HALEP
DÜŞTÜKTEN SONRA NE OLACAK?
David
Hearst (Middle East Eye internet
sitesi baş editörü; eski İngiliz Guardian gazetesi dış politika başyazarı)
Middle
East Eye, 7.12.2016
Tercüme:
Zahide Tuba Kor
İster
bir alışkanlık olsun isterse bir gelenek, Amerikan başkanlarının geçiş
dönemleri bitmemiş işleri tamamlamak için en ideal vakittir. Yönetimin bir
başkandan diğerine devri, Ortadoğu’da yeni emrivakiler yaratmak için çok cazip
fırsatlar sunar.
Mesela
İsrail, George W. Bush ile Barack Obama arasındaki geçiş sürecini Gazze’ye
Dökme Kurşun Operasyonu’nu başlatmak için kullanmıştı. Şimdi de Rusya, Obama
ile Trump arasındaki dönemi Halep’te aynısını yapmak için kullanıyor.
Suriye
İç Savaşı’nda her iki taraf da zamanın ehemmiyetinin bilincinde. İsyancılar,
aptalca bir şekilde Hillary Clinton’ın “ben iktidara gelene kadar dayanın”
şeklindeki vaatlerine bel bağladılar. Clinton’ın yenilme ihtimaline karşı bir B
planları dahi yoktu.
Tam aksine
Ruslar, Donald Trump yemin etmeden evvel Halep’in doğusunda işi bitirmeleri
gerektiğinin farkındaydı. (…)
Vladimir
Putin, sadece Halep’i geri kazandığını düşünmüyor, aynı zamanda ABD’yle
süregelen tartışmadan da galip çıktığı kanaatinde. Dışişleri Bakanı Sergey
Lavrov’un geçen hafta Roma’daki sözleri bunu açıkça ortaya koyar mahiyette.
Lavrov’a göre Trump yönetimi, “teröristler”in Amerikan milli güvenliğine
yönelik Esed’den çok daha büyük bir tehdit olduğunu sonunda anlamış durumda.
Gelinen
aşamada Lavrov’un şu sözlerine karşı çıkacak pek bir kimse yok: ABD,
Afganistan’dan Libya’ya kadar birçok ülkede Selefi cihatçıları rejim
değişikliği için bir vasıta olarak kullandı ama sonunda bu silahlar kendisine
döndü. Lavrov, Rusya Esed’e evlilik bağıyla bağlı değil, diyerek konuşmasını
sürdürdü. Zira Moskova’nın evliliği Suriye devletiyle.
Zafer
korkusu
Lavrov’un
sözlerinin aksine, Rusya’nın adımları bambaşka bir hikâye anlatıyor. Suriye
İnsan Hakları Gözlemevi’ne göre, 30 Eylül 2015–30 Ekim 2016 tarihleri arasındaki
13 aylık süreçte Rus hava saldırılarında 10.000’i aşkın insan hayatını
kaybetti. Bunlardan 2861’i IŞİD mensubu, 3079’u isyancı ve İslamcı gruplardan,
2565’i 18 yaş üstü erkek, 1013’ü 18 yaş altı çocuk ve 584’ü kadın.
Sadece
bu verilere bakıldığında dahi Rusya’nın isyancıların kontrolündeki alanlarda
savunmasız bir nüfusa karşı topyekûn bir savaş verdiği aşikâr. Bu, tıpkı 16
sene evvel Çeçenistan’ın başkenti Gronzi’de olduğu gibi yerel halka,
hastanelere ve çarşı pazarlara karşı yürüttüğü bir savaş. Attığı adımların
Suriye ordusununkinden farkı çok az. Tüm sömürgeci güçler gibi Rusya
Federasyonu da hangi Suriyelinin yaşaması, hangisinin ölmesi gerektiğine karar
verme hakkını kendinde görüyor. Buna göre isyancıların elindeki alanlarda
yaşayanlar hep birlikte ölecekler.
Ancak
Lavrov’u endişelendiren bu değil. Lavrov, tıpkı Pirus zaferi gibi, bu zaferin
neye benzeyeceği korkusunu içten içe taşıyor. Zafer ilan edildiğinde “meskûn
Suriye” kavramı nasıl bir anlam ifade edecek? Bir enkaz yığını? Sakinlerinin
önümüzdeki yıllar boyunca tamamen yardıma bağımlı hale geleceği ardı ardına
yıkılmış şehirler?
Bombardıman
uçaklarıyla yerle bir ettikleri şehirleri desteklemek için Rusya, bundan böyle
hastaneler inşa edip doktorlar getirmek zorunda. Bunun için de sözkonusu
şehirlerin korunması, yani muharebe alanlarına Rus askerlerinin bizzat
yerleşmesini gerekiyor – ki ileride bunlar isyancı saldırılarının hedefleri
haline geleceklerdir. Unutmamak gerekir ki şehirlerde yürütülen gerilla
savaşlarında hava gücü bir işe yaramaz.
(…)
Halep düştüğünde, tıpkı Rusların 2015 Eylül’ünde savaşa girmesiyle olduğu gibi,
bir kez daha dengeler değişecek. İsyancı güçler, bu alanları Esed yanlısı
milislerin saldırılarından artık koruyamayacak; bunun yerine hükümetin
kontrolüne geçen alanlarda klasik gerilla taktiklerinden olan vur-kaç
saldırılarını tırmandıracaklar. Esed, geri alınan bölgelerde ihtiyaç duyulan
fiziki korumayı sağlama kapasitesine sahip değil.
Muhayyel
Suriye devleti
Suriye’nin
siyasi altyapısı fiziki altyapısından çok daha fazla tükenmiş durumda. Beş
yıllık kanlı iç savaştan sonra Suriye Devleti, artık mezhepçi ve yabancı
milislerin cirit attığı bir hayalden ibaret. Mesela Merkez Bankası’nın ana
fonksiyonu, Rami Mahluf’un portföyünü yönetmek [Z.T.K. Rami Mahluf,
Beşşar Esed’in anne tarafından kuzenidir. Suriye’nin neredeyse bütün ekonomisi
onun kontrolündedir; iş kurmak, yatırım yapmak isteyen herkes onu da ortak
yapmak zorundadır, yoksa kurduğu iş fazla ayakta kalamaz. Suriyelilerin
söylediğine göre şöyle bir söz varmış: “Ya Mahluf ya muhalif” Yani Mahluf’u
ortak etmezsen rejim muhalifisin demektir]. Suriye’deki her bir zümrenin
sadakatini ve güvenini kazanmış bir devlet ortada yok.
Sağcı
milliyetçi Rus yorumcular Stalingrad analojisini pek severler; ama Halep’in
yıkımının yeni bir Suriye devletinin canlanışının sembolü olması mümkün değil.
Daha muhtemel olan şu: Halep’in bu yıkımla birlikte askeri açıdan çok daha
üstün durumdaki başta Rusya, ardından İran ve üçüncü olarak da Hizbullah’tan
müteşekkil yabancı istilacılara karşı direnişin bir alanı haline gelmesi.
Ruslar Halep’in kurtarıcıları değil, 6. Ordu’nun Friedrich Paulus’u [Z.T.K.
İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanların 6. Ordu’sunun büyük başarılar kazanmış
ancak Stalingrad’ı ele geçiremeyerek sonunda Sovyetlere teslim olmuş komutanı]
ve eğer ki burada kalırlarsa onunla aynı kaderi paylaşacaklar.
Halep’in
düşmesinin ardından iki senaryo var: Birincisi, Suriye muhalefetinin gerek ÖSO
gerekse İslamcılar olsun her türlüsü parçalanıp kayıplara karışacak. Geçiş
süreci için müzakereler ucu açık devam ederken Esed iktidarda kalacak. Suriye
toprakları dışındaki mültecilerin katılacağı herhangi bir seçim yapılmayacak;
tıpkı mülteci kamplarında yaşayan Filistin diasporasının da Filistin
seçimlerinde hiçbir zaman oy veremediği gibi. Esed’i iktidarda tutabilmek için
çok ağır bedeller ödemiş yabancı destekçilerinin bütün hesaplarında mevcut
rejimin muhafazası kilit nokta olacak.
Bu
nedenle Halep düştüğünde Putin ve Lavrov, tıpkı Bush’un Irak’ta yaptığı gibi,
görevin başarıyla tamamlandığını ilan etmek için fazla mesai yapacaklar ve
resmen savaşın sona erdiğini duyuracaklar. Ancak bu bir hüsnükuruntu. (…) Bu iç
savaşın yol açtığı yıkımın ve insanların yerlerinden edilmesinin boyutu sadece
ve sadece daha fazla direnişi tetikleyecektir. Halep, 1982’deki (…) Hama’nın
bir tekrarı değil.
Acaba
isyancılar öğrenecekler mi?
Halep’in
düşmesi, sadece ve sadece Sünni liderlik krizini daha da artıracaktır. Buna bir
tepki illa ki gelecektir. Temel stratejik soru şu: Acaba bu, cihatçıların öncülüğünde
irrasyonel ve yıkıcı bir tepki mi olacak, yoksa isyancılar rasyonel bir
mukabele şekli oluşturabilecek mi?
Ve işte
ikinci senaryo bu. Acaba isyancılar bu devasa stratejik ve askeri
başarısızlıklarından bir ders çıkarabilecekler mi? Zira alınması gereken çokça
dersler var. Savaş alanında ihtiyaç duydukları silahların kendilerine verilmek
üzere olduğunda dair Amerika, Suudi Arabistan, Türkiye ve Katar’dan gelen
birçok vaade inandılar. Ancak bu silahlar hiç gelmedi.
Rusya’nın
saflarına çekmek için çok uğraş verdiği sürgündeki Suriyeli Hıristiyan muhalif
Mişel Kilo, çok büyük bir öfkeyle Suud’u “Suriye halkına karşı suç işlemek”le
itham etti ve dedi ki: “Suudi Arabistan’daki kardeşlerimiz, ne bir plan yapma
kabiliyetine sahipler ne de Arap ve İslam toplumlarına karşı verilmekte olan
mücadeleye öncülük edebilir durumdalar. Ayakta kalmalarının tek sebebi sahip
oldukları para; bunlar çöl insanı. Ancak yarın bunun bedelini ödeyeceksiniz.
Kendi çocuklarımın hayatı üzerine yemin ederim ki bizler Körfez’i kendi haline
bırakmayıp paramparça yapacağız. Siz gerek İslam gerekse Arap dünyasının en iyi
ülkesini, Suriye’yi yıktınız.”
Buradan
çıkan ders şu: Suriye muhalefeti hiç kimseye bel bağlayamaz; ama kendi kendine
yeterli hale gelebilmesi için de birlik olması şart. Muhaliflerin safına geçen
diasporadaki diplomatlardan ve akademisyenlerden oluşan Suriye muhalefetinin
siyasi kanadı, bu görevlerini doğru düzgün yapamadılar. Hizipleşerek paramparça
oldular. Zayıflar; ABD’den gelecek yardım vaatleriyle aldatıldılar.
Suriyeli
isyancılar başlangıçtaki o çok-mezhepli yüzlerini yeniden kazanmalılar. Savaş,
bir aile diktatörlüğüne karşı silahsız sivil bir isyan hareketi olarak başladı.
Artık unutulup gitse de bu devrimin yüzleri, Suriye Ulusal Konseyi’nin ilk
başkanı Rum Ortodoks George Sabra, Geçici Ulusal Konsey’in Sünni başkanı Burhan
Galyun ve Alevi kökenli kadın oyuncu Fadwa Soliman’dı.
Bugün
savaşanlar cihatçı, mezhepçi veya Kilo’nun deyimiyle “demokratik olmayan”
unsurlar. Eğer ki Halep’in küllerinden bir ve bütün bir Suriye yeniden
doğacaksa, devrimin başlangıçtaki yüzü yeniden kazanılmalı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder