NOT: Her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir.
MAYINLAR sınırlarda güvenliği sağlama, girişi yasak bölgeler oluşturma ve özellikle savaş zamanı düşmanın hareketini sınırlandırma amacıyla kullanılır. Problem veya savaş sona erdikten sonra da arazileri geçilmez ve/ya kullanılmaz kılarak, uzun seneler sivillere karşı bir tehdit olmaya devam eder. Düşmana karşı mayın kullanımı çok eskilere dayanır; ancak özellikle 20. yüzyılda düşük maliyetli ve kullanımı kolay bir savunma silahı olması hasebiyle iyice yaygınlaşır. Öyle ki günümüzde 78 ülkenin topraklarında 200 milyonu aşkın kara mayını bulunuyor; her sene on binlerce masum insan hayatını kaybediyor, çoğu Asya ve Afrika’da 250 bin kişi sakat yaşıyor. İşte bu gidişatın önüne geçmek üzere 1997’de kabul edilen ve bugüne kadar 156 ülkenin imza koyduğu Ottawa Sözleşmesi, taraf olan devletlere anti-personel mayınları kullanmayı, stoklamayı, üretmeyi ve naklini derhal yasaklıyor; depolardaki mayınların dört sene içinde imhasını ve toprağa gömülü olanların ise on sene içinde temizlenmesini öngörüyor.
Gelelim Türkiye’nin mayın hikayesine. Parçalanan bir imparatorluğun mirasçısı Türkiye, toprak bütünlüğüne karşı hep aşırı hassas olageldi. Kah komünist kah radikal kah gerici ama hepsi düşman sınır komşularından mümkün olduğunca kendini uzak tutarak güvenliğini temin etmeye çalıştı. Bu nedenle gerek Soğuk Savaş kutuplaşmasında gerekse PKK ile mücadele bağlamında sınırlarının özellikle coğrafi engellerle korunmayan kısımlarına veya hassas bölgelere mayınlar döşedi. Mayınların tercih edilmesinin bir diğer sebebi de döşenmesi kolay, ucuz ve kalıcı bir savunma yöntemi olmasıydı.
Türkiye’nin döşemiş olduğu mayınların üçte ikisi (yaklaşık 660 bin) Suriye sınırında. Her ne kadar mayınların 1956-59 arasında “kaçakçılığı önlemek ve sınır güvenliğini sağlamak” üzere döşendiği ileri sürülse de, Soğuk Savaş kutuplaşmasının Türkiye-Suriye ilişkilerini doğrudan etkilediği bir döneme denk düşmesi tesadüf olmasa gerek. Nitekim Türkiye’nin Sovyet yayılmacılığına karşı ABD patentli Bağdat Paktı’nın kuruluşu için bölgede yoğun mesai harcadığı bir dönemde Suriye, Ortadoğu’da Sovyetler’in en önemli müttefiki haline geldi. Hatta Suriye Komünist Partisi’nin koalisyon ortağı olması ve ardından Suriye ordusunun komünist grubun kontrolüne geçmesi ihtimali Ankara’yı alarma geçirmiş ve 1957’de iki ülke arasında büyük bir kriz patlak vermişti. Sovyetlerin tehdidi ve bölgeye iki savaş gemisi yollaması, buna karşı ABD’nin de Ankara’ya destek olmaması nedeniyle sınıra asker yığan ve bölgede tatbikata başlayan Türkiye geri adım atmak zorunda kalmıştı. İşte böyle bir dönemde sınır, NATO’nun da desteğiyle mayınlarla döşenmişti.
Suriye sınırındaki mayınları temizleme konusu senelerdir ara ara gündeme gelse de bugüne kadar ciddi bir adım atılamadı. Zira mayın temizliği oldukça zor, tehlikeli ve yüksek maliyetli bir süreç. Ancak artık Türkiye bu yükle yoluna devam edemez. Zira Şam’ın PKK’ya desteği kesmesinin ardından ilişkilerin düzeldiği, iki ülke sınırının barışçıl amaçlı kullanımı için su, petrol, tarım ve ticarette ortak projeler üzerinde anlaşmalara varıldığı bir dönemde, mayınları temizlemede geç bile kalındı. Daha da önemlisi, Türkiye’nin 1 Mart 2004 itibarıyla taraf olduğu Ottawa Sözleşmesi gereği 1 Mart 2008’e kadar stoklarındaki yaklaşık 2,5 milyon mayını imha etmesi gerekiyordu ki bu taahhüdünü yerine getiremedi. Yine anlaşmaya göre 1 Mart 2014’e kadar gömülü tüm mayınların temizlenmesi gerekiyor. Yunanistan ile Bulgaristan sınırındaki mayınları geçtiğimiz senelerde temizleyen Türkiye’nin, Suriye, Irak, İran ve Ermenistan sınırı ile diğer bölgelerdeki 983 bine varan mayının temizliği için önünde sadece beş sene var.
Mayın temizliği sadece siyasi ve hukuki açıdan değil, insani açıdan da bir zorunluluk. Zaten suni bir sınırla yüzyıllarca birlikte yaşamış insanlar, aileler birbirinden koparılırken, bir de mayınlar döşenerek aralarına aşılması çok güç engeller kondu. Daha da önemlisi, mayınlar nedeniyle 50 yılda çoğu sivil en az 3.000 kişi hayatını kaybetti, 7.000’i de yaralandı. Hatay’dan Şırnak’a sınır boyunca devam eden mayınlar nedeniyle bölge halkı mağdur olurken, kaçakçıların ve teröristlerin geçişi ve sınır ihlaleri mayınlara rağmen hep devam etti. Türkiye tarafında halk bedeller öderken, Suriye sınırda herhangi bir ciddi güvenlik önlemi alma ihtiyacı dahi duymadı. Hatta Suriyeli çiftçiler uzunca bir süredir Türkiye sınırı içindeki mayınların bir kısmını temizleyerek büyükçe bir alanda tarım yapmakta. Dolayısıyla Soğuk Savaş’ın ürünü mayınların milli güvenlik ve toprak bütünlüğü için elzem olduğu iddiası çoktan çökmüş durumda.
Mayın Krizi
Ottawa Sözleşmesi’ne imza koyan hükümet mayın temizliği için çoktan düğmeye bastı; konu Genelkurmay ile Milli Savunma ve Maliye bakanlıkları arasında gidip geldi. Ancak arazinin büyüklüğü ve mayın sayısının fazlalığı nedeniyle beş sene içinde bitirmenin zorluğu, teknik donanımın yetersizliği, aşırı maliyetli olması ve en önemlisi tehlikesi nedeniyle TSK bu işi üstlenmekten vazgeçti. Sonunda hükümet, ekonomik krizin yaşandığı bir dönemde minimum maliyetle en kısa sürede bu işin tamamlanması için “yap-işlet-devret” usulünde karar kıldı. Ancak mayınları beş senede temizleyecek firmanın, bu arazide azami kırk dört sene organik tarım yapacak olması nedeniyle kıyamet koptu. Muhalefet, hem sınırların güveliği açısından hem de ihaleyi alacak firmanın yabancı olacağı iddiasıyla (üstü verimli, altında petrol olan) toprakların kiralanmasını bir “ihanet” olarak yorumladı. Hem mayın temizliği hem de organik tarımda öne çıkan firmaların genelde İsrail menşeli olması bunda etkili oldu. Böylece krizin hiç eksik olmadığı Ankara’da bu kez de “mayın krizi” patlak verdi.
Suriye sınırının mayınlardan arındırılması daha önce de iktidar ile muhalefeti karşı karşıya getirmiş; ancak hiçbiri kamuoyuna mal olmamıştı. Meclis’e iki kez gelen, arada hükümet tarafından komisyona geri çekilerek düzeltilmek zorunda kalınan ve 15 saati aşan gerilimli bir oturumun sonunda ancak 255 oyla kabul edilebilen tasarının kanunlaşmasının ardından CHP Anayasa Mahkemesi’ne iptal başvurusunda bulundu (her ne kadar TBMM’den geçen metinde Genelkurmay’ın da istediği şekilde NATO kuruluşu NAMSA’ya öncelik verilmiş ve yap-işlet-devret usulü üçüncü ve son ihtimal olarak yer almış olsa da). Sonuç ne olur bilinmez; ama mayın temizliği gibi önemli bir meselenin iç siyasi gerilimin kurbanı olduğu aşikâr.
Mayın meselesinde kendi grubunu dahi ikna edemediği için AKP bu krizden darbe aldı. Yedi senedir hükümette olan AKP’nin, artık kamu diplomasisine ağırlık vermesi, kamuoyunun hassasiyetlerini de dikkate alarak her önemli meselenin krize dönüşmesine basiretli adımlarla engel olması, krize dönüşen meselelerde de doğru kriz yönetim stratejileri izleyerek tansiyonu düşürmesi gerekiyor. Aksi takdirde yeni anayasadan mayına Türkiye’nin hem içte hem de dışta önünü açacak her girişim, muhalefetin engellemeleriyle akamete uğrayacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder