SURİYE’NİN AZEZ İLÇESİ VE KİLİS’TE YAŞAYAN
SURİYELİLERİ ZİYARETİM (17-20 OCAK 2020)
Zahide Tuba Kor
NOT: Blogda yer alan 800 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.
17 ve 18 Ocak 2020 tarihinde Suriye’nin kuzeyinde,
Türkiye sınırına çok yakın olan Azez ilçesindeki dokuz dağınık kampta (Muarrin
el-Vadi, Muarrin el-Cebel, Yazıbağı, İyva’ Şemmarin, Aşvai er-Risale,
el-Armuta, Half el-Kerrac, Mafrağ Niyara, Rahme kamplarında) çadırlarda yaşayan
Suriyeli dul ve yetimlere yardım dağıtmak üzere gitmiştim.
Dönüşte 19 ve 20 Ocak tarihinde de Kilis’te dul-yetim
veya aile reisinin hasta/sakat olması nedeniyle çalışamadığı veya çalışsa bile
çok cüzi miktarda para kazandığı için evini geçindiremediği aileleri ziyaret
ettim.
Bu ziyaretlerimde şahit olduklarımın ve birinci
ağızdan dinlediklerimin bir kısmını Twitter hesabımda sıcağı sıcağına paylaşmıştım.
İstanbul’a döner dönmez tweetlerimi bir araya getirerek blogumda hemen
paylaşmak istesem de bir türlü vakit bulamamıştım.
Beş ay sonra paylaşmak nasip olacak. Blogumda fotoğraf ve video yükleme kısmını bu
defa çalıştıramadığımdan maalesef sadece Twitter’a yüklediğim fotoğrafların
linkini vereceğim.
Bu arada geçtiğimiz yıllarda çok çeşitli vesilelerle
Türkiye’deki Suriyelilerle yüz yüze görüşmelerimi ve ziyaretlerimi geçen yaz
ayrıntılı şekilde bloğumda paylaştığımı hatırlatmak isterim. Konuya ilgi duyanların
aşağıdaki iki linki okumalarını hararetle tavsiye ederim.
TÜRKİYE’DEKİ SURİYELİ SIĞINMACILAR NE YAPAR, NE YAŞAR,
NE HİSSEDER? - I. Bölüm
TÜRKİYE’DEKİ SURİYELİ SIĞINMACILAR NE YAPAR, NE YAŞAR,
NE HİSSEDER? – II. Bölüm
***
Azez’deki dağınık kamplarda Suriye’nin her yerinden
insanlar var. Ziyaretimiz sırasında rejimin Halep kırsalına bombardımanları
nedeniyle hala daha birçok aile bu çadır alanlara göçmeye devam ediyordu, tıpkı
İdlib’de olduğu gibi…
Biraz sonra okuyacağınız üzere bu kamplarda yaşamak
son derece zor. Ama en azından daha güvenli olduğu için savaştan, rejimden ve
diğer silahlı gruplardan kaçan yüz binlerce insan Türkiye sınırına yakın
bölgelerdeki bu alanlarda hayata tutunmaya çalışıyor.
Çadırların kurulduğu geniş araziler, aslında devlet
malı olan ve kiracıların işlettiği zeytinlikler. Suriyeliler, özel mülk olmayan
arazilerin boş buldukları yerlerine çadırlar kurup yaşamaya çalışıyorlar.
AFAD, İHH gibi kuruluşların çok daha iyi koşullarda
çadır veya briket evlerden oluşan düzenli kampları bulunuyor. Ancak buraların
kapasitesi çoktan dolmuş durumda. Buralara düzenli hizmet gittiği ve yardımlar
ulaştığı için biz ileri derecede mahrumiyet yaşayan dağınık kampları ziyareti tercih
ettik.
Bu dağınık kamplarda hiç altyapı yok. Temel ihtiyaçların
nasıl giderildiğini sorduğumda şu cevapları aldım:
“Kişi başı 20-25 litre su veriliyor. Bu çamurda bu
suyla ancak çamuru temizleyebilirsin. Yetmiyor ki.” (Bu arada BM verilerine
göre bir insanın günlük su tüketiminin asgari 100 litre olması gerektiğini
hatırlatmak isterim.)
“Kamplarda umumi tuvaletler var, ama uzak olduğundan
pek tercih edilmiyor. Yerler gördüğünüz gibi tamamen çamur içinde, nasıl her
gün defalarca yürünüp gidilecek? Hele de hava karardığında… Hemen herkes
çadırının yanına bir çukur açmış durumda, orada ihtiyacını görüyor.”
“Elektriğimiz yok. Mazotla çalışan küçük jeneratörler
kullanılıyor. Bazı çadırların jeneratörü büyük, ürettikleri elektriği çevredeki
10-15 çadıra satıp para kazanıyorlar. Yakın zamanda bir şirket Türkiye’den
elektrik satın alıp buralara da satmaya başladı, ama çok pahalı… Güneş
panelleri kullananlar da var.”
Benzin nereden diye sorduğumda şu cevabı aldım:
“Önceden PYD’den geliyordu. PYD kontrolündeki alanda üretilen benzin burada
arıtılıp satılıyordu. Ama ABD tüm petrol kuyularına el koyduğundan artık
PYD’nin petrol satışı da yasak. Petrolü sadece ABD işletiyor. Gaz, benzin,
mazot artık ya Türkiye’den ya da Kuzey Irak’tan geliyor. Ama bu da çok pahalı
oluyor. Litresi 5 tl. Biz nasıl ödeyelim? Suriye’nin petrol kuyuları artık ABD
ve Rusya’nın elinde.”
***
Azez’deki çadırlarda yaşayanların hikâyelerini
paylaşmadan evvel, burada görüştüğüm bazı kimselerin, Suriye’nin mevcut durumu
ve çatışmalar hakkında sorduğum bazı sorulara verdikleri cevapları yazacağım.
Rejimin muhaliflerden geri aldığı bölgelerdeki durumu
sordum: “Rejim birçok bölgeyi geri aldı ama oralarda kimse yaşamıyor ki.
Yıllardır koskoca şehirler boş. İnsanların birçoğu gördüğünüz gibi kaçıp
buralara sığınmış durumda.”
Rejimin bölgesinde kalan muhaliflerin durumunu
sorduğumda şu cevabı aldım: “Rejimin askeri olmamak için yurtdışına veya
muhaliflerin kontrolündeki bölgelere kaçan gençlerin ailelerine rejim ‘Nerede
çocuğun?’ diye büyük baskı yapıyor. İlla olmadığına dair delil istiyor. Aile
‘Çocuğum Türkiye’de’ dese başı belaya girecek. Rejim bölgesinde bu tür baskılar
var. Eğer ki anne-baba ‘Oğlum kaçtı, onu evlatlıktan reddediyorum, döndüğünde
tutuklayın’ derse bu baskılardan kurtulabiliyor. Veyahut ailenin bir torpili
olmalı. Yoksa çok sıkıntı yaşar. Tabii her bölgede durum böyle değil. Rejimi
desteklemediğin biliniyorsa başına bunlar gelir.”
Rejimin savaştıracak asker sıkıntısı çektiğine dair
haberleri sordum: “Rejimin adamları bitmez. Şu an Avrupa’dan, Arap ülkelerinden
dönen 40 yaş altı her erkeği askere alıyorlar. Mesela Deraa gibi bölgeler uzun
yıllardır sürdürdükleri direnişi bırakarak rejime teslim olmak zorunda kaldıklarında
buralardaki her erkek askere alındı; şu an sıcak çatışma bölgelerinde
savaştırıyorlar.”
Tabii ki bu sıcak bölgelerin başında da İdlib geliyor.
Rejim kendisine muhalif olduğu halde mecburen boyun eğenleri, şimdi silah
altına alıp kendi adına diğer muhaliflerle savaştırıyor. Yani geçmişte rejime
karşı savaşanları şimdi birbiriyle savaştırıyor. Bunu da not düşmem gerekir.
Hapishanelerdeki durumu sorduğumda şunları anlattılar:
“Akıl almaz işkenceler var. Verdikleri yiyecek tek bir parça ekmek. Daha iyi
yemek istiyorsan satın almak zorundasın. Akrabaların varsa hapishanede bulup
sana ulaşabilirler, tabii eğer paraları ve torpilleri varsa. Tanıdığı olmayan
ve para dökemeyenlerin nerede olduğunu kimse bilemez. Öldürülmemişse, olur da
bir gün hapisten salınıp eve dönebilir. Tabii ailesi hala göç etmediyse ve evi
bombardımanla yerle bir değilse… Çok fazla kaybolmuş insan var.”
(2018 Ramazan’ında ilk defa Kilis’e gittiğimde 50’li
yaşlarda bir Suriyeli hanımla tanışmıştım. 30 yıldır nişanlısını bekliyordu.
Rejim Hama olayları sırasında Halep’te yaşayan nişanlısını hapse atmış, bir
daha hiç haber alamamışlar. Hiç başkasıyla evlenmeyi düşünmedin mi diye
sorduğumda hayır, hala onu bekliyorum demişti. Çünkü Suriye’de on yıllardır
rejimin kaçırdığı, hapse attığı ve uzun yıllardır haber alınamayan çok sayıda
insan var. Keza Lübnan İç Savaşı sırasında Suriye rejiminin kaçırdığı ve nerede
olduğu hala bilinmeyen binlerce Lübnanlı bulunuyor.)
Rejimin hapishanelerini sorduğum bir başka kişi,
“Öldürseler daha iyi” dedi ve şöyle devam etti: “En basitinden üzerinde sigara
söndürülenler, dayaktan kemikleri kırılanlar, yanık halde olanlar, tuvaletini
tutamaz hale gelenler ve daha neler neler var.”
Daha evvel cephede savaşıp yaralandığı ve artık
savaşamaz hale geldiği için Azez’de sivil işler yapan biriyle karşılaştım.
Geçmişte ÖSO askeri olarak rejim, PYD, IŞİD, hemen her grupla savaşmış. En
zorlu savaşçılar hangisindeydi diye sorduğumda IŞİD dedi ve şöyle devam etti:
“Davalarına tamamen bağlanmış ve tereddütsüz halde savaşıyorlardı. IŞİD’in en
sert davrandığı grup ise ÖSO idi. Eğer ki bir ÖSO askerini ele geçirirlerse
ancak ve ancak esir değişimiyle serbest bırakırlar yoksa öldürürlerdi, bir üçüncü
seçenek daha yoktu.”
Savaşla birlikte aile ilişkilerinde neler değişti diye
sorduğumda şunu söylediler: “Aile ilişkileri fazla değişmedi. Ama insanlar daha
acımasız oldular. Artık kimse kimseyi düşünmüyor. Herkes kendi fukaralığının
derdine düşmüş durumda”
Bir başkası şunu anlattı: “Aileler paramparça.
Birbiriyle savaşan kardeşler bile var. Mesela biri ÖSO safında, öbürü IŞİD,
diğer rejim yanında…”
Ve artık kamplardaki gözlemlerimize geçebiliriz…
***
AZEZ’DEKİ DAĞINIK KAMPLAR VE SURİYELİLERİN HAYATLARI
İlk gittiğimiz dağınık kampta uğradığımız çadırlardan
birinde yaşları birbirine yakın 5 yetim vardı. Baba Halep’in kırsalında imamlık
yaparken IŞİD tarafından katledilmiş.
Bir sonraki çadırda Şeyh İsa mahallesinde rejim
bombardımanı altında babalarını kaybeden 5 çocuğu ziyaret ettik.
Halep kırsalından bu alana sığınmış yetim çocuklar...
Babaları, şehirler arası şoförlük yaparak aile geçimini sağlarken Şam’da
rejimin keskin nişancıları tarafından katledilmiş. Çok şanslı sayılırlar. Zira
çamur içindeki bu alanda nadir briket evlerden birinde yaşıyorlar. Tek göz
odadan oluşan evleri buraların oteli sayılır.
Azez şu an Suriye’nin kuzeyindeki en güvenli
yerlerden biri. Biz gezerken ara ara uzaklardan gelen rejimin Halep kırsalına
yönelik bombardımanlarının sesini duyuyoruz. Mihmandarlarımız, önceki gün Azez
merkeze PYD’nin bir füze attığını ve ölenler olduğunu söylediler. Yani
Suriye’nin en güvenli yerleri bile bu durumda… “Keskin nişancıların atış
alanlarını biliyoruz, oralardan hızla geçmeye çalışıyoruz” dediler.
Yolumuzun üzerinde Kilis’e füze atılan yer olan
Buseyna Dağı’nı gördük, altının tünel dolu olduğunu anlattılar, TSK’nın
kontrolüne geçtikten sonra dağdaki tünellerin hepsi imha edilmiş.
Şimdi de çadırların içinden fotoğraflar paylaşmak
istiyorum. Suriyeli yerinden edilmişlerin hayat mücadelesini gözler önüne
seriyor.
Çadırda yaşadıkları kısım; hem oturma hem de yatak
odası...
Diğer bir dul ve yetim ailesinin çadırındayız. Önce çadırın girişi...
Yardım götürdüğümüz bir başka çadır. Ailenin reisinin
bacakları kesik, elleri tutmuyor.
Çizmelerimiz ve kıyafetlerimiz çamur içinde. Ancak
burası tepelik bir alan olduğundan nispeten daha az çamurlu sayılır. Bizi
gezdiren yetkililer, öğleden sonra gideceğimiz düzlük alandaki çadırların asıl
çamurlar içinde olduğunu söylüyorlar.
Bir başka çadır alana girerken Türkiye Diyanet
Vakfı’nın sıcak yemek dağıtımına şahit olduk. TDV, her gün Azez’deki 3 farklı
kampta ve 2 cezaevinde 15.000 kişiye sıcak yemek dağıtıyormuş. Öğlen yemek sırasına giren veya yemeklerini almış kadınlar ve çocuklar…
Birlikte gittiğimiz Adana Dost Eller Derneği’nin
Azez’deki bir kampta çocuklara mont dağıtımından… Çocuklar o soğuk havada bir
monta kavuşmanın mutluluğu içinde.
Akşama doğru çadır ziyaretlerimiz bittikten sonra Azez
merkeze de uğrayıp bir evi ziyaret ettik. Deyrezzor’dan göçen bir ailenin 13
çocuğundan 6’sı hem zihinsel hem bedensel özürlüydü.
Geçimini hayvancılıkla sağlayanların çoğunluğu
oluşturduğu bir başka kampa da uğradık. Çadırların hemen dışında koyunlar,
keçiler, eşekler, tavuklar yaygındı.
Bendeniz İstanbul’daki yakınlarımdan ve
arkadaşlarımdan topladığım nakdi emanetleri dul hanımlara teslim ederken,
birlikte gittiğimiz Kilis’teki Hayırda Yarış Derneği de çocuklara ve gençlere
atkı, bere, eldiven, kazak, mont, kek, şeker vs. dağıtıyor, çocuklar
mutluluktan uçuyordu.
Ziyaret ettiğimiz, aile reisinin öldüğü bir çadırda
sağır ve dilsiz bir anne ve dört çocuğu kalıyordu.
Çamur yüzünden yürümekte çok zorlandığımız kamplar
vardı. Bunlara birer örnek.
Briket dört duvar içinde kurulu çadırlardan oluşan
nispeten daha iyi durumda bir kampa uğradık. Bakkalının raflarındaki tüm
ürünler bunlardı…
Nispeten daha iyi dediğim kamptan kareler... Briket
duvarlardan içeri doğru baktığınızda ilk fotoğraftaki manzarayı görüyorsunuz.
Azez’de yardım yaptığımız Filistinli bir genç kızın
çadırına giderek ayaküstü hayat hikâyesini dinledim. Anne ve babası, 1948’de
göçen Filistinliler için kurulan Şam yakınlarındaki Yermük Kampı’nda vefat
etmiş. Hikayesi çok acı: Annesi olaylar başlarken 2012’de, babası ise 2017’de
bombardıman altındayken susuzluktan ölmüş. Kendisi iki kardeşiyle birlikte
Azez’deki çadırda hayatta kalma mücadelesi veriyor. Kayıp olan 16 yaşındaki
kardeşlerinin Şam’da olduğunu ise yeni öğrenmiş.
Önemli ve çok büyük bir Filistin mülteci kampı olan
Yermük’ün akıbetini kendisinden dinlemek istedim. Şunları anlattı: Yermük üç
defa rejim tarafından kuşatma altına alınmış. İlki bir yıl, -içeriye yiyecek
içecek hiçbir şeyin sokulmadığı- ikincisi ise üç-dört ay sürmüş; 2017’de
başlayan üçüncü kuşatmada ise bir ay boyunca yoğun bombardıman yaşanmış. Bu
sırada herkes kamptan tahliye edilmiş. Erkekler hapse atılırken kadınlar göç
yoluna düşmüş. Kendisi de bunlardan biri.
Yermük Kampı şu an rejimin elinde. Bütün binalar yerle
bir. “Yaşanacak yer kalmadı” diyor. Daha evvel IŞİD kampın bir kısmını ele
geçirdiğinde yaşadıkları evi bırakıp ÖSO’nun kontrolündeki kısma kaçmışlar.
Yermük Kampı ile ilgili kedi-köpek yenebilir fetvasını hatırladığımdan “Kuşatma
altında ne yediniz?” diye sordum. “Ekili yeşillik bitkileri ve otları yedik.
Eğer ki içeride herhangi bir şekilde şeker, pirinç, gıda, ilaç bulabilirsek
fiyatı normalden 100 kat yüksek olurdu. Kuşatmanın sadece en sonunda UNRWA
yardımları kampa girebildi.” dedi.
Bir de not düşeyim. Rejim, muhaliflerin elindeki
birçok bölgeyi silah kullanmadan, etrafını aylarca veya yıllarca kuşatıp içeri
her türlü gıda girişini engelleyip insanları aç bırakarak teslim olmaya
zorladı. Bunların başında “muhaliflerin başkenti” denilen Humus geliyor.
Rahme Kampı’nın girişine kurulmuş bir pazaryerine denk
geldik. Bu sayede çadır kamplarda kalan Suriyelilerin alabildiği ve kullandığı
eşyaları da görme fırsatımız oldu. Satılanların çoğu ikinci eldi.
18 Ocak’ta, yani ziyaretimizin ikinci günü, bu defa
tepelik değil düzlük arazideki dağınık kampları gezdiğimiz için yerler çok daha
fena çamurdu. Yürürken çok zorlandığımız anlar oldu.
Çocukların oyunlarını ve oyuncaklarını paylaşayım:
1. salıncakları
2. misket oynayan çocuklar
3. saklambaç oynayanlar
4. araba lastiklerini oyuncak yapanlar…
Bir dediğini iki etmediğimiz, oyuncak
beğendiremediğimiz çocuklarımız görmeli…
Sabah ziyaret ettiğimiz kampta karşılaştığımız
çocuklar...
Her kampın mutlaka bir okulu var. Ama okullar çadırdan
veya konteyner. Ziyaret ettiğimiz kamplardan birinin ilkokulu mesela buydu...
Bu da okul beğenmeyen çocuklarımıza ve gençlerimize gelsin…
2 günde 10 dağınık kampı gezdim. En fecisi ikinci gün
öğleden sonra ziyaret ettiğimizdi. Hangi fotoğrafı paylaşsam bilemedim. İnsan
hikayelerine ve çadırların içlerine girmeden evvel kamptan manzaralar paylaşacağım…
Kampta sadece dul ve yetimlere yardım dağıttık. Bu dul
hanımın hikayesi çok acı. 50’li yaşlarında. Halep kırsalından. Rejim
bombalarıyla evi yıkılmış. Enkaz altında 7 çocuğundan 6’sı ve eşi can vermiş.
Kalan tek çocuğuyla bu çadırda hayat mücadelesi veriyor.
Çadırlarla dolu kampta nadir briket evlerden. İçinde 4
çocuklu bir dul yaşıyor. Bir bağışçı sayesinde dört duvara kavuşmuş, çünkü
içinde yaşadığı çadır çok çok kötüymüş. Eşinin fotoğrafını gösterdi. Rejimin
işyerini bombalamasıyla can vermiş. Bir yıl sonra PYD, yaşadığı Tel Rifat’ı ele
geçirince Azez’e kaçmış. Uzun süre çamurda ve zeytinliklerde yaşayıp sonunda
buraya sığınmış.
Evini ve tüm eşyalarını ardında bırakıp kaçtıktan
sonra son adresi bu kamp olmuş. Bu feci kampın en iyi barınaklarından. Televizyon
buraya fazla lüks kaçıyor. “En büyük sorun ne?” diye sordum. “Soğuklar” diyor:
“Kış burada çok ama çok zor geçiyor. Soba var ama yakacak her zaman olmuyor.”
Diğer sorunlar arasında savaşı, hayat pahalılığını ve dul olmayı sıraladı. “Eşi
olanlar nispeten daha iyi durumda” dedi. İstanbul’daki dulların sıkıntılarını
temmuz-ağustos aylarında yaptığım paylaşımlarda anlatmıştım zaten, tekrar
girmiyorum. Hanımın dört kardeşi varmış, ama hepsi ayrı bir yerde. Aileler
paramparça…
Eşi sakat bir aile ile karşılaştık. Hanım perişan
haldeydi.
Çok fazla çadır gezdiğimiz için hikayesini
hatırlayamadığım bir başka dul ve yetim aile... Kız çocuğun elindeki kovalarda
Türkiye Diyanet Vakfı’nın öğlenleri dağıttığı sıcak yemek yardımı var.
Kamplarda bu yaşlarda nice çocuk ellerinde kovalarla yemekleri taşıyor.
Çadırlarına yemek taşıyan çocukların fotoğraflarını
paylaşmak istiyorum. Bu da -sanki marifetmiş gibi- “Aman çocuğum hiç
yorulmasın” diyen annelere gelsin... “Ufacık çocuğa taşıtılır mı?” itirazınızı
duyar gibiyim. Hiç ölmeyip her an çocuğunuzun yanı başında kalacağınızın
garantisi mi var!
Suriye’de zaten çocuklar geçmişte de anne-babalarına
yardım eder, küçük yaşta sorumluluk alırdı. Belki de bu onların en büyük şansı
oldu. Ayakta kalma dirençleri çok daha yüksek.
İki gün boyunca emanetleri takdim ederken her hanıma
eşini nasıl kaybettiğini sormaya çalıştım. Kanserden ve başka hastalıklardan
ölen de var, çatışmaların tarafı olmadığı halde rejimin hava bombardımanı veya
keskin nişancıların kurşunuyla ölen de… ÖSO veya diğer örgütler safında
savaşırken rejim, PYD, IŞİD veya diğer örgütler tarafından öldürülen de… Hangi
gruba sempati duyarlarsa duysunlar artık herkes aynı mekânda toplanmış, yokluk
içinde, benzer sıkıntıları ve acıları paylaşıyorlar... Birinin eşi ekmek almaya
çıktığında rejim çetelerince öldürülmüş. Tel Rifatlı bir hanım, “Eşimi PYD
öldürdü, ön cephede muhafızdı.” dedi.
Şimdi de çadırlara daha yakından bakalım. Önce
dışları...
Çadırlardan birinin dışı ve içi. 2. fotoğraf oturma ve
yatak odası, 3. fotoğraf mutfak…
İki ayrı çadıra giriş ve çadırın içi. Birçok çadıra
epeyce aşağı doğru eğilerek giriliyor. Böyle bir mekânda mahremiyeti sağlamak
hiç kolay değil, hatta imkânsız.
Bir başka çadır…
Bir başka çadır… İç içe alanlar…
Bir başka çadır. Konuştuğum hanımlardan biri çadırlara
sık sık uğrayan koskoca farelerden dertliydi. Bizi gezdiren mihmandar, fareler
bir yana, yılanların bile olduğunu söyledi.
Diğer iki çadırdan…
Dağıttığımız kekleri alan çocuklar... İlk
fotoğraftakiler daha düzgün bir kampın çocukları…
Azez ilçesinin dükkânları (kamplardan değil)…
Bir not düşeyim. Biz en muhtaçlara ulaşabilmek için
binlerce çadırın bulunduğu düzensiz ve dağınık kamplara gittik. Bir de AFAD ve
İHH gibi kuruluşların düzgün ve düzenli işleyen kampları bulunuyor. Hatta
İHH’nın Azez’de üniversitesi bile var.
Azez ilçesinde her yerde Türkiye’nin yardımlarının ve
desteğinin izi var. Birkaç karede de onları paylaşmak isterim.
Azez’de paylaşılması gereken mekanlardan biri: Kültür
Merkezi. Türkçe, İngilizce, Arapça, Kur’an, İslami ilimler, bilgisayar gibi
kurslar veriliyor. Ayrıca lise son sınıflar için bir etüt merkezi olarak hizmet
veriyor.
Azez’de 2 günde 150 aileye doğrudan ulaştık. Vesile
olan ve tek tek kampları gezdiren Türkiye Diyanet Vakfı’nın Azez’deki Suriyeli
ekibine, Adana Dosteller Derneğinden Bülent Mutlu’ya, Kilis Hayırda Yarış
Derneği’nden Fatma Yılmaz’a müteşekkirim.
Suriye ziyaretimizde 2 gün boyunca bizi kamplara
götürüp tek tek dul ve yetim ailelerle buluşturan, dağıtımlarımız sırasında
fotoğraflarımızı çeken Türkiye Diyanet Vakfı'nın Azez ofisinin Suriyeli
çalışanları bir sürpriz yapıp kısa bir video hazırlamış. Linkten izleyebilirsiniz.
Son olarak, yıllardır hangi Suriyeliyle konuşsam istisnasız
tamamı ki dedi ki “Elhamdülillah ala külli hal”. Yani “Her halimize hamdolsun”.
Kamplarda da hamdı sıkça duydum. Nimet içinde yüzen ama farkında olmayıp
sürekli şikâyet eden bizlerin bu konuda Suriyelilerden alması gereken çok ama
çok ders var.
Ne zaman Suriyelilerin hikâyelerini dinlesem/okusam
“Göklerin ve yerin (ve bunların arasındaki her şeyin) mülkü
Allah’ındır ve dönüş yalnızca O’nadır.” ayetini iliklerime kadar
hissediyorum. Can ve bedenin, eş ve çocukların, makam-mevkiinin birer EMANET
olduğunu ne kadar da unutmuş durumdayız.
Büyük bir hırsla mal-mülk, makam-mevki mücadelesi
veriyor, aile içi boş kavgalara tutuşuyoruz. Halbuki sahip olduğumuzu
zannettiğimiz her şeyin aslında bize birer emanet olduğunu ve mülkün asıl
sahibinin Allah olduğunu idrak etsek hayatımızda çok şeyler değişir… Bunu idrak
için de Suriye, Irak ve Yemen’e biraz göz atmak, buraların insanlarına biraz
kulak vermek yeterli olacaktır.
KİLİS’TEKİ SURİYELİLER
19 Ocak 2020… Azez’den dönüşümüzde Hayırda Yarış
Derneği Başkanı Fatma Yılmaz refakatinde Kilis’te on küsur Suriyeli aileyi
ziyaret ettim. Fatma Hanım’ın paylaşımlarından Suriye’ye, Azez’e yardım
götürdüğümüzü öğrenmişlerdi. Karşılarında bizi gördüklerinde nasıl
sevindiklerini ve dualar yağdırdıklarını anlatamam size.
Kendileri de muhtaç oldukları halde genç-yaşlı,
kadın-erkek herkes, Azez’deki Suriyelileri unutmayıp yardım götürdüğümüz için
gözleri dolu vaziyette, sanki yıllar sonra ülkelerine kavuşmuş gibi
tezahüratlarda bulundular. O anlarda aklımdan “Bizde fakir varken neden
Suriyeliye yardım ediyorsun?” diye kafa tutan zavallı insanlarımız geçti…
İlk ailede, 23 ila 2,5 yaşları arasında toplamda 7
kızı ve 1 oğlu olan kanser hastası bir baba vardı. El-Bab bölgesinden. Yıllarca
cephede savaşmış, hastalanınca 1,5 yıl önce Kilis’e ailesinin yanına dönmüş.
Doktorlar ümidi kesmiş. Gittiğimde kız kardeşi de başında bekliyordu. Tek oğlu
bundan 5 sene evvel cephede çarpışırken şehit düşmüş. (Bu baba mayıs ayı içinde,
Ramazan’da hayatını kaybetti.)
İkinci ailenin hikâyesi çok daha acı. Rejimin
bombardımanında isabet alan 11 çocuğundan 4’ü bindikleri araç içinde hayatını
kaybetmiş, evleri de tamamen üzerlerine çökmüş. (Ölen kızının 2 fotoğrafını aşağıda paylaşıyorum)
Bir oğlu kör olmuş. Diğerinin tek gözü ve yüzünün bir kısmı yanmış. Bir oğlu,
bir kızı ve eşinde yanıklar var. Suriye’nin neresinden geldiklerini sormayı
unuttum. Ama çocukların Suriye’deki toplu resimlerinde ne kadar zayıf, hatta
kemikleri çıkmış vaziyette olduğunu gördüğümde rejimin muhasara altına alıp
yıllarca içeri yiyecek sokmadığı bir bölgeden geldikleri çok rahat anlaşılıyor.
Hanım rejimin saldırısı sırasında son çocuğuna
hamileymiş. Bombalanınca kalbi tutmuş, ölüm tehlikesi geçirmiş. Suriye’de tıbbi
imkanlar son derece yetersiz olduğundan Türkiye tarafına geçirilerek Kilis’te
hastaneye kaldırılmış ve çocuğunu erkenden dünyaya getirmiş. Çocuğuna Recep
Tayyip ismini koymuş. Eli-kolu yanık, beli sakat eşi, şu an amele pazarında iş
bulabildiğinde gündelik 30-35 lira kazanıyormuş. Yaşadıkları yer bir garaj. Ev
sahibi yan evden bir odayı da garaja katıp 400 liraya kiraya vermiş. İki göz ev
buz gibiydi; soba yoktu. Banyosu ve mutfağı resimdeki gibi.
Aileye hem soba hem yorganlar aldık. Biz İstanbul’a
dönerken onlara ulaştı.
Üçüncü ailede, Azez’deki kızının 10 çocuğundan en
büyük 4’ünü alıp 5 yıl evvel Kilis’e gelen bir nine ve dede vardı. Nine
dördüncü evre kanser hastası. Torunları 5., 9., ve 11. sınıfa gidiyor.
Karnelerini sorduk, çok başarılılar. En büyük torunları bu sene Eskişehir’de
diş hekimliğini kazanmış.
Soba vardı, ama yakacakları yoktu. Biz gelince diğer
odadan elektrikli soba getirdiler. Bir de nine, küçük koku getirip halıya ve
koltuklara sürmeye başladı, misafirlerine evi güzel koksun diye. Rutubet kokusu
malum... Ninenin ailesi İdlib’de yaşıyormuş, kızı da Azez’de. Biz önceki günler
oradaydık diye o kadar çok dua etti ki gözlerimiz doldu.
İlla çay yapmak istedi, vaktimiz kısıtlı dedik. Birçok
Suriyeli gibi misafirini ikramsız göndermek istemediği için birer bardak su
getirdi. Buz gibi bir suydu. Mutfağının ve evinin soğukluğu o bardağa ve suya
yansıyordu.
(Şubat 2021'de ninenin hayatını kaybettiği haberini aldım. Artık bu torunlar dedeleriyle bir başlarına kalmış durumda.)
Dördüncü aile, 1,5 yıl evvel de ziyaret ettiğim,
cephede savaşırken isabet eden mermiyle boynundan yaralanarak felç olan 5
çocuklu bir baba. 2 metre boyunda dağ gibi adam 6 yıldır felçli yatıyor. Her
gece kıldığı teheccüt namazı sonrasında Türkiye’ye ve Fatma Hanım’a yardımları
nedeniyle sürekli nasıl dualar ettiğini anlattı.
Beşinci aile de 1,5 yıl önce ziyaret ettiğim, evleri
bombardımanda üzerlerine yıkılan, anne ile bir oğulun molozlar altından
çıkarıldığı, oğulun bir bacağının kesildiği, annenin boynu ve belinden yedi
ameliyat geçirdiği 3 çocuklu bir aile. Esed hapishanesinde yatmış baba, şu an
haftada üç gün pazarda hamallık yapıyor; ama kazandığı para evi geçindirmeye
yetmiyor. Çocuklar çok başarılı. Bu arada annenin üniversite mezunu olduğunu da
not düşeyim.
1,5 yıl evvelki ziyaretimizde hanım bizi görünce
“Allah’a şükür” diye kapıya koşmuştu. Bir haftadır aç olduklarından “Allah’ım
bize Fatma’yı yolla” diye her gün dua ettiklerini söylemişti.
Bu gidişimizde mutfaklarının fotoğrafını çektim. 5
kişinin yaşadığı bu ailenin mutfağında sadece fotoğrafta gördükleriniz vardı.
Önceki ziyaretimde ise mutfakları bomboştu.
Altıncı aile, 2 damadı ve 2 oğlu savaşta şehit düşen
bir nine ve dedenin ailesi. Kızlarını, oğullarını, gelinlerini ve torunlarını
alıp Kilis’e yerleşmişler. 22’si torun, 30 kişi iki katlı bir evde yaşıyorlar.
Oğullardan biri down sendromlu, biri kalp hastası. Kalp hastası 7 çocuklu
oğlunu eşi terk edip gitmiş.
Binada sadece tek bir odada soba var. Diğerleri
soğuktan battaniyeler sarınmış titriyordu. “Soba alalım” dedik, “Battaniye daha
acil” dediler. Battaniyelere sarınmış kalp hastası oğlunu da gördük.
Ninenin yaşadığı oda olan evin mağaraya benzer bodrum
katı resimde gördüğünüz üzere buzdolabından bir karış kadar yüksekti.
Yedinci ailede, yaşlı bir nine ve dede var. Kızının
evine Suriye’de rejim bomba atmış. Can havliyle dışarı çıktıklarında keskin
nişancılar tarafından taranmışlar. Damadı oracıkta hayatını kaybetmiş. Kızının
boynuna, beline ve ayaklarına kurşunlar isabet etmiş. Kemiğe saplanan kurşun
çıkartılamamış. Kızı bir yıldan fazladır İstanbul’da fizik tedavi görüyor. Oğlu
da sakat, Antep’te tedavi görüyor. Yaşlı ninenin parmakları romatizmadan
çarpıklaşmış halde. Geçim için hasat vakti zeytin ve biber topluyormuş bu yaşlı
haliyle. Dede geldiğimizi çıkarken fark etti, dualar ederek sokağa koştu. Onlar
da Azez’i ziyaret ettiğimiz için mutluluktan uçanlardandı.
Sekizinci aile, 4 çocuklu bir aile; nine ve dede de var. Nine beynine pıhtı
atmasıyla kısmi felç olmuş. Dede de ciddi hasta, sürekli titriyor ama doktora
gitmiyor; çünkü eşinin tedavisi için hastanelerde koştururken sefil olmuşlar.
Bizle konuşurken ağlamaya başladı. Duvarda şehit düşen oğlunun ve torunlarının
fotoğrafı vardı.
Burada bir oğullarıyla yaşıyorlar. Oğlu hamallıkla
evin geçimini sağlamaya çalışıyor. 2 kızı var. Zekası gözlerinden fışkıran okul
çağındaki kızı çok başarılı. Diğer kızının kalbi delik. Hanımı ise astım
hastası, zaman zaman hastaneye kaldırılıp makineye bağlanıyormuş. Hanımının
babası Esed’in hapishanesinde halen tutukluymuş.
Dokuzuncu aile, yine 1,5 yıl önce ziyaret ettiğim, Rus
bombardımanında yanan, gözleri kör olan upuzun boylu bir babanın ailesi. 2
çocuğu var. 1. sınıfa başlayan çocuğun bütün notları pekiyi. Küçüğün
bombardıman yüzünden kulakları duymaz olmuştu. Geçen gittiğimde hiç
konuşmuyordu, bu ziyaretimde az da olsa bir şeyler söylüyordu.
Ziyaret ettiğimiz her evde o kadar çok sıkıntı vardı
ki. Gittiğimiz kaç ev buz gibiydi. Ama sımsıkı kucaklamaları, yaptıkları
gönülden duaları ve samimi sözleriyle içimizi ısıtıp gözlerimizi yaşarttılar.
Son bir ders: Bugüne kadar muhatap olduğum bütün
Suriyelilerde, er-Rezzak ismiyle rızkı verenin Allah olduğu fikri akıllarına ve
gönüllerine yerleşikti. Bu bizim hakkıyla idrak edemediğimiz temel İslam
anlayışlarından.
Tam da bu yüzden kardeşimizle bile çirkin mal-miras
kavgalarına giriyoruz, birbirimizle kardeşlik hukukunu bile yıkıyoruz.
Tam da bu yüzden bizim de fakirimiz var, neden
Suriyelilere veya yabancılara yardım yapılıyor diye öfkeleniyoruz. Fakirlik ile
yokluk arasındaki farkı da idrak edemiyoruz.
***
20 Ocak’ta ilk durağımız, babanın son evre akciğer
kanseri olduğu bir aileydi. Hasta sürekli kan tükürüyordu. Sık sık Antep’e
kemoterapiye gidiyormuş. Ailede çalışan yok. Birbirinden güzel 4 küçük çocuğu
var. Evleri tek göz oda, 6 kişi bu tek odada hasta babalarıyla yan yana kalıyorlar.
Bir de avlu, mutfak ve banyo var.
(Babalarının 2020 yılı içinde vefat ettiği haberini aldım.)
İkinci durağımız, dükkândan bozma tek odada yaşayan
Filistinli bir baba ve 6. sınıfa giden oğluydu. Oğlunun annesi yıllar evvel
hastalıktan ölmüş. İkinci evliliğinden 3 çocuğu ise anneleriyle Suriye’de
kalmış. Şiddetli çatışmalarla yerle bir olan ve uzun süre rejim ablukası
altında kalan Yermük Mülteci Kampı’ndan…
2017’de evi bombalanmış. Kardeşi ölmüş. Kendisinin
baldır kemikleri parçalanmış. Türkiye’de bacağına kemik eklenmiş ama ayağa
kalkamıyor. Oğlu bakıyor. Kendisi ne rejimi ne muhalifleri destekliyor. “Kimin
kiminle savaştığı belli değildi ki” diyor. Abluka yüzünden uzun süre aç
kalmışlar.
Suriye’deki Filistin kamplarını sordum, “hepsi yerle
bir” dedi. Suriye’deki Filistinlilerin çoğu iç savaş yüzünden -tıpkı
Lübnan’dakiler gibi- yurtdışına kaçmak zorunda kaldı. Birçoğu Avrupa’da.
İsrail’in başını ağrıtan Filistinli mülteciler meselesi böylece fiilen “çözülüyor”
denebilir.
(Fatma Hanım bu dükkândan bozma tek göz odayı haziran
ayı itibarıyla ustalar getirtip hayırseverlerin bağışlarıyla baştan aşağı
tadilat ve badana yaptırıyor; insanca yaşanabilecek bir mekana dönüştürüyor.)
Üçüncü ziyaretimiz bir hasta bakım merkezine. Tedavi
gören kanser hastası kadınlar, savaş cephelerinde yaralanıp bacakları kopan
genç erkekler, kimyasal bomba yüzünden vücudu yanmış küçük çocuklar ve daha
neler neler vardı. Kimi aylardır, kimi yıllardır burada. Defalarca ameliyat
olanlar, kemoterapi görenler var.
Tüm vücudu yanmış, yüzü ve parmakları erimiş 3-4
yaşında bir çocuk vardı. 5 aydır burada, yeni ameliyatını bekliyor. Babası
başında. Annesi ve diğer 3 kardeşi meğer cuma günü Azez’de ziyaret ettiğimiz
Muarrin kampında kalıyorlarmış. (Defalarca ameliyat geçiren bu çocuğun yüzü o
kadar fena yanmış ki fotoğrafını sizinle paylaşamadım. Ayakları yüzünün ve bedeninin
bir şahidi.)
Savaşta yaralanan genç erkekler vardı. Birinin rejim
bombardımanıyla iki bacağı da kopmuş, gözü kör olmuş. Deyrezzor’dan. Diğeri
Humus’tan. 3 yıldır burada. Defalarca ameliyat olmuş. Hani “Suriyeli gençler
neden savaşmıyor?” deniyor ya. Ben Kilis’te cephede yaralanmış nice genç
gördüm, hem bu ziyaretimde hem de 1,5 yıl öncekinde.
Yine çeşitli hastalıklardan muzdarip küçük çocuklar
vardı. Başlarında anneleri bekliyor.
Üst kat kadın hastalara ayrılmıştı. Göğüs, kolon,
gırtlak vs. kanseri birçok hanım vardı. Onlar da rejimin kullandığı kimyasal
silahlar vs. yüzünden Suriye’de kanser vakalarının çok arttığını teyit ettiler.
Kanserlilerden biri 9 ila 18 yaş arası 7 çocuk annesi.
5 senedir burada tedavi görüyor. Kanser iyice yayılmış. Kendisi Kilis’te tedavi
görürken eşi üç yıl evvel hastalıktan ölmüş. Çocuklarını sordum. Suriye’de
çadır kampta yalnız başlarına. “Kimsem yok ki, Allah’a emanetler.” dedi.
35 yaşında dizden aşağısı olmayan ve elleri çok kötü
vaziyette bir hanım vardı. Bombardımana maruz kaldı sandık. Meğer
hastalıktanmış. Genç kızlık fotoğraflarında eli, ayağı gayet normal. Burada tek
başına. Ailesi Halep’te ve yaşadıkları yer şu sıralar bombardıman altındaymış.
Suriye’de sağlık sistemi çöktüğü ve doğru düzgün
doktor kalmadığı için orada tedavi göremeyenler sınır illerine sevk ediliyor.
Buralarda ya tek başlarına ya da bir refakatçi eşliğinde kimi aylarca kimi
yıllarca kalıyor. 1,5 yıl önce bunun gibi 3 ayrı merkezi ziyaret etmiştim.
Ayrıca büyük ameliyatlar Kilis’te yapılamıyor.
Buralardaki hastalar kemoterapisinden fizyoterapisine ve ciddi ameliyatlara
kadar birçok nedenle Antep, Ankara, İstanbul gibi büyük şehirlere gidip gelmek
zorunda kalıyorlar. Yol parasını kendilerinin karşılayabilmesi imkansız; o
yüzden gelen bağışlara muhtaçlar.
Gelelim vakit darlığı nedeniyle evlerine gidemeyip,
Fatma Yılmaz’ın Suriyeli hanımları meslek sahibi yapmak ve kendi ayakları
üzerinde durmalarını sağlamak için açtığı biçki-dikiş kursunda yardım
verdiğimiz hanımlara...
Bir hanımın 2 torunu çift cinsiyetli doğmuş. Çocuklar
Almanya’dan gelen özel ve pahalı bir ilacı 16 yaşına kadar kullanmak
zorundalarmış. Hanımın eşi Suriye’de savaşıyor. Oğlu -yani tedavi gören
çocukların babası- ise hamallıkla Kilis’te aile geçimini sağlamaya çalışıyor.
Evlerinde 3 nesil bir arada, 15 kişi yaşıyorlar.
İkincisi 7 çocuklu bir hanım. Eşi tamirci. Bir
çocuğunun gelişim bozukluğu var ve özel mamalarla beslenmek zorunda. Bir kızı
ile bir damadı binalarına isabet eden bomba yüzünden can vermiş.
6 çocuklu üçüncü hanımın eşi Suudi Arabistan’a
çalışmaya gitmiş. Çünkü oğlunu Deyrezzor’da IŞİD fidye için esir almış. 5300
dolar vermek zorundalarmış. “Eşin Suud’da para kazanmıyor mu?” dedim. “Hem
ayağında sorun var hem okuma-yazması bile yok.” dedi. 2 kardeşi de şu an hapisteymiş.
Dördüncü hanımın eşi, son çocuğuna hamileyken
kendisinin ve bir kızının gözü önünde Deyrezzor’da evini basan IŞİD
militanlarınca öldürülmüş. Nedeni gazeteci olarak IŞİD’le ilgili fotoğraflar
çekmesiymiş. Hanımın 2 ila 10 yaş arası 6 çocuğu var.
Beşinci hanımın ÖSO savaşçısı olan eşi, 3 kardeşiyle
birlikte Deyrezzor’da havadan bombardıman sonucu hayatını kaybetmiş. Hanım 2
çocuğuyla ortada kalmış.
Bu kursta 150 kadar Suriyeli hanım ve genç kız eğitim
görüyor ve ürettikleriyle aile geçimini sağlıyor. Onlara gıda kartları
dağıttık.
Bize yetişemeyen bir genç kız ayrılırken yanımıza
koştu. Hikayesi çok acı. Rejim bombardımanında bütün ailesi ölmüş. Tek başına kalmış.
Şimdi Kilis’te amcasının yanında yaşıyor.
Evlerinde soğuktan donanlara sobalar aldık.
Duyduklarında hanımlar gözleri dolu vaziyette boynumuza sarılıp ellerimizi
öpmeye çalıştılar.
6 çocuğu birden yatalak olan bir aileye ve ziyaret
ettiğimiz yatalak hastalara verilmek üzere hasta bezleri aldık.
Dört günlük ziyaretimizde Suriye içindeki dağınık
kamplarda 150 dul-yetim aileye ve Kilis içinde yaklaşık 160 dul-yetim ve fakir
aile ile tedavi gören hastaya ulaşarak emanetleri verip dualarını aldık. Sadece
Suriyelilerin değil, bizim de imtihanda olduğumuzu belirtmeliyim.
Son olarak savaşlara salt büyük güçlerin mücadeleleri,
cephelerde kimin ne kadar ilerlediği ve kaç kişinin öldüğü/yaralandığı/göçtüğü
üzerinden bakarak resmi tam okuyamayız. Askeri-siyasi süreç kadar toplum ve
birey, istatistikler kadar biyografiler de son derece önemlidir.
Bir bombayla 50 kişi ölebilir; ama artlarında, sağ
kalmakla birlikte, bir ömür her gün yeniden o ölümü tadan insanlar bırakır.
Öğrencilerime hep derim ki “Ne yaparsanız yapın merkezinize insanı alın.” İnsanı
merkeze aldığınızda basınımızdaki Suriye tartışmalarının ne kadar da boş olduğu
görürsünüz.
Ve son bir tavsiye: Ailelerimizin (ailemizdeki her bir
ferdin) kıymetini bilelim. Yaşadığımız “an”ın ve bize emanet verilen canımız,
sağlığımız, ailemiz, malımız dahil sahip olduğumuz her nimetin şükrünü hakkıyla
edelim. Yürüttüğümüz tartışmalar ve kavgalar o kadar boş ki...
Ebeveynlere de bir tavsiye: Çocuklarınızı “Sen sadece
derslerine çalış” diyerek suya sabuna dokunmadan, hiçbir sorumluluk aldırmadan
yetiştirmeyin. Kızı-erkeği bütün çocuklarınızı küçük yaşta ev işine ve yemek
yapmaya alıştırın. Yarın başınıza ne geleceği hiç belli olmaz.
Suriyelilerin en büyük şansı, kalabalık aileler
oldukları için çocuklarının çok küçük yaştan itibaren ebeveynlerine ve
kardeşlerine yardım ederek ve evlerinde sorumluluk alarak yetiştirilmeleri. Bu
sayede birçoğu şu an ayakta ve zor şartlara direnebiliyor. Peki yarın Allah
korusun bize bir şey olsa, el bebek gül bebek büyüttüğümüz ve hiçbir sorumluluk
vermediğimiz çocuklarımız ayakta kalabilecek mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder