İRAN’LA ISINMA
Robert D. Kaplan (Amerikalı dış politika yazar, Yeni
Amerikan Güvenliği Merkezi kıdemli üyesi)
The Atlantic, Şubat
2015
Tercüme: Zahide Tuba Kor
Dış politika
arzularla/heveslerle değil, zorunluluklarla/zaruretlerle alakalıdır. Ve
hâlihazırda birçok zorunluluk ABD ile İran’ı ilişkilerde yumuşamaya doğru
itiyor. Gerçekten de Amerikan-İran uzaklaşması/yabancılaşması, (…) uluslararası
ilişkilerde alışılmışın dışında/anormal bir durumdur - hele de iki ülkenin
paylaştığı [ortak] jeopolitik çıkarların ne kadar fazla olduğu dikkate
alındığında. İsrail’in -ve Suudi Arabistan’ın- çıkarları, sonsuza kadar ABD ile
(kadim dünyanın ilk süper gücü) İran arasında
bir uzlaşmaya baskın gelir/engel olur düşüncesi problemlidir. Evet, İsrail’in
içerideki lobi mekanizması aşılması zor/ürkütücü bir mekanizmadır ve evet,
İsrail başbakanı -bazılarının dediği gibi- kararlı bir entrikacıdır. Ama bunlar, Amerikan yürütme erkinin yüzyılda sadece
birkaç defa gelebilecek böyle bir diplomatik fırsatı değerlendirmesini son
kertede engelleyemez. Uzunca bir süredir devam eden İran’la nükleer
müzakerelerin sonucu her ne olursa olsun, önümüzdeki dönemde, ne bu başkanın ne
de bir sonrakinin görev süresi boyunca İsrail’le çıkarlar, İran-ABD
ilişkilerinin ısınmasını engelleyemez.
Obama yönetiminin
İsrail’e karşı hasmane davranışı, aslında –kültür, coğrafya, ekonomi, doğal
kaynakların arz zinciri ve askerî kazanımların muazzam ve değişen dip
dalgalarıyla birlikte- 21. yüzyılın başında ortaya çıkan jeopolitiğin bir
yansımasıdır. Küreselleşmenin dünya haritasını küçülttüğü ve her parçası üzerindeki rekabetin daha yırtıcı hale
geldiği/şiddetlendiği bir dönemde Asya’yı dikkate almaksızın Ortadoğu’dan
bahsetmek mümkün değildir. Hadi bu noktadan mevzuya gireyim. Zira [Amerikan]
yönetimin[in] “Asya’ya Kayış” niyeti ve İran açılımı birbiriyle doğrudan
bağlantılı.
Büyümenin
yavaşlamasına rağmen (…) Hint-Pasifik bölgesi dünya ekonomisinin kalbinin
attığı yer olmaya devam ediyor. Başkanlığının ilk döneminden beri Obama
yönetimi, gayet doğru bir şekilde Asya’ya daha fazla odaklanmaya karar verdi,
gerek küresel ticareti gerekse Amerikan müttefiklerini Çin’in denizdeki
yayılmasına karşı korumak adına. Ama tabii ki Ortadoğu’daki kargaşa araya
girdi. Asya denizlerinde giderek gerginleşen askeri açmaz/yenişememe
hali/soğukluk, ABD’nin en azından zaman içinde Ortadoğu çatışmalarındaki
müdahilliğini azaltmasını gerektiriyor.
Bunun için de
İran’la stratejik bir mutabakata girmekten daha
etkili bir yol yok, tıpkı 1972’de Çin’le olduğu gibi. (…)
ABD, gerek İslam
Devletinin radikal Sünnilerine karşı savaşta gerekse -Irak’ta iç istikrarı
sağlama adına- Bağdat’taki Şii yönetimin Sünnilere karşı duruşunu daha ılımlı
bir hale getirtmek üzere baskı yapması için Şii İran’a ihtiyaç duyuyor.
Türkiye’deki arıza çıkaran/yardımcı olmayan İslamcı hükümet giderek daha fazla
dik kafalı olursa, İran Ankara’ya karşı bir denge kurulmasında da yardımcı
olabilir (nihayetinde İran ve Türkiye ta 17. yüzyılda Safavi-Osmanlı
savaşlarından beri zorla bir aradalar ve birbirini dengeliyorlar). Ayrıca İran
ve ABD’nin, bir yandan Cumhurbaşkanı Esed’i görevinden uzaklaştırmaya
çalışırken diğer yandan yönetimdeki Alevilerin siyasi gücünü korumak için
Suriye’de koordinasyon içinde çalışma ihtimalleri de var. Üstelik İran, Taliban
yanlısı Pakistan ve Suud’a karşı bir tampon vazifesi
üstlenerek, Amerikan birliklerinin çekilmesi arifesinde komşusu Afganistan’da
da kendisine yardımcı olabilir. Amerikan ordusu İran’ın Afganistan’a müdahil
olmasını çoktandır teşvik ediyor.
Bütün bunlar hem
İran’ın hem ABD’nin çıkarına. İran bunların bir kısmını yalnız başına
yapabilir; ama ABD’yle işbirliği içinde bunları yapması, büyük Ortadoğu’nun
istikrara kavuşturulmasına daha fazla katkıda bulunacaktır.
İslamcı terörizme
karşı pratik yaklaşım, her zaman her yerde teröristlerle savaşmak değil,
şartlara göre Şiileri Sünnilere, Sünnileri Şiilere karşı oynamaktır. İran’la
ilişkilerin ısınması suretiyle aslında biz, Sünnilere karşı Şiileri
desteklemekten ziyade, geçmişe kıyasla iki tarafı birbirine karşı daha etkili
bir şekilde manipüle ediyor olacağız. Şii İran’a karşı mücadelemize/kavgamıza
bir son vermek, Suudi Arabistan, Mısır, İran Körfezi ve diğer yerlerdeki Sünni
müttefiklerimizi yalnız başına bıraktığımız anlamına da gelmez. Aslında onlara
güvence vermek için büyük çaba sarf etmeliyiz. Ben bir tavır değişikliğini –bir
ittifaktan diğerine geçişi- desteklemiyorum. İran’la bir yumuşama Sünni
devletlerle ilişkilerimizi tehlikeye atmak zorunda değil. Aksine, bu durum
onları eskisine kıyasla daha dürüst birer müttefik haline getirecektir. Onlarca
yıldır Mısır ve Suudi Arabistan’daki Sünni diktatörlükler ABD’yle olan askeri
ittifaklarını çantada keklik sayıyorlardı, 11 Eylül saldırılarına yol açan nefret
iklimini beslerken dahi. Sünni cihatçılara gelince, onlar zaten bizim
kararlı/kendini adamış hasımlarımız. [Yöntem olarak] askeri saldırının,
(her nerede bulunabilirse) Sünni ılımlıları desteklemenin ve (İran’la
yakınlaşma örneğinde olduğu gibi) yaratıcı diplomasinin bir birleşimiyle onlarla mücadelemizi sürdürmeliyiz.
Yakın Doğu’nun daha
onlarca yıl boyunca şiddet ve kaotik bir çatışma içinde kalma ihtimali var,
tıpkı 1970’lerden beri Afganistan’ın içinde olduğu durum gibi. ABD-İran
eşgüdümü ne kadar artarsa, ABD’nin Ortadoğu’ya daha fazla asker göndermek
zorunda kalma ihtimali o kadar azalacaktır. ABD eğer Asya’ya Kayış
politikasında gerçekten ciddiyse, o takdirde hedefi, Suriye ve Irak’ı istikrara
kavuşturma yükünü taşıması için İran’ın da aralarında olduğu bölgesel güçleri
kazanmak/yanına çekmek olmalı.
Dahası var.
Nispeten uyumlu bir İran’ın Lübnan’ın güneyinde ve Gazze’de müttefikleri
Hizbullah ve Hamas üzerinden problem çıkartmaya daha az meyyal olma ihtimali
var. Tahran, el-Kaide virüsü bulaşan Yemen’in
İran destekli Husi aşireti tarafından güvenliğinin sağlanmasına da yardım
edebilir. Hatta Çin’in gelecekte İran Körfezi’ndeki etkinliğine de karşı
koyabilir/etkisizleştirebilir: İran ve Hindistan zaten İran Belucistan’ında
bulunan Çabar’da bir Arap Denizi limanı kurmak üzere güçlerini birleştirmiş
durumda. Bu liman, gün gelecek Çin ile Pakistan’ın ortak geliştirmekte olduğu
yakındaki Gwadar limanıyla rekabet edecektir.
Amerikan-İran anlaşması Körfez şeyhliklerinin genel güvenliğini teminat altına alabilir – ABD’yle diyalog içindeki
bir İran’ın komşularına karşı askeri açıdan daha az saldırgan bir İran’a
dönüşme ihtimali var. Ve daha dostane bir İran, Vladimir Putin’in Ermenistan’ı
bir uyduya dönüştürdüğü, zayıflayan Gürcistan’ın yanı başına askeri birliklerini
konuşlandırdığı ve enerji zengini Azerbaycan’ı daha yakın bir ilişkiye
zorladığı Trans-Kafkaslarda Rus nüfuzunun dengelenmesine yardımcı olabilir.
Bütün bu
bahsettiğim konularda ABD İran’ı kullanabileceği gibi İran da rejimini
meşrulaştırmak ve böylece yabancı yatırım akışının önünü açmak ve ekonomisini
kurtarmak için ABD’yi kullanabilir. Mollaların derin korkusu, Şah’ın akıbetine
uğramak, yani temelde ekonomik saiklerle harekete geçecek bir halk
ayaklanmasıyla devrilmek. Tabii ki böyle bir ekonomik açılımın İran’daki
sertlik yanlısı şahin unsurları cesaretlendirme
riski var, ama zamanla ülkeyi daha liberal bir yöne çekme ihtimali daha fazla.
Son olarak ABD-İran
yakınlaşmasının ardında kültür tüm gücüyle duruyor. Onlarca yıldır İran’da
anti-Amerikancılık geriliyor. Şii İran, kısmen demokratik olup –kara cahil ve
kültürel açıdan kısır Vahhabi Suudi Arabistan’a kıyasla- çok daha sofistike,
aydınlanmış ve Batılı. Amerikalılar kendilerini Tahran’da Riyad’da
olduklarından çok daha rahat hissedeceklerdir.
İran Suudi
Arabistan gibi suni bir inşa değil: güçlü bir Pers devleti İran platosunda
binlerce yıldır mevcut. Eğer Yakın Doğu gerçekten onlarca yıl sürecek bir kanlı
ayaklanmalar dönemine girdiyse Suudi Arabistan’ın zayıflama veya parçalanma
ihtimali İran’ınkinden çok daha fazla.
İsrailliler bütün
bunları anlamalı. İran Devrimi’ne kadar onların da İran’la gayet faydalı
ilişkileri vardı, dolayısıyla onlar İran’ı iyi
tanıyorlar. Netanyahu gazetecilere her ne söylerse söylesin, onun ABD-İran
yakınlaşmasını ilelebet engelleyebileceğine inandığını hiç sanmıyorum. Ama
bunun için bir rüşvet istiyor olabilir: “Tamam, İran’la bir anlaşmaya
varacaksın. Karşılığında şimdi bana ne vereceksin? Batı Şeria’da daha fazla
yerleşim mi, yoksa daha fazla ve daha ucuz silahlar mı, yoksa daha fazla
istihbarat paylaşımı mı?” Eğer Obama yönetimi zekiyse [Netanyahu’ya]
istediklerinden en azından bir kısmını verecektir.
Bir düşmanla
uzlaşmaya giderken yapılacak son şey dostunu gemiden denize atmaktır – ki böyle bir durum eski düşmanına (ve aslında tüm
hasımlarına) sadece ve sadece senin zayıf ve ilkesiz olduğunu düşündürür. ABD
ile İran, aralarındaki diplomatik boşluğu/uçurumu kapatmaya çalışırken, ABD’yle
daha iyi ilişkilerin aslında ucuz[a mâl] olmadığını İran’ın anlaması
sağlanmalı. Bu sebeple Beyaz Saray’ın İsrail ve Suudi Arabistan’a yardım elini
uzatıyor gibi görünmesi gerekir. 2015 veya 2016’da Dışişleri Bakanı Kerry, eğer
Tahran’a tarihi bir ziyaret gerçekleştirecek olursa, dönüş yolunda Kudüs ve
Riyad’a da uğrayacak kadar akıllı/deneyimlidir. Yumuşama (detente), bunun
tamamen yadsınması değil, büyük bir politika ayarlamasıdır. Nixon ile
Kissenger’ın Çin’le uzlaşması, onları Çin’in can düşmanı SSCB’yle stratejik bir
silah paktına varmaktan alıkoymamıştı.
(…) İsrail’e
sadakatimiz, onun sadece bir demokrasi olmasından kaynaklanmıyor, aynı zamanda
satrancın değerli bir taşı –Ortadoğu’nun
kalbinde Amerikan yanlısı askeri bir dinamo- olmasından kaynaklanıyor. (…)
İran’la gelecekte
bir yakınlaşma meyvelerini verecekse eğer, [bu süreçte] İran’ın dürüst
olması için bir araç olarak İsrail’i savunmalıyız. Ve aynı zamanda ABD’nin
İslam dünyasında karşılaştığı baskıların bir kısmından rahatlaması/kurtulması için İsrail’i Batı Şeria’daki yerleşimler konusunda
zorlamaya devam etmeliyiz. İletişim devriminin tek, küreselleşmiş bir Müslüman
cemaati yarattığı bir dünyada Filistin meselesi, Kuzey Afrika’dan Endonezya’ya
kadar Müslümanlar arasında totemik bir önem kazandı. Barış beklentisi çok zayıf
olsa da ABD, sürekli Batı Şeria’daki yerleşim
faaliyetleri konusunda İsrail yönetimine bilfiil baskı yapmakla meşgulmüş gibi
görünmeli.
Eğer Obama
akıllıysa, Ortadoğu politikasındaki tarihî değişim fırsatlarının Obama ile
Netanyahu arasındaki “kim kimi aşağıladı” dizi filmiyle
kösteklenmeyecek kadar çok büyük olduğunu
kabul edecektir. Obama, İsrail lobisini de İsrail’i en kararlı bir şekilde
eleştirenleri de görmezden gelmeli. Jeopolitiğin mekanik kuralları çok daha
önemli. ABD hiçbir zaman Ortadoğu’nun kaosundan kurtulamayacak, ama bölgesel
istikrara katkı sağlamak üzere İran’la yeni bir ilişkiye girerse, zaman içinde
dikkatini doğuya doğru [yani Çin’e] daha
fazla kaydırabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder