NAPOLYON’UN
ORTADOĞU MİRASI
Alexander
Mikaberidze (Prof.
Dr., Louisiana Eyalet Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi)
Project
Syndicate, 10.3.2020
Tercüme:
Furkan Güldemir
Redaksiyon:
Zahide Tuba Kor
NOT: Bu tercüme Perspektif web
sitesinde 10.4.2020 tarihinde yayınlanmıştır.
İngilizcesi
“Napoleon’s Middle East Legacy” başlığıyla yayınlanan yazının tamamını okumak
için TIKLAYINIZ.
NOT:
Blogda yer alan 800 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.
Spot: Napolyon Savaşları İslam dünyasının merkezine
etkileri günümüzde de süren uzun bir gölge düşürdü. Esasında bu savaşlar Avrupa
tabiatlı olmasına rağmen sonraki yüzyılda Avrupa’nın İslam dünyasıyla
ilişkisini şekillendirirken, Avrupalıların geleneksel bölge politikalarını da
altüst etmeyi başardı.
“Her şey Napolyon’la başladı.” Thomas
Nipperdey’in Napolyon’dan
Bismarck’a Almanya başlıklı meşhur 19. yüzyıl Almanya tarihi
kitabı bu cümleyle başlıyor. Nipperdey, Napolyon Bonapart’ın modern Avrupa’nın
teşekkülündeki merkezî rolüne atıfta bulunsa da, bu cümlesi birçok bakımdan
günümüz Ortadoğu’suna da uyuyor.
Napolyon’un ‘1798 Mısır istilası’ liberal
emperyalizmin ilk örneğini temsil ederken, Fransız Devrimi’nin Fransa ve
Avrupa’nın sınırlarını aşan süratine de ışık tutuyordu. İstila, askerî bir
hezimet olmakla birlikte, bölgede bugün dahi izleri devam eden kalıcı bir miras
bıraktı.
Öncelikle bu istila, bir İslam toplumunu
Avrupa bünyesine dahil etme teşebbüsünün ilk modern numunesiydi. Aynı zamanda
tüm ideolojik bileşenleri örtüştüğünde ve Batı tahakkümünün tüm araçları bunu
korumak için kullanıldığında, Oryantalizm söyleminin de biçimlendirici anı
oldu. İşgal Mısır toplumunu modernleştirme noktasında sınırlı bir rol oynadı.
Çünkü Fransızların tanıtmaya çalıştığı devrim ilkeleri bölgeye fazlaca yabancı
ve radikal kalırken, kararlı bir yerel direnişle karşılaştı. Ancak Napolyon,
Kavalalı Mehmet Ali Paşa tarafından kısa süre sonra doldurulacak bir siyasi
boşluk oluşmasına neden oldu. Zira Kavalalı, Fransızların çekilmesinin
üzerinden on sene geçmeden, ileride Ortadoğu’da önemli bir rol oynayacak
modernleşmiş ve reformdan geçmiş Mısır’ın temellerini atmaya başladı.
Güçler Arasında Tabiatı Değişen Rekabetler
Napolyon’un Mısır seferi Avrupalıların
geleneksel bölge politikalarını da altüst etti. İstila, Britanya’nın emperyal
gücüne planlanan darbeyi vurmak yerine, Fransa’nın geleneksel müttefiki Osmanlı
İmparatorluğu’nu eski düşmanları olan Rusya ve Britanya ile ittifaka itti ve
Doğu’da Fransız-İngiliz rekabetinin tabiatını dönüştürdü. Bu noktaya kadar
Fransa, deniz gücüne dayanarak -ki Britanya kendi filosuyla buna karşı
koyabilmekteydi- Hint Okyanusu’ndaki adalar üzerinden Hindistan’a baskınlar
düzenlemekteydi. Ancak Napolyon’un Mısır’ı karadan ele geçirmeye yönelik
girişimi bu denklemi kökten değiştirdi ve Britanya’yı, diğer güçlerin de
Hindistan’a, Hint alt kıtasına komşu topraklar üzerinden yaklaşma ihtimalini
düşünmeye sevk etti.
Bu zorunluluk, Britanya’yı Hindistan
sömürgesini karadan saldırılara karşı korumak için yeni alanlarda hâkimiyet
kurma yönünde devamlı bir çabaya itti. Britanya Doğu Hindistan Şirketi
yetkililerinin 1798’deki gözlemi bu noktada önemli: “Silahlı gücümüzle bir
imparatorluk kazandık. Ve bu imparatorluk yine silahlı gücümüze dayanmaya devam
etmeli. Aksi hâlde aynı yolla daha üstün bir gücün eline düşer.” Zor gücüne bu
şekilde bel bağlamak, Britanya Hindistan İmparatorluğu’nu 1947’ye kadar ayakta
tutarken, Mısır, Yemen, Umman, İran ve Afganistan’da da Britanya
müdahalelerinin sürmesini sağladı.
Napolyon Mirasının Uzun Süreli Etkisi
Napolyon Savaşları İslam dünyasının
merkezine uzun bir gölge düşürdü. Esasında bu savaşlar Avrupa tabiatlı olmasına
rağmen sonraki yüzyılda Avrupa’nın İslam dünyasıyla ilişkisini şekillendirdi.
Osmanlı İmparatorluğu kendisini, sadece Rus emperyal hırslarının hedefi değil,
aynı zamanda Fransa, Avusturya ve Britanya planlarının da merkezinde buldu. Bu
durum “Şark Meselesi”nin ortaya çıkmasına ve imparatorluğun toprak kaybının
sürmesine neden oldu. Ayrıca Napolyon’un söylem ve metotları ile 20. yüzyılda
Batı’nın Ortadoğu müdahalelerinde kullandığı söylem ve metotların benzerliği
Napolyon mirasının uzun süreli etkisinin altını çizmektedir.
“Arabistanlı Lawrence”tan bir yüzyıl önce,
1810-1812’de Napolyon’un ajanları Irak ve Suriye’deki Arap kabileleri
Osmanlı’ya karşı ayaklanmak üzere birleşmeye teşvik ediyordu. Daha sonra
Fransız yönetimleri Napolyon’un Fransız sömürge imparatorluğu tahayyülünün
farkına vardı. 1830’da aralarında Mısır seferine katılmış muhariplerin de
bulunduğu Fransız kuvvetleri, 20 yıl önce Napolyon tarafından yapılmış ihtimal
planları çerçevesinde Cezayir’i istila etti ve 1962’ye kadar süren Fransız
sömürge yönetiminin temellerini attı.
Kendi imparatorluğu artık mazide kalan
İran da Avrupalı güçlerin elinde bir piyona dönüşerek aynı acı kaderi paylaştı.
Fransa ve Britanya’nın ihanetine uğrayan İran, 1813’te Gürcistan ve güneydoğu
Kafkasya’yı istila eden ve bölgedeki İran etkisini kıran Rusya eliyle
aşağılayıcı mağlubiyetlerin altında kıvrandı.
Napolyon Savaşları Osmanlı ve İran
devletlerinin etkisizliğini bariz şekilde ortaya çıkardı ve önde gelen Avrupalı
güçlerle aralarında giderek artan askeri ve iktisadi dengesizliğe ışık tuttu.
Savaşlar Osmanlı, Mısır ve İran liderlerini kendi yönetimlerini ve ordularını
Avrupa örneğinde yeniden kurmaya sevk ederken, devlet temelli reformlar
döneminin önü açılmış oldu.
Bu noktada Napolyon’un Ortadoğu’daki en
kalıcı miraslarından biri yatmaktadır. Osmanlı Sultanı 2. Mahmud, Mısır’ın
Mehmet Ali’si ve İran’ın veliahdı Abbas Mirza gibi reform yanlısı yöneticiler,
geleneksel düzenin dayandığı kültürel normları ya da sosyal yapıları
sorgulamayıp Avrupa tarzı askeri ve idari reformların içeride kendi güçlerini
pekiştirmeye yarayacağına ve devletlerini dış tehditlere karşı daha etkin
korumalarını sağlayacağına inandılar.
Ancak bu reformlar, Batı uygulamalarının
İslam toplumlarına girmesini zorunlu olarak beraberinde getirirken, mevcut güç yapılanmalarına
da meydan okudu. Çünkü bu reformlar merkezî hükümeti daha önce hiç olmadığı
kadar tebaalarının günlük hayatlarına doğrudan ve yaygın bir şekilde soktu. Tam
da bu yüzden ulema, Orta Arabistan’daki Suudiler, Osmanlı Yeniçerileri ve
İran’ın geleneksel elitleri de dahil birçok grup, son derece olumsuz tepki
gösterdi ve devletlerini daha iyi koruyabilecek modernleşme hamlelerini dahi
reddetti.
Bu cepheleşme giderek İslami hayat
tarzının özü uğruna bir mücadele olarak görülmeye başlandı. Ve bunun derin
etkileri -Napolyon’un mirasının diğer yönleriyle birlikte- günümüz
Ortadoğu’sunda yankılanmaya hâlâ devam ediyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder