SUUDİ
ARABİSTAN EKTİĞİNİ BİÇİYOR
David
Hearst (Middle East Eye internet
sitesi baş editörü; eski İngiliz Guardian gazetesi dış politika başyazarı)
Middle
East Eye, 2.11.2016
Tercüme:
Zahide Tuba Kor
NOT: Ortadoğu'yla ilgili çok önemli yazılar kaleme alan David Hearst'ten şimdiye kadar yapılmış 8 tercümeyi toplu olarak okumak için TIKLAYINIZ.
NOT: Ortadoğu'yla ilgili çok önemli yazılar kaleme alan David Hearst'ten şimdiye kadar yapılmış 8 tercümeyi toplu olarak okumak için TIKLAYINIZ.
Riyad’ın
komşuları üzerindeki sıkı kontrolünün gevşediğine dair iki işaret var:
Birincisi, [Yemen’deki] Husilerin Mekke’nin batısındaki Cidde
havalimanına fırlattıkları uzun menzilli füze. İkincisi, bir zamanlar
Suudilerin finanse ettiği Lübnanlı işadamı Saad Hariri’den aldığı destekle [Z.T.K.
seçimlerin yapılamaması nedeniyle 2,5 yıldır boş kalan] Lübnan
cumhurbaşkanlığına Mişel Aun’un seçilmesi. Aun [Z.T.K. iç savaş
sırasında] genelkurmay başkanıyken bizzat savaştığı Hizbullah ve Şam
tarafından destekleniyor [Z.T.K. Ordu komutanı Aun, iç savaşın sonuna
doğru 1989’da Suriye’ye karşı ulusal kurtuluş savaşı başlatmış; ancak Soğuk
Savaş’ın sona ermesi ve Körfez Savaşı’nın arifesinde değişen küresel ve
bölgesel dengeler bağlamında giderek yalnız kalan Aun, Suriye’nin harekatı
karşısında tutunamayarak Ekim 1990’da Paris’e kaçmıştı. 2005’te Hariri
suikastının ardından Suriye askerlerinin Lübnan’dan çekilmesi üzerine sürgünden
ülkesine dönüp siyasi parti kurarak cumhurbaşkanı olma hayaliyle
Suriye-Hizbullah bloğuna yaklaşmıştı. Suriye de eski baş düşmanı Aun’a Suriye
aleyhtarı Hıristiyanların saflarını ve oylarını bölmek için destek vermişti.
Aun, 28 yıl sonra en büyük hayali olan cumhurbaşkanlığı koltuğuna Saad
Hariri’nin geri adım atmasıyla oturdu].
Her
ikisi de Suudi kraliyetine yönelik bir çeşit darbe niteliğinde. Her iki Arap
komşusunun da Riyad’daki dış politika adına dönen rüzgârgülünün şiddetli
sapışına ilişkin anlatacağı kendi hikâyesi var. Suudi Arabistan bugüne kadar üç
stratejik hata yaptı.
Irak’ı
ele alalım. Suudi Arabistan, sekiz sene süren İran-Irak Savaşı’nda İran’a karşı
Saddam Hüseyin’e 25 milyar dolarlık düşük faizli borç vermişti. Savaşın sona
ermesinden iki sene sonra 1990’da Irak borç batağına saplanmışken Riyad ve
Kuveyt petrol üretimlerini azaltmayı reddetmek suretiyle Saddam’ın altını
oymuştu. İşte bu, Irak’ın Kuveyt’i işgalinin sebeplerinden biri oldu. [Z.T.K.
Kuveyt’i Irak’ın işgalinden “kurtaran”] 1991’deki Körfez Savaşı için bu
defa Suud ve Kuveyt savaşın maliyeti çerçevesinde ABD’ye 30 milyar dolar ödemek
zorunda kalacaktı. [Z.T.K. Körfez Savaşı’nın masraflarının önemli bir
kısmını Suud, Kuveyt, Almanya ve Japonya karşıladı]
2003’teki
Irak Savaşı’nda ise kraliyet iki yönlü oynadı. Dönemin Veliaht Prensi Abdullah,
Irak’ı işgalin muhtemel sonuçları konusunda Amerikan Başkanı Bush’u uyardı ve
Suud Dışişleri Bakanı da ülkesindeki askeri üslerin kullanılmasına müsaade
etmeyeceğini açıkladı. Ama uygulamada tam aksi yaşandı. Suudi toprakları ve
askeri üsleri koalisyon kuvvetleri için hayati noktalar haline geldi.
Saddam’ın
devrilmesi, Baassızlaştırma politikası ve bunun yol açtığı güç boşluğu, Irak’ın
İran’a altın tepside sunulmasına yol açtı. Tahran, Şii ağırlıklı Irak’ın
güneyine sosyal refah hizmetlerini sunan bir aktör olarak işe başladı. Zamanla
ana siyasi hamiye dönüştü ve sonunda kendi vekil Şii milislerini kontrol eden
askeri bir güç haline geldi.
Yemen’i
ele alalım. Onlarca yıldır Suud’un Yemen’deki adamı diktatör Ali Abdullah
Salih’ti ve 2011 yazında [Z.T.K. cumhurbaşkanlığı sarayına
düzenlenen] bombalı saldırıda çok ciddi şekilde yandığında hayatını
kurtaran Suudi doktorlardı. O dönem haber yaptığım gibi, Suudiler Birleşik Arap
Emirlikleri’yle birlikte Husilerle temasa geçmiş ve başkent Sanaa’ya doğru
ilerlemeleri için teşvik etmişlerdi.
Plan,
Yemen’deki İslamcıları temsil eden Islah Partisi mensuplarıyla bir savaş
çıkartmaktı [Z.T.K. Bunun için daha evvel Husilerle çatışan
Selefilere silahı bırakması için Suud baskı yaptı]. Ancak [Z.T.K.
Islah’ın kendisine karşı oyunu fark ederek Husilerle çatışmaması üzerine] Husilerin
başkente hiçbir muhalefetle/engelle karşılaşmadan kolayca girmesi ve [burada
durmayıp] güneydeki Aden’e doğru ilerlemesiyle plan nefes kesici bir
şekilde geri tepti. O andan sonra Suudiler, İran’ın [Husiler üzerinden] yeni bir açılım yapmasını sağlamakla düştükleri
hatayı anladılar. Geriye çok az seçenekleri kaldı.
Sonuç,
ülkeyi yerle bir eden bir Suudi hava harekâtı oldu; ama şimdiye kadar başkent
Sanaa’yı geri almakta veya füzelerin Cidde’ye veya Mekke’ye düşmesini
engellemekte başarısız oldu.
Mısır’a
bakalım. Kral Abdullah, Mısır’da stratejik bir tercihte bulunmamakla
suçlanamaz. Nitekim o, stratejik tercihini Mısır devrimine karşı koyma yönünde
yaptı ve bu, Suudi Arabistan’ın en büyük hatası oldu.
Kuveyt
ve Birleşik Arap Emirlikleri’yle birlikte Suudi Arabistan, Mısır’ı istikrara
kavuşturmakta başarısız olan bir adam için tutup da 50 milyar dolar harcadılar
ve şimdilerde bu adam Suud’un düşmanı İran’a kur yapmakla meşgul. Aslında en
baştan beri onun Suud’la ilişkisi nakit para üzerine kuruluydu. 2013’te Sisi,
kendisini askeriyenin başına geçiren Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’ye ihanet
edip etmeme konusunda üç ay boyunca tereddütte kaldı.
Özel
bir kaynağımdan aldığım bilgiyle daha evvel yazdığım üzere Sisi, Körfez
ülkelerinden 12 milyar dolar para sözünü aldıktan sonra Mursi’yi devirdi. Peki
Suudiler akıttıkları para karşılığında ne elde ettiler?
Bölgede
pozisyonların değişimi
Mevcut
Suudi-Mısır ağız dalaşı abartılabilir. Bazıları diyor ki Suudiler Sisi’yi terk
etmekten hiç memnun kalmayacak, zira ona aşırı derecede fazla yatırım yaptılar.
Ancak
görüldüğü kadarıyla Mısır, Suudilere Yemen’de savaşmak üzere askeri birlik
sağlamaktan kaçındı ve Suudileri öfkelendirecek şekilde Halep’le ilgili
Rusya’nın hazırladığı BM karar tasarısı lehine oy kullandı. Mısır, Suriye
rejimine karşı çıkan ülkeleri dengelemek üzere İran’ın talebiyle İsviçre’deki
görüşmelere dâhil edildi ve ayrıca Hizbullah ve Husilerle bağlantı kurdu.
Mısırlı
diplomatlara göre bu bağlantının amacı, Yemen’deki savaşın sona ermesi için
arabuluculuk yapmak ve Halep’te Suriye devletini desteklemek. Ancak Riyad,
Mısır’a ayda 700 bin tonluk petrol yollamayı askıya aldı.
Bütün
bu üç hatanın sonucu olarak bugün İran’la Suudi Arabistan Ortadoğu’da pozisyon
değiştirdi. Irak savaşları öncesinde İran tecrit edilmiş haldeyken Suudiler
bölgede nüfuz sahibi olmanın tadını çıkarıyordu. Şimdi ise Suudi Arabistan
çatışmalarla ve çökmekte olan devletlerle çevrelenmiş durumda. Kraliyet kuzeyde
ve güneyde savaş içinde.
Baş
düşmanı İran; Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen’de var olup dört Arap başkentini
kontrol etmekle övünüyor. Suud ise dış müdahaleler için şimdiye kadar on
milyarlarca dolar harcadı ama bölge daha evvel hiç olmadığı kadar istikrarsız.
Milyonlarca insan evlerini terk ederek mülteci kamplarına sığınırken veya
yurtdışına kaçarken Sünni liderliğin krizi daha evvel hiç olmadığı kadar ciddi
bir şekilde ufukta belirmiş durumda. Onları koruyan hiç kimse yok.
Geçici
müttefiklik, stratejik beceriksizlikler
Suud’un
iç istikrarı da olumsuz etkileniyor. Suudi kraliyeti şimdiye kadar basit bir
anlaşmaya alışmıştı: “Biz size para sayıyoruz, siz de çenenizi kapayın.” Ancak
petrol fiyatlarının ani düşüşünün ve bazı devlet sübvansiyonlarının
kaldırılmasının ardından Suud vatandaşları, dillendirilmeyen bu kuralı tersyüz
ederek kendi kendilerine şu soruyu sormaya başladılar: “Eğer devlet artık bize
para saymıyorsa niçin susalım ki?”
Kraliyet,
kendisini Sünni Arap dünyasının bir lideri olarak görüyor. Liderlik yapmak için
sadece kendiniz veya yönetici aileniz değil, aynı zamanda halkınız için de bir
vizyonunuz olmalı. Suud’un böyle bir vizyonu yok.
İran’ın
aksine Suud, bölgede kendi yerel müttefikler ağını sabırla ve sessiz sedasız
oluşturmakla vaktini geçirmedi. Halep veya Musul için felaket tellallığı
yapabilir; zira yürüttüğü çabalar ancak ve ancak mezhepçi bölünmelere yol
açacak nitelikte. Ama İran plansızlıkla suçlanamaz; zira jeopolitik kontrolü ve
bölgedeki mezhepçi yapıyı değiştirmeye çalışıyor. Öyle veya böyle İran’dan
Akdeniz’e kadar uzanan coğrafyada kalıcı söz sahibi bir aktör olmak istiyor.
Bu
amaçla İran, uzun vadeli stratejik müttefikler ağı oluşturuyor, gelecekle
ilgili önceden planlar yapıyor. Suudilerin bölgedeki devletlerle veya
liderlerle kurduğu ittifaklar ise gelip geçici ve değişken. Lübnan’da bu hafta
şahit olduğumuz gelişme işte bunun klasik bir örneği.
Her ne
zaman stratejik bir tercih yapması gerekse Suudiler hep yanlış ata oynadılar.
Tunus ve Mısır’daki Arap isyanlarında bu tercih görüldü. Muhammed Mursi’nin bir
yıllık cumhurbaşkanlığı sırasında ilk dış ziyaretini gerçekleştirdiği Suudi
Arabistan’a yaptığı teklifinde gayet netti.
Mursi,
“Bu vesileyle diyorum ki Suudi Arabistan Krallığının büyük kardeş Mısır’a
ihtiyacı olduğu gibi büyük Mısır’ın da Suudi Arabistan Krallığına ihtiyacı var.
Eğer ki bu iki ortak uzlaşırsa, eğer ki bu iki ülke ittifak ederse, eğer ki bu
iki halk razı olursa tüm Arap dünyasında ve hatta Müslüman dünyada hakiki bir
Rönesans gerçekleşecektir. İnşallah bu olacaktır. Eğer ki Suudi Arabistan
Krallığı ana-akım, ılımlı Sünni projenin, yani Sünni çoğunluğun projesinin
hamisiyse Mısır da bu projenin koruyucusu, bekçisi olacaktır” demişti.
Ani
yükseliş ve düşüş
Ama
Kral Abdullah çoktan kafasına koymuştu. Müttefiki Hüsnü Mübarek’in
devrilmesine, kendisini onun yerine koyarak, şahsen tepki gösterdi. 3 Temmuz
2013’ten Kral Abdullah’ın ölümüne [Z.T.K. Ocak 2015’e] kadarki
süreçte siyasal İslam, Suudi Kraliyetinin stratejik tehdidi haline geldi.
Bu
ölümcül bir hataydı. Arap isyanları Suudiler için bir fırsat olabilirdi. Mursi,
Riyad’a Suudi Arabistan’ın yeni Arap statükosunun öncüsü, Mısır’ın da bunun
koruyucusu olacağı bir anlaşma teklifinde bulunmuştu. İşte bu, tam da şu anda
Suudilerin ihtiyaç duyduğu ama Sisi’nin yerine getiremediği şey.
Siyasal
İslam’ı ezmek İslam Devleti’ne alan açtı. Sina, yerel bir meseleden bölgesel
bir meseleye dönüştü. Suudi Kraliyeti için süreğen bir savaş hali iktisaden bir
felakete dönüştü; her ne kadar bu, [Z.T.K. savunma sanayi alanında
dünyanın en büyük şirketi olan İngiliz] BAE Systems gibi silah sağlayıcıları
için bir nimet olsa da.
ABD ve
Çin’in ardından Suudi Arabistan dünyanın en çok askeri harcama yapan üçüncü
ülkesi. Bütçesinin dörtte birini bunun için harcıyor, yani 56 milyar dolar.
Bunun 1,14 milyar doları Eurofighter Typhoon avcı uçağı sevkiyatı için doğrudan
BAE Systems’ın hazinesine gitti. Yemen’deki dehşet verici bombardıman
harekâtına bakıp da inanmak zor ama Suud bölgedeki en iyi finanse edilen, son
model gelişmiş askeri güçlerinden biri.
Suudi
paralarının diğer bir varış noktası Amerika. Ancak devlet aktif varlıkları,
Terörizme Destek Verenlere Karşı Adalet Yasası (JASTA)’nın Kongre’den
geçmesiyle birlikte artık tehlike altında; zira sözkonusu yasa 11 Eylül
kurbanlarının Amerikan mahkemelerinde kraliyet aleyhine hukuki yollara
başvurmasını kolaylaştırıyor. Çeşitli kaynaklardan aldığım bilgilere göre
Birleşik Arap Emirlikleri çoktan ABD’deki varlıklarını geri çekmiş. Bir kere
daha Suudiler hazırlıksız yakalandılar ve varlıklarının ucuza ve zararına
satışı ihtimaliyle karşı karşıyalar.
Suudiler
bu parayı eğer bölgeye akıtsaydı, eğer Mısır’da ve Yemen’de –kimin kazandığına
bakmaksızın- demokratik seçimlerle başa geçmiş hükümetleri desteklemek için
harcasaydı neler olurdu, düşünün bir kere.
Mısır
çoktan demokratik dönüşümünde aşamalar kaydetmiş olurdu. Yemen’de Salih’in ve
Husilerin tehdidi gerilerdi. Sina’da silahlı isyan olurdu, ama bu denli
tehlikeli ve şiddetli bir hale bürünmezdi. Arap dünyanın her yerinde İslamcılar
takip edilecek şiddet içermeyen ve başarılı bir model ortaya koyarlardı. Cihatçılara
destek ortadan kalkardı, tıpkı Ocak 2011 Devrimi’nin akabindeki gibi.
Tıpkı
Almanların Avrupa’da olduğu gibi, Suudilerin de Ortadoğu’da Arap dünyasının
bankeri olma iddiası bugüne kadar tartışmasız kabul görerek devam ederdi.
Kraliyet ailesi, yurtiçinde siyasi reform sürecini başlatarak artan bir siyasi
şeffaflıkla, seçimleri yaparak ve meşruti bir monarşiye doğru evirilerek yerini
sağlamlaştırırdı.
Servetini
de kaybetmezdi, bugün olduğu gibi –prensler har vurup harman savurmaya devam
ederken- Suudi vatandaşlarından kemer sıkmalarını isteyecek bir pozisyona da
düşmezdi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder