REAGAN GİBİ OL
Robert D. Kaplan (Amerikalı dış
politika yazar, Yeni Amerikan Güvenliği Merkezi kıdemli üyesi)
The Atlantic,
Ocak 2010
Tercüme: Zahide Tuba Kor
İran, Soğuk
Savaş’ın son safhasındaki Doğu Avrupa misali. (…) ABD şu anda Irak ve
Afganistan’da 200 bin askeriyle eli kolu bağlı olsa da İran zamanımızın uyarı
işareti/dikkat çeken meselesi olacağa benziyor.
1980’lerin
başında Polonya’daki Dayanışma Hareketi, Avrupa’nın haritasını değiştirecek
olan Berlin Duvarı’nın yıkılmasına katkıda bulunan bir kıvılcımdı.
İran’da yeni bir rejimin [ortaya çıkışının da] Ortadoğu için bundan
aşağı kalır bir etkisi olmayacaktır: Irak’ta gerek siyasi gereke güvenlik
şartları üzerinde olumlu ve çok önemli/merkezi bir etkisi olacak, Suriye’yi
hakiki bir ılımlılığa itecek, Hizbullah’ın zayıflatılmasına yardım
edecek ve İsrail-Filistin barış anlaşmasına giden yolu kolaylaştıracaktır. Daha
geniş ölçekte, Kuzey Afrika’dan İndus’a kadar Ortadoğu’nun dört bir yanında
demokratik eğilimleri filizlendirecek ve böylece bölgedeki rejimleri ve
halkları kendi iç meselelerine odaklanmaya zorlayarak radikalizmi
zayıflayacaktır.
Demokratik ve
Şii bir İran, Suudi kaynaklı Sünni Vehhabi aşırıcılığa karşı bir denge
oluşturacaktır. Ve bu tarz rejim değişikliklerine dair haberlerin [yayılmasının]
kolayca bastırılamayacağı /engellenemeyeceği küreselleşen dünyada [bu süreç] Venezüella ve
Çin gibi benzer otokratik ülkelerin liderlerini endişeye sevk edecektir. Aşikâr
ki petrol zengini olan hem Hazar Denizi’yle hem de İran Körfezi’yle sınırı olan
İran, şu anda Büyük Ortadoğu’nun coğrafi ekseni/merkezi olmanın çok çok
ötesinde Avrasya’nın merkezi sahnesini de oluşturuyor.
İran rejiminin
dini bir teokrasi olma özelliği giderek aşınıyor. (…) İslam Cumhuriyeti’nin
kaderi her ne olursa olsun, öyle görünüyor ki Ali Hamaney İran’ın son ruhani
lideri olabilir. Gerisini tahmin etmek zor. 1905’te Rus Çarlığındaki proleter
ayaklanma 12 yıl boyunca rejim değişikliğine yol açmadı. Polonya’da Dayanışma
Hareketinin yükselişi ile komünist olmayan hükümet arasında bir on yıllık boşluk/aralık
vardı. (…) Bu yüzden Batı’daki bizler, 2010’un İran’da karşı-devrim yılı
olmasını ümit etsek de gerçekte ne olup bittiğini bilemeyiz: Bu devrimci sapma
noktaları, istihbarat servislerini dönemecin/virajın çok gerisinde bırakan bir
sürü soyut faktöre bağlıdır.
İran’ın nükleer
tesislerine yönelik askeri bir saldırı sadece hesapları daha da
karmaşıklaştıracaktır. Teorik olarak bir dizi tesise yönelik başarılı bir
saldırı, eğer görece az sivilin ölümüne yol açarsa, rejimi daha da
zayıflatabilir. Ama yılan hikayesine dönen bir saldırı olması halinde İran
milliyetçiliğini kabartıp bir cankurtaran vazifesi görerek rejimin ömrünü
uzatabilir - tıpkı Saddam Hüseyin’in 1980’de İran’a açtığı savaşta olduğu gibi.
Böyle bir saldırı, nükleer programı geriletebilir, ama daha büyük ödül
sayılabilecek rejim değişikliği için bir felakete dönüşebilir. Ama farklı bir
rejime sahip nükleer bir İran, nükleer bir Hindistan’dan daha az tehlikeli
olmayabilir.
Bu rejim bir ay
veya bir on yıl daha devam ederse Başkan Obama ne yapacak? Başkanlığının ilk
yılında Nixon’cu yumuşama yaklaşımını uygulamaya kalkıştı: görüşme, arka
kanallardan birlikte çalışma, iki yönetimi sadece ulusal çıkarlar temelinde
müzakereye oturtma. Bu yaklaşım başarısız olmuşa benziyor – [yaklaşımın]
pek bir anlam ifade etmemesinden ziyade kendi içinde bölünmüş durumdaki İran
rejiminin yeterince karşılık verememesinden dolayı... Bu da
bizi Reagan yaklaşımına götürüyor: Reagan’ın Gorbaçov’la yaptığı gibi, geniş
kapsamlı görüşmelere açık ol, ama İran sistemini meşrulaştırıcı hiçbir şey
yapma. Ve müzakereler boyunca demokrasi söylemini benimse. Tıpkı göstericiler
gibi Washington’ın tarihin aynı safında olduğu açıkça ortaya konmalı, ama
iktidardakilerle müzakere kapılarının açık olduğu da belirtilmeli. Ve Amerikan
desteğini açıkça ortaya koymak (böylece rejimin en temel komplo teorilerine
hitap etmek) suretiyle göstericileri zayıflatma riskinden kaçınmak için de
Obama demokrasiden sadece genel olarak söz etmeli. Yani evrensel değerler
dilini kullanmalı. (…)
Kontrol bizim
elimizde değil. Ama muhteşem bir şey başlamış durumda: Bu, Enver Sedat’ın Kudüs
ziyaretinden bu yana Ortadoğu’daki en olumlu gelişme. Sedat’ın jesti Mısır ile
İsrail arasında sadece soğuk bir ikili barışa yol açarken, İran’daki Yeşil
Devrim’in gerçek bir İslami Islahatı/Reformasyonu tetikleme ihtimali var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder