KAHRAMANMARAŞLI
DEPREMZEDELERLE YAPTIĞIM RÖPORTAJLAR
12.1.2024,
Kahramanmaraş Karacasu Konteyner Kenti
NOT: Bir
sene evvel 26-28 Nisan 2023’te Hatay, Gaziantep ve Mardin’de kalan depremzedelerle yaptığım
röportajlara bu blogun Mayıs 2023 kısmından ulaşabilirsiniz. Türk ve Suriyeli
depremzedelerle röportajlarımı üç bölüm halinde yayınlamıştım.
NOT: Blogda
yer alan 900 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html
linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.
12 Ocak’ta
Kahramanmaraş’ta Karacasu Konteyner Kentinde müftülüğe bağlı bir anaokulunu ve
Kur’an kursunu ziyaret ettim. Konteynerde yaşamanın nasıl bir şey olduğunu,
depremin hayatlarını nasıl değiştirdiğini öğrenmek için sorular yönelttim. Anaokulunda
biri öğretmen (C), diğer ikisi depremden sonra psikolojik terapi mahiyetinde
çalışmaya başlayan 50’li yaşlarında gelin (B) ve görümce (A) toplamda üç hanımla;
Kur’an kursunda ise orta ve ileri yaşta 10-15 kadar öğrenci hanımla yarımşar
saat görüştüm. Dikkatimi çeken ve beni şaşırtan husus, görüştüğüm kadınların
yaşadıklarını, duygu ve düşüncelerini çok başarılı bir şekilde ifade
edebilmeleriydi.
Depremin
merkez üssü Kahramanmaraş’ta, bir yıl sonra depremzedelerimizin hayatını,
düşüncelerini ve psikolojilerini öğrenmek, onları hissetmek ve ibret almak için
buyurunuz…
A: “BİZ
DEPREMLE KÜÇÜK MAHŞERİ YAŞADIK, KÜÇÜK CEHENNEMİ TATTIK”
B: “ÇADIRDAYKEN
KONTEYNER ÇIKMASI SANKİ BİR VİLLAYA SAHİP OLMAK GİBİYDİ”
C: “DEPREMLE BİRLİKTE İYİLER ÇOK DAHA İYİ, KÖTÜLER ÇOK DAHA KÖTÜ OLDU”
A: Ben oğlumla
Katar’ın konteynerinde kalıyorum. Diğerlerine kıyasla daha küçük, iki kişiden
fazlasını almaz; ama daha lüks ve konforlu. Toplam 18 metrekare; tek oda ve bir
lavabosu var. Küçük olduğu için her şey tıkış tıkış. Bu yüzden ortalık çabuk
kirleniyor, ama çabuk da temizleniyor. Oturmamız, yatmamız, yememiz, içmemiz, bütün
hayatımız 6 metrekare bir halının üstünde geçiyor. İlk başlarda bocaladık ama
hamdolsun, artık alıştık.
B: İnsan
her şeye alışıyor. Kendi imkanlarımızla yaptığımız derme çatma çadırda 2 ay boyunca
tam 21 kişi kaldık, çok rezillikti. Dolayısıyla konteyner, çadıra göre çok daha
rahat olduğundan alıştık, artık evimiz gibi. Bizimki 21 metrekare. İki küçük
odası ve bir lavabosu var.
21 kişi
çadırda nasıl kalabildiniz?
B:
İnsanlar korkup şehirden ayrıldı. Kayınlarımın eşleri İstanbul’a, Antalya’ya
gitti; geri kalan aile mensupları bizde kaldı. Ben en büyük gelindim; mecburen
beraber idare ettik, yapacak bir şey yoktu.
Konteynerde
şu an kaç kişisiniz?
B: İlk
başta üç oğlum, kızım, damadım ve eşimle bendik. Sonra oğluma ayrı yer çıktı;
kızım da evlenip ayrı konteynere geçti. Şu an dört kişiyiz. Buna da şükür;
Rabbim bu günümüzü aratmasın.
Kızın
depremden önce mi, sonra mı evlendi?
B: Kızım
nişanlıydı, düğün yapacaktık; ama deprem olunca yepyeni bütün eşyaları Adıyaman’da
enkaz altında kaldı. Damadımın da kaldığı ev depremde yıkıldı; mecburen bizimle
yaşamaya başlayınca apar topar düğün yaptık.
C:
Evimiz deprem başlar başlamaz yıkılıverdi, uykudan uyandığımız gibi duvarlar
üzerimize çöktü. Beni enkazdan çıkardılar. 8 kişilik ailemizde kayıp çok şükür yok;
ama apartmanımızdan 21 kişi vefat etti. 4. katta yaşıyorduk; 5., 6., ve 7.
katlar tamamen uçtuğu için biz enkazın üstünde kaldık. Duvarlar parçalanınca bazılarımız
yatak odasındayken bir anda mutfak balkonuna savruldu. Bizi bu sayede
vatandaşlar enkazdan kurtarabildi. Annemi çıkartmak çok zor oldu, 9 saat sürdü.
Bacağının üstüne kolon düşen ikiz kardeşim ameliyat oldu, platin takıldı. 7.
katta yaşayan komşularımızdan hiçbiri sağ çıkamadı. 6. kattaki komşumuz yanarak
vefat etti. Çünkü bizi enkazdan çıkardıktan sonra apartmanda yangın başladı. O
an çaresizlik hissi neymiş çok iyi anladık. O kadar büyük bir çaresizlikti ki gözümüzün
önünde apartman sakinleri yandığı halde hiçbir şey yapamıyorduk. İtfaiye aracı
geldiğinde suyu boşalttığı halde aşağılara inmiyor, yangın sönmüyordu.
A:
Çığlık sesleri çok zordu. Benim binam hemen çökmedi, enkazdan çıkmadım. Ama yan
taraftaki bina ben aşağı indiğimde gözümün önünde çöktü. “Yardım edin, imdat”
diye bağırıyorlardı; ama donup kaldık, hiçbir şey yapamadık.
B: Öyle
bir şok anıydı ki hiçbir şey yapamıyordum; ne ağlayabiliyor ne de
üzülebiliyordum. 10-15 gün kendime gelemedim. Komşumuzun gelini öldüğü için
insanlar feryat ediyordu; ben sadece donup kaldım. Adıyaman’ın bir köyünde
yaşayan annemin ölüm haberi geldi. Aslında ölmemiş, enkazdan yaralı çıkarılıp
ameliyata alınmış, sonradan öğrendik. Haber geldiğinde “Allah rahmet eylesin,
yapabileceğim hiçbir şey yok, çocuklarımı bırakıp cenazeye gidemem” dedim. Bazı
insanlar ailesini geride bırakıp şehir dışına gitti; ben “asla” dedim, “ölürsek
de beraber, kalırsak da”. Çocuklarımı bırakıp tuvalete bile gidemiyordum.
Yardım TIR’ı geldiğinde içindekilerden almaya onlarla gidiyordum. İnsan o anda
kendini ve annesini bile düşünmüyor, tek derdiniz çocuklarınız oluyor.
A: Biz
bir özel hastanenin yanında kalıyorduk. Ağabeyimin büyük bir arabası vardı;
günlerce hastaneye hiç durmadan ceset taşıdı. Öyle ki ceset görmek artık
sıradanlaştı. Yoğun bakım, poliklinikler, acil servis, her yer tıklım tıklım
dolduydu. Ne yeterli doktor vardı ne de tıbbi cihaz. Deprem anında ölmeyenler
de o şekilde tıbbi imkansızlıklardan hayatını kaybetti… Ağabeyim gelip 5-10
dakika sobada ısınıp tekrar hastaneye yardıma gidiyordu. Hem ağlıyor hem de
yardım etmeye çalışıyordu. Bizim elimizde ise gerekli malzeme olmadığından
kimseye faydamız dokunmuyordu. İnsanların çığlığını duymamak için mecburen
kulaklarımız tıkıyorduk.
Deprem
sırasında yağmur bardaktan boşalırcasına yağıyordu. Çocukların ayağı çıplak,
üstlerinde doğru düzgün kıyafet yoktu. Sırtımdaki yeleğimi çıkarıp çocuğumun
ayağına sardım. Kızım hastaydı. Evden inerken iki tane yorgan kapmışım. O
yorganları indirirken merdivenden aşağı düştüm. 6 ay dizimden epey zorlandım.
İkinci
deprem olmaya başladı. Kaldığımız yerde büyük bir otobüs vardı. Adam otobüsün
camını kırıp ters kontak yaptı. Tanıdığı tanımadığı herkese “Binin, sizi
buradan uzaklaştırayım” dedi. Hemen atladık. İkinci depremde de yıkımlar oldu. Bizim
mahalleler ‘hayalet kent’e dönüştü.
Rabbim
bir daha hiç kimseye yaşatmasın. Çok zor süreçler atlattık. Büyük bir
imtihandı. Allah bizi uyarıyor; bunun farkına bazen varıyoruz, bazen
varmıyoruz. Aslında biz depremle küçük mahşeri yaşadık, küçük cehennemi tattık.
Yine de bazen gaflete kapılıp şükürsüz olabiliyoruz.
Depremden sonra ne gibi sıkıntılar yaşadınız?
B: Ne
yaşamadık ki! Çadırımızı su bastı. (Ağlayarak devam etti.) İlk zamanlar çok kötüydü.
Yıkanamadık. 2 yaşındaki torunum bitlendi. Lavabo, banyo ihtiyacımız vardı; gidebileceğimiz
yer yoktu. 25 gün sonra yavaş yavaş düzelmeye başladı.
A:
Okulun oraya çamaşırhane, banyo konmuştu. Sıraya giriyorduk.
B: Çadırdan
konteynere geçince her şey daha iyi oldu. Aslında yine de zor. Düşünsenize, büyük
bir evden çıkıp önce bir çadıra, sonra konteynere düşmek… Çadırdayken çevrede komşular olduğu için
konuşup stres atabiliyordum. Şimdi çalıştığım için böyle bir imkânım olmuyor
ama çok şükür, burada küçük çocukların eğitimine yardımcı oluyorum.
İşi
nasıl bulabildiniz?
B: Tesadüfen
oldu. Moralim çok bozuktu; burada çalışan bir öğretmen, “Senin psikolojin iyi
değil, seni buraya yazalım, çalışırken rahatlarsın” dedi. Allah razı olsun.
(Ziyarette
bana eşlik eden müftü yardımcısı, devletin deprem bölgesinde İŞ-KUR’a başvuran
herkese iş verdiğini söyledi.)
A: Kanser
hastaları, yaşlı insanlar ve hamileler çok sıkıntı çektiler. Depremden üç gün
sonra Kızılay’ın yardım aracının arkasına binip hasta çocuğumla Mersin’e yedi
saatte gittim. İki ay kadar orada kaldım. Hastaneler çok kalabalık olduğundan
çok büyük sıkıntı yaşardık. Kızım dokuz ay evvel vefat etti. Hastanede
bakamayız demiyorlardı, elden geldiğince ilgileniyorlardı. Ama Mersin deprem
bölgesine yakın olduğundan 400.000 göç aldı.
Başınız sağ olsun. Peki kalıcı sakatlık
yaşayanlar çok mu?
C: Çok
fazla. Yollarda tekerlekli sandalyeliler çok.
A:
Kolunu, bacağını kaybedenler de, yaralananlar da çok fazla. 50.000’den fazla
insanımız hayatını kaybetti ama belki 20.000 kadarı da engelli kalmıştır.
B:
Ölenler bir nevi kurtuldu. Biz ne olacağız bakalım…
Deprem gibi çok ağır bir imtihan yaşadınız. Neler
öğrendiniz?
B: Benim
bütün hayatım zaten hep bir mücadeleyle, koşuşturmacayla geçti. Depremle
birlikte sabrı, merhameti daha iyi öğrendim. Paranın pulun boş olduğunu gördüm.
A: Son
bir senede çok ağır şeyler yaşadık. 2-3 ay depremin psikolojisini atlatamadık.
Korku vardı. Karanlıkta da, yalnız da kalamıyorduk. Kaybetme korkusu yaşamaya
başladık. Ben depremden 2,5 ay sonra kızımı kaybettim. Yani evimizin yıkılması
değil sadece. Maddi ve manevi çok zor süreçler geçirdik. Paranız olsa bile
harcayamıyordunuz. Yemek yeme isteği kalmadı. Hepimizde bir donukluk vardı, duygumuzu
ifade edemiyorduk. En yakını ölenlerden bazıları ağlayamıyor, ağlayamayınca daha
da kötü oluyordu. Aileler arasında ufak tefek çatışmalar yaşandı. Zorluklarla
mücadele edildiğinden bir noktadan sonra insanın birbirine sabrı ve saygısı
kalmıyordu. Ama zamanla birbirimize kenetlenmeyi ve sahip çıkmayı öğrendik. Konteyner
bulmak bizim için bir lükstü.
B: Çadırdayken
konteyner çıkması sanki bir villaya sahip olmak gibiydi.
A: Ocağa
tencere koyup yemek pişirebiliyorsun. Bulaşığını, elini-yüzünü yıkayabiliyorsun,
yıkanabiliyorsun. Kendine ait bir tuvaletin var. Bunlar depremden sonra lavabonun
olmadığı bir ortamda artık lükse girmişti. İlk başlarda ekmek bile bulamıyorduk.
Çocuklarımız çadırda üşüyüp hastalanmasın diye sabahlara kadar oturuyorduk ki
üstü açılanı hemen örtebilelim.
B: Hava
çok soğuktu. Gece kalktık, bir de baktık ki içeridekilerin nefesinden naylon çadırın
kenarları ve çocukların başları buz tutmuş. Çok zor günlerdi. Tüp yoktu, sokakta
ateş yakıp yemek pişiriyordum. Sobanın üstünde çay demliyordum. Ama yağmur
yağdığında çadırın etrafından içeri su giriyordu.
Şanslısınız,
soba kurmayı biliyorsunuz, sizin uyum sağlamanız daha kolay olmuştur. Ben
bunları hiç bilmiyorum mesela ve benzer bir deprem yaşarsam mahvolurum...
B: Çok
şükür… Siz de mecbur kalsanız öğrenirdiniz. Hayat her şeyi öğretiyor insana.
A: Hayatında
hiç zorluk çekmemiş insanlar depremden daha fazla etkilendi, bocaladı. Biz
zaten dar gelirliydik; yıllarca sobalı evde yaşadım. Depremden altı ay evvel
ilk defa kaloriferli bir eve taşındım, o da depremde yıkıldı. Sokakta ateş
yakıp yemek pişirmek, soba kurmak bizim bildiğimiz şeyler. Ama bilmeyenler için
gerçekten çok zordu, çok daha ağır psikolojik sorunlar yaşadılar. İnsanların farklı
kişilikleri olduğu için bu süreci bazısı kolay atlattı, bazısı daha zor.
Bazısının ise hiç umurunda değildi; “Sağlıklıyım, elhamdülillah” diyor, arkasına
dönüp hiç bakmıyordu. Bazısı ise çıkarının peşindeydi.
Çıkarının peşinde derken ne kastediyorsunuz?
C:
Mesela evi sağlam olduğu halde yardımlardan faydalanmak için önüne çadır kurdular.
A: Depremden
sonra muhtaç olan da, olmayan da yardım aldı. Açgözlüler, yapılan yardımdan
birden fazla almaya kalkıyor, alamayınca hırslanıp curcuna çıkarıyordu. Deprem
bölgesinde bazı insanlar hep alan el oldu, veren değil. Veren el olsalardı bu
imtihanı daha kolay atlatırdık. Yağmalama çok fazla oldu. Düşünebiliyor
musunuz, adam tutmuş çamaşır makinesi, buzdolabı, elektronik eşyaları
yağmalıyor? Sen depremden çıkmışsın, onları ne yapacaksın? İhtiyacın varsa
ekmek-su, çocuğuna süt, bez, mama alırsın.
C: Bu
yağmalamalarda Suriyelilere çok suç atıldı. Her yağmacıya Suriyeli dendi. Halbuki
öyle değildi.
A:
Onlardan da vardı, Türklerden de.
C:
Suriyeliler korkudan gündüzleri enkazlara yardım edemediler. Ama gece
karanlığında enkazdaki insanları çıkartmak için çok çalıştılar. Buna şahidiz.
A:
Bakın, bu hayatı Suriyeliler de seçmedi, biz de seçmedik. Ülkeleri savaş
içinde. Dışarıdan gelen insanlara saygı duyarım, buraya keyfine gelmemiştir.
Ama iyi niyeti suistimal edenler hem Türklerde var hem Suriyelilerde hem de
başka milletlerde.
C:
Çocuklarımın okulu nedeniyle Mersin Tarsus’a gidip dört ay kaldım. Maraşlıyım
demek istemiyordum. Çünkü bunu öğrenenler hemen bir şeyler vermek, yardım etmek
istiyordu. Biz yardım almaya alışık olmadığımızdan kendimizi çok kötü
hissediyorduk. O dönem çok zorlandık, yardımı çekine çekine aldık. Ama kimisi
nereye gitse “Biz depremzedeyiz, muhtacız” diyordu.
A: Ben
Mersin’de depremzedeyim diyerek hiçbir yardımdan faydalanmadım. Sağ olsun, bir
aile dostumuz bana kucak açtı, evi hastaneye yakındı. Çok şükür başımı sokacak
bir ev bulmuştum; hakikaten çok muhtaç hale düşenler vardı. Yardım almasam da
mağazalarda deprem bölgesinden gelenlere %30 indirim yapılıyordu. Bu çok güzel
bir şeydi.
C: İyiler
çok daha iyi, kötüler çok daha kötü oldu.
A: Doyumsuzluk
var. Açgözlülük ve bencillik başladı. Kaybetme korkusu başladı. Şükürsüzlük var.
Mesela konteyner kentte oturanlar hamdolsun sıcak suya, yemeğe ve ısınabileceği
klimaya kavuştu; ama hala şikâyet ediyorlar. Evet, bir göz odada yaşıyorum; ama
en azından başıma yağmur yağmıyor, ayağım ıslanmıyor, çocuğumla oturup sohbet
edebiliyorum. Bunlar çok büyük nimet.
C:
Devlet konteynerleri boş da verebilirdi. Ama içinde diş fırçası ve macuna,
kanepeye, halıya, en ince ayrıntısına kadar her şey vardı. Buna rağmen hala şu
eksik, bu eksik diye itiraz ediyorlar.
B: Kaç
ay kahvaltı ve yemek de verildi.
A: Her
şey verildi. Ama bazıları yılın 12 ayı verilsin istiyor. Bedavacılığa da alışmamak
gerekiyor. Sonuçta bize tükettiğimiz elektriğin, suyun, doğalgazın parasını
soran, kira isteyen yok. Tamiratlar da yapılıyor. Daha fazlasını istemek
bencillik.
Dediniz ki “İyiler daha iyi, kötüler daha kötü
oldu”. Hangisi daha fazla?
A: Eşit
diyebiliriz. İnsanların bakış açısı depremden sonra o kadar değişti ki. Kötü
olanlarda merhamet duygusu kalmadı. En çok da yakınlarını kaybedenler, artık kaybedecek
hiçbir şeyim kalmadı noktasına geldi; artık gözleri hiçbir şeyi görmüyor. Bir
de psikolojik sağlığı bozulduğu için en ufak bir şeyi sorun haline getirenler
var.
B:
Psikolojik sağlık çok önemli. Hala çok korkuyoruz. Deprem konusu açıldığında
tekrar tekrar o günleri yaşıyoruz, şu an olduğu gibi.
A: Maraş’ta
psikiyatriye gidiş çok arttı. O kadar vahim şeyler yaşandı ki atlatamıyoruz.
A:
Mersin’de çarşıya alışverişe gittiğimde tuhaf oldum. Dört duvarı sağlam binalar
vardı; yollarda yürüyebiliyordum. Hayat normal akıyordu, insanlar arabalarıyla
işe gidip geliyordu. Bana tuhaf geldi. Çünkü depremden sonra Maraş’ta arabanız
sağlamsa bile benzin yoktu. Yollar çok kötü durumdaydı. Evler ya tamamen enkaza
dönmüştü ya da yarısı yıkıktı. Sağlam olana da korkudan girilemiyordu. Maraş’ta
açık market bulamıyorduk, Mersin’de marketler iş yapıyordu. Normal işleyen
hayata öyle bakakaldım. Sanki daha evvel hiç normal bir hayat görmemiş,
yaşamamışım gibiydim. İnsan farklı bir psikolojiye bürünüyor; “Acaba ben
neredeyim, bu yaşadığımız rüya mı?” diyordum.
C:
Hayatın tadı tuzu kalmadı. Eskiden evimize veya kendimize bir şeyler satın alma
hevesimiz vardı, artık alsak da bir, almasak da. Geçmişte çarşıya çıktığımda 5 kuruşluk
dahi olsa evime mutlaka bir şey alırdım. Şimdi evimiz mi var ki ne alayım?
B: Ne alışveriş
ne giyinme ne de yiyip içme zevkimiz kaldı. Yediğimiz yemeğin bile tadını
alamıyoruz.
C: Başta
Maraş’tan ayrılmak istemedim. Eşimin zorlamasıyla Tarsus’a çocuklarımın
geleceği için gittim. Kızım lise sona, oğlum ortaokul sona gidiyordu; ikisi
için de önemli bir dönemdi. Önce teyzemde kaldım; ama evi ikinci katta olduğundan
korkuyordum. Orada da artçı depremle sallandığımızda küçük kızım, “Anne Maraş’ta
evsiz kalmıştık, burada da mı evsiz kalacağız?” diye soruyordu. Çocuklarıma sarılıp
ağlamaktan başka çarem yoktu. Sonra mecburen kiralık ev tuttuk. Devletten
binlerce kez Allah razı olsun, hem sınava girecek çocuklarım için ücretsiz dershane
imkânı tanıdı hem de oradaki okullara rahatlıkla gidip geldiler. İşimiz
kolaylaştı. Ama nihayetinde hayatımız altüst oldu, her şey değişti.
Eskiden
karanlıkta uyurdum; ama depremden sonra geceleri elektriği kapatamıyorum. Çocuklarımı
Tarsus’ta bana eşimin bir emaneti gibi hissettiğimden ve tek başıma depremde ya
çocuklarımı dışarı çıkarıp kurtaramazsam korkusu kapladığından geceleri gözüme
uyku girmiyordu. Sadece eşim yanıma geldiğinde huzurla yatıyordum; en azından
deprem olursa hep birlikte ölürüz düşüncesiyle… Tekrar deprem olursa üstümüz
başımız tedbirli olsun diye geceleri pijama giyemedim. Üstüme bir kazak ile pantolon
ayarlayıp, başımı da örtüp öyle yatıyordum.
A: Hayatta
insanı mutlu eden bazı küçücük şeyler vardır, hiçbir zaman unutulmaz. Mesela itfaiyenin
yanındaki ekmek fabrikasına gittik, ekmek yoktu. Ama orada beşli bir paket kışlık
kalın çorap verdiler. Hayatımda hiçbir şey için o kadar mutlu olmamışımdır. Çünkü
ayakkabım yoktu, ayaklarım üşüyordu. Düşünün, Mersin’e giderken ayaklarımdaki
terliklerden biri kahverengi diğeri krem rengiydi. Üşümeyeyim diye önüme ne
gelmişse onu giymişim; üstümde saçma sapan kıyafetler vardı… Bir de depremden
sonra aşağı iner inmez ağabeyim arayıp “İyi misin, seni almaya geliyorum”
deyince içimden “Aaa seviliyormuşum ya” dedim, dünyalar benim oldu. O mutluluk
hiçbir şeye değişilmez.
C: Daha
evvel hiç aramayanlar bile “Nasılsınız, sağ mısınız?” diye arıyorlardı ya
insanı, bu o kadar mutlu ediyordu ki bizi.
***
“DEPREMLE
BİRLİKTE HAYATIMIZDA HER ŞEY DEĞİŞTİ, DÜNYAYA YENİDEN GELMİŞ GİBİYİZ”
NOT: Kur’an
kursunda 10-15 hanımla röportaj yaparken rahat konuşabilmeleri için sadece ses
kaydı aldım. Deşifre ederken sesleri ayırt edebilmek zordu. Bu yüzden
anaokulunda yaptığım röportajdaki gibi sesleri teşhis edip konuşanları
harflerle kodlayamadım.
Konteyner
kentte yaşamak nasıl bir şeydir, ne gibi zorlukları var, bize anlatır mısınız?
- Konteynerlerin
büyüklüğü değişiyor; kimisi tek, kimisi iki odalı.
- Bizim
konteyner diğer birçoğuna kıyasla daha iyi, ama küçük olduğu için ev ortamını
tutmuyor. Herkes birbirinin konteynerinde neler olup bittiğini duyuyor. Dışarı
ses çok geliyor. Komşular rahatsız olmasın diye sessiz olmaya çalışıyoruz. Ama
zor.
- Bizimkinde
yağmur yağdığında çatıda akma oluyor.
- Bizimkinin
de banyosunda havalandırma yok. İçeri su basabiliyor. Pek iç açıcı değil, ama
dışarıda kalmaktansa şükrediyoruz.
- Banyoya
girip abdest aldığımızda veya yıkandığımızda suyun içinde kalıyoruz. Sürekli
yerleri silip kurutmaya çalışıyoruz. Buna da şükür, en azından başımızın
üstünde bir çatı var.
- Kuzularım
gitti benim. Çocuklarımı kaybetmeyeydim, sokakta çadırlarda yaşamaya da
razıydım.
- Bizim
konteynerde de ne zaman banyo yapsak su odaya geçiyor. Kaç kere tamir edildiyse
de düzelmedi. Sular içindeyim. Çocuklarım büyük. Oğullarım 1.90 boyunda ve
yatağa sığmıyorlar. 5 kişiyiz. 2 kanepe ve ranza var. Bir çocuğuma da yere yatak
seriyoruz; ama şu an zemin çok soğuk olduğundan mecburen iki çocuğumu bir
kanepeye sıkıştırıyoruz. Böyle zorluklar olsa da çok şükür, çadırda kalmaktan
iyidir.
- Biz
misafirperver insanlardık. Şimdi konteynerde misafir ağırlama imkânımızın olmaması
bana bir tuhaf geliyor.
- Evet,
konteynerlerde misafirlere gerçekten yer yok; ama insanlar anlamıyor, yine de
ziyarete geliyorlar. Misafir eve geldiğinde lavaboya gitmek bile bir mesele
oluyor. Gidemiyoruz. Çünkü her halimiz dışarıdan ve içeriden duyuluyor. Misafir
evdeyse gündüz banyo yapamıyoruz, gece de komşular rahatsız olacak diye
giremiyoruz. Öylece kalakalıyoruz. Hayatımızın özeti işte böyle.
Peki, çocuklarınız
konteynere alışabildi mi?
- Alışamadılar.
Koşacakları, tepişecekleri bir alan yok. Çok zorlanıyoruz.
- Benim üç
çocuğum var. Biraz ses yapsalar komşudan hemen şikâyet geliyor. Yani konteynerde
çocuklar çocukluğunu yaşayamıyor. İçeride çocuklara aman sus diyoruz; ses
yapmasınlar diye oyuncak veriyoruz ama daha da hırçınlaşıyorlar. Mecburen ellerine
telefon veriyoruz, bu sefer de telefon bağımlısı oluyorlar. Küçük olduklarından
konteynerde yapacakları bir aktivite yok.
- Ders
çalışma konusunda sıkıntıları var. Mesela kızım üniversiteye hazırlanıyor.
Oğlum lisede. Birine oda ayırınca öbürüne çalışacak yer kalmıyor. Kütüphane var;
ama bu soğuklarda oraya gidip çalışmak da zor. Internet konusunda çok sıkıntıdayız.
İnternet olsa evde bir nebze daha iyi çalışabilirler.
- Okula
gidip geliyorlar. Hava iyiyse genelde dışarıdalar. Evimiz varken çocuklar bu
kadar sokağa çıkmıyordu. Ama konteynerde çocukların herhangi bir şey
yapabileceği alan yok.
Bu dar
mekânda komşularınızla kardeş gibi olmuşsunuzdur, öyle değil mi? En azından yıllarca
konteynerde yaşamış Suriyeliler geçmişte bana öyle demişti.
- Olduk
tabii. Komşularım çok şükür iyi. Apartman hayatından daha farklı oldu bu konteyner
hayatı. Ama benim geçmişte de, şimdi de komşularımla ilişkilerim hep iyidir.
- Komşularımın
biri akşama kadar çalışıyor, okuyan kızları da var. Rahatsız olmasınlar diye
sessiz olmaya çalışıyorum ama küçük çocuklarıma söz geçiremiyorum.
-
Komşuluk ilişkilerim gelişti. Eskiden apartmanda komşularımla çok yabaniydik, yakın
komşuluk ilişkilerim yoktu. Burada komşularımla birbirimize çocuk emanet edecek
derecede içli dışlıyım.
- Hiç
tanımadığımız insanlarla komşu olduk. Ama dertlerimiz, sıkıntılarımız aynı
olunca iyi geçiniliyor. Herkesin bir kaybı var. Birbirimize kenetlendik.
- Burada
birbirimizi teselli etmeye, acılarımızı hafifletmeye çalışıyoruz. Birbirimizin
dertleriyle dertlenmeyi öğrendik.
- Burada
herkes pişirdiği güzel bir yemeği birbiriyle paylaşıyor. Hadi bugün birlikte
şunu yapalım diyoruz.
- Komşularımın
hepsi geçmişte benim gibi kiracıymış. Depremden sonra ev sahipleri bizi
çıkardı. Hepimizin tek bir korkusu var: Ya deprem konutlarını sadece ev
sahiplerine verirlerse ve bizi bu konteynerlerden çıkarırlarsa halimiz ne
olacak? Kiracıların geleceği belirsiz. Kiralar da dışarıda çok yüksek, en
düşüğü 8000-9000 TL; 15.000-20.000’e kadar çıkıyor. Eşim asgari ücretle
çalışıyor, üç çocuğum var. Nasıl geçinelim? Hep bir korku içindeyiz.
Peki, aile
bireyleri arasında ilişkiler güçlendi mi, zayıfladı mı?
- Benim
daha da güçlendi. Depremin dördüncü günü İstanbul’da yaşayan ağabeylerim ve
ablalarım, ben ne kadar Maraş’ı bırakmam desem de kabul etmediler, 40 gün
misafir ettiler. 40 gün sonra ellerinden zor kaçıp memleketime döndüm.
- Evim
koskocamandı, herkesin odası vardı. Çocuklar odasına çekiliyordu. Şu an
mecburen aynı odada sıkış tepiş yaşıyoruz. Yeniden aile olduk. Güçlü olmayı
öğrendik.
-
Çocuklar geçmişte eşimle birlikte hiç televizyon izlememişti. Şimdi hep
birlikte izleyebiliyoruz, bir şeyler konuşabiliyoruz. Böyle değişiklikler oldu.
- Eşim
şimdi konteynerde çocuklarını tanıyor. Önceden aynı evde yaşasak da
tanımıyordu.
-
Sinirlendiğimde hıncımı evdeki birisinden çıkarmak, eşimle tartışmak veya
söylediği bir lafa karşılık vermek istiyorum. Tam cevap vermeye başlıyorum ki o
sırada çocuklarımla göz göze gelince mecburen susuyorum. Ama dayanamayıp
telefondan mesaj atarak sayıp sövüyorum. Yani bu konteyner hayatında eşimle
doyasıya tartışamıyorum bile.
- Kimi
ailelerde dar mekânda aile içi huzursuzluklar arttı. Alkol, sigara vs.
kullanımı da depremden sonra artış gösterdi. Bir de çok fazla kavga duyar
olduk. Çadırlar özellikle fenaydı, kim bağırıp çağırsa herkes duyardı.
Konteynerlerde de kim evinde ne konuşsa duyuluyor. Gizlimiz saklımız yok. Özel
hayat diye bir şey de kalmadı. Bu yüzden başka yerlere yönelenler oldu. Eşini
aldatma vakaları arttı. Küçücük konteynerde veya çadırda çoluk çocuk bir arada
yaşamak eşler arası ilişkileri ister istemez etkiledi.
Depremle
birlikte hayatınızda ne gibi değişiklikler oldu? Ayrıntılı anlatabilir misiniz?
- Her
şey değişti, adeta hayata sıfırdan başladık. Yeniden dünyaya gelmiş gibiyiz.
-
Sabretmeyi, şükretmeyi daha iyi öğrendik. Kendi adıma konuşuyorum, geçmişte
nankörlüğüm çokmuş. Bakış açım değişti. Depremle birlikte kanımdan canımdan
olmayan yabancı insanların da çok iyi olduğunu gördüm. Başkalarının kapısını
rahatlıkla çalıp yardım isteyebileceğimi öğrendim. Bize yardım edecek
insanların olduğunu görmek çok güzel bir şey. Depremden evvel bütün topluma
kötü nazarıyla bakıyordum. Evimden çıkmazdım. Bebeklerim vardı zaten. Komşularla
ilişkim yoktu, sadece burnumun ucuyla selam verip geçerdim. Şimdi artık cân-ı
gönülden selam veriyorum, hasbihal etmeyi öğrendim. Depremle birlikte din
kardeşliğinin nasıl bir şey olduğunu öğrenmiş oldum kısacası.
-
Geçmişte 3+1 veya 2+1 evi beğenmiyorduk, şimdi küçücük iki odanın içinde
yaşamak zorunda kaldık. Sürekli eve eşya alırdık. Artık azla yetinmeyi,
şükretmeyi, bugünden daha kötü günlerin gelmemesi için dua etmeyi öğrendik.
Olmazsa olmaz diye bir şey olmadığını, bu da olmak zorunda değil demeyi
öğrendik.
-
Elimizdekilerle yetinmeyi öğrendik. Çünkü burada vakumlanmış bir hayat
yaşıyoruz. Bir şey hoşumuza gittiğinde almak istesek de diyoruz ki “Bunu ne
yapacağız?” ya da “Bunu küçücük konteynerin neresinde kullanabiliriz ki?”
- Evet,
ihtiyaçlarımız değişti, kısıtlandı, azaldı. Aslında geçmişte ihtiyaç sandığımız
şeyler ihtiyaç değilmiş. Eve çok şey alıyormuşuz. Bize burada 6 tabak, 6
bardak, 1 tencere verdiler, yetti. Her şeyin fazlası zarar. Azla yaşanıyormuş.
- Onca
eşyaya yıllar boyunca ne çok hizmet etmişiz. Tabak kirlendi, mutfak
dolabındakileri indirip temizle, yatakları düzelt, gardıropları boşaltıp
düzenle… Hepsi zaman kaybıymış. Meğer eşya insana ne kadar yükmüş. Eğer ileride
tekrar evim olursa kesinlikle bu kadar eşyayla doldurmayacağım. Buradakiler
bana yetti. Yıka kulan, yıka kullan; fazlasına ne gerek var?
- İnsanoğlu
her şeye katlanabiliyormuş. Yaşamayan anlamaz tabii.
- Ama
şükretmeyen insanımız da çok. Özellikle evi sağlam olanlar her şey bizim olsun
istiyorlar.
- Evi
sağlam olanlar “Konteynerde ne güzel mutlusunuz, belediye bakıyor size” diyorlar.
Evimiz olsa burada yaşanır mı? Böyle bir hayatı biz mi seçtik?
- Hep
diyorum, çoluk çocuğum yaşasaydı, ömrüm boyunca soğan-ekmek yemeye razıydım.
Yağmur, soğuk demiyorum, her gün mezarlığa gidip çocuklarımı ziyaret ediyorum… Benim
çocuklarımı belediyenin önünde can verdi. Yağmurun altında dört gün bekledim.
Bir tane yetkili görmedim. Erken müdahale olsa o kadar ölen olmazdı. Yangın
çıktı, itfaiye gelmedi. Hiçbir yetkili de gelip başın sağ olsun demedi. Kırgınım.
- Ne
kadar güçlü insanlarmışız da haberimiz yokmuş. İnsan isterse veya mecbur
kalırsa her şeyi yapabiliyormuş. Acıya dayanabiliyormuş. Bu deprem bize bunu
öğretti. Herkesin bir can kaybı var; birinci derecede olmasa bile ikinci
derecede. Can kaybı acısına da, fakirliğe de, evsizliğe de dayanabiliyormuşum.
Ailenin, çocuklarının huzurunu gördün mü yetiyor.
- Dışarıdan
konteyner güzel görünüyor ama burada herkesin bir acısı var. İnsanlar kendi
acılarına şifa olmaya çalışıyor. Birlik olmaya çalışıyor. Hiç kimse tek bir oda
içinde yaşamak istemez, ama mecburuz.
- Bize
diyorlar ki “Fazla elektrik-su kullanmayın, sizin harcadığınızı devlet bizden
alıyor, bizim faturalarımız yükseliyor.” Bize bir de bunun vicdan azabını
çektiriyorlar. Acaba fazla kullanırsak günaha mı gireriz diye çekiniyoruz. “Bizim
kesemizden geçiniyorsunuz” diyorlar. Kimse istemezdi ki burada böyle yaşamayı.
- Elektrikten
kısma gibi bir lüksümüz yok ki. Yemek, ısınma, her şey elektrikle. Birazcık
klimayı kapatalım diyoruz, daha yarım saat geçmeden içerisi buz kesiliyor. Geçenlerde
elektrik kesildi; küçük çocuğum da var, üst üste giyindiğimiz halde donduk.
- Bizim
etabımıza istinat duvarı ördüler. Orada moloz yığınları vardı. Yazın yetkililere
söyledik. Temizlenecek diye diye sonbahar geldi. Komşulara dedim ki bari hep
beraber temizleyelim. Kovalarla, torbalarla temizledik. Yönetime bir şey
söylediğimizde “Daha dün çadırdaydınız, siz çok havalandınız, burnunuz havada”
diye cevap veriyorlar.
- “Konteynerdekilere
iyi bakılıyor” diyorlar. Ne bakması? Daha bir tane yetkili görmedim, derdimizi
dinleyen. Sağ olsun, başımızı sokmamız için bize bir konteyner verdiler, ama devlet
onu da mı yapmayacaktı? Bunca yıldır devlete vergi verdik. Biz yaşlıyız,
çalışmıyoruz. Eşime sigortalı iş de yok. Birkaç ay kart dağıtıldı, 3000 TL’lik.
O kadar.
- Bazılarına
hala yardım kartı veriliyor, iş bulanlara kesildi. Ama çalışana da kazancı yetmiyor
ki.
Bu Kur’an
kursuna gelip gidiyorsunuz. Faydalı oluyor mu?
- Sabahları
erkenden kalkıp 8:30’da koşa koşa, heyecanla geliyorum. Buraya gelmenin ayrı
bir sevinci var. Ben Kur’an okumayı öğrenmiştim ama çalıştığım için okumayalı yirmi
sene olmuş. Tekrar burada Kur’an okumaya başladım, bana ferahlık geldi. Artık
hiç olmazsa günde bir sayfa okuyorum.
- Artık
hatim indirme telaşıyla daha fazla okuyoruz. Cuma günlerini daha iyi yaşıyoruz.
-
Depremden sonra ibadete yöneldik. Dört yaşındaki oğluma kelime-i şehadeti,
Sübhaneke duasını öğrettim. Deprem olmasa büyük ihtimalle bunları öğretmezdim.
Bu deprem bizi sarstı, kendinize gelin dedi. Tabii anlayana. Anlamayan da çok.
-
Anlamayanlar daha fena oldu. Allah korkusu olmayanlar ben depremi atlattım,
bundan sonraki hayatımı istediğim gibi yaşayacağım fikrine büründü. İstediğim
gibi lüks içinde ya da açık saçık yaşarım diyorlar. İstediğim yere gidip
istediğimi yaparım, bak ölseydim hayatın tadını bu şekilde çıkaramayacaktım,
toprak olup gidecektim, ama şimdi hayat bana güzel tarzı zihniyetler çoğaldı.
Normal dozu aşan çok insan gördüm. Mesela örtülüyken açılanlar, normal bir
açıklıktayken iyice açılıp saçılanlar oldu. Allah korkusu içlerinde biraz
varsa, onu da tamamen yitirenleri gördüm… Eskiden namazımı kılsam da geçirdiğim
olurdu. Şimdi başıma bir felaket gelir de Rabbimin huzuruna borçlu varırım diye
ezan okununca hemen kılma telaşına düşüyoruz. Kur’an’a yöneldik. Hocalarımız da
sağ olsunlar, sohbetlerinde bu dünyaya niye geldiğimizi anlatıyorlar. Geçmişte
de sohbetlere gidiyorduk; ama dünya telaşına çok düştüğümüz, evdeki
meşgalelerimiz baskın çıktığı için biz kendi özümüzü unutmuştuk. Şimdi kısıtlı
mekânda, kısıtlı iş imkânı altında, dünyaya çok dalmadan daha çok ibadete
yöneldik.
- Biz bu
felaketi yaşadık, Allah’ım size yaşatmasın. İstanbul’da deprem olmasın diye biz
sürekli size dualar ediyoruz. İstanbul yıkılırsa Türkiye’nin hali ne olur?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder