15 Mart 2016 Salı

R.KAPLAN - REAGAN GİBİ OL



REAGAN GİBİ OL
Robert D. Kaplan (Amerikalı dış politika yazar, Yeni Amerikan Güvenliği Merkezi kıdemli üyesi)
The Atlantic, Ocak 2010

Tercüme: Zahide Tuba Kor

İran, Soğuk Savaş’ın son safhasındaki Doğu Avrupa misali. (…) ABD şu anda Irak ve Afganistan’da 200 bin askeriyle eli kolu bağlı olsa da İran zamanımızın uyarı işareti/dikkat çeken meselesi olacağa benziyor.
1980’lerin başında Polonya’daki Dayanışma Hareketi, Avrupa’nın haritasını değiştirecek olan Berlin Duvarı’nın yıkılmasına katkıda bulunan bir kıvılcımdı. İran’da yeni bir rejimin [ortaya çıkışının da] Ortadoğu için bundan aşağı kalır bir etkisi olmayacaktır: Irak’ta gerek siyasi gereke güvenlik şartları üzerinde olumlu ve çok önemli/merkezi bir etkisi olacak, Suriye’yi hakiki bir ılımlılığa itecek, Hizbullah’ın zayıflatılmasına yardım edecek ve İsrail-Filistin barış anlaşmasına giden yolu kolaylaştıracaktır. Daha geniş ölçekte, Kuzey Afrika’dan İndus’a kadar Ortadoğu’nun dört bir yanında demokratik eğilimleri filizlendirecek ve böylece bölgedeki rejimleri ve halkları kendi iç meselelerine odaklanmaya zorlayarak radikalizmi zayıflayacaktır.
Demokratik ve Şii bir İran, Suudi kaynaklı Sünni Vehhabi aşırıcılığa karşı bir denge oluşturacaktır. Ve bu tarz rejim değişikliklerine dair haberlerin [yayılmasının] kolayca bastırılamayacağı /engellenemeyeceği küreselleşen dünyada [bu süreç] Venezüella ve Çin gibi benzer otokratik ülkelerin liderlerini endişeye sevk edecektir. Aşikâr ki petrol zengini olan hem Hazar Denizi’yle hem de İran Körfezi’yle sınırı olan İran, şu anda Büyük Ortadoğu’nun coğrafi ekseni/merkezi olmanın çok çok ötesinde Avrasya’nın merkezi sahnesini de oluşturuyor.
İran rejiminin dini bir teokrasi olma özelliği giderek aşınıyor. (…) İslam Cumhuriyeti’nin kaderi her ne olursa olsun, öyle görünüyor ki Ali Hamaney İran’ın son ruhani lideri olabilir. Gerisini tahmin etmek zor. 1905’te Rus Çarlığındaki proleter ayaklanma 12 yıl boyunca rejim değişikliğine yol açmadı. Polonya’da Dayanışma Hareketinin yükselişi ile komünist olmayan hükümet arasında bir on yıllık boşluk/aralık vardı. (…) Bu yüzden Batı’daki bizler, 2010’un İran’da karşı-devrim yılı olmasını ümit etsek de gerçekte ne olup bittiğini bilemeyiz: Bu devrimci sapma noktaları, istihbarat servislerini dönemecin/virajın çok gerisinde bırakan bir sürü soyut faktöre bağlıdır.
İran’ın nükleer tesislerine yönelik askeri bir saldırı sadece hesapları daha da karmaşıklaştıracaktır. Teorik olarak bir dizi tesise yönelik başarılı bir saldırı, eğer görece az sivilin ölümüne yol açarsa, rejimi daha da zayıflatabilir. Ama yılan hikayesine dönen bir saldırı olması halinde İran milliyetçiliğini kabartıp bir cankurtaran vazifesi görerek rejimin ömrünü uzatabilir - tıpkı Saddam Hüseyin’in 1980’de İran’a açtığı savaşta olduğu gibi. Böyle bir saldırı, nükleer programı geriletebilir, ama daha büyük ödül sayılabilecek rejim değişikliği için bir felakete dönüşebilir. Ama farklı bir rejime sahip nükleer bir İran, nükleer bir Hindistan’dan daha az tehlikeli olmayabilir.
Bu rejim bir ay veya bir on yıl daha devam ederse Başkan Obama ne yapacak? Başkanlığının ilk yılında Nixon’cu yumuşama yaklaşımını uygulamaya kalkıştı: görüşme, arka kanallardan birlikte çalışma, iki yönetimi sadece ulusal çıkarlar temelinde müzakereye oturtma. Bu yaklaşım başarısız olmuşa benziyor – [yaklaşımın] pek bir anlam ifade etmemesinden ziyade kendi içinde bölünmüş durumdaki İran rejiminin yeterince karşılık verememesinden dolayı... Bu da bizi Reagan yaklaşımına götürüyor: Reagan’ın Gorbaçov’la yaptığı gibi, geniş kapsamlı görüşmelere açık ol, ama İran sistemini meşrulaştırıcı hiçbir şey yapma. Ve müzakereler boyunca demokrasi söylemini benimse. Tıpkı göstericiler gibi Washington’ın tarihin aynı safında olduğu açıkça ortaya konmalı, ama iktidardakilerle müzakere kapılarının açık olduğu da belirtilmeli. Ve Amerikan desteğini açıkça ortaya koymak (böylece rejimin en temel komplo teorilerine hitap etmek) suretiyle göstericileri zayıflatma riskinden kaçınmak için de Obama demokrasiden sadece genel olarak söz etmeli. Yani evrensel değerler dilini kullanmalı. (…)

Kontrol bizim elimizde değil. Ama muhteşem bir şey başlamış durumda: Bu, Enver Sedat’ın Kudüs ziyaretinden bu yana Ortadoğu’daki en olumlu gelişme. Sedat’ın jesti Mısır ile İsrail arasında sadece soğuk bir ikili barışa yol açarken, İran’daki Yeşil Devrim’in gerçek bir İslami Islahatı/Reformasyonu tetikleme ihtimali var.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder