KÜRESEL
SALGIN TARİHİ YENİDEN ŞEKİLLENDİRMİYOR, HIZLANDIRIYOR
Richard
N. Haass (Dış İlişkiler Konseyi başkanı; daha evvel
Amerikan dışişleri bakanlığı politika planlama direktörü, Amerikan Başkanı
George W. Bush’un Kuzey İrlanda özel elçisi ve Afganistan’ın Geleceği
koordinatörü idi)
Foreign
Affairs, 7.4.2020
Tercüme ve editoryal katkı: Zahide Tuba
Kor
NOT: Bu
özet tercüme Fikir Turu web sitesinde 16.4.2020 tarihinde
yayınlanmıştır.
İngilizcesi
“The Pandemic Will Accelerate History Rather Than Reshape It” başlığıyla
yayınlanan yazının tamamını okumak için TIKLAYINIZ.
NOT: Blogda yer alan 800 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.
Kaynak göstermeden blogdaki yazı, tercüme ve
infografikleri kullanmamanız önemle rica olunur.
Spot: Korona sonrası dünya kimi düşünürlere göre radikal
kopuşlar ve değişimler yaşayacak. Bazılarıysa, mevcut ve pek de iyimser olmayan
eğilimlerin derinleşeceğini öngörüyorlar. İşte onlara göre, küresel güç
mücadelelerinden yeni dengelere, Çin’in gücünden mültecilerin durumuna göre
bizi bekleyen dünya…
Koronavirüs salgını ile birlikte bireyin
hayatından toplumlara, devletlere ve uluslararası sisteme kadar büyük bir
dönüşümün içindeyiz. Dünyayı nelerin beklediğine yönelik analizler birçok
yazıya konu oluyor. Kimi yazarlar radikal kopuşlar ve değişimler öngörürken,
kimileri de on küsur yıldır dünyada mevcut temel eğilimlerin çok daha ileri
boyutlara taşınacağını savunuyorlar.
Bu ikinci grubun önde gelen isimlerinden
biri, hâlihazırda Dış İlişkiler Konseyi Başkanı olan Richard N. Haass. 7
Nisan’da Foreign Affairs’te “Küresel Salgın, Tarihi Yeniden
Şekillendirmek Yerine Hızlandıracak” başlıklı bir makale kaleme alan Haass,
2001-2003 yılları arasında Amerikan dışişleri bakanlığı politika planlama
direktörlüğü, ardından Amerikan Başkanı George W. Bush’un Kuzey İrlanda özel
elçisi ve Afganistan’ın Geleceği koordinatörü olarak görev yapmış bir isim.
“Her bakımından büyük bir krizden
geçiyoruz; dolayısıyla bunun modern tarihin bir dönüm noktası olacağını
öngörmek doğal” diye yazısına başlayan Haass, koronavirüsün dünyayı kökten
değiştireceğini iddia eden uzmanların aksine, pandemi sonrası dünyanın
öncesinden radikal biçimde farklı olacağını beklemiyor.
Ona göre Covid-19 dünya tarihinin temel
istikametini çok fazla değiştirmeyecek ama hızlandıracak.
“Pandemi ve gösterilen reaksiyon, günümüz
jeopolitiğinin temel özelliklerini ortaya döküyor ve pekiştiriyor. Sonuçta bu
kriz, bir dönüm noktasından ziyade, dünyanın son on yıllarda ilerlediği
güzergâhta bir ara istasyon olacağa benziyor.”
Yazara göre krizin ne zaman sona ereceğini
öngörebilmek için henüz oldukça erken. Ancak krizden
doğacak dünya bilindik
olacak.
“Zayıflayan
Amerikan liderliği, sarsılan
küresel iş birliği,
büyük güç anlaşmazlıkları… Bütün bunlar daha Covid-19 ortaya çıkmadan evvelki
uluslararası ortamın özellikleriydi ve pandemi bunları çok daha keskin bir
şekilde açığa çıkardı. Bunların gelecekteki dünyanın çok daha belirgin birer
özelliğine dönüşmesi muhtemel.”
Amerika-sonrası dünya
Yazara göre mevcut krizin bir özelliği
Amerikan liderliğinin bariz bir şekilde eksikliği.
“ABD, virüsle ve iktisadi etkileriyle
mücadele etmek için dünyayı ortak bir çaba etrafında toplayabilmiş değil. Keza
içerideki problemle baş etmek üzere dünyayı kendi liderliğini izlemesi için
harekete geçirmiş de değil. Diğer ülkeler kendi başlarının çaresine bakıyor
veya salgının tepe noktasını geride bırakmış Çin gibi ülkelerden yardım
istiyor.”
Haass’a göre, eğer ki bu krizin akabindeki
dünya ABD’nin gittikçe daha az hükmettiği bir dünya olacaksa bu gidişat zaten
yeni değil; en az on yıldır bu zaten besbelli:
“Bu bir bakıma Fareed Zakaria’nın
deyimiyle ‘ötekinin yükselişi’nin (özellikle de Çin’in) bir sonucu. ABD’nin
mutlak iktisadi ve askeri gücü artmaya devam etse de [ötekinin yükselişi]
mukayeseli üstünlüğünde bir düşüşü beraberinde getirdi. Ama bu, düşen Amerikan
kapasitesinden ziyade bocalayan Amerikan iradesinin bir sonucu.”
Bu bağlamda “Amerikan Başkanı Barack Obama
Afganistan’dan ve Ortadoğu’dan geri çekilişe nezaret etti. Donald Trump da
düşmanlarıyla mücadelede çoğunlukla iktisadi gücü kullandı. Bununla birlikte
Suriye’deki Amerikan mevcudiyetini temelde sonlandırdı ve şu an Afganistan’da
da aynısını yapmaya çalışıyor; çok daha önemlisi, ittifaklara da ABD’nin temel
ulus-üstü meselelere eğilmekte geleneksel liderlik rolünü sürdürmeye de pek
ilgi göstermedi.”
“Bu değişim beklentisi, Trump’ın ‘Önce
Amerika’ mesajının çekiciliğinin büyük bir parçasıydı; ABD’nin yurt dışına daha
az yönelip enerjisini iç meselelere odaklaması halinde daha güçlü ve daha
müreffeh olacağını vaat ediyordu. Bu görüşte örtük olan husus, ABD’nin dünyada
yaptıklarının çoğunun savurganca, gereksiz ve içerideki refahla bağlantısız
olduğu varsayımıydı.”
Yazara göre pandemi, içerideki refahın
dünyanın geri kalanından nasıl etkilendiğine ışık tutmak yerine, birçok
Amerikalının zihninde ‘Önce Amerika’ mesajında örtük olan varsayımı
güçlendirecek.
Haass’a göre Amerikan politika tercihleri
kadar önemli olan diğer bir boyut da ABD örnekliğinin gücü. “COVID-19 dünyayı
kasıp kavurmadan çok önce Amerikan modelinin cazibesinde keskin bir düşüş zaten
vardı. Müzminleşen siyasi tıkanıklık, silahlı şiddet, 2008 küresel finansal
krizine yol açan kötü yönetim, her türlü uyuşturucu madde salgını ve daha
niceleri sağ olsun, ABD’nin temsil ettiği şeyler gittikçe cazibesini yitirdi.
Federal hükümetin pandemiye karşı yavaş, tutarsız ve çoğu zaman beceriksizce
tutumu, ABD’nin yolunu kaybettiğine dair yaygın kanaati pekiştirecek.”
Anarşik toplum
Haass, zayıflayan Amerikan liderliği
boyutunu ele aldıktan sonra sarsılan küresel iş birliğine giriyor. Ona göre,
bir ülkede başlayan ve dünya çapında büyük hızla yayılan bu salgın,
küreselleşmenin bir tercih değil, bir gerçeklik olduğunun kanıtı. Ancak eksik olan
şey, en ufak bir anlamlı küresel reaksiyonun bulunmaması. Dünya Sağlık
Örgütü’nün adeta ilgisizliği, küresel yönetişimin zayıflığını ortaya döküyor.
Haass küresel iş birliğindeki sarsıntının
yeni olmadığını şöyle anlatıyor:
“Pandemi bu gerçekliği gün gibi açık hale
getirse de altta yatan şu cereyanlar çoktandır vardı: Ne kadar güçlü olursa
olsun hiçbir ülkenin kendi başına başarılı bir şekilde mücadele edemeyeceği
küresel meydan okumaların ortaya çıkması ve küresel örgütlerin de bu meydan
okumalara yetişmekteki başarısızlığı. Gerçekten de küresel meseleler ile
bunları giderme kapasitesi arasındaki boşluk, pandeminin ölçeğini açıklamakta
çok yardımcı oluyor.
Pandemiye verilen temel reaksiyon
uluslararası değil, ulusal, hatta yerel düzeyde. Kriz geçtikten sonra ise vurgu
ulusal toparlanmaya kayacak. Bu bağlamda mesela iklim değişikliğiyle mücadele
için pek bir istek ve şevk görmek zor, hele de -yanlış bir şekilde- daha acil
olanlara el atmak için rafa kaldırılabilecek uzak bir sorun olarak görülmeye
devam ederse…”
Büyük güç anlaşmazlığı
Haass, uzunca bir süredir yaşanan büyük
güç anlaşmazlıkları boyutuna şöyle giriyor:
“Mevcut karamsarlığın bir nedeni, küresel
meydan okumaların çoğuyla baş edebilmek için dünyanın en güçlü iki ülkesi
arasında iş birliğinin elzem olması, ancak ABD-Çin ilişkilerinin yıllardır
giderek kötüleşmesi. Pandemi iki ülke arasındaki sürtüşmeyi artırıyor.”
Washington’da birçokları pandemiden Çin
hükümetini sorumlu tutarken, Pekin’in şu an kendisini pandemiyle başa çıkmak
için başarılı bir model olarak sunma ve bu anı dünya üzerindeki etkisini yaymak
için bir fırsat olarak kullanma girişimi, yazara göre, yalnızca Amerikan
düşmanlığına katkıda bulunacak. Bu arada mevcut krizle ilgili hiçbir şey,
Çin’in ABD’nin Asya’daki varlığının tarihî bir anomali olduğu görüşünü
değiştirmeyecek veya ticaret, insan hakları ve Tayvan da dahil olmak üzere
Amerikan politikasına ilişkin bir dizi konudaki kızgınlığını azaltmayacak.
Yazar, Amerikan ve Çin ekonomilerinin
birbirine bağımlılığının bu süreçten nasıl etkileneceğine dair öngörülerine de
yer vermiş:
“İki ekonominin ‘ayrıştırılması’ fikri,
ABD’de birçok temel üründe potansiyel düşmana çok bağımlı olunduğu ve Çin
casusluğu ve fikri mülkiyet hırsızlığına aşırı yatkın hale gelindiği korkusuyla
pandemiden önce kayda değer bir ilgi görmüştü. Ayrıştırma güdüsü, pandeminin
bir sonucu olarak ve kısmen de Çin hakkındaki endişeler nedeniyle artacak.
Yerli üretimi teşvik etme arzusunun yanı sıra tedarik zincirlerinin kesintiye
uğrama potansiyeline yeniden odaklanılacak. Küresel ticaret kısmen
toparlanacak, ancak ticaretin çoğu piyasalardan ziyade hükümetler tarafından
yönetilecek.”
Mülteci akınlarına direnç
Peki ya 2015’ten bu yana dünya gündemine
damgasını vuran mülteci akınları pandemiden nasıl etkilenecek? Haass’ın
öngörüleri şu şekilde:
“Gelişmiş dünyanın çoğunda -en azından son
beş yıldır görülen bir eğilim olan- büyük göçmen ve mülteci kitlelerini kabul
etmeye karşı direniş, pandemiyle birlikte daha da yoğunlaşacak. Bu, kısmen
bulaşıcı hastalıkları ithal riskiyle ilgili endişeden, kısmen de yüksek
işsizliğin toplumları yabancıları kabul etmeye karşı temkinli kılmasından
kaynaklanacak. Ekonomiler artık nüfuslarını besleyemezken -zaten tarihi
seviyelerde olan- yerinden edilmişlerin ve mültecilerin sayısının önemli ölçüde
artmaya devam etmesine karşı muhalefet de paralel şekilde artacaktır.”
Yazar, bütün bunların sonuçta hem yaygın
insani acılar hem de devletler üzerinde altından kolay kolay kalkamayacakları
büyük yükler oluşturacağı ve başarısız devlet olgusunu giderek
yaygınlaştıracağı kanaatinde:
“Devletin zayıflığı zaten onlarca yıldır
var olan önemli bir küresel sorundu; ancak pandeminin ekonomik maliyeti çok
daha zayıf veya başarısız devletler yaratacak. Bunun tırmanacak bir borçlanma
meselesiyle daha da kötüleşeceği neredeyse kesin: Dünyanın büyük bir kısmında
kamu borçları ve özel borçlar zaten görülmemiş seviyelerdeydi; artık sağlık
harcamalarını karşılamak ve işsizleri desteklemek için hükümet harcamalarına
duyulan ihtiyaç borçların fırlamasına neden olacak. Özellikle gelişmekte olan
dünya, karşılayamayacağı muazzam ihtiyaçlarla yüz yüze kalacak ve gelişmiş
ülkelerin içerideki talepler karşısında dışarıya yardım etmeye istekli olup
olmayacağını göreceğiz. Küresel toparlanmayı engelleyebilecek artçı şoklar ihtimali
-Hindistan, Brezilya, Meksika ve bütün Afrika kıtasında- hakikaten var.”
Haass’a göre, COVID-19’un Avrupa’ya ve
kıta üzerinden [dünyaya] yayılması, Avrupa projesinin ivme kaybına işaret
ediyor. “Ülkeler pandemiye ve onun iktisadi etkilerine çoğunlukla tek başlarına
çözüm üretmeye çalışıyor. Ancak Avrupa entegrasyonu süreci, -Brexit’in alenen
gösterdiği gibi- bu krizden çok önce enerjisini tüketmişti. Pandemi sonrası
dünyada temel soru şu olacak: Ülkeler kendi sınırları üzerindeki kontrolün
virüsün yayılma hızını yavaşlatıp yavaşlatamayacağını sorgularken, acaba sarkaç
Brüksel’den ulusal başkentlere doğru ne ölçüde salınmaya devam edecek?”
Peki ya demokrasinin ve özgürlüklerin
akıbeti ne olacak? Yazara göre pandemi, son 15 yıldır belirgin olan demokratik
gerilemeyi daha da pekiştirecek. “İster nüfus hareketliliğini kısıtlamak
isterse iktisadi yardım sağlamak amacıyla olsun, toplumlarda hükümet rolünün
artması için çağrılar yapılacak. Sivil özgürlükler, birçokları tarafından bir
savaşzede, kriz anında karşılanamayacak bir lüks muamelesi görecek. Bu arada
Rusya, Kuzey Kore ve İran gibi liberal olmayan ülkelerin tehditleri devam
edecek.”
Çok daha büyük bir kargaşa içinde dünya
Yazar, 2017 yılı başında Kargaşa İçinde Bir Dünya: Amerikan Dış Politikası ve Eski Düzenin
Krizi başlıklı bir kitap yayınladığını hatırlatıyor. “Kitap
dünyada azalan Amerikan rolünün yanı sıra büyük güç rekabetinin arttığı,
nükleer silahların yayıldığı, zayıf devletlerin ortaya çıktığı, mülteci
dalgalarının kabardığı ve milliyetçiliğin yükseldiği bir dünya manzarası
çiziyordu. Pandemi sonucunda değişecek şey, kargaşa gerçeği değil, kargaşanın
ölçeği.”
Yazara göre ideal olan, krizin beraberinde
daha sağlam bir uluslararası düzen inşa etme taahhüdünü getirmesi; ancak
günümüz dünyası böyle şekillenmeye elverişli değil: “Güç, daha evvel hiç
olmadığı kadar çeşitli -hem devlet hem de devlet dışı- aktörlerin ellerinde
dağılmış halde. Fikir birliği ekseriyetle mevcut değil. Yeni teknolojiler ve
meydan okumalar, onlarla baş etme konusundaki kolektif kabiliyeti aştı. Hiçbir
ülke 1945’teki ABD’nin konumuna sahip değil.”
“Üstelik ABD, Afganistan ve Irak’taki iki
uzun savaşın getirdiği tükenmişlik ve ülke içinde artan ihtiyaçlar yüzünden şu
an öncü bir uluslararası rol üstlenmeye hazır ve istekli değil. Kasım ayındaki
başkanlık seçimlerini eski Başkan Yardımcısı Joseph Biden gibi bir dış politika
“gelenekçi”si kazansa dahi Kongre’nin ve halkın direnişi, dünyada geniş çaplı
Amerikan rolüne tam anlamıyla geri dönmeyi engelleyecek. Ve ne Çin ne de başka
herhangi bir ülke, ABD’nin bıraktığı boşluğu doldurma arzusuna ve yeteneğine
sahip değil.”
Yazısının sonunda Haass, İkinci Dünya
Savaşı’ndan sonra beliren komünist tehdide karşı koyma zaruretinin, Amerikan
halkını, ülkelerinin dünya çapında öncü bir rol üstlenmesini desteklemeye sevk
ettiğini hatırlatıyor. Bazı uzmanlar, Çin tehdidinin bugün benzer bir şekilde
Amerikan halkının desteğini harekete geçirebileceğini savunsa da Haass, konuya
başka bir boyuttan bakarak itiraz ediyor: “Çin’e karşı koymaya dayalı bir dış
politika, günümüz dünyasını şekillendiren küresel meydan okumaların üzerine
eğilmek için pek uygun değil.”
Yazar ayrıca küresel sorunlarla mücadeleyi
ABD dış politikasının merkezine koymayı Amerikan halkına pazarlamanın zor
olacağını da vurguluyor ve şu önemli tespitle yazısını sonlandırıyor: “Buna
göre dikkate alınması gereken daha uygun örnek, İkinci Dünya Savaşı’nı takip
eden dönem değil, -Amerikan müdahilliğinin azaldığı ve uluslararası
çalkantıların arttığı- Birinci Dünya Savaşı’nı takip eden dönem olabilir. Hani
derler ya, gerisi zaten malumunuz.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder