bu durum devlet dışı grupları ve
teröristler gibi küçük grupları güçlendirmekte.
Bunları
bastırabiliriz, ama tamamen yok edemezsiniz. Bunu hastalığı tedavi etmek yerine
baskılamak gibi düşünebilirsiniz. Kanaatimce terör, birlikte yaşamak zorunda
olduğumuz, ardı arkası kesilmeyen sürekli bir faktör olacaktır. Buna karşı en
iyi korunma ordular eliyle değil, istihbarat teşkilatlarıyla, telefon
dinlemeleriyle, Ulusal Güvenlik Ajansı ve polis kuvvetleri gibi her tür araçla
özel hayatları gizlice araştırarak sağlanacaktır. New
York Polis Gücü’nün dünya çapında kendi istihbarat teşkilatı var. Gelecek bu
şekilde görünüyor.
Şu anda bütün
dünyadaki jeopolitik duruma baktığınızda sizin temel endişeleriniz ve bizim de
gelecekle ilgili en çok endişelenmemiz gereken şeyler nelerdir?
ABD’den sonra
dünyanın en büyük nükleer gücü olan Rusya’yla ilişkilerimiz daha iyi olabilirdi
diye düşünebilirdim.
Ancak Rusya hala
bir tehdit. Baltık Devletleri oldukça hassas. Baltık devletlerini ve Romanya,
Bulgaristan gibi ülkeleri NATO’ya kabul ederken dışarıdan gelecek herhangi bir
saldırıya veya istilaya, yani Rusya’ya karşı onları koruyacağımıza dair bir
antlaşma imzaladık. Bu da demek oluyor ki biz, bir antlaşmayla bu devletleri
koruma noktasında kendimizi hukuken bağladık, her ne kadar Rusya bu devletlerin
sınırlarının çok yakınında büyük askeri birliklere sahip olsa da.
Diğer bir mesele
Güney ve Doğu Çin Denizleri. Herhangi bir savaş yaşanması ne ABD olarak bizim
ne de Çin’in menfaatine; ancak tarih boyunca büyük güçler çoğunlukla kendi
menfaatleri hilafına çatışmalara sürüklenmişlerdir.
Amerikan-Çin
ilişkilerinin tamamen Güney Çin Denizi meselesine indirgenmesinden endişeliyim.
Bunun daha geniş çaplı Amerikan-Çin ilişkilerine yön verdiği bir gerçek.
Kısaca temel
endişelerim Güney ve Doğu Çin Denizleri, Baltık Devletleri ve aynı zamanda tüm
Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri. Daha evvel bahsettiğim üzere Suudi Arabistan’ın
çöküşü –her ne kadar öngörmesem de ve beklemesem de– yakından takip edilmesi
gereken bir tehlike; zira Amerikan-Suudi ilişkileri gergin olsa da bölgede
Amerikan gücünün hala daha bir siperi konumunda.
Salgın
hastalıkları ve yine –eğer ki bastıramazsak– kitlesel ölümlere yol açacak terör
saldırılarını da bu çerçevede zikredebilirim.
(…)
Gerek Çin
gerekse ABD’nin ve Batı’nın Çin’le ilişkileri hakkında ne düşünüyorsunuz? (…)
ABD
hiçbir şart altında Çin’le askeri bir savaşa girmeyi kaldıramaz. Ama öte yandan
Pasifik’teki birçok müttefikinin Çin tarafından ezilmesine müsaade etme lüksü
de yok.
Bu
nedenle müttefiklerini savunmalı, ama Çin’le bir çatışmaya girmeden. Bunun bir
yolu da Çin’le çok yönlü bir karmaşık ilişkiler ağı kurarak ilişkilerimizi öyle
basitçe Güney ve Doğu Çin Denizleri’ndeki anlaşmazlıklarımıza
indirgememek için
sıkı çalışmaktır.
Bu
nedenle Güney ve Doğu Çin Denizleri’ndeki anlaşmazlıkların
zararını azaltmak babından Çin’le mümkün olduğunca fazla alanda işbirliği içinde
çalışmalıyız.
(…)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder