20 Nisan 2010 Salı

GÜNEY KOMŞULARIMIZLA ENTEGRASYONA DOĞRU

Z. Tuba Kor, Anlayış Dergisi, Sayı: 77, Ekim 2009, sf. 66-67.

NOT: Her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir.


TÜRKİYE, Suriye ve Irak arasındaki diplomatik trafik son dönemde baş döndürücü bir hızla ilerliyor. Eylül ayında oldukça önemli kararlara imza atılan pek çok ziyaret ve toplantı gerçekleştirildi. Ekim ayında da bu trafik hız kesmeyecek. Sadece Türkiye’nin güney komşularıyla ikili ilişkilerini değil, Ortadoğu’nun geleceğini de etkileyecek nitelikteki adımlar ayrıntılı bir değerlendirmeyi hak ediyor.

Temmuz 2008’de Türkiye ile Irak arasında kurulması kabul edilen Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi’nin ilk bakanlar toplantısının yapıldığı günün evvelinde, Suriye ile de benzer bir mekanizmanın kurulmasına ilişkin bir anlaşma imzalandı İstanbul’da. Ortadoğu’da bir ilk olan bu mekanizmaların temel hedefleri, güney komşularımızla bütün riskleri ve tehditleri ortadan kaldıracak ortak bir güvenlik havzası oluşturmak ve ekonomik alanda tam entegrasyonu sağlamak. Irak ile iki gün içinde güvenlikten terörle mücadeleye, sağlıktan suya, çevreden tarım ve hayvancılığa, serbest ticaret bölgesi ve ortak yatırım konseyi kurmaktan petrol ve doğalgaza, ulaşıma kadar birçok alanda imzalanan kırkı aşkın anlaşma, mutabakat zaptı ve protokol, Ekim ayında Bağdat’ta iki ülke başbakanlarının eşbaşkanlığında yapılacak ortak bakanlar kurulu toplantısında son şeklini alacak.

“Komşularla sıfır problem” politikasıyla Türkiye’nin çevre ülkelerle ilişkileri rekabet ve husumetten işbirliği ve dostluğa terfi ederken, bunun en iyi yansıdığı alan kuşkusuz iktisadi alan oldu. Irak ile dış ticaret hacmi 1999’da 661 milyon dolar iken 2008’de 7 milyar dolara ulaştı. Suriye ile2000 yılında 729 milyon dolar olan ticaret ise 2008’de 2 milyar dolara dayandı. Stratejik işbirliği mekanizmalarıyla ekonomik entegrasyonu amaçlayan Türkiye’nin üç sene sonraki hedefi ise Irak ile 20, Suriye ile 5 milyar dolarlık ticaret hacmine ulaşmak.

Bu noktada engel teşkil eden sınırlar konusunda, son ziyaretlerde önemli kararlara imza atıldı. Irak tarafıyla, sınırda iki yeni gümrük kapısı açılması ve Habur Sınır Kapısı’nın modernize edilmesi hususlarında protokoller imzalandı; Suriye ile Türkiye arasında ise doksan günü aşmayan seyahatler için karşılıklı vize muafiyeti getirildi ve TIR’lar için uygulanan gümrük vergileri kaldırıldı. Şüphesiz bu kararlar, sadece ticareti ve yatırımları artırmakla kalmayacak; kişilerin serbest dolaşımına imkan sağlayarak, yüzyıllarca birlikte yaşayan bölge halklarının doksan yıllık bir ayrılığın ardından tekrar kaynaşmasının önünü açacak. Türkiye-Suriye sınırının, Soğuk Savaş’ta Batı ile Doğu bloğunun sınır hattı olduğu, bu hattı geçilmez kılmak için mayın döşenmesi gibi ölümcül “güvenlik tedbirleri”ne başvurmaktan dahi çekinilmediği, hatta birbirinden ayrı düşmüş akrabaların ve kardeşlerin ancak tel örgülerin arkasından bayramlaşıp birbirlerine hediyeler atabildiği o eski günler hatırlandığında, bugün ilişkilerin geldiği boyut çok daha iyi anlaşılır.

Türkiye, gerek Suriye gerekse Irak ile karşılıklı bağımlılığı en üst noktaya çıkarma hedefi doğrultusunda özellikle ortak karayolu ve demiryolu projelerinin yanı sıra yeni havayolu seferleriyle ulaşım imkanlarını geliştirme niyetinde. Tıpkı Kafkaslar ve Orta Asya için gündeme getirdiği tarihî İpek Yolu’nu canlandırma ve Bakü-Tiflis-Kars demiryolu hattı gibi projeler Ortadoğu için de gündemde. Bunlardan en heyecan verici olanı ise İstanbul’dan Hicaz’a uzanacak tarihî demiryolu projesi; bunun Suriye bağlantısı için anlaşmalar imzalanmış durumda. Ayrıca Bağdat’a kadar hızlı demiryolu projesi gündemde. Halep-Mersin-Adana demiryolu hattında ise yakında seferlere başlanacak. Bu ve benzeri ulaşım ağları sadece üç ülkeyi birbirine bağlamakla kalmayacak; güneyde Körfez bölgesine, kuzeyde Avrupa’ya kadar uzatılacak.

GAP’ın inşa edildiği 80’li ve 90’lı yıllarda ikili ilişkileri olumsuz etkileyen, en temel ihtilaflardan biri haline gelen, hatta Suriye’nin bu konuda taviz alabilmek için PKK kozunu kullandığı ve Irak ile birlikte bölgesel ve uluslararası platformlarda Türkiye’ye karşı lobi faaliyetleri yürüttüğü su konusu, güven ortamının pekişmesiyle artık bir işbirliği alanı olma yolunda hızla ilerliyor. Su ihtilafında yıllarca en temel tanımlamalarda dahi uzlaşamayan tarafların artık ortak bilimsel çalışmalarla gerçek su ihtiyaçlarını saptayacak bir vizyonda buluşmaları ve ortak çalışma alanlarını belirlemeleri oldukça mühim bir gelişme.

Güney komşularla ilişkilerin stratejik boyuta taşınması, Türkiye’nin en yakıcı problemi olan “PKK terörünün tamamen sona ermesi” beklentisini de artırıyor. Zira bölgesel bir örgüt niteliğindeki PKK’nın silah bırakması, sadece içeriyi ikna etmekle halledilecek bir husus değil; zira örgüte komşu ülkelerden katılım hiç de az değil. Bu nedenle Cumhurbaşkanı Beşşar Esad’ın “Silah bırakırlarsa dağdaki Suriyeuyruklu PKK’lıları alırız” açıklaması oldukça önemli. Öte yandan iç kamuoyunda aylardır tartışılan “Demokratik Açılım”a karşı, kimileri ısrarla bölünme-parçalanma ve Kürt devletinin kurulması riskini gündeme getirse de, Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği’nin öngördüğü ortak güvenlik alanı ve ekonomik entegrasyon, aslında Türkiye’nin sınırları aşarak nüfuz alanını güneye doğru genişletmesinin önünü açıyor.

Bölgesel Entegrasyon Mümkün mü?

90’lı yıllarda bölgesel entegrasyon ancak bir ütopya olabilirdi; ama ilişkilerin geldiği son aşama, bunun mümkün olduğunu hissettiriyor. Zira bu ilişki modelinin öncüsü Fransa ile Almanya’nın, yüzyıllara dayanan husumetin ve çok kanlı savaşların ardından bir araya gelmeyi başararak AET/AB’nin nüvesini oluşturduklarını unutmamak gerekir. Geçen yüzyılda güney komşularımızla ilişkilerde hiç iyi bir sınav verememiş olsak da, ortak tarih algısı ve ortak çıkarlar temelinde bir araya gelmemek için -ideolojik saplantılar dışında- hiçbir ciddi engel bulunmuyor. Bu yeni ilişki modelinin, tutması halinde diğer ülkelere de bir ilham kaynağı olacağı ve uzun vadede bölgede barış ve istikrarın teminatı olacağı aşikar.

Ancak bölgesel entegrasyonun önünde riskler de bulunmuyor değil. Mesela 19 Ağustos’ta Bağdat’ta hükümet binalarını hedef alan ve büyük can kayıplarına neden olan patlamalar, Irak ile Suriye arasında büyükelçilerin geri çekilmesine kadar giden yeni bir krize yol açtı (İran-Irak Savaşı sırasında kesilen Suriye-Irak ilişkileri 2006’da tekrar kurulabilmişti). Bu noktada Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun devreye girerek tarafları defalarca buluşturması ve krizin “aile” içinde çözülebilmesi için üçlü güvenlik mekanizması oluşturmayı teklif etmesi önemliydi. Öte yandan bu saldırıların, Suriye ile Irak arasında, stratejik işbirliği anlaşmasının imzalanmasından sadece bir gün sonra gerçekleşmesi akıllarda soru işaretleri bıraktı. Üç eski düşman komşunun stratejik işbirliği kararı almaları, problemlerini kendi aralarında çözme iradesini göstermeleri ve bölgede (İran başta olmak üzere çevre ülkelerin de dâhil olabileceği) ekonomik entegrasyona doğru yelken açmalarının, istikrarsızlıktan ve çatışmadan nemalanan bazı dış güçleri ciddi anlamda rahatsız ettiği aşikar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder