12 Haziran 2020 Cuma

F.FUKUYAMA: PANDEMİ SONRASI SİYASAL DÜZEN





FUKUYAMA’YA GÖRE PANDEMİ SONRASI SİYASAL DÜZEN

Francis Fukuyama (Stanford Üniversitesi Freeman Spogli Enstitüsü kıdemli araştırmacısı; “Tarihin Sonu” teziyle meşhurdur)
Foreign Affairs, Temmuz-Ağustos 2020

Tercüme ve editoryal katkı: Zahide Tuba Kor

NOT: Bu özet tercüme Fikir Turu web sitesinde 12.6.2020 tarihinde yayınlanmıştır.

İngilizcesi “Pandemic and Political Order” başlığıyla yayınlanan yazının tamamını okumak için TIKLAYINIZ

NOT: Blogda yer alan 800 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.
Kaynak göstermeden blogdaki yazı, tercüme ve infografikleri kullanmamanız önemle rica olunur.


Spot: “Tarihin sonu” teziyle ünlenen Francis Fukuyama, pandemi sonrası dünya düzenini ele aldığı yazısında faşizmin mi yeniden doğacağını yoksa liberal demokrasinin mi canlanacağını tartışıyor. Karamsar ve iyimser olmak için nedenlerini sıralıyor.

Soğuk Savaş’tan çıkarken ortaya attığı “Tarihin Sonu” teziyle Batılı liberal demokrasilerin nihai zaferini ilan eden Amerikalı siyaset bilimci Francis Fukuyama, Foreign Affairs dergisinin Temmuz-Ağustos sayısı için “Pandemi ve Siyasal Düzen” başlıklı bir yazı kaleme aldı.
Geçmişte Amerikan Dışişleri Bakanlığında görevler almış, hâlihazırda Stanford Üniversitesi Freeman Spogli Enstitüsü kıdemli araştırmacısı olan Fukuyama’nın Türkçeye de çevrilmiş çok sayıda kitabı bulunuyor.
Bu hafta yayınlanan yazısında da koronavirüs pandemisinin siyasi alanda birçok değişimi tetikleyeceğini hatırlatarak, faşizmin mi yeniden doğacağını mı yoksa liberal demokrasinin canlanacağını mı tartışıyor.
Büyük krizlerin genellikle beklenmedik önemli sonuçlar doğurduğunu, koronavirüs pandemisinin de muazzam etkileri olacağını belirterek başladığı yazısında Fukuyama geçmiş örnekleri hatırlatıyor:
“1929’daki Büyük Buhran izolasyonculuğu, milliyetçiliği, faşizmi ve İkinci Dünya Savaşı’nı tetiklediği gibi, aynı zamanda [Buhran’ın yaralarını sarmak ve ekonomiyi kurtarmak amacıyla 1933-1939 yılları arasında ABD Başkanı Franklin Roosevelt’in uyguladığı] Yeni Anlaşma’ya, ABD’nin küresel bir süper güç olarak yükselişine ve nihayetinde sömürgelerin bağımsızlığa kavuşmasına yol açtı. 11 Eylül saldırıları da iki başarısız Amerikan müdahalesini, İran’ın yükselişi ve yeni İslami radikalizm biçimlerini üretti. 2008 mali krizi, dünya genelinde liderleri koltuklarından eden müesses nizam karşıtı popülizm dalgasının kabarmasına neden oldu.”

Pandemide başarı rejimlere değil, devlet kapasitesine bağlıydı
Fukuyama’ya göre bazı ülkelerin krizle başa çıkmada diğerlerinden daha başarılı olması, rejim türüyle değil devlet kapasitesi, toplumsal güven ve liderlikle bağlantılı. Bu bağlamda yetkin devlet aygıtına, vatandaşların itibar ettiği ve sözünü dinlediği bir hükümete ve etkili liderlere sahip ülkeler etkileyici bir performans sergilerken işlevsiz devletlere, kutuplaşmış toplumlara veya zayıf liderliğe sahip ülkeler, vatandaşlarını ve ekonomilerini savunmasız bırakarak kötü bir performans gösterdi.
Fukuyama, koronavirüsün tetiklediği krizin yıllar sürecek uzun bir süreç olacağını düşünüyor. Ona göre, insanlar gerektiği kadar ciddiye almazsa salgın, dünya çapına yayılarak muazzam sayıda ölümü beraberinde getirecek. Ülkelerin hastalığa karşı zafer ilan edebilecekleri bir an da olmayacak; ekonomiler ağır ağır ve geçici olarak açılacak.
Fukuyama, ekonomide V şeklindeki iyileşme umutlarını çılgınca bir iyimserlik olarak görüyor; ona göre, yukarı doğru eğimli uzun bir kuyruğu olan L veya bir dizi W şeklinde iyileşme çok daha muhtemel. Dolayısıyla dünya ekonomisinin yakın zamanda COVID öncesi duruma geri dönmeyeceği kanaatinde. İktisaden uzun süreli bir krizin çeşitli sektörlerde işletme başarısızlıkları ve yıkım anlamına geleceğini, sadece bol parası olan büyük şirketlerin fırtınadan kurtulabileceğini ve teknoloji devlerinin en çok kazanacağını vurguluyor.
Ama Fukuyama’ya göre krizin siyasi sonuçları çok daha önemli olabilir: “Halk yığınları kahramanca kolektif fedakârlık eylemlerine bir süreliğine davet edilebilir, ama sonsuza dek değil. Derin iş kayıpları, uzun süreli durgunluk ve benzeri görülmemiş bir borç yükü ile birleşen geçmek bilmeyen bir salgın, kaçınılmaz olarak siyasi bir ters tepkiye dönüşecek gerginlikler yaratacaktır. Ancak bu tepkinin kime yöneleceği henüz belirsiz.”
Fukuyama krizin küresel muhtemel sonuçlarına da eğiliyor: “Doğu Asya krizi yönetmede Avrupa ya da ABD’den daha iyi bir performans sergilediğinden küresel güç dağılımı doğuya kaymaya devam edecek. Pandemi Çin kaynaklı (…) olmasına rağmen Pekin bu krizden görece faydalanacak. (…) Pekin, en azından durumu kontrol altına alabildi ve şimdi ekonomisini hızlıca ve sürdürülebilir bir şekilde toparlayarak bir sonraki meydan okumaya hazırlanıyor.”
“ABD ise, aksine, kötü bir mukabeleyle işleri yüzüne gözüne bulaştırdı ve prestijinin muazzam şekilde kayıp gittiğini gördü. Ülke, büyük bir potansiyel devlet kapasitesine sahip ve geçmiş epidemiyolojik krizlerde etkileyici bir performans sergilemişti; ancak iyice kutuplaşan mevcut toplumu ve beceriksiz lideri, devletin etkili bir şekilde çalışmasını engelledi. Başkan, birliği teşvik etmek yerine ayrılığı körükledi, yardım dağıtımını siyasallaştırdı, önemli kararları alma noktasında sorumluluğu valilere atarken halk sağlığını korumak için onlara karşı protestoları teşvik etti ve uluslararası kurumları hemen harekete geçirmek yerine onlara saldırdı. (…)”
Fukuyama’ya göre pandemi, gelecek yıllarda ABD’nin göreceli düşüşüne, liberal uluslararası düzenin sürekli aşınmasına ve dünya çapında faşizmin dirilmesine yol açabileceği gibi, gösterdiği olağanüstü esneklik ve yenilenme kabiliyetiyle şüphecileri defalarca şaşkına çeviren bir sistem olan liberal demokrasinin yeniden doğuşunu da beraberinde getirebilir. Her iki vizyonun da unsurları farklı farklı yerlerde ortaya çıkacak. Ancak ne yazık ki mevcut eğilimler dramatik şekilde değişmezse genel tahmin iç karartıcı.

Yükselen faşizm mi?
“Kötümser sonuçları tahayyül etmek kolay. Milliyetçilik, izolasyonculuk, yabancı düşmanlığı ve liberal dünya düzenine yönelik saldırılar yıllardır artışta ve bu eğilim salgınla sadece daha da ivme kazanacak.” diyen Fukuyama bazı ülkeleri örnek gösteriyor:
“Macaristan ve Filipinler hükümetleri, krizi -kendilerini demokrasiden uzaklaştıracak şekilde- olağanüstü yetkiler edinmek için kullandı. Çin, El Salvador ve Uganda gibi diğer birçok ülke de benzer tedbirler aldı. İnsanların hareketliliği önünde engeller Avrupa’nın merkezi de dahil her yerde ortaya çıktı; ülkeler, ortak menfaatler yolunda yapıcı bir iş birliği geliştirmek yerine içe kapandılar, birbirleriyle çekiştiler ve kendi başarısızlıkları için rakiplerini siyasi günah keçileri haline getirdiler.”
Fukuyama’ya göre “Milliyetçiliğin yükselişi uluslararası çatışma ihtimalini artıracak. Liderler, yabancılarla kavgaya tutuşmayı faydalı bir iç siyasi dikkat dağıtıcı olarak görebilir ya da rakiplerinin zayıflığını veya meşguliyetlerini kullanarak gözde hedefleri istikrarsızlaştırmak ya da sahada emrivakiler yaratmak için salgından istifade edebilir.” Ama yine de “nükleer silahların istikrar sağlayıcı gücü ve tüm büyük oyuncuların karşı karşıya kaldığı ortak meydan okumalar göz önüne alındığında uluslararası kargaşa iç kargaşadan daha az muhtemel görünüyor.”
Fukuyama, kalabalık şehirleri ve zayıf halk sağlığı sistemleri olan fakir ülkelerin sert bir darbe yiyeceği kanaatinde. Zira sadece sosyal mesafe değil, el yıkama gibi basit hijyen imkanları bile, birçok vatandaşın temiz suya düzenli erişiminin olmadığı ülkelerde son derece zor.
Yazara göre, bazı hükümetler, ister planlı şekilde toplumsal gerginlikleri kışkırtarak ve uyumu baltalayarak isterse düpedüz beceriksizlikten olsun, işleri kötüleştiriyorlar. Buna Hindistan örneğini veriyor: “Hindistan, her büyük şehre doluşmuş on milyonlarca göçmen işçinin akıbetini hiç düşünmeden ülke çapında aniden faaliyetleri durdurduğunu ilan ederek kırılganlığını artırdı. Birçokları kırsaldaki evlerine giderken hastalığı da ülke çapına yaydı; hükümet politikasını değiştirip insan hareketliliğini kısıtlamaya başladığında bu defa da çok sayıda kişi işsiz güçsüz, başını sokacağı evi veya bakım imkanı olmadan şehirlerde mahsur kaldı.”
Yazar, pandeminin düşük ve orta gelirli Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkelerini kapsayan Küresel Güney’e muhtemel etkilerini şöyle ayrıntılandırıyor:
“İklim değişikliğinin yol açtığı yerinden olma, zaten Küresel Güney’de yavaş yavaş gelişen bir krizdi. Pandeminin etkileri, gelişmekte olan ülkelerdeki geniş kesimleri kıt kanaat geçinme noktasına getirecek. Kriz, yirmi yıldır devam eden iktisadi büyümeden istifade etmiş fakir ülkelerdeki yüz milyonlarca insanın umutlarını daha şimdiden kırdı geçirdi. Kitlesel öfke giderek büyüyecek. Vatandaşların artan beklentilerinin boşa çıkması devrimlere klasik bir davetiyedir. Çaresiz kalanlar göçmeye çalışacak, demagog liderler iktidarı ele geçirmek için durumdan istifade edecek, yozlaşmış siyasetçiler becerebildiğini çalma fırsatını değerlendirecek ve birçok hükümet ya kontrolü sıkılaştırıp göz açtırmayacak ya da çökecek. Bu arada Küresel Güney’den Kuzey’e kalkışılacak yeni bir göç dalgası, bu sefer daha az sempati ve daha fazla dirençle karşılaşacak; zira göçmenler artık daha inandırıcı bir şekilde hastalık ve kaos getirmekle suçlanabilecek.”
“Geçmiş pandemiler, uzun süren zorlukların neden olduğu aşırı kaygılar etrafında büyüyen apokaliptik vizyonları, kültleri ve yeni dinleri teşvik etmişti. Faşizm de aslında Birinci Dünya Savaşı ve akabinde yaşanan şiddet ve altüst oluştan kaynaklı böyle bir kült olarak görülebilir. Komplo teorileri, sıradan insanların güçsüzleştiği ve bir özne olmaktan kendini yoksun hissettiği Ortadoğu gibi yerlerde zaten gelişmiş durumda. Bugün ise kısmen internet ve sosyal medyanın yol açtığı kırılgan medya ortamı sayesinde zengin ülkelerde de iyice yayılıyor; süreğen sıkıntıların, popülist demagogların sömürmesi için bolca malzeme sağlaması muhtemel.”

Yoksa esnek ve dirençli demokrasi mi?
Bununla birlikte, tıpkı Büyük Buhran’ın sadece faşizm üretmeyip aynı zamanda liberal demokrasiyi canlandırması gibi, pandeminin de bazı olumlu siyasi sonuçlar doğurabileceği ümidinde. “Katılaşmış siyasi sistemlerin durağanlığını kırmak ve oldukça gecikmiş yapısal reformlar için gerekli koşulları yaratmak, genellikle bu gibi büyük bir dış şokla gerçekleşir ve bu örüntünün en azından bazı yerlerde tekrar yaşanma ihtimali var.” diyor.
“Pandemiyle başa çıkmak, pratik gerçekliği, profesyonelliği ve uzmanlığı gerektirir; ama demagoji ve yetersizlik çoktan açığa çıkmış durumda. Bu da nihayetinde başarılı olan siyasetçileri ve hükümetleri ödüllendiren ve kötü olanları cezalandıran faydalı bir seçme etkisi yaratacaktır.” diyen Fukuyama, ülkesinin demokratik kurumlarının altını oymuş ve şimdilerde bir sağlık felaketiyle debelenen Brezilya ile başta pandemiyi hafife alan ve her şeyin kontrol altında olduğunu iddia eden ancak salgının ülkesine yayılmasıyla söylemini değiştirmek zorunda Rusya devlet başkanlarını örnek gösteriyor. “Putin’in meşruiyeti zaten krizden önce zayıflamıştı ve bu süreç ivme kazanabilir.” diye ekliyor.
“Pandemi, her yerde mevcut kurumlara parlak bir ışık tutarak yetersizliklerini ve zayıflıklarını ortaya döktü. Gerek insanlar gerekse ülkeler arasındaki zengin-fakir uçurumu krizle birlikte derinleşti (…). Ancak kriz, problemlerin yanı sıra, hükümetlerin bu süreçteki müşterek kaynaklardan yararlanarak çözüm sağlama yeteneğini de ifşa etti. Yavaş yavaş beliren ‘yalnızca birlikte’ hissiyatı, tıpkı Birinci Dünya Savaşı ve Büyük Buhran’ın ortak ulusal acılarının 1920’ler ve 1930’larda refah devletlerinin gelişmesini teşvik ettiği gibi, toplumsal dayanışmayı canlandırabilir ve daha cömert sosyal korumaların gelişmesini sağlayabilir.”
“Bu ise Gary Becker, Milton Friedman ve George Stigler gibi Chicago Üniversitesi iktisatçılarının öncülük ettiği serbest piyasa ideolojisi olan neoliberalizmin aşırı biçimlerini unutturabilir. Büyük ölçekli ve müdahaleci bir hükümeti iktisadi büyümenin ve insani ilerlemenin önünde bir engel sayan Chicago okulu, 1980’lerde Amerikan Başkanı Ronald Reagan ve İngiliz Başbakanı Margaret Thatcher’ın politikaları için entelektüel meşruiyet sağlamıştı. O dönem birçok hükümet mülkiyeti ve düzenlemesinde kesintiye gitmek için iyi nedenleri vardı. Ancak argümanları, bilhassa ABD’deki muhafazakâr entelektüeller kuşağında devlet eylemine düşmanlık katıp liberteryen bir dine dönüşerek pekişti.”
“Pandemiyi yavaşlatmada güçlü devlet eylemlerinin önemi göz önüne alındığında, Reagan’ın göreve geldiğinde yaptığı ilk konuşmasında ‘Hükümet, problemlerimizin çözümü değildir, problemin ta kendisidir’ sözünü savunmak artık zor olacak. Özel sektör ve hayırseverliğin ulusal bir acil durumda yetkin bir devleti ikame edebileceğini de kimse inandırıcı bir şekilde savunamaz.” diyen Fukuyama buna bir örnek olarak Twitter’ın CEO’su Jack Dorsey’in COVID-19’un yaralarını sarmak için 1 milyar dolar katkıda bulunacağını açıklarken Amerikan Kongresi’nin pandemiden zarar gören işletmeler ve bireyler için 2,3 trilyon dolar tahsis ettiğini hatırlatıyor.
“Kriz sonunda yenilenmiş uluslararası iş birliğini teşvik edebilir. Ulusal liderler suçlama oyunu oynarken, dünyadaki bilim adamları ve halk sağlığı yetkilileri kendi aralarındaki ağları ve bağlantıları derinleşiyor.” diyen Fukuyama, uluslararası iş birliğinin çöküşü felakete (…) yol açsa bile müteakip dönemin müşterek menfaatler için çok taraflı çalışmayı yeniden sağlayabileceği görüşünde.

Pandemi: Küresel bir siyasi stres testi
“Pandemi küresel bir siyasi stres testi oldu.” diyen yazara göre, -fakirleşmese ve istikrarsızlaşmasa bile en azından durgunluğa girecek- devlet kapasitesi veya liderliği zayıf olan ülke sayısının reformlar yaparak güçlenecek yetenekli ve meşru hükümetlerden çok daha fazla olacağını öngörüyor.
“Maalesef stres testi o kadar zor ki çok az ülke bunu geçebilecek gibi görünüyor. Krizin ilk aşamalarının üstesinden başarıyla gelebilmek için ülkelerin sadece yetenekli devletlere ve yeterli kaynaklara değil, aynı zamanda büyük bir toplumsal uzlaşıya ve güven telkin eden yetkin liderlere de ihtiyacı var.” diyen Fukuyama buna örnek olarak Güney Kore ve Almanya’yı gösteriyor. Hükümetlerin çoğunun bu gerekliliklerin gerisinde ve krizin geri kalanının da yönetilmesi güç olduğunu düşünen yazara göre iyimser olmak zor.
Karamsarlığının bir başka nedeni, “olumlu senaryoların bir tür rasyonel kamusal söylem ve toplumsal öğrenmeyi gerektirmesi. Ancak teknokratik uzmanlık ve kamu politikası arasındaki bağlantı bugün -elitlerin daha fazla güce sahip olduğu geçmişe kıyasla- daha zayıf. Dijital devrimin teşvik ettiği otoritenin demokratikleşmesi, diğer hiyerarşilerle birlikte bilişsel hiyerarşileri de dümdüz etti ve siyasi karar alma artık çoğunlukla silaha dönüştürülen boş lakırdıyla yönlendiriliyor. Bu ise yapıcı, müşterek özdenetim için pek de ideal bir ortam değil.”
Yazar bu noktada “en büyük değişken” olarak gördüğü ABD’yi ele alıyor: “Kriz vurduğunda modern tarihinin en beceriksiz ve bölücü liderine sahip olması ABD’nin başlıca talihsizliğiydi ve Başkan’ın yönetişim tarzı baskı altında da değişmedi. Görev süresini başkanlığını yaptığı devletle savaşarak geçirdikten sonra, şartlar gerektirdiğinde onu etkin bir şekilde harekete geçiremedi. Milli birlikten ziyade cepheleşme ve hıncın siyasi varlığına en iyi hizmet ettiği değerlendirmesini yaparak bu krizi, hırgür çıkarmak ve toplumsal ayrılıkları körüklemek için kullandı. Pandemi sırasında ABD’nin performans düşüklüğünün muhtelif nedenleri olsa da en önemlisi önderlik etmeyi başaramayan bir ulusal liderin varlığı.”
Trump’ın önümüzdeki kasım ayında yapılacak başkanlık seçimlerini yeniden kazanması halinde Fukuyama’ya göre, demokrasinin veya liberal uluslararası düzenin yeniden dirilme şansı azalacak. Ancak seçimlerin sonucu her ne olursa olsun, ABD’deki derin kutuplaşmanın devam edeceğini, yenilen tarafın pandemi şartlarında yapılacak seçimin meşruiyetine meydan okuyacağını öngörüyor. Dahası, Demokratlar Beyaz Saray’ı ve Kongre’nin her iki kanadını birden kazansa bile, yazara göre, dizlerinin üzerine çökmüş bir ülkeyi miras alacaklar.
“Harekete geçme talepleri borç dağları ve geriye kalan muhalefetin sonuna kadar tutucu direnişiyle karşılaşacak. Ulusal ve uluslararası kurumlar yılların suiistimalinin ardından zayıf ve sendeler olacak ve -eğer hâlâ mümkünse- onları yeniden inşa etmek yıllar alacak.”
Pandeminin hem olumsuz hem de olumlu muhtemel sonuçlarını değerlendiren Fukuyama yazısını şu satırlarla tamamlıyor:
“Krizin en acil ve trajik aşaması geçerken dünya uzun ve iç karartıcı bir zorlu, bata çıka yürüyüşe giriyor. Sonunda, dünyanın bazı kısımları diğerlerinden daha hızlı olmak kaydıyla bundan illaki çıkacaktır. Şiddetli küresel ihtilaller muhtemel görünmüyor ve demokrasi de, kapitalizm de, ABD de daha önce dönüşüm ve adaptasyon becerisini kanıtlamıştı. Ama bir kez daha şapkadan tavşan çıkarmaları gerekecek.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder