KORONAVİRÜS
KORKTUĞUMUZ KÜRESELLEŞME ÇAĞINI AÇIYOR
Robert Kaplan (Amerikalı
stratejist ve jeopolitikçi, Avrasya Grubu direktörü ve Yeni Amerikan
Güvenliği Merkezi kıdemli araştırmacısı)
Bloomberg, 20 Mart 2020
Tercüme: Zahide Tuba Kor
NOT: Bu tercüme Perspektif web sitesinde 26.3.2020 tarihinde
yayınlanmıştır.
İngilizcesi
“Coronavirus Ushers in the Globalization We Were Afraid Of” başlığıyla
yayınlanan yazının tamamını okumak için TIKLAYINIZ.
NOT: Blogda yer alan 800 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.
Kaynak göstermeden blogdaki yazı, tercüme ve
infografikleri kullanmamanız önemle rica olunur.
Özet: Önümüzdeki on yılda
koronavirüs, görme ihtimalimiz olan jeopolitik çalkantıların çoğuna yön veren
siyasi, iktisadi ve psikolojik hadise olacak. Küreselleşme 2.0 derinleşecek ve
yıllarca bizimle olacak. Sadece miadı dolduğunda, bu yeni versiyon da
insanlığın geçtiği bir başka aşama olacak; tarihin sonu değil.
Tıpkı 11 Eylül [2001] saldırıları ve [2008] Büyük
Durgunluk gibi, koronavirüs pandemisi de yıllar sonra dahi zihinlerimizde
canlılığını koruyacak iktisadi ve jeopolitik bir şok. Aslında bundan daha da
fazlası: Koronavirüs, küreselleşmenin ilk aşaması ile ikinci aşaması arasındaki
tarihî bir dönüm noktası.
Soğuk Savaş’ın sonuyla başlayıp yakın zamana kadar
süren ilk aşamada küreselleşme; serbest ticaret anlaşmaları, küresel tedarik
zincirlerinin kurulması, aşırı yoksulluğu azaltırken orta sınıflar oluşturup
genişletme, demokrasiyi yayma ve iyice artan dijital iletişim ve küresel
hareketlilikle ilgiliydi. Afrika, Balkanlar ve Ortadoğu’daki savaşlar gibi tüm
aksaklıklara rağmen, Küreselleşme 1.0, gezegenin birliğini artırma noktasında temelde
iyi bir haberdi. İyimserler için elverişliydi.
Küreselleşme 2.0
Küreselleşmenin ikinci aşaması ise farklı.
Küreselleşme 2.0; dünyayı kendi gelişen orduları ve ayrı tedarik zincirleri ile
büyük güç bloklarına ayırma, baskıcı rejimlerin yükselişi ve Batı
demokrasilerinde orta sınıfların endişesiyle birleşen, yerelciliği ve popülizmi
doğuran toplumsal ve sınıfsal bölünmeler ile ilgili. Özetle bu, karamsarlara
daha yakın olan, yeni ve yeniden ortaya çıkan küresel bölünmelere ilişkin bir
hikâye.
Küreselleşmenin ilk aşaması birkaç yıl evvel sona
ermeye başlamışken, ikinci aşama bir süredir alttan alta gelişiyor. İki aşama
arasında örtüşmeler ve birbirine karışmalar var. Ancak tarihçiler
bölümler/dönemler arası kopuşu sever. Koronavirüs, işte tam da küreselleşmenin
bu iki aşamasının netleştiği bir anda ortaya çıktı. Ve küreselleşmenin bu
ikinci aşamasını belirleyen -uçak seyahatlerinin azalmasından tutun
uluslararası konferansların iptallerine, küresel iş kesintilerinden yerli
halkın hak ve çıkarlarını koruyan tepkilere kadar bir dizi- ayrışma süreçlerini
derinleştiriyor.
Savaşlar gibi devasa krizler, tarihi de ileriye sarar.
Belirli bir ülkede normalde beş-on sene alan süreçler artık birkaç yıl içinde
gelişecek. İşte size bunun tam bir örneği: Toplumsal barışı petrol ve doğalgaza
dayalı İran, Irak, Rusya, Nijerya ve Venezüella gibi ülkelerde koronavirüsün
jeopolitik ikincil ve üçüncül dereceden etkileri olacak; zira petrol ve
doğalgaz fiyatları kısmen bu virüs yüzünden hızla düşüyor.
Petrol ve Hidrokarbon Savaşları
Çin’in başlangıçta virüsle bağlantılı iktisadi
yavaşlamasından kaynaklanan, hidrokarbon piyasasında talebin zayıflaması
bağlamında Rusya ve Suudi Arabistan, fiyatları istikrarlı hâle getirmek için
petrol üretimini yavaşlatıp yavaşlatmama konusunda tartışmaya tutuştu. Rusya
Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Salman’ın
gerilimi tırmandırma politikası girişiminin başarısızlığa uğraması, aylarca
sürebilecek bir fiyat savaşına yol açtı. Daimi düşük fiyatların iç iktisadi ve
siyasi etkileri konusundaki hesap hataları, iki liderin öngördüğünden çok daha
fazla sorunlar yaratabilir.
Koronavirüsün yayılmasında bir düğüm noktası olan,
önde gelen hidrokarbon üreticisi İran -zaten Amerikan yaptırımlarıyla sarsıntı
içinde olsa da- şu anda akut bir kriz içinde. Ancak Devrim Muhafızlarının ve
Basic milislerinin yardımıyla İranlı din adamları, iktidarda kalmak için
ideoloji ve din uğruna çok sayıda insanı öldürmeye gücü yetebilir ve istekli
olduğundan, rejimin çöküşü de yakın değil. İran, -petrol fiyatlarının
çöküşünden ve koronavirüsün İran sınırından yayılmasından çok önce zaten
başarısızlığın eşiğinde olan komşusu Irak’ın aksine- fazlasıyla kurumsallaşmış
bir devlet. Irak’a gelince şimdilerde yıllardır olduğundan çok daha kırılgan vaziyette.
Nicholas Maduro’nun petrole bağımlı Venezüella rejimi
de benzer bir durumda. Başkent Caracas ve çevresini yöneten bir petrol ve
narkotik devletine dönüştü ve ülkenin başka yerlerinde de çetelerle ittifak
kurdu. Şubat ayı ortasında ortalama 60 dolar olan petrolün varil fiyatının 25
doların da altına düştüğü göz önüne alındığında, rejimin, orduyu ve diğer
destekçilerini demokratik muhalefetten uzak tutmasını sağlayan rüşvetler için
son derece az parası olacak. Halk açlıktan ölmeye devam ediyor. Venezüella
dolaylı olarak koronavirüsle bağlantılı bir petrol fiyatı savaşının artçı
sarsıntıları yüzünden rejim değişikliği yaşayabilir veya anarşiye düşerek harap
olabilir.
Nijerya, tarihsel olarak resmen onaylanmış yolsuzluk
çarklarını döndürmek için petrol gelirlerine bağımlı. On yıllardır yapılan
korkunç tahminlere rağmen, -siyaset bilimci Samuel Huntington’ın 1968
tarihli Değişen Toplumlarda Siyasal Düzen adlı kitabında
tanımladığı bir olgu olan- zayıf kurumsallaşmış sistemlerde yolsuzluğun sosyal
ve siyasal bakımdan istikrara kavuşturucu olabileceği gerçeği sayesinde bir ve
bütün olarak kaldı.
Cezayir, donuk ve halkının sevmediği bir milli
güvenlik devleti olup o da nüfusuna rüşvet dağıtabilmek için gelir ve beka
kaynağı olarak hidrokarbonlara bağımlı. Yöneticileri, ülkenin siyasi istikameti
konusunda sivil toplum protestocularıyla gergin bir diyalog içine girdi.
Bu vakaların her birinde koronavirüsün doğrudan
etkilerinin, gelişmekte olan siyasi dinamiklerle etkileşimi, 2020’li yıllarda
tarihin yönünü değiştirebilecek bir gelişme. Jeopolitik bir silkinme süreci
işliyor. İnsanlar sokaklarda protesto için kitlesel olarak toplanamadıkları
veya toplanmaya çok korktuklarından, bu sürecin zor durumda olan rejimler
üzerindeki tüm siyasi etkisini tam olarak yazıya dökebilmemiz için biraz zaman
geçmesi gerekiyor. Ancak muhtemeldir ki pandeminin akabinde yurtdışındaki
ayaklanmalarda bir artış görülecek.
ABD-Çin Soğuk Savaşı
Küresel salgın ve tepetaklak olan petrol fiyatlarının
karşılıklı etkileşimi, pandeminin ikincil ve üçüncül dereceden etkilerinin
önemli bir örneği. Başkaları da var. Mesela koronavirüs, Çin’deki otoriter
rejim ile ABD’deki popülist yönetim arasındaki şüpheleri yoğunlaştırdı. Bu da
her birinde milliyetçiler arasında Amerikan karşıtlığı ve Çin karşıtı duygular
olarak yansıdı. Bu durum, iktisadi ayrışmayı derinleştirerek ve yeni ve
siyaseten daha sürdürülebilir tedarik zincirlerinin oluşumunu tetikleyerek
büyük güç rekabetini daha da alevlendirecek.
Yıllarca bize ABD-Çin rekabetinin Soğuk Savaş’taki
ABD-SSCB rekabetinden daha az tehlikeli olduğu söylendi; zira Amerika ve Çin
bir savaşa tutuşamayacak kadar iktisaden birbirine dolaşmıştı. Bunu tekrar
düşünün. Amerikan şirketleri tedarik zincirlerini Çin’den Asya’daki ve diğer
yerlerdeki daha dostane ülkelere kaydırdıkça zaten alttan alta işlemekte olan
bir süreç, koronavirüsün yayılmasıyla daha da teşvik edilecek: Yakında her iki
ülkenin de -mesela Güney ve Doğu Çin Denizlerinde- daha saldırganca askeri
faaliyetler düşünmek için daha büyük bir hareket alanı olacak.
Her ülkenin 5G ağını dünya genelinde satma rekabeti
yoğunlaştıkça ilişkiler daha da kötüleşecek; zira özellikle Çin’in Kuşak ve Yol
İnisiyatifi, sadece Avrasya’daki kara ve deniz güzergâhlarıyla değil, aynı
zamanda yüksek teknoloji koridoruyla da ilgili. Güvensizlik ve yanlış
anlaşılmalar arttıkça, ABD-Çin soğuk savaşı, küreselleşme üzerinde daha fazla
kırılma etkisi yapacak. Küresel uğursuzluklar -pandemiler, iklimle bağlantılı
felâketler, siber saldırılar- çağında, Soğuk Savaş’ın alamet-i farikası olan
ideoloji üzerindeki basit, sepya tonlu mücadeleden tamamen farklı olarak
çok-boyutlu bir büyük güç rekabetine şahit olmak üzereyiz.
Pandeminin diğer ikincil ve üçüncül dereceden
etkilerine gelince, virüsün yayılmasını durdurmak için Kuzey Amerika ve Avrupa
kıtaları içindeki sınırlar, güvenlik önemleri artırılarak takviye edilecek.
Popülistlerin ve milliyetçilerin teşvikiyle hükümetler, yabancıların girişini
daha da kısıtlamakta fayda gördükçe sınırlar böylece kalabilir. On yıllarca
Avrupa’nın birliğini ve ABD’ye karşı ahlaki üstünlüğünü yere göğe
sığdırmamışken, şimdilerde Avrupa Birliği’ni oluşturan ülkeler, -salgınla
derinden sarsılan İtalya’yı temel tıbbi malzemelerden bile mahrum bırakarak-
toplu halde kapılarını kapattılar. COVID-19, adeta bir röntgen gibi, resmî
açıklamalarının riyakârlığı altında ülkelerin ve milliyetçiliği savunan
örgütlerin temel hayatta kalma içgüdülerini ifşa ediyor.
Bir de konunun şu boyutu var: Bir Alman gazetesinin
yayınladığı, Amerikan Başkanı Donald Trump’ın bir Alman firması tarafından
geliştirilen COVID-19 aşısının münhasır haklarını almak için önemli miktarda
para teklif ettiği haberini, hem Amerikan yönetimi hem de şirket şiddetle
reddetti. Yine de Avrupalılar şaşkına dönüp öfkelendi ve birkaç gün içinde AB,
firmaya 90 milyon dolarlık yatırım yaptığını açıkladı. Başka bir deyişle,
ülkelerin -özellikle de popülist heves içindekilerin- hastalığı önleyici yeni
aşılara ve ilaçlara erişim için kedi köpek gibi kavga etmelerini bekleyin. Bu
pandemi, dünyayı Soğuk Savaş sonrasının küreselleşme ruhuyla bir araya getirmek
yerine, hem ABD ile Çin arasındaki hem Atlantik ittifakı içindeki hem de Avrupa
Birliği içindeki anlaşmazlık ve bölünmeleri açığa çıkarıyor.
Kırılgan Rejimler ve İstikrarsızlık
Diğer bir kritik konu, salgının Hindistan ve Sahra
Altı Afrika’ya yayılma derecesi. Bakteri dostu olan, ancak belirli virüslere ve
solunum sistemi bozukluklarına pek de dost sayılmayabilecek sıcak iklimleri
sayesinde bu ülkeler, hâlâ mukayeseli bir avantaja sahip olabilirler. Yine de
sıcak iklimleri nedeniyle, kaynaşmış bol nüfusları genellikle açık havada ve
birbirine yakın temas içinde bulunduğundan, hijyenin ve sağlık tesislerinin
göreceli eksikliği karşısında, özellikle risk altında olabilirler. Hastalığın
hızla yayılacağını varsayarsak, emtia fiyatlarındaki düşüşle sarsılan ve virüs
kaynaklı küresel durgunlukla daha da durumu kötüleşen Afrika’daki kırılgan
rejimler iyice istikrarsızlaşabilir. Hindistan’da pandeminin neticesi, -ortaya
çıkan komplo teorileri ve şiddet eğilimi ile seçim istikrarsızlığına eşlik
eden- dini ve etnik gerilimlerin yoğunlaşması olabilir.
Elbette, bu Küreselleşme 1.0 iyimserlerini
neşelendirecek alternatif bir gelecek de var. Başlangıçta milliyetçiler ve
popülistler, pandeminin kışkırttığı siyasi ihtilaflardan yararlanabilir; ama
koronavirüs krizi -doğal dünyanın başka bir mahvedici olayı, iklim değişikliği
ile birlikte- uzun vadede küresel bir bilincin gelişmesine daha fazla yardımcı
olabilir. Dünyadaki insanlar aynı travmaları ne kadar çok yaşarlarsa, kitle iletişim
araçları ve dijital iletişim yoluyla birbirleriyle temas hâlinde, aynı
topluluğa psikolojik olarak daha fazla dalarlar.
Ama bütün bu iyimser senaryolar uzun vade için.
Önümüzdeki on yılda koronavirüs, görme ihtimalimiz olan jeopolitik
çalkantıların çoğuna yön veren siyasi, iktisadi ve psikolojik hadise olacak.
Küreselleşme 2.0 derinleşecek ve yıllarca bizimle olacak. Sadece miadı
dolduğunda, bu yeni versiyon da insanlığın geçtiği bir başka aşama olacak;
tarihin sonu değil.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder