FUKUYAMA’YA GÖRE PANDEMİ SONRASI SİYASAL DÜZEN
Francis Fukuyama (Stanford
Üniversitesi Freeman Spogli Enstitüsü kıdemli araştırmacısı; “Tarihin Sonu” teziyle
meşhurdur)
Foreign Affairs, Temmuz-Ağustos 2020
Tercüme ve editoryal katkı: Zahide Tuba
Kor
NOT: Bu özet tercüme Fikir
Turu web sitesinde 12.6.2020 tarihinde yayınlanmıştır.
İngilizcesi “Pandemic and Political Order”
başlığıyla yayınlanan yazının tamamını okumak için TIKLAYINIZ.
NOT:
Blogda yer alan 800 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.
Kaynak
göstermeden blogdaki
yazı, tercüme ve infografikleri kullanmamanız önemle rica olunur.
Spot: “Tarihin sonu” teziyle ünlenen Francis Fukuyama,
pandemi sonrası dünya düzenini ele aldığı yazısında faşizmin mi yeniden
doğacağını yoksa liberal demokrasinin mi canlanacağını tartışıyor. Karamsar ve
iyimser olmak için nedenlerini sıralıyor.
Soğuk Savaş’tan çıkarken ortaya attığı “Tarihin Sonu”
teziyle Batılı liberal demokrasilerin nihai zaferini ilan eden Amerikalı
siyaset bilimci Francis Fukuyama, Foreign Affairs dergisinin
Temmuz-Ağustos sayısı için “Pandemi ve Siyasal Düzen” başlıklı bir yazı kaleme
aldı.
Geçmişte Amerikan Dışişleri Bakanlığında görevler
almış, hâlihazırda Stanford Üniversitesi Freeman Spogli Enstitüsü kıdemli
araştırmacısı olan Fukuyama’nın Türkçeye de çevrilmiş çok sayıda kitabı
bulunuyor.
Bu hafta yayınlanan yazısında da koronavirüs
pandemisinin siyasi alanda birçok değişimi tetikleyeceğini hatırlatarak,
faşizmin mi yeniden doğacağını mı yoksa liberal demokrasinin canlanacağını mı
tartışıyor.
Büyük krizlerin genellikle beklenmedik önemli sonuçlar
doğurduğunu, koronavirüs pandemisinin de muazzam etkileri olacağını belirterek
başladığı yazısında Fukuyama geçmiş örnekleri hatırlatıyor:
“1929’daki Büyük Buhran izolasyonculuğu,
milliyetçiliği, faşizmi ve İkinci Dünya Savaşı’nı tetiklediği gibi, aynı
zamanda [Buhran’ın yaralarını sarmak ve ekonomiyi kurtarmak amacıyla 1933-1939
yılları arasında ABD Başkanı Franklin Roosevelt’in uyguladığı] Yeni Anlaşma’ya,
ABD’nin küresel bir süper güç olarak yükselişine ve nihayetinde sömürgelerin
bağımsızlığa kavuşmasına yol açtı. 11 Eylül saldırıları da iki başarısız
Amerikan müdahalesini, İran’ın yükselişi ve yeni İslami radikalizm biçimlerini
üretti. 2008 mali krizi, dünya genelinde liderleri koltuklarından eden müesses
nizam karşıtı popülizm dalgasının kabarmasına neden oldu.”
Pandemide başarı rejimlere değil, devlet kapasitesine
bağlıydı
Fukuyama’ya göre bazı ülkelerin krizle başa çıkmada
diğerlerinden daha başarılı olması, rejim türüyle değil devlet kapasitesi,
toplumsal güven ve liderlikle bağlantılı. Bu bağlamda yetkin devlet aygıtına,
vatandaşların itibar ettiği ve sözünü dinlediği bir hükümete ve etkili
liderlere sahip ülkeler etkileyici bir performans sergilerken işlevsiz
devletlere, kutuplaşmış toplumlara veya zayıf liderliğe sahip ülkeler,
vatandaşlarını ve ekonomilerini savunmasız bırakarak kötü bir performans
gösterdi.
Fukuyama, koronavirüsün tetiklediği krizin yıllar
sürecek uzun bir süreç olacağını düşünüyor. Ona göre, insanlar gerektiği kadar
ciddiye almazsa salgın, dünya çapına yayılarak muazzam sayıda ölümü beraberinde
getirecek. Ülkelerin hastalığa karşı zafer ilan edebilecekleri bir an da
olmayacak; ekonomiler ağır ağır ve geçici olarak açılacak.
Fukuyama, ekonomide V şeklindeki iyileşme umutlarını
çılgınca bir iyimserlik olarak görüyor; ona göre, yukarı doğru eğimli uzun bir
kuyruğu olan L veya bir dizi W şeklinde iyileşme çok daha muhtemel. Dolayısıyla
dünya ekonomisinin yakın zamanda COVID öncesi duruma geri dönmeyeceği
kanaatinde. İktisaden uzun süreli bir krizin çeşitli sektörlerde işletme
başarısızlıkları ve yıkım anlamına geleceğini, sadece bol parası olan büyük
şirketlerin fırtınadan kurtulabileceğini ve teknoloji devlerinin en çok
kazanacağını vurguluyor.
Ama Fukuyama’ya göre krizin siyasi sonuçları çok daha
önemli olabilir: “Halk yığınları kahramanca kolektif fedakârlık eylemlerine bir
süreliğine davet edilebilir, ama sonsuza dek değil. Derin iş kayıpları, uzun
süreli durgunluk ve benzeri görülmemiş bir borç yükü ile birleşen geçmek
bilmeyen bir salgın, kaçınılmaz olarak siyasi bir ters tepkiye dönüşecek
gerginlikler yaratacaktır. Ancak bu tepkinin kime yöneleceği henüz belirsiz.”
Fukuyama krizin küresel muhtemel sonuçlarına da
eğiliyor: “Doğu Asya krizi yönetmede Avrupa ya da ABD’den daha iyi bir
performans sergilediğinden küresel güç dağılımı doğuya kaymaya devam edecek.
Pandemi Çin kaynaklı (…) olmasına rağmen Pekin bu krizden görece faydalanacak.
(…) Pekin, en azından durumu kontrol altına alabildi ve şimdi ekonomisini
hızlıca ve sürdürülebilir bir şekilde toparlayarak bir sonraki meydan okumaya
hazırlanıyor.”
“ABD ise, aksine, kötü bir mukabeleyle işleri yüzüne
gözüne bulaştırdı ve prestijinin muazzam şekilde kayıp gittiğini gördü. Ülke,
büyük bir potansiyel devlet kapasitesine sahip ve geçmiş epidemiyolojik
krizlerde etkileyici bir performans sergilemişti; ancak iyice kutuplaşan mevcut
toplumu ve beceriksiz lideri, devletin etkili bir şekilde çalışmasını
engelledi. Başkan, birliği teşvik etmek yerine ayrılığı körükledi, yardım
dağıtımını siyasallaştırdı, önemli kararları alma noktasında sorumluluğu
valilere atarken halk sağlığını korumak için onlara karşı protestoları teşvik
etti ve uluslararası kurumları hemen harekete geçirmek yerine onlara saldırdı.
(…)”
Fukuyama’ya göre pandemi, gelecek yıllarda ABD’nin
göreceli düşüşüne, liberal uluslararası düzenin sürekli aşınmasına ve dünya
çapında faşizmin dirilmesine yol açabileceği gibi, gösterdiği olağanüstü
esneklik ve yenilenme kabiliyetiyle şüphecileri defalarca şaşkına çeviren bir
sistem olan liberal demokrasinin yeniden doğuşunu da beraberinde getirebilir.
Her iki vizyonun da unsurları farklı farklı yerlerde ortaya çıkacak. Ancak ne
yazık ki mevcut eğilimler dramatik şekilde değişmezse genel tahmin iç
karartıcı.
Yükselen faşizm mi?
“Kötümser sonuçları tahayyül etmek kolay.
Milliyetçilik, izolasyonculuk, yabancı düşmanlığı ve liberal dünya düzenine
yönelik saldırılar yıllardır artışta ve bu eğilim salgınla sadece daha da ivme
kazanacak.” diyen Fukuyama bazı ülkeleri örnek gösteriyor:
“Macaristan ve Filipinler hükümetleri, krizi
-kendilerini demokrasiden uzaklaştıracak şekilde- olağanüstü yetkiler edinmek
için kullandı. Çin, El Salvador ve Uganda gibi diğer birçok ülke de benzer
tedbirler aldı. İnsanların hareketliliği önünde engeller Avrupa’nın merkezi de
dahil her yerde ortaya çıktı; ülkeler, ortak menfaatler yolunda yapıcı bir iş
birliği geliştirmek yerine içe kapandılar, birbirleriyle çekiştiler ve kendi
başarısızlıkları için rakiplerini siyasi günah keçileri haline getirdiler.”
Fukuyama’ya göre “Milliyetçiliğin yükselişi
uluslararası çatışma ihtimalini artıracak. Liderler, yabancılarla kavgaya
tutuşmayı faydalı bir iç siyasi dikkat dağıtıcı olarak görebilir ya da
rakiplerinin zayıflığını veya meşguliyetlerini kullanarak gözde hedefleri
istikrarsızlaştırmak ya da sahada emrivakiler yaratmak için salgından istifade
edebilir.” Ama yine de “nükleer silahların istikrar sağlayıcı gücü ve tüm büyük
oyuncuların karşı karşıya kaldığı ortak meydan okumalar göz önüne alındığında
uluslararası kargaşa iç kargaşadan daha az muhtemel görünüyor.”
Fukuyama, kalabalık şehirleri ve zayıf halk sağlığı
sistemleri olan fakir ülkelerin sert bir darbe yiyeceği kanaatinde. Zira sadece
sosyal mesafe değil, el yıkama gibi basit hijyen imkanları bile, birçok
vatandaşın temiz suya düzenli erişiminin olmadığı ülkelerde son derece zor.
Yazara göre, bazı hükümetler, ister planlı şekilde
toplumsal gerginlikleri kışkırtarak ve uyumu baltalayarak isterse düpedüz
beceriksizlikten olsun, işleri kötüleştiriyorlar. Buna Hindistan örneğini
veriyor: “Hindistan, her büyük şehre doluşmuş on milyonlarca göçmen işçinin akıbetini
hiç düşünmeden ülke çapında aniden faaliyetleri durdurduğunu ilan ederek kırılganlığını
artırdı. Birçokları kırsaldaki evlerine giderken hastalığı da ülke çapına
yaydı; hükümet politikasını değiştirip insan hareketliliğini kısıtlamaya
başladığında bu defa da çok sayıda kişi işsiz güçsüz, başını sokacağı evi veya
bakım imkanı olmadan şehirlerde mahsur kaldı.”
Yazar, pandeminin düşük ve orta gelirli Asya, Afrika
ve Latin Amerika ülkelerini kapsayan Küresel Güney’e muhtemel etkilerini şöyle
ayrıntılandırıyor:
“İklim değişikliğinin yol açtığı yerinden olma, zaten
Küresel Güney’de yavaş yavaş gelişen bir krizdi. Pandeminin etkileri,
gelişmekte olan ülkelerdeki geniş kesimleri kıt kanaat geçinme noktasına
getirecek. Kriz, yirmi yıldır devam eden iktisadi büyümeden istifade etmiş
fakir ülkelerdeki yüz milyonlarca insanın umutlarını daha şimdiden kırdı
geçirdi. Kitlesel öfke giderek büyüyecek. Vatandaşların artan beklentilerinin
boşa çıkması devrimlere klasik bir davetiyedir. Çaresiz kalanlar göçmeye
çalışacak, demagog liderler iktidarı ele geçirmek için durumdan istifade
edecek, yozlaşmış siyasetçiler becerebildiğini çalma fırsatını değerlendirecek
ve birçok hükümet ya kontrolü sıkılaştırıp göz açtırmayacak ya da çökecek. Bu
arada Küresel Güney’den Kuzey’e kalkışılacak yeni bir göç dalgası, bu sefer
daha az sempati ve daha fazla dirençle karşılaşacak; zira göçmenler artık daha
inandırıcı bir şekilde hastalık ve kaos getirmekle suçlanabilecek.”
“Geçmiş pandemiler, uzun süren zorlukların neden
olduğu aşırı kaygılar etrafında büyüyen apokaliptik vizyonları, kültleri ve
yeni dinleri teşvik etmişti. Faşizm de aslında Birinci Dünya Savaşı ve akabinde
yaşanan şiddet ve altüst oluştan kaynaklı böyle bir kült olarak görülebilir.
Komplo teorileri, sıradan insanların güçsüzleştiği ve bir özne olmaktan kendini
yoksun hissettiği Ortadoğu gibi yerlerde zaten gelişmiş durumda. Bugün ise
kısmen internet ve sosyal medyanın yol açtığı kırılgan medya ortamı sayesinde
zengin ülkelerde de iyice yayılıyor; süreğen sıkıntıların, popülist
demagogların sömürmesi için bolca malzeme sağlaması muhtemel.”
Yoksa esnek ve dirençli demokrasi mi?
Bununla birlikte, tıpkı Büyük Buhran’ın sadece faşizm
üretmeyip aynı zamanda liberal demokrasiyi canlandırması gibi, pandeminin de
bazı olumlu siyasi sonuçlar doğurabileceği ümidinde. “Katılaşmış siyasi
sistemlerin durağanlığını kırmak ve oldukça gecikmiş yapısal reformlar için
gerekli koşulları yaratmak, genellikle bu gibi büyük bir dış şokla gerçekleşir
ve bu örüntünün en azından bazı yerlerde tekrar yaşanma ihtimali var.” diyor.
“Pandemiyle başa çıkmak, pratik gerçekliği,
profesyonelliği ve uzmanlığı gerektirir; ama demagoji ve yetersizlik çoktan
açığa çıkmış durumda. Bu da nihayetinde başarılı olan siyasetçileri ve
hükümetleri ödüllendiren ve kötü olanları cezalandıran faydalı bir seçme etkisi
yaratacaktır.” diyen Fukuyama, ülkesinin demokratik kurumlarının altını oymuş
ve şimdilerde bir sağlık felaketiyle debelenen Brezilya ile başta pandemiyi
hafife alan ve her şeyin kontrol altında olduğunu iddia eden ancak salgının
ülkesine yayılmasıyla söylemini değiştirmek zorunda Rusya devlet başkanlarını
örnek gösteriyor. “Putin’in meşruiyeti zaten krizden önce zayıflamıştı ve bu süreç
ivme kazanabilir.” diye ekliyor.
“Pandemi, her yerde mevcut kurumlara parlak bir ışık
tutarak yetersizliklerini ve zayıflıklarını ortaya döktü. Gerek insanlar
gerekse ülkeler arasındaki zengin-fakir uçurumu krizle birlikte derinleşti (…).
Ancak kriz, problemlerin yanı sıra, hükümetlerin bu süreçteki müşterek
kaynaklardan yararlanarak çözüm sağlama yeteneğini de ifşa etti. Yavaş yavaş
beliren ‘yalnızca birlikte’ hissiyatı, tıpkı Birinci Dünya Savaşı ve Büyük
Buhran’ın ortak ulusal acılarının 1920’ler ve 1930’larda refah devletlerinin
gelişmesini teşvik ettiği gibi, toplumsal dayanışmayı canlandırabilir ve daha
cömert sosyal korumaların gelişmesini sağlayabilir.”
“Bu ise Gary Becker, Milton Friedman ve George Stigler
gibi Chicago Üniversitesi iktisatçılarının öncülük ettiği serbest piyasa
ideolojisi olan neoliberalizmin aşırı biçimlerini unutturabilir. Büyük ölçekli
ve müdahaleci bir hükümeti iktisadi büyümenin ve insani ilerlemenin önünde bir
engel sayan Chicago okulu, 1980’lerde Amerikan Başkanı Ronald Reagan ve İngiliz
Başbakanı Margaret Thatcher’ın politikaları için entelektüel meşruiyet
sağlamıştı. O dönem birçok hükümet mülkiyeti ve düzenlemesinde kesintiye gitmek
için iyi nedenleri vardı. Ancak argümanları, bilhassa ABD’deki muhafazakâr
entelektüeller kuşağında devlet eylemine düşmanlık katıp liberteryen bir dine
dönüşerek pekişti.”
“Pandemiyi yavaşlatmada güçlü devlet eylemlerinin
önemi göz önüne alındığında, Reagan’ın göreve geldiğinde yaptığı ilk
konuşmasında ‘Hükümet, problemlerimizin çözümü değildir, problemin ta
kendisidir’ sözünü savunmak artık zor olacak. Özel sektör ve hayırseverliğin
ulusal bir acil durumda yetkin bir devleti ikame edebileceğini de kimse
inandırıcı bir şekilde savunamaz.” diyen Fukuyama buna bir örnek olarak
Twitter’ın CEO’su Jack Dorsey’in COVID-19’un yaralarını sarmak için 1 milyar
dolar katkıda bulunacağını açıklarken Amerikan Kongresi’nin pandemiden zarar
gören işletmeler ve bireyler için 2,3 trilyon dolar tahsis ettiğini
hatırlatıyor.
“Kriz sonunda yenilenmiş uluslararası iş birliğini
teşvik edebilir. Ulusal liderler suçlama oyunu oynarken, dünyadaki bilim
adamları ve halk sağlığı yetkilileri kendi aralarındaki ağları ve bağlantıları
derinleşiyor.” diyen Fukuyama, uluslararası iş birliğinin çöküşü felakete (…)
yol açsa bile müteakip dönemin müşterek menfaatler için çok taraflı çalışmayı
yeniden sağlayabileceği görüşünde.
Pandemi: Küresel bir siyasi stres testi
“Pandemi küresel bir siyasi stres testi oldu.” diyen
yazara göre, -fakirleşmese ve istikrarsızlaşmasa bile en azından durgunluğa
girecek- devlet kapasitesi veya liderliği zayıf olan ülke sayısının reformlar
yaparak güçlenecek yetenekli ve meşru hükümetlerden çok daha fazla olacağını
öngörüyor.
“Maalesef stres testi o kadar zor ki çok az ülke bunu
geçebilecek gibi görünüyor. Krizin ilk aşamalarının üstesinden başarıyla
gelebilmek için ülkelerin sadece yetenekli devletlere ve yeterli kaynaklara
değil, aynı zamanda büyük bir toplumsal uzlaşıya ve güven telkin eden yetkin
liderlere de ihtiyacı var.” diyen Fukuyama buna örnek olarak Güney Kore ve
Almanya’yı gösteriyor. Hükümetlerin çoğunun bu gerekliliklerin gerisinde ve
krizin geri kalanının da yönetilmesi güç olduğunu düşünen yazara göre iyimser
olmak zor.
Karamsarlığının bir başka nedeni, “olumlu senaryoların
bir tür rasyonel kamusal söylem ve toplumsal öğrenmeyi gerektirmesi. Ancak
teknokratik uzmanlık ve kamu politikası arasındaki bağlantı bugün -elitlerin
daha fazla güce sahip olduğu geçmişe kıyasla- daha zayıf. Dijital devrimin
teşvik ettiği otoritenin demokratikleşmesi, diğer hiyerarşilerle birlikte
bilişsel hiyerarşileri de dümdüz etti ve siyasi karar alma artık çoğunlukla
silaha dönüştürülen boş lakırdıyla yönlendiriliyor. Bu ise yapıcı, müşterek
özdenetim için pek de ideal bir ortam değil.”
Yazar bu noktada “en büyük değişken” olarak gördüğü
ABD’yi ele alıyor: “Kriz vurduğunda modern tarihinin en beceriksiz ve bölücü
liderine sahip olması ABD’nin başlıca talihsizliğiydi ve Başkan’ın yönetişim
tarzı baskı altında da değişmedi. Görev süresini başkanlığını yaptığı devletle
savaşarak geçirdikten sonra, şartlar gerektirdiğinde onu etkin bir şekilde
harekete geçiremedi. Milli birlikten ziyade cepheleşme ve hıncın siyasi
varlığına en iyi hizmet ettiği değerlendirmesini yaparak bu krizi, hırgür
çıkarmak ve toplumsal ayrılıkları körüklemek için kullandı. Pandemi sırasında
ABD’nin performans düşüklüğünün muhtelif nedenleri olsa da en önemlisi önderlik
etmeyi başaramayan bir ulusal liderin varlığı.”
Trump’ın önümüzdeki kasım ayında yapılacak başkanlık
seçimlerini yeniden kazanması halinde Fukuyama’ya göre, demokrasinin veya
liberal uluslararası düzenin yeniden dirilme şansı azalacak. Ancak seçimlerin
sonucu her ne olursa olsun, ABD’deki derin kutuplaşmanın devam edeceğini,
yenilen tarafın pandemi şartlarında yapılacak seçimin meşruiyetine meydan
okuyacağını öngörüyor. Dahası, Demokratlar Beyaz Saray’ı ve Kongre’nin her iki
kanadını birden kazansa bile, yazara göre, dizlerinin üzerine çökmüş bir ülkeyi
miras alacaklar.
“Harekete geçme talepleri borç dağları ve geriye kalan
muhalefetin sonuna kadar tutucu direnişiyle karşılaşacak. Ulusal ve
uluslararası kurumlar yılların suiistimalinin ardından zayıf ve sendeler olacak
ve -eğer hâlâ mümkünse- onları yeniden inşa etmek yıllar alacak.”
Pandeminin hem olumsuz hem de olumlu muhtemel sonuçlarını
değerlendiren Fukuyama yazısını şu satırlarla tamamlıyor:
“Krizin en acil ve trajik aşaması geçerken dünya uzun
ve iç karartıcı bir zorlu, bata çıka yürüyüşe giriyor. Sonunda, dünyanın bazı
kısımları diğerlerinden daha hızlı olmak kaydıyla bundan illaki çıkacaktır.
Şiddetli küresel ihtilaller muhtemel görünmüyor ve demokrasi de, kapitalizm de,
ABD de daha önce dönüşüm ve adaptasyon becerisini kanıtlamıştı. Ama bir kez
daha şapkadan tavşan çıkarmaları gerekecek.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder