12 Nisan 2010 Pazartesi

ORTADOĞU'DA REKABETİN YENİ CEPHESİ YEMEN

Z. Tuba Kor, Anlayış Dergisi, Sayı: 80, Ocak 2010, sf. 66-67.

NOT: Her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir.

DİKKATLERİN Afganistan, Pakistan, Irak, Filistin ve Lübnan’a odaklandığı son senelerde bir başka çatışma bölgesi, Arap Yarımadası’nın güneybatı ucundaki Yemen gündemimize pek düşmedi. Oysa Yemen’de halen üç ayrı çatışma yaşanıyor. Birincisi, ülkenin kuzeybatısında 2004’ten bu yana Husi kabilesi öncülüğündeki Zeydiler ile Yemen ordusu arasında aralıklarla devam eden düşük yoğunluklu savaş. 2009’un Ağustos’unda hükümetin isyanı tamamen bastırma hedefiyle başlattığı son çatışma dalgası, Kasım’da kuzey komşu Suudi Arabistan’ın da bilfiil müdahalesiyle, Yemen’i bölgesel çatışmanın bir cephesi haline getirmiş durumda. İkincisi, güneydeki ayrılıkçı hareketin son dönemdeki çıkışları, henüz yirmi yaşında genç bir devlet olan Yemen’i yeniden parçalanma riski ile yüz yüze bırakıyor. Üçüncüsü, Suudi Arabistan ve Yemen’deki örgütlerin Ocak 2009’da birleşmelerinin ardından “Arap Yarımadası el-Kaidesi” ülkeyi adeta bir merkez üssü haline getirirken, 2002’den bu yana terörle mücadele kapsamında San’a yönetimine her türlü desteği veren ABD, geçen ay Yemen ordusunun tarafında doğrudan çatışmalara girerek yeni bir cephe açmış gibi görünüyor.

Kuşkusuz 11 Eylül sonrası ABD’nin yürüttüğü bölge politikaları Yemen’i doğrudan etkiledi. Zira Körfez Krizi sırasında Irak’a askerî güç kullanılmasına karşı çıkmanın bedelini dış yardımların kesilmesi, Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkelerinde çalışan yaklaşık 850 bin Yemenlinin kovulmasıyla ödemişti. Yemen yönetimi, bu defa Kasım 2001’den itibaren teröre karşı mücadelede Washington ile işbirliğine gitti. Ne var ki bu işbirliği, ülke içinde Ali Abdullah Salih yönetiminden duyulan rahatsızlığı artırdı. Özellikle Irak’ın işgali Yemen’de çok büyük tepki çekerek Husilerin isyan başlatmasında etkili oldu. Öte yandan ABD’nin Afganistan, Pakistan ve Irak’ta devam eden işgali ve Suudi yönetiminin kendi topraklarında yürüttüğü operasyonlar, Yemen’in dağlık coğrafyasını el-Kaide için uygun bir üs haline getirdi. Bütün bunların yanı sıra ülkenin karşı sahillerindeki Somali kaynaklı korsanlık faaliyetleri, Kızıldeniz’in güvenliğinde Yemen’in konumunu hassaslaştırdı. Nitekim Yemen, Hint Okyanusu’nu Kızıldeniz’e ve oradan da Akdeniz’e bağlayan Aden Körfezi’nin batısındaki kritik konumuyla uluslararası deniz ticaretinin, özellikle de petrol tankeri trafiğinin çok yoğun olduğu bir kavşak noktasında yer alıyor. Son dönemde İsrail’in Hamas ve Hizbullah’a silahların bu güzergahtan kaçırıldığı iddiaları ise bölgedeki mücadeleye ayrı bir boyut katıyor.

Küresel çapta yaşananların bölgesel izdüşümleri de hiç kuşkusuz Yemen’i etkiledi. Tıpkı, 1962-70 arasında Kuzey Yemen’de cumhuriyetçiler ile Zeydi İmam taraftarları arasında yaşanan iç savaşın aslında Ortadoğu’da rekabet eden Mısır ile Suudi Arabistan’ın bir vekalet savaşı olması gibi, son dönemde Afganistan ve Irak işgalleriyle birlikte bölgede artan İran nüfuzu ve “Şii-Sünni” veya “radikal-ılımlı İslam” rekabeti de Yemen’e yansıdı. Nitekim Zeydiler ile Yemen yönetimi arasındaki çatışmalar, her ne kadar isyancılar İran’dan destek almadıklarını vurgulasalar da, aslında İran ile Suudi Arabistan’ın bir vekalet savaşı olarak değerlendiriliyor. Özellikle Arap basını, İran’a karşı Yemen üzerinden ciddi bir propaganda savaşı yürütüyor. (Öte yandan sınır anlaşmazlıkları ve rejim farklılıkları başta olmak üzere çok çeşitli nedenlerle yakın döneme kadar Suudi Arabistan-Yemen ilişkilerine derin bir husumetin hâkim olduğunu; nüfusun yaklaşık %35’ini oluşturan Zeydilerin de İran’daki On İki İmam Şiiliğine değil, beşinci İmam Zeyd İbn Ali’ye bağlı ve Sünniliğe en yakın Şii grup olduklarını not etmek gerekir.)

Küresel ve bölgesel gelişmeler kadar Yemen’in kendi geçmişi ve iç siyasi yapısı da çatışmalarda etkili bir faktör olageldi. San’a merkezli Kuzey Yemen, 1918’de parçalanan Osmanlı’dan bağımsızlığını ilan ederken, 1962’de (bin yıldır bu toprakları yönetmekte olan) Zeydi İmamlık rejimi Mısır destekli bir askerî darbe ile yıkılarak Yemen Arap Cumhuriyeti kurulmuştu. Aden merkezli Güney Yemen ise İngilizlerden bağımsızlığını ancak 1967’de kazanırken, Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti adıyla Marksist bir rejime geçmişti. Bundan sonra iki rejim gerek birbiriyle gerekse kendi içlerinde defalarca çatıştı. İşte bu farklı tarihî tecrübelerin ve rejimlerin de etkisiyle, kuzey ve güney 22 Mayıs 1990’da birleşse de siyasi gelenekleri ve iktisadi sistemleri bağdaştırmak ve karşılıklı güven bunalımını aşmak pek de mümkün olmadı. Başlangıçtaki bütünleşme heyecanı, tarafların beklentilerinin karşılanamaması ve sosyo-ekonomik krizlerin de etkisiyle, zamanla yerini protestolara ve kanlı olaylara bıraktı. 1994’te Devlet Başkanı Yardımcısı ve Marksist Yemen’in lideri Ali Salim el-Beyd öncülüğünde güneylilerin yeniden bağımsızlıklarını ilan etmeleriyle patlak veren iç savaş, Kuzey Yemen ordusu tarafından kanlı bir şekilde bastırıldı. Ancak gerek 1990’lardan beri talep ettikleri reformların yapılmaması gerekse merkezden yeterince ve adil bir şekilde kaynak akıtılmaması nedeniyle güneylilerin bağımsızlık ateşi hiç sönmedi. Bölünme durumunda, güneyin petrolü ile Aden limanından elde ettiği gelirleri ve Babü’l-Mendeb Boğazı’ndaki stratejik konumunu kaybedecek olan San’a yönetimi, son dönemde özerklik vermeye razı gibi görünse de bunun güneylilerin taleplerini ne ölçüde karşılayabileceği şimdilik meçhul. Daha fazla özerklik talebiyle isyan eden kuzeydeki Husiler de ekonomik ve siyasi ayrımcılığa maruz kalmanın yanı sıra, Vahhabi-Selefi grupların Zeydi bölgelerinde artan faaliyetlerinden, San’a yönetiminin ABD ile işbirliğinden ve önceki ateşkes hükümlerine hükümetin bağlı kalmamasından oldukça rahatsızlar. Yemen yönetimi ise Husilerin aslında Şii imamlığı yeniden ihya etmeye çalıştığı propagandasıyla bölgesel ve küresel güçlerden aradığı desteği kolayca buluyor.

Tarihinde sıkça yaşandığı üzere Yemen, bir kez daha hem bölgesel kutuplaşmada hem de küresel güç mücadelesinde yeni bir cephe haline gelmiş durumda. Üç koldan savaşın ve buna bağlı olarak çok büyük bir insani krizin yaşandığı ülkede, en hafifinden 1978’den beri Devlet Başkanlığını yürüten Ali Abdullah Salih devrilebilir, daha ileri boyutta ise Yemen yeniden parçalanabilir. Her iki ihtimal de bölge üzerinde nüfuz mücadelesi veren güçler açısından istenmeyen bir durum. Zira birinci seçeneğin gerçekleşmesi durumunda, Batı’ya ve özellikle ABD’ye nefretin had safhada olduğu ülkede işbirliğine hazır yeni bir “ılımlı” lider bulmak hiç kolay olmayacaktır. İkinci seçenek ise kabile yapısının güçlü olduğu Yemen’in tıpkı karşı kıyıdaki Somali gibi devlet sistemini tamamen çökertebilir ki bu durum hem Kızıldeniz’in güvenliğini zorlaştırır hem de tüm Arap Yarımadası’nı krize sürükleyebilir. Ayrıca Yemen ordusunun Suudi ve Amerikan birlikleriyle el-Kaide’ye ve Husilere karşı gerçekleştirdiği ve çoğunlukla sivillerin can verdiği son dönemdeki operasyonlar, küresel ve bölgesel gelişmelerin yanı sıra tarihsel ve iç yapısal problemlerden kaynaklanan mevcut husumeti çözmeyeceği gibi, ülkenin “radikal” cepheye kayışını daha da hızlandırabilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder