LÜBNAN’DAKİ
FİLİSTİN MÜLTECİ KAMPLARINDA HAYAT VE 7 MÜLTECİNİN HİKÂYESİ
Zahide
Tuba Kor
NOT:
Blogda yer alan 900’e yakın içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html
linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.
Blogdaki
şahsıma ait bütün yazı, tercüme, fotoğraf ve infografikleri kaynak göstermek
şartıyla kullanabilirsiniz.
Lübnan’daki
Filistin mülteci kamplarında yedi mülteciyle yaptığım röportajları
paylaşacağım. Ama öncelikle Lübnan’daki Filistin mülteci kampları dendiğinde
aklımıza neler gelmeli sorusuna cevap vereyim:
1-1,5
kilometrekarelik bir yüzölçümüne sığdırılmış on binlerce insan, kimi yerde
yarım ila bir metre genişlikte iki kişinin yan yana zor yürüyebildiği daracık
sokaklar, bu yollardan vızır vızır geçen ana ulaşım aracı olan motosikletler,
başın üstünde adeta örümcek ağı gibi uzanan ve büyük bir tehlike arz eden
elektrik kabloları, ortalıkta sallanan su boruları, içmeye ve hatta abdest
almaya bile uygun olmayan tuzlu musluk suları, mekân darlığı yüzünden ancak
yukarı doğru yükselebilen ve mahremiyeti önemli bir mesele hâline getiren dip
dibe evler, badanasız ve kimisi kurşun delikleriyle dolu bina duvarları,
sokaklarda oynayan çocuklar ve boş gezen işsiz gençler, %90’ı aşan işsizlik ve
yardımlara bağımlılık, içme suyu yetersizliği ve elektriksiz yaşamaya
mahkûmiyet…
Bir
Filistinli gencin ifadesiyle “kamptaki evler adeta birer mezarlık”. Tuzlu
sular, içeri güneşin girmediği rutubetli evler, sağlıksız hayat şartları,
elektrik çarpması, fakirlik ve stres gibi nice etkenlerle kanser, kalp,
akciğer, cilt başta olmak üzere türlü hastalıklar yaygın. Bu ziyarette şunu fark
ettim ki eğer bir mülteciyseniz ortalama ömrünüz diğer insanlardan daha kısa
olmaya mahkûm... Bir de son yıllarda artan uyuşturucu bağımlılığı illeti var ki
kamplardaki suç oranlarını artırmış durumda.
Filistinliler
Lübnan’da 70 küsur alanda çalışma, mülk edinme, serbest dolaşma gibi en temel
haklardan mahrumlar. Yasaklar yüzünden iş imkânları çok kısıtlı; yüksek
işsizlik toplumsal sorunların ana kaynağı.
Son
yıllarda kampların demografisi değişmiş; Suriyelilerin, fakirleşen
Lübnanlıların ve Etiyopyalısından Hintlisine yabancı işçilerin gelişiyle
birlikte artık bazı kamplarda Filistinliler azınlık konumunda. Zaten altyapısı
mevcut nüfusu kaldıramazken gelen ilave nüfusla birlikte hayat iyice zorlaşmış
durumda. Öte yandan hiçbir gelecek vaat etmeyen Lübnan’dan -ölüm pahasına da
olsa- yurtdışına kaçan kaçana.
Kampların
en iyi tarafı ise mültecilerin birbiriyle yakın bağları, adeta bir aile gibi
olmaları ve iç dayanışmaları.
Buyurun
röportajları okumaya…
***
Beyrut’tan
Filistinli bir fotoğrafçı genç
(Arsal’daki
Suriyelilerin mülteci kamplarını ziyaretimize Beyrut’tan Filistinli bir
fotoğrafçı genç eşlik etti. Dönüş yolunda kendisiyle röportaja yeni başlamıştım
ki şeker hastası olduğundan fenalaştı. Kısa röportajı aşağıda paylaşıyorum.)
“5
kardeşiz. Bir ablam Lübnan Üniversitesi Sosyoloji bölümünde yüksek lisansını
tamamladı. İş yok. 2. ablam öğretmen ve aylık 75 dolar kazanıyor. Demircilik
yapan babam 2,5 yıldır çalışmıyor; çünkü dünyada demir fiyatının hızla artması
Lübnan’da inşaat sektörünü fena vurdu, ev inşaatları son 4 yılda %80 azaldı.
Ben elektrik alanında meslek lisesi mezunuyum; ama çok sevdiğim fotoğrafçılığa
başladım. Diğer kardeşlerim okullarına devam ediyor. Evimiz kira. Ablamın ve
benim kazancımla geçinmeye çalışıyoruz.”
Bir
mülteci olarak doğup büyüdün. Bize mülteci olmak ne demek anlatır mısın?
“Mülteci
olmak hayatı çok zorlaştıran bir şeydir. Kamuda görev alamıyoruz. 70 küsur
alanda çalışmamız yasak. Okumamıza izin var, ama eğitimimize uygun alanda
çalışamıyoruz. Devletin politikaları hayatımızı çok zorlaştırıyor. Kendimizi
çok yorgun hissediyoruz. İşte, okulda, her yerde ayrımcılığa maruz kalıyoruz,
ne kadar çalışırsak çalışalım hak ettiğimizi elde edemiyoruz. Bunun psikolojik
baskısını sürekli hissediyoruz. Bizi nelerin beklediğini bilmediğimizden günlük
yaşıyoruz, geleceği hiç düşünemiyoruz bile.”
***
70
yaşında kimsesiz yaşlı bir Filistinli hanım
(Beyrut’un
güneyindeki Burc el-Baracne Kampı’nın dar sokaklarında yürürken paslanmış demir
bir kapının penceresinden etrafı seyreden yaşlı bir teyzeyle karşılaştım. Önce
hikâyesini dinledim, ardından evini gezdim. İki odalı evi, çöp evleri
andırıyordu.)
“70
yaşındayım. Babamı hiç tanımadım. Ben 15 günlük bebekken ölmüş; tek bir
fotoğrafı bile yok. 28 yaşında evlendim. Eşim el-Fetih’e bağlı olup silahlı
direnişin içindeydi. Ama İsrail’in 1982’de Lübnan’ı işgali arifesinde
Almanya’ya gitti ve bir daha ondan hiçbir haber alamadım. İşgal sırasında
İsrail bütün mülteci kamplarını kuşatıp saldırdı, havadan ve denizden bizi
sürekli bombaladı. Filistinli siviller olarak oradan oraya bombardımandan kaçıp
durduk. Birçok bina tamamen, benimki kısmen yıkıldı. 40 küsur yıldır bu evde yalnız yaşıyorum;
çocuğum yok, hiç kimsem yok. Kampta sıkıntımız çok. Elektrik doğru düzgün yok,
sularımız tuzlu, evlerimiz rutubetli ve tadilat gerekiyor, yardımlarla
yaşıyoruz.”
***
Tek
çocuklu dul bir Filistinli hanım
(Burc
el-Baracne Kampı’nın en dar sokaklarından birinde, zemin katta tek odalı
kapkaranlık bir evde yaşayan tek çocuklu dul bir hanımı ziyaret ettim. Hanım etrafı
çok az aydınlatan bir ışıldağı mutfaktan getirirken biz de iki cep telefonunun
fenerini açtık. Ziyaret ettiğim en kötü şartlardaki evdi.)
“Eşim
kalp krizi geçirip 5 sene evvel öldü. Hayattayken bekçilik yapıyor, ayda 300
dolar kazanıyordu. Hayatımı yetim kalan 14 yaşındaki oğluma adadım.
Bu
tek odalı evde kiracıyız. Kiramız 20 dolar. Oğlumun gelişimi için çok önemli
olan güneş ışığı içeriye girmiyor. Elektrik günde 4-5 saat geliyor; geri kalanı
jeneratörle sağlanıyor. Elektrik fiyatı çok yüksek olduğundan artık
kullanamıyoruz, gündüz bile karanlıkta oturuyoruz. Evim çok rutubetli
olduğundan kışın çamaşırlar 10 günde kuruyor. Yazın evde havasızlıktan ve
sıcaktan boğuluyoruz. Evin kapısı ahşap olduğundan altından içeriye her türlü
haşerat giriyor. Kapıyı açtığımız an sokağa adım atmış olduğumuzdan ev hiç
güvenli değil.
Oğlum
öğrenme güçlüğü çektiği için aylık 25 dolara özel ders alıyor. Yine eğitimi
için internet masrafı aylık 10 dolar. İnsani yardımlarla ayaktayım, ama yardım
her ay düzenli gelmiyor. Yetim oğlumun temel ihtiyaçları karşılansa da evin
masrafları kalıyor.
Kampta
akrabam var ama onların durumu benden beter. 5 kardeşiz. Lübnan’daki iktisadi
krizle birlikte hepsinin hayatı zorlaştı. Kız kardeşlerimin sinir hastalığı
var, tedavi görüyorlar. Evin ihtiyaçlarını karşılayamamak benim de psikolojimi
altüst ediyor.
Aile
bağlarımız güçlü sayılmaz; herkes bir yere dağılıp kendi derdine düştü.
Vefatından bu yana eşimin ailesi, yetim kalan torununu görmek için bir kez
olsun gelmedi. Onları en son cenazede gördük. [Nerede yaşadıklarını sordum:]
Güneyde Sur şehrindeki el-Bass Kampı’ndalar. Tabii Sur’dan Beyrut’a ulaşım
pahalı.
Bu
dar sokaklarda çocuklar için oynama yeri yok. Ama anneannesinin evinin sokağı
daha geniş olduğundan oğlum oradaki arkadaşlarıyla oynuyor. En çok da futbol
oynamayı seviyorlar. Kamp içinde bir futbol sahası var; ama o bile bedava
değil.”
Oğluna
hayallerini sordum: “İçeri güneş giren, kiracı olmadığımız doğru düzgün bir eve
geçmek. Bir de play station istiyorum.”
***
10
sene evvel Şam’daki Yermük Kampı’ndan Lübnan’a sığınmış 5 çocuklu Filistinli
Suriyeli bir hanım
(2013’te
Şam’daki Yermük Kampı’ndan gelmiş 5 çocuklu Filistinli Suriyeli bir hanımla
Burc el-Baracne Kampı’nda görüştüm. Ev çatı katındaydı. Terasta röportajı
yaptıktan sonra tek odalı evini dolaştım. Yakında doğum günü kutlamış olmalılar
ki duvarlar ve tavan süslenmişti, ev oyuncaklarla doluydu. Duvarda Yaser
Arafat’ın birçok posteri vardı. “El-Fetih hareketinden misiniz?” diye
sorduğumda “Hayır, o bizim reisimiz, biz onu çok seviyoruz” dedi. Daha evvel
röportaj yaptığım Lübnan’a sığınmış bir Filistinli şöyle demişti: “Yermük
Kampı’ndan ayrılırken Hamas’ın genç kadrolarından biri dedi ki Ebu Ammar (Yaser
Arafat) hayatta olsaydı başımıza bunlar gelmezdi. Onu çok iyi anlıyorum. Çünkü
bugün artık halkımız kendisini tabiri caizse yetim hissediyor; Filistin
halkından sorumlu gerçek bir liderlik yok.” Bu hanımın evini gezerken bu
hissiyatı da yakından görmüş oldum.)
Suriye’de
neler yaşadınız da Lübnan’a sığınmak zorunda kaldınız?
“Yermük
Kampı rejim tarafından kuşatıldığında yiyecek bir şey bulamayıp ot, çimen,
kaktüs yedik. Elektrik yoktu, karanlıkta yaşadık. Evimiz bombardımanda yerle
bir olunca yaşayacak yerimiz kalmadı. Bir de rejimin sürekli tutuklamaları
vardı. Zulüm altında yaşayacak dermanımız kalmadığından Lübnan’a göçtük. Annem
ve kız kardeşlerim savaşta öldü. Bir eniştem tutuklandı, 10 yıldır kendisinden
haber yok.”
Suriye’de
savaş sırasındaki hayatınız ile buradaki hayatınızı kıyaslar mısınız?
“Lübnan’a
ilk geldiğimizde çalışanlar hakkı neyse onu alabiliyordu, maaşıyla elektrik
faturasını ödeyebiliyordu. Emniyet vardı. Suriye'de ise nereye gitsek
korkuyorduk. Ama artık burada da emniyet yok. Şu an Filistinli Suriyelileri
kontrol noktalarında güncel ikamet izni olmadığında tutukluyorlar. Her 6 ayda
bir ikameti yenileyecek paramız olmadığından (kişi başı 100 dolar) şu an ikamet
iznimiz yok, kamp dışına çıkamıyoruz. Eşim dışarıda çalışamıyor. Lübnan
hükümeti bir de Filistinli Suriyelileri Suriye’ye geri yollama kararı aldı. Çok
korkuyoruz.”
Yermük’e
dönmek ister miydiniz?
“İnsan
doğup büyüdüğü yere dönmek istemez mi? Ama yaşayabileceğimiz bir ev yok. Kampta
hayat kalmadı. Suriye’de çalışıp aile geçimini sağlayacak iş de yok.”
Buradaki
hayatınız nasıl?
“Çok
zorluklar yaşıyoruz ama her halimize elhamdülillah. Ekonomik durum çok kötü.
Çocuklarımın eğitim, sağlık, giyecek ve yeme-içme masraflarını
karşılayamıyoruz. Eşimin kalp damarları tıkalı, ameliyat olması lazım. Migreni
ve sinir hastalığı da var. Düzenli ilaç kullanmaya mecbur. 14 yaşındaki kızımın
doğuştan sol ayağında kemik yok; dengesi olmadığı için ayakta duramıyor.
Ameliyat şart. Benim de omurgamdaki disklerde iltihap var. Anlayacağınız,
hepimizin tedaviye, bunun için de paraya ihtiyacımız var. Bir de 10 yaşındaki
oğluma gözlük almamız lazım. Ama bunlara ayıracak paramız yok. Karnımızı mı
doyuralım, ilaçlarımızı mı alalım, evin kirasını mı ödeyelim?”
Eşinin
işi var mı?
“Gündelik
işçi; boyacılık, hırdavatçılık, hamallık, kazı işi ne iş bulsa yapıyor... Ama
bir gün iş var, diğer günler yok.”
Lübnan
yönetimi Suriyelileri geri göndermeyi planlıyor. Ne düşünüyorsun?
“Akıbetimizi,
kaderimizi bilmiyorum. Beni ve çocuklarımı koruyacak güvenli bir yer bulsak
hemen sığınma talep edeceğiz.”
Suriye’ye
geri dönerseniz orada sizi nasıl bir hayat bekliyor?
“Bir
mülteci olarak tıpkı ilk başta yaşadığımız gibi yine ve yeniden bir hayatta
kalma mücadelesine gireceğiz. Hayatımızı sıfırdan kurmaya çalışacağız. Evimiz
de, çocuklarımın gideceği bir okul da olmayacak. Her şey çok zor olacak.
Suriye’de güvenlik tehlikesi de var. Filistinli Suriyeli gençleri arabalara
bindirip kaçırıyorlar, tutukluyorlar.”
Tanıdıklarından
geri dönenlerin başına ne geldi?
“Arkadaşlarımızdan
Suriye’ye dönmek isteyenler oldu; sınırda tutuklandılar ve kendilerinden hala
haber alabilmiş değiliz, yaşıyorlar mı öldüler mi bilmiyoruz.”
Suriye’de
savaş bitti diyorlar…
“İnsanlar
öyle zannetse de savaş bitmediği gibi bir de iktisadi hayatta kalma savaşı
başladı. Ülkenin her yerinde tam bir kıtlık ve açlık yaşanıyor. İnsanlar birkaç
işte çalışsa da ailesinin karnını doyuramıyor.”
Hayatınızda
güzel olan bir şey var mı?
“Hayır
yok. Evimiz yıkılmış, vatanımızdan ve kampımızdan olmuşuz, yakınlarımızı ve
sevdiklerimizi kaybetmişiz… Bütün bunlardan sonra hayatımızda güzel ne olabilir
ki?”
Savaştan
evvelki Yermük Kampı ile burada yaşadığın Burc el-Baracne Kampı’nı mukayese
eder misiniz?
“Burası
çok zor. Zulüm var. Kirayı ödeyemezsek kapı dışarı ediliyoruz. Kiramız 50
dolar. Evimiz tek oda; bir de gördüğünüz bu teras ile küçük bir banyomuz ve
mutfağımız var. Odanın tavanı sağlam değil, uyurken üzerimize çökecek diye
korkuyoruz. Ama sağlam bir evde yaşama imkânımız yok. Marketlerden borçlanarak
temel ihtiyaçlarımızı karşılayamıyoruz. Neticede kamptaki dükkân sahipleri de
iktisadi zorluk içinde. Çocuklarım öğrenme güçlüğü çekiyorlar. Yiyecek-içecek
için harçlık veremediğimden onlara teneffüslerde uyuyun diyorum. Sınıf
arkadaşları bir şeyler alıp yerken onların canlarının çekmesini istemiyorum.
Yine doktora gitmemiz gerektiğinde 30-40 dolarlık muayene ve tedavi
masraflarını ödeyemiyoruz.
Yermük
Kampı’nda ise kendi evimizde yaşıyorduk, ay sonunda kira için kapımıza dayanan
yoktu. Yermük’teyken kardeşlerimizin faturalarının ödenmesine yardımcı olurduk.
Ama buradaki hayat şartlarının zorluğundan herkes kendi derdine düştü, kimse
kimseye yardım edemez oldu. Burada eşimin düzenli bir işi olmadığından masrafları
düşürmek için elektrik hattından çıkmak zorunda kaldık. Yermük Kampı daha
temizdi, buradaki gibi haşerelerle dolu değildi. Yine Yermük’ün yolları daha
geniş, evleri düzgündü. Burada ise yollar dapdar ve kirli; kamp çok kalabalık;
evler dip dibe, pencereler birbirine bakıyor ve bu yüzden kadınların ve
çocukların özel hayatı, mahremiyeti diye bir şey yok; evler çok rutubetli
olduğundan sağlıksız ve tamire ihtiyacı var; sular da tuzlu.”
Burada
ırkçılıkla ve ayrımcılıkla karşılaşıyor musunuz?
“Hem
de çok. Sokakta dolaşırken Filistinliler de, Lübnanlılar da bize ‘Suriyeli,
Suriyeli’ diye sayıp sövüyorlar. Okullarda da aynısı oluyor. Nereye gitsek, ne
yapsak ırkçılık ve ayrımcılıkla karşılaşıyoruz. İş hayatında bile öyle, hiç
vicdan yok. Filistinli Suriyeliler olarak belimiz kırılacak kadar çalışsak bile
hak ettiğimiz ücreti vermiyorlar. İnsanca muamele görmüyoruz. Sözlerinde
durmuyorlar. İşe başlarken vaat ettikleri ücreti iş bittikten sonra çoğu zaman
vermiyorlar. İnsanların emeğini, alın terini çalıyorlar.”
***
2004’te
eşi vefat etmiş 55 yaşında 5 çocuklu dul bir hanım.
(Binanın
en üst katındaki evi güneş girdiği için daha sağlıklı görünüyordu; ama “En
büyük hayaliniz nedir?” diye soruduğumda “Evimi tamir ettirebilmek” cevabını
verdi.)
Bize
hayatınızı, ne gibi sıkıntılar yaşadığınızı anlatabilir misiniz?
“Beyrut
Limanı’nda temizlik görevlisi olan eşimin önce beynine pıhtı attı, sonra kalp
krizi geçirdi ve evde öldü. Çocuklarım henüz küçüktü. Eşim hastalandığında
çalışmaya başladım, bu seneye kadar da devam ettim. Omurgamdaki rahatsızlık
ayağıma vurduğundan artık çalışamıyorum. Kızlarım da Lübnan’da maaşlar çok
düşük olduğu için çalışmıyorlar. Burada çalışanlara hak ettiği maaş verilmiyor
ki. Zaten Filistinliler olarak doğru düzgün işlerde çalışma hakkımız da,
vatandaşlığımız da, mülk edinme hakkımız da yok. İktisadi krizle ve
koronavirüsle birlikte Lübnan parası dolar karşısında iyice değer kaybetti, her
şey aşırı pahalılaştı, hayatımız iyice zorlaştı. 5 çocuğuma yemek
yetiremiyorum. Eskiden ayda 100 dolar masraflarımızı karşılamaya yetiyordu;
artık 500 dolar yetmiyor. Eskiden elektrik masrafımız 10 dolardı, şimdi 100
dolar. Hala okula giden yetim çocuklarım olduğu için her ay düzenli yardım
geliyor, çok şükür. Bu arada büyük çocuklarım okula gitseler de maddi
sebeplerle eğitimlerini tamamlayamadılar. Ulaşım masrafını
karşılayamadığımızdan grafik tasarım okuyan kızım enstitüye yürüyerek gidip
geldi.”
(Kızına
şu soruyu sordum:) Lübnanlı ve Filistinli gençlerin hayatını mukayese eder
misin?
“Çok
büyük farklar var. Her ülkede ayrımcılık ve ırkçılık mevcut; ama burada
dini-mezhebi mülahazalar yüzünden daha fazla. Filistinliler daha başarılı olsa
bile Lübnanlı işverenler Filistinli çalışan istemiyorlar.”
Kamp
içi hayat ile dışı arasında ne gibi farklar var?
“Kamp
dışı daha emniyetli. Buradaki gibi elektrik çarpıp ölmüyorsunuz. Kampta ne suç
yaşanırsa yaşansın Lübnan güvenlik güçleri içeri gelmiyor. Dışarıda evler dip
dibe, yollar dapdar, sular tuzlu değil, elektrikli ev aletleri buradaki gibi
bozulup durmuyor. Bizde tuzlu su yüzünden mesela çamaşır makinelerimizin ömrü
kısa oluyor.”
Kamplarda
Filistinlilerin güvenlik güçleri yok mu?
“Var
ama görevlerini yeterince yapmıyorlar. Sık sık hırsızlık oluyor, bizim evimize
de girdiler. Problem çıktığında zalimi cezalandırıp mazlumun hakkını almak
yerine aralarını bulmaya çalışıyorlar. Kayırmacılık var; güçlü olanın peşinden
gidip zayıfın hakkını yiyorlar. Kampta silah çok. Her gün yeni bir hikâye
duyuyoruz. İktisadi kriz işsizliği, işsizlik uyuşturucu bağımlılığını, uyuşturucu
da suçları iyice artırdı. Uyuşturucu da, hırsızlık da tedavisi çok zor birer
hastalık. Genç kızlarımın başına bir şey gelecek diye korkuyorum. Akşam saat
8’den sonra evimize kapanıyoruz. Çocuklarımın geleceği konusunda endişeliyim.
En büyük sıkıntımız evlerin iç içe olması; daracık bir alanda çok yoğun bir
nüfus yaşıyor. Bir de üstüne kampa bir yığın Suriyeli geldi. Evler ve kamp
çarşısındaki işyerleri hep onlarla dolu. Mevcut problemler onların gelişiyle
daha da arttı.”
***
6
çocuklu Filistinli bir hanım
(Sayda’daki
Ayn el-Hilve Kampı’nda tek odalı bir evde yaşayan, 11 ila 3 yaş arasında 6 çocuğu
bulunan Filistinli bir hanım)
“Her
şey çok pahalı. Bir gözümde sıkıntı var ve her ay 130 dolarlık ilaç kullanmam
lazım. Eşim daimi bir işe sahip değil. Annem biz daha küçükken dul kaldı.
Burada eskiden tek bir oda ve mutfak vardı. Annemiz vefat ettikten sonra
çocukları olarak yeni odalar yaptık. Şimdi burada her birimiz bir odada 3 aile
yaşıyoruz. Banyomuz ortak. Yan odadaki kız kardeşim de dul. 4 sene mutfaksız, tek
bir odada yaşadım. Sonra bir Türk insani yardım kuruluşu bize yardım etti.
Sayelerinde evimizi güneş enerjisiyle aydınlatıyoruz. Allah kendilerinden razı
olsun. Evin tavanı sac olduğundan kışın donuyor, yazın yanıyoruz. Çocuklarım
okula gidiyor; ama bu dar mekânda, tek odada ders çalışmaları zor oluyor.
Kalabalık olduğumuzdan yemek yemekten uyumaya kadar her şey bir sorun. Geceleri
duvarın bir yanından öbürüne hepimiz yan yana yatıyoruz. İnsani yardımlarla
yaşıyoruz. UNRWA 3 ayda bir her aileye 300 dolar veriyor. Ama temel ihtiyaçları
karşılamaya bile yetmiyor. Kampta herkes yardımlarla ve borçla ayakta.”
***
2013’te
İdlib’den Lübnan’a gelmiş Suriyeli mülteci bir tüccar
(Ayn
el-Hilve Kampı’nın çarşısındaki dükkânların çoğu Suriyeli mültecilere aitti.
Röportaj için rastgele bir dükkâna girdim. Sahibi, 2013’te İdlib’den Lübnan’a
gelmiş bir tüccardı.)
-Neden
Suriye’den ayrıldınız? İdlib Türkiye sınırındayken neden Lübnan’ı tercih
ettiniz?
“İdlib
ve Halep’te oturuyor, kıyafet ticareti yapıyordum. Halep’te bir atölyemiz
vardı, savaşta yıkıldı. Ama buraya maddiyat için değil, çocuklarımın emniyeti
için geldim. Mahallemize atılan varil bombalarından çocuklarım çok korkuyordu.
Lübnan ile Suriye arasında anlaşmalarla sağlanmış karşılıklı seyahat kolaylığı
olduğu için buraya geldik. Türkiye sınırında ise jandarma vardı; geçiş Lübnan
kadar kolay değildi.”
-Peki
neden Filistin mülteci kampı yerleştiniz?
“Çünkü
Filistinliler de geçmişte bizim gibi savaşı yaşamış ve mülteci olmuş bir halk.
Garip gurebanın halinden anlarlar, bizi koruyabilirler diye düşündüm. Geçmişte
ticaretle uğraştığım için bu kamptan ve Sayda’dan bazı insanları da tanıyordum,
yabancı değildim. 2015'te kampa yerleştim. Eğer Filistinli kardeşlerimiz
olmasaydı çoktan yok olmuştuk. Burada hiç sıkıntı yaşamadım. Kardeşim Beyrut'ta
oturuyor; oraya ziyarete gidip 3 gün kaldığımızda çocuklarım bana ‘Baba hadi
köyümüze dönelim’ diyorlar, kampı kendi köyleri zannediyor, çok seviyorlar.”
-Kampın
çarşısında dükkân açmışsınız…
“Lübnan’a
geldiğimde maddi sıkıntı yaşadım. 2014’te BMMYK’ya kayıtlı olduğumuz halde bize
yıllarca hiçbir maddi yardım yapılmadı. Kıyafet ticaretini bildiğimden onu
sürdürmeye karar verdim.”
-Suriye’ye
barış ve güvenlik gelirse döner misiniz?
“Hayır.
Ne Suriye yönetimi ne muhalefet ne de BMMYK bize bir garanti verebilir ve
koruyabilir. Suriye’de artık bir geleceğimiz kalmadı. Çocuklarımın hayatını
mahvedemem. 3. bir ülkeye yerleştirilme imkânı olursa sadece buna razı olurum.
Bunun için sıra bekliyoruz.”
(Şam’daki
Yermük Kampı’ndan Filistinli bir Suriyeli devreye girip şunu söyledi: Bütün
Suriyeliler, Arap ülkelerinde yaşamaktansa, -ölme ihtimaline rağmen- insan gibi
yaşayabilmek için deniz üzerinden Avrupa’ya gitmeye çalışıyorlar. Çünkü kendi
ülkelerimizde maalesef ki ne adalet ne de can güvenliğimiz var.)
***
Filistinli
mülteci kamplarında gözlemlediğim en büyük değişiklik çarşılarındaydı. 14 sene
evvel Şatila Kampı’nın çarşısı mal miktarı ve kalitesi bakımından içler acısıyken
bu defa gezdiğim Ayn el-Hilve, Beddavi gibi kampların çarşıları çok canlıydı ve
çeşit çeşit mallarla doluydu. Kampları gezdiren Filistinli mülteciler,
Suriyelilerin kamplara gelişiyle nelerin değiştiğini anlatırken bu konuda
şunları söylediler:
“Suriyeliler
her işte çalışırlar ve icatçıdırlar, iş fırsatları üretmekte de çok
başarılıdırlar. Mülteci kamplarında da bunu yaptılar. Yeni iş kolları doğdu,
dükkânlar açtılar. Kamplarda bazı serzenişler duyabilirsiniz, ‘Suriyeliler
işlerimizi alıyor’ diye. Oysa kamplarda bazı iş kolları yoktu, bazı dükkânlar
zaten kapalıydı. Hal böyleyken çarşıda işimizi elimizden nasıl alsınlar?”
“Suriyeliler
iş alanında çalışkandırlar. Evlerinde oturamazlar; dışarıda ya gezerler ya da
çalışırlar. Özellikle ticarette çok becerikli olduklarını inkâr edemeyiz. Zaten
Arap dünyasında ticari maharetleriyle ve bilinçleriyle, tüccar bir millet
olmalarıyla meşhurdurlar. Kamplarda çok fazla dükkân açtılar. Filistinliler olarak bizim de kamplarda dükkânlarımız
var. Ama biz hep kamp dışında çalışmaya odaklanarak büyütüldük. Ben hayatımda
tek bir gün bile kamp içinde çalışmadım.”
Filistinliler
ile Suriyelileri kıyaslar mısınız, hanginiz hangi alanda daha iyisiniz diye
sorduğumda Filistinliler şunu söylediler:
“Filistinliler
Arap dünyasının en eğitimlisidir, aklımız ilimdedir. Eğitimde belli bir
seviyeye ulaşmadan ailemiz çalışmamıza asla izin vermez. Mezuniyetten sonra da
kendi ihtisas alanımızda iş ararız. Doktorluk, mühendislik gibi alanlarda çok
başarılıyızdır. Suriyeliler ise küçüklükten itibaren çalışmalıyım, iş hayatına
atılmalıyım fikriyle büyürler. İyi bir okul eğitimi alma gibi bir takıntıları
yoktur; o yüzden eğitim seviyeleri bizden daha düşüktür, ama ticarette daha
başarılıdırlar. Daha 7-8 yaşlarında çalışma hayatına girerler, erkenden tecrübe
kazanırlar ve 15 yaşına geldiklerinde başarılı bir tüccar olup çıkarlar. Biz bu
alanda onlarla yarışamayız. Tabii yanlış anlaşılmasın, onların da bizim gibi
birçok eğitimli, iyi yetişmiş insanı var.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder