KORONAVİRÜS
PANDEMİSİ SONRASI NASIL BİR DÜNYA GÖRECEĞİZ?
John
Allen, Nicholas Burns,
Laurie Garrett, Richard Haass, John Ikenberry, Kishore
Mahbubani, Shivshankar Menon, Robin Niblett, Joseph S. Nye
Jr., Shannon K. O’Neil, Kori Schake, Stephen M. Walt
Foreign
Policy, 20 Mart 2020
Tercüme ve editoryal katkı: Zahide Tuba Kor
NOT: Bu
özet tercüme Fikir Turu web sitesinde 24.3.2020 tarihinde
yayınlanmıştır.
İngilizcesi “How the World Will Look After the
Coronavirus Pandemic” başlığıyla yayınlanan yazının tamamını okumak için TIKLAYINIZ.
NOT: Blogda yer alan 800 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.
Kaynak göstermeden blogdaki yazı, tercüme ve infografikleri
kullanmamanız önemle rica olunur.
Özet: Hemen
herkes koronavirüs salgını sonrası, dünyanın bir daha eski dünya olmayacağını,
uluslararası sistemin, devletlerin ve ekonominin kalıcı bir biçimde
dönüşeceğini düşünüyor. İşte siyaset felsefecilerinin geleceğimiz hakkındaki
düşünceleri…
Koronavirüs
pandemisinin ilk şoku altında genellikle işin sağlık boyutu ve vatandaşlar
olarak ne gibi tedbirler almamız gerektiği tartışılıyor. Ancak hem muazzam
teknolojik ilerlemelerin hem de 2008 küresel ekonomik krizinin etkisiyle 1945
sonrası kurulan uluslararası sistemin derinden sarsıldığı, siyasetin sorun
çözücü bir mekanizma olmaktan çıktığı ve yeni bir yönetişim modeline ihtiyaç
duyulduğu bir dönemde patlak veren bu yeni krizin öyle siyasi, iktisadi ve
toplumsal sonuçları olacak ki dünya tarihine önemli kırılma anlarından biri
olarak geçecek. Bireylerin de, toplumların da, devletlerin de alışkanlıkları ve
refleksleri değişecek. Peki, dünya bundan sonra nereye evrilecek?
Foreign
Policy dergisi, pandemi sonrası küresel düzenin alacağı şekle
dair tahminlerini, teorik veya pratik olarak küresel siyasetle ve sistemle
yakından ilgilenen dünyanın önde gelen 12 düşünürüne sorarak bir yazı
yayınladı.
“Tıpkı
1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılması veya 2008’de Lehman Brothers’ın çöküşü
gibi, koronavirüs pandemisi de bugünden her şeyi öngöremeyeceğimiz geniş çaplı
sonuçlarıyla dünyayı yerinden oynatan bir gelişme. Ama şurası kesin: Tıpkı bu
hastalığın hâlihazırda hayatları mahvetmesi, piyasaları bozması ve hükümetlerin
yetersizliğini ifşa etmesi gibi, siyasi ve iktisadi güç dengelerinde de kalıcı
değişimlere yol açacak” girişiyle başlayan yazı bundan sonra sözü düşünürlere
veriyor:
Güç ve
nüfuz nereye kayacak?
Yazıya
göre, Harvard Üniversitesi uluslararası ilişkiler profesörü Stephen
Walt, COVID-19 pandemisinin güç ve nüfuzun Batı’dan Doğu’ya kayışını
hızlandıracağı, milliyetçiliği pekiştireceği ve daha az açık, daha az müreffeh
ve daha az hür bir dünya doğuracağı kanaatinde:
“Pandemi
devleti güçlendirecek ve milliyetçiliği pekiştirecek. Her türden hükümet, bu
krizi yönetmek için acil durum önlemleri alacak ve birçoğu, kriz sona erdiğinde
elde ettiği bu yeni güçlerden vazgeçmeye razı olmayacak.
Ayrıca
COVID-19, güç ve nüfuzun Batı’dan Doğu’ya kayışını hızlandıracak. Güney Kore ve
Singapur salgına karşı en iyi tepkiyi verdi. Çin de ilk hatalarının ardından
toparlayarak iyi bir tepki gösterdi. Avrupa ve Amerika’nın tepkisi ise görece
yavaş ve gelişigüzeldi ve bu, Batı ‘marka’sının havasını daha da söndürdü.
Değişmeyecek
şey ise dünya siyasetinin temelde çatışmacı olan doğası. 1918-1919 grip salgını
da dahil geçmişteki salgınlar büyük güç rekabetini sona erdirmedi ya da yeni
bir küresel iş birliği çağını başlatmadı. COVID-19 da bunu yapamayacak.
Vatandaşlar kendilerini koruması için ulusal hükümetlerine yönelirken,
devletler ve şirketler gelecekteki zayıf noktalarını azaltmaya çalışırken aşırı
küreselleşmeden daha fazla çark edildiğini göreceğiz.
Kısaca
COVID-19, daha az açık, daha az müreffeh ve daha az hür bir dünya ortaya
çıkaracak. Gidişat bu şekilde olmak zorunda değildi; ancak ölümcül virüs,
yetersiz planlama ve beceriksiz liderliğin bir araya gelmesi insanlığı yeni ve
endişe verici bir yola soktu.”
İktisadi
küreselleşme son bulacak
Yazıya
göre, Chatham House Başkanı Robin Niblett, koronavirüsün
alışageldiğimiz iktisadi küreselleşmenin sonunu getireceğini düşünüyor:
“Koronavirüs
pandemisi, iktisadi küreselleşmede bardağı taşıran son damla olabilir. Çin’in
artan iktisadi ve askeri gücü, ABD’de Çin’i Amerikan kaynaklı yüksek teknolojiden
ve fikri mülkiyetten koparmak ve müttefikleri de aynı şeyi yapmaya zorlamak
noktasında çoktan hem Cumhuriyetçi hem Demokrat kanatta ortak bir kararlılığı
tetiklemişti. Karbon salınımını azaltma hedeflerine ulaşmak için kamuoyundan ve
siyasetten yükselen baskı, birçok şirketin uzak tedarik zincirlerine olan
bağımlılığını sorgulatmıştı. Şimdi COVID-19 hükümetleri, şirketleri ve
toplumları uzun süreli kendilerini iktisaden tecrit etme süreçleriyle başa
çıkma kapasitelerini güçlendirmeye zorluyor.
Bu
bağlamda dünyanın 21. yüzyılın başlarını tanımlayan ‘karşılıklı fayda sağlayan
küreselleşme’ fikrine geri dönmesi pek muhtemel görünmüyor. Müşterek
kazanımları koruma teşviki olmadan 20. yüzyılda kurulan küresel iktisadi
yönetişim mimarisi hızla dumura uğrayacak. Bundan sonra siyasi liderlerin
uluslararası iş birliğini sürdürmeleri ve açık bir jeopolitik rekabete
dönmemeleri muazzam bir soğukkanlılık gerektirecek.
Vatandaşlarına
COVID-19 krizini yönetebileceklerini kanıtlamaları liderlere biraz siyasi
sermaye sağlayacak. Ancak başarısız olanlar başarısızlıklarından ötürü
başkalarını suçlamanın cazibesine direnemeyecekler.”
Çin
merkezli küreselleşme mi?
Singapur
Milli Üniversitesi Asya Araştırmaları Enstitüsü kıdemli üyesi ve Çin
Kazandı mı? Amerikan Üstünlüğüne Çin’in Meydan Okuması kitabının
yazarı Kishore Mahbubani’ye göre, Çin merkezli bir küreselleşmeye
kayış hızlanacak:
“COVID-19
salgını, küresel iktisadi yönelimleri kökten değiştirmeyecek; sadece, çoktan başlamış
olan bir değişimi, yani ABD merkezli küreselleşmeden daha Çin merkezli bir
küreselleşmeye doğru kayışı hızlandıracak.
Bu
eğilim neden devam edecek? Çünkü Amerikan halkı küreselleşme ve uluslararası
ticarete olan inancını yitirdi. (…) Çin ise inancını hâlâ koruyor. (…) Bunun
altında daha derin tarihsel nedenler var. Çin liderleri bugün artık gayet iyi
biliyor ki ülkelerinin 1842’den 1949’a kadar süren aşağılanma yüzyılı, kendi
rehavetlerinin ve başlarındaki liderlerin dünyadan kendilerini koparmak için
beyhude çabalarının bir sonucuydu. Buna karşılık son on yıllar içinde yaşanan
iktisadi canlanma küresel angajmanın bir sonucuydu. Çin halkı bu süreçte
kültürel bir güven patlaması yaşadı. Artık her yerde rekabet edebileceklerine
inanıyorlar.
Sonuç
olarak, (…) ABD’nin iki seçeneği var. Eğer ki ana hedefi küresel üstünlüğünü
korumaksa, Çin ile siyasi ve iktisadi olarak sıfır toplamlı bir jeopolitik
yarışa girmek zorunda kalacak. Ancak eğer ABD’nin hedefi, sosyal şartları
kötüleşen Amerikan halkının refahını iyileştirmekse, Çin ile iş birliği yapması
gerekiyor. Akıllıca bir tavsiye, iş birliğinin daha iyi bir seçenek olacağını
ortaya koyuyor. Ama Çin’e yönelik zehirli Amerikan siyasi ortamı göz önüne
alındığında akıllıca tavsiye galip çıkmayabilir.”
Belki de
yeni bir tür uluslararasıcılık?
Uluslararası
ilişkiler teorisyeni ve Princeton Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası
İlişkiler profesörü G. John Ikenberry, tıpkı 1929 Büyük Buhranı
ertesinde olduğu gibi, milliyetçi bir tepkinin ardından demokrasilerin kabuğunu
kırarak yeni bir tür uluslararasıcılığı üreteceği ümidini besliyor:
“Kısa
vadede kriz, Batılı büyük strateji (grand strategy) tartışmasındaki
muhtelif bütün cenahları alevlendirecek. Milliyetçiler ve küreselleşme
karşıtları, Çin şahinleri ve hatta liberal uluslararasıcılar bile kendi
görüşlerinin kaçınılmazlığı noktasında yeni kanıtlar görecekler. Baş gösteren
iktisadi zararlar ve toplumsal çöküş göz önüne alındığında milliyetçiliğe,
büyük güç rekabetine, stratejik kopuşa ve benzerlerine doğru gidişatın
güçlendiğini görmemek zor.
Öte
yandan tıpkı 1930’lar ve 1940’larda olduğu gibi, -Franklin D. Roosevelt ve
diğer birkaç devlet adamının İkinci Dünya Savaşı’ndan önce ve savaş esnasında
dile getirmeye başladığına benzer türden- inatçı bir uluslararasıcılık da daha
yavaş gelişen bir karşı akım olabilir.
Dünya
ekonomisinin 1930’lardaki çöküşü, modern toplumların ne denli birbiriyle
bağlantılı ve Roosevelt’in deyimiyle ‘sirayet’e karşı ne kadar kırılgan
olduklarını göstermişti. (…) Roosevelt ve diğer uluslararasıcılar, -yeni koruma
biçimleri olan ve karşılıklı bağımlılığı çekip çevirme kapasitesine sahip- açık
bir sistemi yeniden inşa edecek savaş sonrası bir düzeni ortaya çıkardılar. (…)
Dolayısıyla
ABD ve diğer Batı demokrasileri, ardı ardına gelen kırılganlık duygusunun
harekete geçirdiği aynı tepkiler silsilesinden geçebilir. Başlangıçta tepki
daha milliyetçi olabilir; ancak uzun vadede demokrasiler, yeni bir tür
pragmatik ve koruyucu uluslararasıcılık çeşidi bulmak için kabuklarını
kıracaklar.”
Yeni
üretim modelleri ortaya çıkabilir mi?
Dış
İlişkiler Konseyi başkan yardımcısı ve Latin Amerika Araştırmaları kıdemli
üyesi Shannon K. O’Neil, pandeminin küresel üretimin temel
ilkelerinin altını oyacağını, kârlar düşerken arz istikrarının artacağını öngörüyor:
“COVID-19
küresel üretimin temel ilkelerinin altını oyuyor. Şirketler artık üretime
egemen olan çok-aşamalı, çok-ülkeli tedarik zincirlerini yeniden düşünecek ve
küçülecek.
Küresel
tedarik zincirleri, -artan Çinli işgücü maliyetleri, Amerikan Başkanı Donald
Trump’ın ticaret savaşı ve robot teknolojisi, otomasyon ve 3D baskıdaki
ilerlemeler yüzünden- iktisaden ve -bilhassa olgun ekonomilerde gerçek ve
algılanan iş kayıpları nedeniyle- siyaseten zaten topa tutulmaktaydı. COVID-19
şimdi bu bağlantıların birçoğunu kırdı: Hastalığın bulaştığı bölgelerde
fabrikaların kapanması, diğer üreticilerin yanı sıra hastaneleri, eczaneleri,
süpermarketleri ve perakende mağazalarını stoksuz ve ürünsüz bıraktı.
Küresel
salgının diğer tarafında yaşanacak gelişmeler ise, daha fazla şirketin,
tedariklerinin nereden geldiği hakkında daha fazla bilgi sahibi olmayı talep
etmesi ve verimlilik yerine fazlalığı yeğlemesi olacak. Hükümetler de müdahale
ederek stratejik saydıkları endüstrileri yurt içinde takviye edici yedek planları
ve rezervleri olmaya zorlayacak. Kârlılık düşecek, ancak arz istikrarı
yükselecek.”
Daha
fakir ve daha vasat bir dünya mı?
Brookings
Enstitüsü-Hindistan’ın kıdemli üyesi ve Hindistan Başbakanı Manmohan Singh’in
eski milli güvenlik müsteşarı Shivshankar Menon’a göre, daha fakir,
daha vasat ve daha küçük bir dünyaya doğru gidiyoruz; ama umudun ve aklıselimin
işaretleri hâlâ var:
“Henüz
ilk günler olmakla birlikte üç şey aşikar: Birincisi, koronavirüs pandemisi,
devletlerin hem kendi içinde hem de birbirleriyle olan politikalarını
değiştirecek. (…) Hükümetlerin salgını ve iktisadi etkilerini aşmada
göstereceği göreli başarı, güvenlik meselelerini ve toplumların içindeki son
kutuplaşmayı ya şiddetlendirecek ya da dindirecek. Her iki durumda da hükümetler
geri dönüyor. Şimdiye kadarki tecrübe, otoriter veya popülist yönetimlerin
pandemiyi ele alma noktasında daha iyi olmadıklarını gösterdi. Gerçekten de
Kore ve Tayvan gibi erken ve başarılı tepki veren ülkeler demokrasilerdi,
popülist veya otoriter liderlerin yönettiği rejimler değil
İkincisi,
bu henüz birbirine bağlı bir dünyanın sonu değil. Salgının bizzat kendisi
karşılıklı bağımlılığımızın bir kanıtı. Ancak tüm yönetim şekillerinde zaten
bir kendi içine dönüş, bir özerklik ve kendi kaderini kontrol arayışı vardı.
Şimdi daha fakir, daha vasat ve daha küçük bir dünyaya doğru gidiyoruz.
Son
olarak, umudun ve aklıselimin işaretleri de var. Hindistan, tehdide karşı ortak
bir bölgesel mukabele için tüm Güney Asya liderlerini bir video konferansla bir
araya getirme girişiminde bulundu. Eğer ki pandemi, bizi sarsar da gerçek
çıkarımızın karşı karşıya olduğumuz büyük küresel meselelerde çok-taraflı iş
birliğinde olduğunu kabul etmemizi sağlarsa, faydalı bir amaca hizmet eder.”
Neo-liberalizm
bitmeyebilir
1990’lı
yıllarda ABD’de Ulusal İstihbarat Konseyi başkanlığı ve Savunma Bakanlığı
müsteşarlığı yapan, uluslararası ilişkilerde neoliberalizmin kuramcılarından
Harvard Üniversitesi profesörü Joseph S. Nye Jr. COVID-19’un
Trump’ın ulusal güvenlik stratejinin yetersizliğini gözler önüne serdiğini,
Amerikan gücünün yeni bir stratejiye ihtiyacı olduğunu vurguluyor:
“ABD
Başkanı Donald Trump 2017’de büyük güç rekabetine odaklanan yeni bir ulusal
güvenlik stratejisi açıklamıştı. COVID-19 bu stratejinin yetersizliğini gösterdi.
ABD büyük güç olmayı sürdürse bile tek başına hareket ederek güvenliğini
koruyamaz.
Richard
Danzig meseleyi 2018’de şöyle özetlemişti: ‘21. yüzyıl teknolojileri, sadece
yayılması değil, sonuçları bakımından da küresel. Patojenler [yani hastalığa
neden olan her türlü organizma ve madde], yapay zeka sistemleri, bilgisayar
virüsleri ve başkalarının kazara yayabileceği radyasyon onlar kadar bizim de
sorunumuz olabilir. Üzerinde uzlaşılan raporlama sistemleri, müşterek
kontroller, ortak acil durum planları, normlar ve antlaşmalar sayısız müşterek
risklerimizi hafifletmenin bir yolu kılınmalı.’
COVID-19
ve iklim değişikliği gibi ulusüstü tehditler, diğer ulusların üzerinde bir
Amerikan gücünü tasarlamanın yeterli olmadığını, başarının anahtarının
başkalarıyla birlikte gücün önemini öğrenmek olduğunu gösteriyor. (…) COVID-19,
stratejimizi bu yeni dünyaya uyarlamakta başarısız kaldığımızın bir
göstergesi.”
Hayal
bile edemeyeceğimiz değişiklikler
Brookings
Enstitüsü başkanı ve Amerikan Deniz Piyade Birliğinden emekli, Afganistan’daki
Amerikan birliklerinin ve NATO’ya bağlı ISAF’ın eski komutanı Orgeneral John
Allen, uluslararası güç yapılanmasının hayal edemeyeceğimiz şekilde
değişeceği; uluslararası sistemin istikrarsızlığa ve hem ülkeler içinde hem de
ülkeler arasında yaygın çatışmalara yol açacağı kanaatinde:
“Her
zaman olduğu gibi tarih, COVID-19 krizinin ‘muzafferleri’ tarafından yazılacak.
(…) Hem kendi özgün siyasi ve iktisadi sistemleri sayesinde hem de kamu sağlığı
bakımından sonuna kadar direnebilen ülkeler, kaçınılmaz olarak, farklı ve daha
yıkıcı bir sonuç yaşayan ülkelere karşı başarı iddiasında bulunacak. Bazıları
bunu demokrasinin, çok-taraflılığın ve herkesi kapsayan sağlık hizmetlerinin
büyük ve kesin bir zaferi olarak görecek. Diğerleri ise bunu kararlı ve
otoriter yönetimin aleni ‘faydaları’nın bir göstergesi sayacak.
Her iki
durumda da bu kriz, uluslararası güç yapılanmasını hayal edemeyeceğimiz şekilde
değiştirecek. COVID-19, iktisadi faaliyetleri azaltmaya ve ülkeler arasındaki
gerginliği artırmaya devam edecek. Uzun vadede pandemi, özellikle işletmeler
kapanırsa ve bireyler işgücünden ayrılırsa, küresel ekonominin üretme
kapasitesini önemli ölçüde düşürecek. Bu altüst olma riski, özellikle hem
gelişmekte olan hem de büyük oranda iktisaden savunmasız çalışanlara sahip
diğer ülkeler için çok büyük. Dolayısıyla uluslararası sistem de büyük bir
baskı altında kalarak istikrarsızlığa ve hem ülkeler içinde hem de ülkeler
arasında yaygın çatışmalara yol açacak.”
Küresel
kapitalizmde dramatik yeni aşama
Dış
İlişkiler Konseyi küresel sağlık eski kıdemli uzman ve Pulitzer Ödülü sahibi
bilim yazarı Laurie Garrett’e göre COVID-19, patojenlerin sadece
insanlara bulaşmakla kalmayıp küresel tedarik zincirlerini ve dağıtım ağlarını
da zehirlediğini kanıtladı; artık küresel kapitalizmde dramatik bir yeni
aşamaya geçilebilir:
“Dünyadaki
mali ve iktisadi sisteme yönelik esas şok, küresel tedarik zincirlerinin ve
dağıtım ağlarının, işleyişteki bozulmaya karşı derinden kırılganlığının resmen
kabulü oldu. Dolayısıyla koronavirüs pandemisinin sadece uzun süreli iktisadi
etkileri olmakla kalmayacak, daha köklü bir değişikliğe de yol açacak.
Küreselleşme,
-şirketlerin depolama maliyetlerini bypass ederek- üretimi dünyanın dört bir
yanına yaymalarına ve ürünlerini piyasada tam zamanında (just-in-time) esasına
dayalı dağıtmalarına imkan tanımıştı. Birkaç günden fazla raflarda duran
stoklar piyasa başarısızlığı olarak görülüyordu. Arz, küresel düzeyde
dikkatlice ayarlanarak tedarik ve sevk edilmeliydi. COVID-19, patojenlerin
sadece insanlara bulaşmakla kalmayıp aynı zamanda tam zamanında [üretim ve
dağıtım] sistemleri[ni] de zehirleyebileceğini kanıtladı.
Dünyanın
şubat ayından bu yana yaşadığı mali piyasa kayıplarının ölçeği göz önüne
alındığında şirketler, bu pandemiden sonra artık tam zamanında modeline ve
dünyaya yayılan üretim biçimine tamamen güvensizlik duyacak. Sonuç, gelecekteki
işleyiş bozukluklarına karşı koruma sağlamak için küresel kapitalizmde, tedarik
zincirlerinin ülkeye yaklaştırıldığı ve ihtiyaç fazlalıklarıyla doldurulduğu
dramatik bir yeni aşama olabilir. Bu, şirketlerin kısa vadeli kârlarını
azaltabilir ama tüm sistemi daha dirençli hale getirecektir.”
Hükümetler
içe mi dönecek?
Dış
İlişkiler Konseyi başkanı ve Kargaşa İçinde Bir Dünya: Amerikan Dış
Politikası ve Eski Düzenin Krizi kitabının yazarı Richard N.
Haass’a göre hükümetler dışarıyı bırakıp kendi içlerine yönelecek, zayıf ve
çökmüş devletler olgusu yayılacak:
“(…)
Koronavirüs krizinin en azından birkaç yıl boyunca çoğu hükümetin dışarıya
değil kendi sınırlarında cereyan eden gelişmelere odaklanarak içeriye dönmesine
yol açacağını düşünüyorum. Beklentilerim şu yönde: Tedarik zinciri kırılganlığı
göz önüne alındığında, en uygun/gerekli olanları seçerek kendi kendine
yeterlilik (ve sonuç olarak ayrışma) yönünde daha büyük adımlar atılacak.
Kitlesel göçlere karşı daha fazla muhalefet olacak. Kaynakları -ülke içini
yeniden inşa etmek ve krizin iktisadi sonuçlarıyla başa çıkmak için- ayırma
ihtiyacı dikkate alındığında, bölgesel veya (iklim değişikliği dahil) küresel
sorunlarla uğraşma istekliliği veya taahhüdü azalacak.
Devletlerin
zayıflığı ve çökmüş devletler olgusunun dünyanın daha yaygın bir özelliği
haline gelmesiyle birlikte, birçok ülkenin krizden kurtularak eski günlere
dönmekte zorluk çekeceğini düşünüyorum. Bu kriz, Çin-Amerikan ilişkilerinde
zaten süregelen bozulmaya ve Avrupa entegrasyonunun zayıflamasına katkıda
bulunabilir. Olumlu tarafı ise küresel halk sağlığı yönetişiminin az da olsa
güçlendiğini görecek olmamız. Ancak genel olarak, küreselleşmeden kaynaklanan
bir kriz, dünyanın bununla başa çıkma istekliliğine ve becerisine katkıda
bulunmak yerine zayıflayacak.”
Uluslararası
iş birliği için umut var mı?
Uluslararası
Stratejik Araştırmalar Enstitüsü (IISS) başkan yardımcısı Kori Schake,
ABD’nin liderlik sınavında başarısız olduğu kanaatinde:
“Hükümetinin
dar şahsi çıkarları ve acemice yetersizlikleri yüzünden bundan böyle ABD
uluslararası bir lider olarak görülmeyecek. Bu salgının küresel etkileri, (…)
uluslararası kuruluşlara daha fazla ve daha erken bilgi sağlayarak büyük ölçüde
hafifletilebilir ve (…) buna ABD öncülük edebilirdi. Washington liderlik
sınavında başarısız oldu ve dünya bu yüzden daha kötü durumda.”
Harvard
Üniversitesi diplomasi ve uluslararası siyaset profesörü, Aspen Strateji Grubu
başkanı ve Amerikan Dışişleri Bakanlığı Siyasi İşler eski müsteşarı Nicholas
Burns’e göre, uluslararası sistemi ve güç dengesini kalıcı olarak
değiştirebilecek 21. yüzyılın en büyük küresel krizini yaşıyoruz, ama yine de
bir umut var:
“COVID-19
salgını 21. yüzyılın en büyük küresel krizi. Derinliği ve ölçeği muazzam. Bu
halk sağlığı krizi dünya üzerindeki 7,8 milyar insanın her birini tehdit
ediyor. Mali ve iktisadi kriz, etkileri bakımından 2008-2009 Büyük
Durgunluğu’nu aşabilir. Her kriz başlı başına, o bildiğimiz uluslararası
sistemi ve güç dengesini kalıcı olarak değiştiren sismik bir şoku
tetikleyebilir.
Bugüne
kadar uluslararası iş birliği ne yazık ki yetersiz kaldı. Dünyanın en güçlü
ülkeleri olan ABD ve Çin, kimin krizden sorumlu olduğu konusundaki ağız
dalaşını bir kenara bırakmaz ve daha etkili bir şekilde liderlik etmezlerse,
her iki ülkenin de inandırıcılığı ve güvenilirliği önemli ölçüde azalabilir.
Avrupa Birliği eğer ki 500 milyon vatandaşına daha nokta atışı yardımlar
sağlayamazsa gelecekte ulusal hükümetler Brüksel’e devredilmiş güç ve yetkilerinin
daha fazlasını geri alabilir. ABD’de federal hükümetin krizi yavaşlatmak için
etkili tedbirler alma becerisi ise en tehlikeli mevzu.
Bununla
birlikte her ülkede sebat, etkinlik ve liderlik gösteren insan ruhunun
-doktorların, hemşirelerin, siyasi liderlerin ve sıradan vatandaşların- gücünü
gösteren birçok örnek var. Bu da dünyanın dört bir yanındaki insanların bu
olağanüstü meydan okumayı yenebileceği konusunda umut veriyor.”
Düşünürler
küresel siyasi ve iktisadi düzendeki muhtemel değişimleri ele almışlar. Küresel
düzendeki değişimlerin bölgesel ve ulusal alanlara da ciddi yansımaları
olacağını biz de bir not olarak düşelim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder