KUDÜS PATLAMAYA HAZIR, DÜNYA UYARILMADIK DİYEMEZ
David Hearst (Middle
East Eye internet sitesinin kurucu ortağı ve genel yayın yönetmeni İngiliz
gazeteci)
Middle East Eye, 30 Nisan 2021
NOT: Bu özet tercüme Perspektif
web sitesinde 8.5.2021 tarihinde yayınlanmıştır. https://www.perspektif.online/kudus-patlamaya-hazir-dunya-uyarilmadik-diyemez/
“Jerusalem is ready to explode - the
world can’t say it wasn’t warned” başlığıyla yayınlanan yazının İngilizcesini okumak
için TIKLAYINIZ.
NOT: Blogda yer alan 850 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.
Kaynak
göstermeden blogdaki yazı, tercüme ve infografikleri kullanmamanız önemle
rica olunur.
Özet: Filistinliler için Biden’ın
veya dünyanın geri kalanının nasıl tepki vereceği artık herhangi bir önem
taşımıyor. Uluslararası toplum tarafından yüzüstü bırakılmış, medya tarafından
ihmal edilmiş, çoğu Arap devleti tarafından ihanete uğramış, ihtiyaçlarını
karşılamaktan uzak bir liderlik tarafından göz ardı edilmişken artık
kaderleri sadece ve sadece kendi ellerinde ve sokaklarda. Zaten hep böyleydi.
Eski Amerikan Başkanı Donald Trump’ın damadı ve
Ortadoğu elçisi Jared Kushner’ın Arap-İsrail çatışmasının bittiğini
açıklamasının üzerinden ancak bir ay geçti.
Wall Street Journal’daki
yazısında Kushner, İsrail’le son Arap normalleşme dalgasının tetiklediği “siyasi
deprem”in henüz bitmediğini ilan etti. (…) Yahudiler ile Araplar
arasında yeni dostane ilişkiler gelişiyordu. (…) Suudi Arabistan da sıradaydı.
Kushner muzaffer bir edayla “Arap-İsrail çatışması olarak bilinen şeyin
artık son kalıntılarına şahit oluyoruz.” diye yazdı.
Başkan George W. Bush’un Irak işgali akabinde o meşum
“Görev Tamamlandı” ifadesinin asılı olduğu uçak gemisinden inmesinden bu
yana hiçbir Amerikalı bu kadar küstahça bir şey yazmamış ve bu kadar
hatalı çıkmamıştı. (…)
Kushner hiçbir pişmanlık duymuyor. Haklı
olduğundan emin, çünkü kendi safında Tanrı var. Kushner yalnız
da değil; seküler milliyetçiler bile yetmiş yıllık çatışmanın geri
dönülemez şekilde sona erdiğini düşünüyor.
Azınlığın Hükmetmesi
İsrailli olmak, art arda toprak zaferleri kazanmak
demektir: Golan Tepeleri, Doğu Kudüs, çevresindeki yerleşimler, Ürdün
Vadisi. (…)
İsrail’in kendisini, nehir ile deniz arasındaki yegâne
devlet olarak kurmasının üzerinden çok uzun zaman geçti; yanı başında başka
herhangi bir siyasi kimliğe gittikçe daha fazla müsamahasız. Çatışmaya
buldukları çözüm, Yahudi azınlığın Arap çoğunluğa hükmetmesi.
Filistinli olmak ise darbe üzerine darbe almak
demektir: ABD’nin Kudüs’ü İsrail’in bölünmez başkenti olarak kabul etmesi;
Beyaz Saray’da bir zamanlar “İsrail olmasaydı ABD onu icat ederdi” diyen
yeni bir başkanın bulunması; henüz daha İsrail’i tanımamış Arap ülkelerinin
bile İsrail’de yatırım ve ticaret yapmak için balıklama atlaması.
Filistinlilerin liderliği yalnızlaşmış ve ümitsizce
bölünmüş durumda. 29 Nisan’da Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas 15 yıl
aradan sonra ilk kez gerçekleştirilecek seçimleri resmen erteledi. Bahanesi,
İsrail’in Kudüslülerin oy kullanmasına izin vermeyi reddetmesiydi. (…) Ancak
herkesin bildiği gibi, bu süresiz gecikmenin nedeni, Abbas’ın sandık başına
gitmesi durumunda alacağı kaçınılmaz darbeydi. Partisi el-Fetih üç listeye
ayrıldı ve liderlik ettiği liste bunlardan en az rağbet göreni. Abbas’ın
halktan yetki alma arayışı giderek daha sıkıntılı hale geliyor.
Çatışmanın sonu işte böyle görünüyor. Kushner ve
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun hesabına göre, Filistinlilerin
çıkarlarına en uygun şeyin pes etmek olduğunu anlamaları an meselesi;
ayrıca Filistinlilerin zaten kendilerine ait bir devletleri var: Ürdün.
Zaferin Eşiğinde Tehlike Zirvede
Bunların hepsi tehlikeli birer hayal ürünü. İsrail’i
bir Yahudi devleti olarak kurma projesi hiç bugünkü kadar tehlikeye düşmemişti,
tam da zaferin eşiğinde olduğunu düşündüğü bir dönemde. Zira gümbürdeyen gerçek
deprem, çatışmanın sonunu işaret etmediği gibi, Batı Şeria’da veya Gazze’de de
cereyan etmiyor. İsrail’i Kudüs’te ve 1948’de ele geçirdiği topraklarda
sallıyor.
Bu, İsrail vatandaşı veya Kudüslü olan Filistinliler
ile devletin kendisi arasında ve merkezinde de Kudüs var. Hiçbir duvar
veya kontrol noktası İsrail’i bunun sonuçlarından koruyamaz.
Filistinli bir protestocu ile Mizrahi bir Yahudi
televizyon muhabiri arasında cereyan eden şu konuşma, geçtiğimiz günlerde
Kudüs’ün Eski Şehir girişindeki Şam Kapısı önünde kaydedildi:
– Büyükbaban nerede doğdu?
– Büyükbabam nerede mi doğdu? Fas’ta.
– Bu topraklarda değil, öyle değil mi? Büyükbaban
burada değildi. Ve buraya daha evvel de gelmemişti, değil mi?
– Yani ne demek istiyorsun?
– Benim hem büyükbabam hem de onun babası burada
doğdu.
– Bana Fas’a dönmek zorundasın mı demek
istiyorsun?
– Bu topraklar senin için değil, bu topraklar
senin değil. Kudüs bizimdir ve İslami bir şehirdir.
Çatışmanın kıvılcımını ateşleyen şey, Filistinlilerin
Mescid-i Aksa’da namaz kıldıktan sonra her zaman gelip oturdukları
Şam Kapısı önündeki avluda ve merdivenlerde bu defa oturmalarını yasaklayan
karardı. Bu yılki kapatmanın nedeni Covid-19’du, ancak bu öfkeyi
tetikledi. Göstericiler, “Yahudilerin Purim ve Fısıh bayramlarında kapatma
işlemi mi yapmışlardı? Avluyu ve merdivenleri bizim için açmak zorundalar.”
diyerek taleplerini dillendirdiler.
Etnik Temizlik Kampanyası
Hayat tarzlarına yönelik çok daha ciddi tehditler var;
ancak bu bölgenin kapatılmaya kalkışılması bardağı taşıran son damla gibi
görünüyor. Kudüslüler organize bir etnik temizlik kampanyasıyla karşı
karşıyalar. Ya inşaat ruhsatı olmadan inşa edilen evleri yıkmaya
zorlanıyorlar ya da evlerinden kovulmakla yüz yüzeler. 2 Mayıs’ta Şeyh Cerrah
mahallesinde yeni bir kovulma dalgası başlayacak ki bu da kitlesel
protestolar için bir başka kıvılcım olabilir.
Yafa sahiline gelince, Filistinliler ile İsrailliler
arasındaki çatışmaların başka bir nedeni var: sözde mevcut olmayanların
mülkünün yerleşimcilere satılması. Bunlar, Arap sahipleri 1948’de Nekbe
sırasında kaçmış ve şimdi Filistinli kiracıların kira mukabilinde ömür
boyu kullanma hakkına sahip olduğu Yafa’daki mülkler.
1948’de yeni kurulan İsrail devleti, o dönem ülkedeki
tüm gayrimenkullerin %25’ini teşkil eden Yafa’daki bu mülkleri istimlak
etti. Üç yıldır İsrail’in devlete bağlı konut şirketi Amidar, kiracılara bu
mülkleri satın alma hakkı sundu, ancak maddi güçlerinin yetmeyeceği fahiş
fiyatlara.
Bu satış bir anda bir parlama noktası oldu. Haftalardır Yafa’daki
Filistinliler gösteri yapmak üzere toplanıyorlar. Arapça ve İbranice “Yafa
satılık değil” diyen duvar yazıları giderek artıyor. Buradaki belirgin
niyet, şehrin Arap nüfusunu Yahudi yerleşimcilerle değiştirmek.
El-Acemi mahallesindeki bir konuttan tahliyeyle karşı
karşıya olan el-Carbo ailesinden iki Filistinlinin, bir Yeşiva [ultra
Ortodoks Yahudilerin dini okulu] müdürü olan Haham Eliyahu Mali’ye mülkü
görmeye kalkıştığında söylendiğine göre saldırmasının ardından polis,
yerleşimciler ve Yafa Filistinlileri arasında çatışmalar yaşandı. Amidar
şirketi, mülkün Filistinli sakinlerini kapı dışarı edip onu bir sinagoga
dönüştürmek isteyen hahama satmayı planlıyor.
Kuzeydeki Ümmü’l-Fehm şehrinde ve [İsrail
içinde Filistinli nüfusun çoğunlukta olduğu Batı Şeria’ya yakın] Kuzey
Üçgeni ile Celile’deki diğer Arap ilçelerinde ise bir başka protesto nedeni
var. Arka arkaya sekiz Cuma’dır on binlerce Filistinli, silahlı çetelerin
şiddetine karşı polisin eylemsizliğini protesto ediyor. Bu protestoların
her birinde Filistin bayrağı yeniden ortaya çıktı. Atılan sloganlar ve söylenen
marşlar işgale karşı olup bunların hepsi İsrail’in 1948 sınırları içinde
cereyan ediyor.
(…)
Yeni Bir Nesil
Protestocular genç, korkusuz ve lidersiz. Buralarda ne
el-Fetih’in ne de Hamas’ın hâkimiyeti var. Herkes kendisini İsrail vatandaşı
olarak değil, toprakları ve hakları İsrail devleti tarafından ele geçirilen
Filistinliler olarak görüyor. Filistin milli sloganlarını atıyorlar.
Bu arada güneydeki Necef’te İsrail buldozerleri bir
rekora imza attı. Aynı köyü, Arakib’i tam 186. defa yıktılar. Gerilim
ülke çapında; kuzey, güney, doğu, batı her yerde. Bu yayılan isyanın merkez
üssü ise Ümmü’l-Fehm veya Yafa değil, Kudüs. Her şafak vakti otobüsler 1948
sınırları içerisindeki Filistin ilçelerinden insanları ibadet için
getiriyor. Bunlara Mescid-i Aksa’nın muhafızları yani “Murabıtlar”
deniyor.
(…)
Bu protestocuların tamamı yeknesak biçimde dini
motivasyon sahibi olmadığı gibi, çoğu toplumsal anlamda muhafazakar da değil.
Tıpkı Birinci İntifada’daki gibi, parça parça, ulusal bir protesto hareketi
oluşuyor; ancak bu sefer Batı Şeria veya Gazze’de değil, Kudüs’te ve bizzat
İsrail’in 1948 sınırlarında gerçekleşiyor.
Yeni bir nesil sokaklara çıkma zaruretini yeniden
keşfediyor. Yeni bir eksen oluşuyor. Kudüs’ten Ramallah’a doğuya doğru
değil, Kudüs’ten Yafa’ya batıyı yöneliyor. İsrail’deki güvenlik güçleri
nasıl tepki vereceklerini bilmiyor. İsrail gazetesi Yediot Aharonot’a
göre, nasıl tepki verileceği konusunda güvenlik güçlerinin çeşitli birimleri
arasında ciddi ihtilaflar var.
(…)
Kudüs Patlamanın Eşiğinde
Havayı benzin sarmış durumda. Bir başka
kıvılcımın çakması fazla uzun sürmeyecek. Kudüs bir patlamanın eşiğinde.
İsrail’in uluslararası müttefikleri arkalarına
yaslanıp yeni bir ayaklanmaya kaçınılmaz olarak eşlik edecek ölümleri ve kan
dökülmesini bekleyecekler mi? Joe Biden, sözümona insan haklarını
desteklemeye dayalı bir dış politika belirleyerek Amerikan liderliğini yeniden
canlandırma girişimde. Biden yönetimi, Amerikan tarihinde Ermeni soykırımını
tanıyan ilk yönetim oldu.
Ancak Biden gerçekten bir fark yaratmak istiyorsa
geçmişi değil, hâlihazırda burnunun dibinde cereyan eden
şeyleri dillendirmeli. Yeni başkanın insan haklarına bağlılığı eğer
gerçekse (…) tarihten bahsetmemeli, bilfiil tarih yapmalı. Biden, insan
haklarının en büyük seri ihlalcisiyle işe başlamalı; yani İsrail’le…
Uluslararası alanda uzlaşılmış ırk ayrımcılığı (apartheid)
tanımına uyan adaletsizlikler ve ayrımcılıklar yaşandığı konusunda artık
hiçbir şüphe duyulamaz. Art arda insan hakları örgütleri, ırk ayrımcılığının
varlığını kanıtlayan teferruatlı ve bilimsel raporlar hazırlıyor.
Geçen ay böyle bir rapor hazırlayan [İsrailli insan hakları örgütü] B’Tselem’di;
bu ay İnsan Hakları İzleme Örgütü. Biden bu kanıta meydan okuyor mu? Bu
raporların uydurma olduğu konusunda İsrail’le hemfikir mi?
Kanıtların ağırlığı artık göz ardı edilemez boyutta;
insan hakları ihlalleri her gün yaşanan birer vakayı adiye.
Yalnızca yerleşimciler ya da aşırı sağ değil,
İsrail devletinin bizzat kendisi, topraklarını ele geçirdiği halk üzerindeki
egemenliğini zorla kabul ettirme konusunda günbegün daha da aşırılaşıyor. (…)
İsrail’in iki Arap devletiyle imzaladığı İbrahim
Mutabakatı bir yanılsamaydı. Netanyahu, Arap devletleriyle ilişki kurarak
Filistin devletini bypass edebileceği ve Filistinlilerin haklarını görmezden
gelebileceği hesabındaydı. Ama her iki konuda da vahim şekilde yanıldı.
Filistinliler için Biden’ın veya dünyanın geri
kalanının nasıl tepki vereceği artık herhangi bir önem taşımıyor. Uluslararası
toplum tarafından yüzüstü bırakılmış, medya tarafından ihmal edilmiş, çoğu Arap
devleti tarafından ihanete uğramış, ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak bir
liderlik tarafından göz ardı edilmişken artık kaderleri sadece ve sadece
kendi ellerinde ve sokaklarda. Zaten hep böyleydi.
Kudüs’te çatışmalar patlak verdiğinde önceden
uyarılmamışsınız gibi davranmayın sakın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder