BEYRUT
NASIL TOPARLANMALI?
Mona Fawaz (Doç Dr., Beyrut Amerikan Üniversitesi Şehir Çalışmaları ve Planlama öğretim üyesi), Mona Harb (Doç. Dr., Beyrut Amerikan Üniversitesi Şehir Çalışmaları ve Politikaları öğretim üyesi ve Jadaliyya “şehirler sayfası” editör), Ahmad Gharbieh (Yrd. Doç., Beyrut Amerikan Üniversitesi Grafik Tasarım öğretim üyesi) ve Howayda Al-Harithy (Prof. Dr., Beyrut Amerikan Üniversitesi Mimarlık ve Kentsel Tasarım öğretim üyesi)
Jadaliyya, 13.8.2020
Tercüme
ve editoryal katkı: Zahide Tuba Kor
İngilizcesi “The Beirut Blast: A Week On” başlığıyla yayınlanan yazının tamamını okumak için TIKLAYINIZ.
NOT: Blogda yer alan 800 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.
Kaynak
göstermeden blogdaki yazı, tercüme ve infografikleri kullanmamanız önemle
rica olunur.
Özet: Lübnan’ın yozlaşmış siyasal sisteminin
sonunu da ilan eden büyük patlama sonunda, Beyrut nasıl yeniden toparlanmalı?
Kamu yönetimi işlevsiz olduğu için bireysel çabalarla şehirlerini temizlemeye
çalışan Beyrutlulara gerçekten yardım etmenin yolu ne?
Beyrut limanındaki bir depoda akıl almaz
miktarda amonyum nitratın patlamasıyla Lübnan, tam da kuruluşunun 100. yılında
adeta cehennemi yaşadı. Çoktandır ekonomisi çökük, siyaseti işlemez, yönetimi
en temel hizmetleri bile halkına sunmaktan aciz ve yozlaşmış durumdaki
Lübnan’ın belini doğrultabilmesi için bir mucize lazım. Zira Beyrut demek,
Lübnan demektir. Ülke nüfusunun üçte birinden fazlasının yaşadığı, iktisadi ve
mali hayatın merkezi başkentte on binlerce ev ve işyeri çöktü ya da
kullanılamaz halde; 300 bin insan evsiz kaldı. Elektrik, su, gıda, ilaç ve
temel ihtiyaç malzemeleri kıtlığı da var.
Bir zamanlar Arap dünyasının entelektüel
ve finansal kalbi olan, ancak iç savaşlar ve İsrail işgalleri veya
saldırılarıyla defalarca büyük yıkımlara maruz kalan Beyrut, 5 Ağustos’taki
patlamada bu defa sadece saniyeler içinde enkaza dönüştü. Tıpkı Ortadoğu’da
kadim medeniyet merkezi Halep, Musul, San’a gibi birçok şehrin geri
döndürülemez şekilde ağır bir yıkıma uğradığı ve kimliğini yitirdiği gibi…
Yaşanan bu akıl almaz yıkımı, Beyrut
Amerikan Üniversitesi’nden dört öğretim üyesi Beirut Urban Lab’e
yazdıkları bir makalede değerlendirdi. 13 Ağustos’ta Jadaliyya web sitesinde de yayımlanan “Birinci
Haftasının Sonunda Beyrut Patlaması” başlıklı bu makalenin yazarlardan Doç Dr.
Mona Fawaz şehir çalışmaları ve planlama, Doç. Dr. Mona Harb şehir çalışmaları
ve politikaları, Yrd. Doç. Ahmad Gharbieh grafik tasarım ve Prof. Dr. Howayda
Al-Harithy mimarlık ve kentsel tasarım alanında öğretim üyesi. Mona Harb aynı
zamanda Jadaliyya’nın “şehirler sayfası” editörlerinden.
Bir dönemin gümbür gümbür sonunu ilan eden
patlama
Akademisyenler, patlamanın şok dalgalarını
hâlâ yaşadıklarını, şehri ve insanlarını vuran ölçülemez kayıpları sindirmeye
çalıştıklarını belirterek yazıya
başlıyorlar. Yerleşimlerin yakınındaki bir hangarda 2700 tonluk amonyum
nitratın depolanmasının limanın resmî mercilerinin, gümrük yetkililerinin ve
diğer birçok kamu görevlisinin tam bilgisi dâhilinde gerçekleştiğini
vurguluyorlar.
“Bir dönemin gümbür gümbür sonunu ilan
edercesine patladılar: Lübnan’ın iç savaş sonrası yozlaşmış düzeni zaten
barışçıl bir şekilde düşemezdi.” diyorlar ve patlamadan bir hafta sonra şehrin
halini şöyle aktarıyorlar:
“Şehir her yaştan ölülerinin yasını
tutarken, kurtarma ekiplerinin çoğu geri kalan kayıp kişileri bulma çabalarına
son veriyor. Cesetler, sevdikleri tarafından teşhis edilmeyi bekleyerek
morglara yığılmış durumda. (…) Şehrin seslerine kırık camların şıngırtısı hakim
olurken enkazların ve şahsi eşyaların yanında çöpler yığılıyor. (…)”
Yazarlar, can kaybının hiç de az
olmadığını ve tüm toplum katmanlarından insanların hayatına mâl olduğunu şöyle
anlatıyorlar:
“Patlama anında şehir limanında görev
yapan Lübnanlı ve göçmen işçilerin yanı sıra civardaki işletmeleri koruyan
güvenlikçiler can verenler arasında. Ayrıca yakınlarda çalışan, oracıktan geçen
veya sadece evinde oturup normal hayatlarını sürdüren karı kocalar, anne
babalar ve evlatlar da… (Beyrut Valisinin 9 Ağustos 2020’de verdiği rakamlara
göre) Şimdiye kadar en az 7000 kişi yaralandı, 220 kişi öldü ve 110 kişi hâlâ
kayıp ki bu rakamların artması bekleniyor.”
Gelelim yıkımın boyutlarına: “Yaklaşık 80
bin ev hasar gördü, binlerce aile evsiz kaldı. Limanın hemen çevresindeki
mahalleler kentsel dokunun tam bir mozaiğiydi; -tarihî veya yeni, mütevazı veya
lüks- meskenlerden, ticari, kurumsal ve dinî binalardan oluşuyordu.
Apartmanlarda patlamayla kapı-cam kalmadı; -ister küçük bakkallar ister lüks restoranlar,
barlar, atölyeler, stüdyolar, ofisler isterse kiralık odalar olsun- işyerleri
hep mahvoldu. Okullar, hastaneler ve kreşler artık eğitim veremeyecek,
hastaları iyileştiremeyecek veya bakım yapamayacak.”
Şehir ve mimari uzmanı dört akademisyen
Beyrut’un mahalle mahalle durumunu şöyle anlatmış:
“Patlamanın etkisi tüm şehre yayılsa da en
ağır hasarı öncelikle liman çevresindeki mahalleler aldı: şehrin geriye kalan
tarihî işçi sınıfı mahalleleri Beddavi ve Karantina; en az on yıldır giderek
seçkinleşen mahalleler Cemmeyzi, Ca’ytavi ve Mar Mihail… İç savaşın ilk
katliamlarından birinin yaşandığı ve şehrin tarihsel olarak işçi deposu
konumundaki Karantina, savunmasız nüfusunu ve -bir kısmı moloz yığınına dönen-
dayanıksız evlerini vuran bir muazzam yıkım daha maruz kaldı, binaların bir
kısmı çöktü. Limanın hemen doğusunda, Osmanlı ve Fransız Mandası mirası
binalardan hâlâ ayakta kalanların bulunduğu nadir mahallelerden Mar Mihail ve
Cemmeyzi’deki çok sayıda binada yapısal çatlaklar, kırık dökük balkonlar, yıkılmış
dış cepheler ve çok daha fazlası var. Lüks bir şehir merkezine dönüşen
Beyrut’un tarihî kalbinde bina cepheleri ve büyük pencereleri paramparça
olurken kamuda ve özelde milyonlarca dolar heba olup gitti.
Müthiş derecede ihtiyaç duyulan gıda
ithalatının yaklaşık %80’inin aktığı Beyrut’un can damarı olan liman ağır hasar
gördü ve tam tamirinin yıllar sürmesi bekleniyor. Patlamanın etkisi Beyrut’un
belediye sınırlarının çok ötesinde tüm semtlerine yayıldı; Badaro, Cinnah,
Ğubeyri, Furn el-Şebbak, Devra, Burc Hammud ve Sin el-Fil gibi semtlerde
camların kırılması, alüminyum ve ahşap kapı ve pencere doğramalarının
patlamasıyla evler, işyerleri ve dükkanlar etkilendi.”
Bir işlevi olmayan kamu yönetimi
Yazarlar, Lübnan’da halkına hizmet götürme
gibi bir işlevi ve kültürü olmayan hükümetlerin ve kamu yönetiminin patlamanın
ertesindeki halini de ele alıyorlar:
“İlk mukabelede bulunanların yine şehir
sakinleri olduğu acı bir şekilde görüldü. Sokaklar su ve yiyecek dağıtan,
molozların ve enkazın temizlenmesine yardımcı olan süpürge ve kürekleri
kuşanmış gönüllülerle dolu. (…) Bu canlı seferberliğin aksine, merkezî
hükümetin ve yerel yönetimin mukabelesi yavaş olup derhal bir acil durum planı
ortaya koyma veya etkili bir yardım stratejisi geliştirme noktasında başarısız
kaldı. Devlet temsilcileri, koordinatörlükten ziyade sahadaki aktör
kalabalığına karıştı. Bu nedenle polis ve sivil savunma unsurları siyasi parti
mensupları, kâr amacı gütmeyen kuruluşlar, dinî ve insanî gruplar, izciler,
öğrenciler, üniversite gönüllüleri ve diğerleriyle yan yana çalışıyorlar.”
Tabiatıyla bu durum, boğuşulan çoklu
krizlerle birleştiğinde, halkta çok derin bir öfkeye yol açtı. Yazarlar halkın
hissiyatını şöyle aktarıyor:
“Lübnan siyasi sisteminin geçim
kaynaklarını korumadaki yıkıcı başarısızlığı görüldükçe öfke artıyor. Her yerde
konuşmalar devlet temsilcilerine karşı güvensizliği yansıtıyor. Mahallelere
girmeye kalkıştıklarında sözlü ve fiziki hakaretlerle karşılandılar.
İnsanlar çoklu krizlerle boğuşuyorlar:
COVID-19 yüzünden getirilen ve aylar süren sokağa çıkma kısıtlaması nedeniyle
tükendiler; tasarruflarını yok eden ve farklı toplumsal kesimlerin
ekseriyetinin satın alma gücünü iyice azaltıp sadece hayatta kalacak bir
seviyeye düşüren mali erimeyle zayıfladılar; gıda maddeleri kıtlığıyla yüz yüze
kaldılar; Dünya Bankası’nın şu an için %50 olarak tahmin ettiği, giderek artan
fakirlik seviyesiyle ürktüler…
Bu suçun ardındaki tetikleyiciler
konusunda hemfikir olmasalar da insanların çoğu, ardı ardına gelen yönetimlerin
vurdumduymazlığı ve on yılların hesap sorulmayan yönetişimine öfkelerini
dillendiriyorlar. Patlama gerçekten de birçok kişi tarafından halka karşı bir
savaş olarak hissedildi ve şehir (…) protesto çağrılarıyla kaynıyor.”
“İleriye dönük olarak, toparlanmanın
meşakkatli bir yol olacağı aşikâr. Patlama sonrası yeniden yapılanmanın tam da
Beyrut mahallelerinin yıkılmasına neden olan güçleri takviye etmesinden
korkuluyor” diyerek 1990’ların başında Beyrut’un tarihî merkezinin yeniden inşa
sürecinin, iç savaşın şehirde yol açtığı bölünmeleri daha da pekiştirdiğini
hatırlatıyorlar. Bu bağlamda şunları zikrediyorlar: Bir otoyolları ağıyla
tarihî merkezin şehrin diğer semtleriyle olan bağlantısının koparılması, çok
sayıda küçük ölçekli hak sahibinin mülkiyet haklarından mahrum bırakılması,
[tarihî] miras niteliğindeki binaların yok edilmesi veya onların toplumsal ve
cemaatsel anlamlarının yitirilmesi, toparlanma ve yeniden inşanın yönetiminin
-temel amacı, hissedarları için spekülatif emlak yatırımlarını azami düzeye
çıkarmak olan Solidère adlı- özel bir emlak şirketine devredilmesi…
İç savaşın Beyrut’un merkezinde yol açtığı
yaraları sarma ve yeniden inşanın göze çarpan sonucunu şöyle özetliyorlar:
“Çoğunlukla bankaların ve spekülatif yatırımcıların sahip çıktığı ve öfkeli
protestocuların alanı olarak işlev görmenin ötesinde ülkeye bir katkısı
bulunmayan, hayatın canlılığından yoksun kimliksiz bir ‘şehir merkezi’
oluşması.”
Yazarlar, benzer şekilde, 2006’da
İsrail’in Lübnan’a yönelik açtığı savaş sonrası yeniden inşanın -tamamen Hizbullah’ın
eline bırakılması suretiyle ve başka şekillerde- Beyrut’un banliyölerini ve
Güney Lübnan’ı siyasi birer mıntıka olarak pekiştirdiğini de vurguluyorlar.
Beyrut’u bekleyen senaryolar
Peki, bu geçmiş tecrübeler ışığında,
yazarlara göre Beyrut’u hangi senaryolar bekliyor?
“Eli kulağındaki bir kabus senaryosu,
patlama sonrası yeniden yapılanmanın, patlamanın yol açtığı yıkımı pekiştirmek
için bir fırsata dönüştürülmesi olacaktır. Patlamanın ciddi şekilde vurduğu
mahalleler yavaş yavaş bozulmaya terk edilebilir, ta ki bir sonraki iktisadi
döngü fakirleşen yaşlı nüfusu, mücadeleci gençliğin coşkulu enerjisini ve küçük
sanayileri yok eden seçkinleştirme sürecini [yani orta ve üst sınıfların dar
gelirlilerin yaşadığı kent merkezlerindeki semtlere yerleşme sürecini] devam
ettirene kadar. Eğer ki yardım ve sermaye insanları dikkate almadan akarsa, bu
aynı zamanda Beyrut tarihinin bir başka önemli dayanağını yok ederek
seçkinleştirmeyi hızlandırabilir.”
Yazar toparlanma sürecinin nasıl
ilerlemesi gerektiğine dair görüşlerini de paylaşıyorlar:
“Onlarca yıldır kamu kurumları tarafından
terk edilmiş bir şehirde, iflasa düşen ve mezhepçi siyasetin hakim olduğu bir
ülkede birçok insan, hayatlarını, bir partiye bağlı olmayan tarafsız toplumsal
ve mekânsal karşılıklı destek altyapısı aracılığıyla organize etmeye çalışıyor.
Herhangi bir toparlanma süreci de buradan başlamalı. (…)
İnsani yardım ve desteğin ötesinde,
kapsayıcı, katılımcı ve çevre bilincine sahip toplum temelli bir toparlanma
düşünülmeli ve uygulamaya konulmalı; sadece fiziksel yapıları yeniden inşa
etmekle kalmayan, aynı zamanda patlamadan evvel mevcut olan adaletsizliklerin
ve zayıflıkların da üzerine eğilen (…) bir toparlanma olmalı.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder