26 Mart 2020 Perşembe

KORONAVİRÜS PANDEMİSİ SONRASI NASIL BİR DÜNYA GÖRECEĞİZ?




KORONAVİRÜS PANDEMİSİ SONRASI NASIL BİR DÜNYA GÖRECEĞİZ?

John Allen, Nicholas Burns, Laurie Garrett, Richard Haass, John Ikenberry, Kishore Mahbubani, Shivshankar Menon, Robin Niblett, Joseph S. Nye Jr., Shannon K. O’Neil, Kori Schake, Stephen M. Walt 

Foreign Policy, 20 Mart 2020

Tercüme ve editoryal katkı: Zahide Tuba Kor

NOT: Bu özet tercüme Fikir Turu web sitesinde 24.3.2020 tarihinde yayınlanmıştır.

İngilizcesi “How the World Will Look After the Coronavirus Pandemic” başlığıyla yayınlanan yazının tamamını okumak için TIKLAYINIZ

NOT: Blogda yer alan 800 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.
Kaynak göstermeden blogdaki yazı, tercüme ve infografikleri kullanmamanız önemle rica olunur.


Özet: Hemen herkes koronavirüs salgını sonrası, dünyanın bir daha eski dünya olmayacağını, uluslararası sistemin, devletlerin ve ekonominin kalıcı bir biçimde dönüşeceğini düşünüyor. İşte siyaset felsefecilerinin geleceğimiz hakkındaki düşünceleri…

Koronavirüs pandemisinin ilk şoku altında genellikle işin sağlık boyutu ve vatandaşlar olarak ne gibi tedbirler almamız gerektiği tartışılıyor. Ancak hem muazzam teknolojik ilerlemelerin hem de 2008 küresel ekonomik krizinin etkisiyle 1945 sonrası kurulan uluslararası sistemin derinden sarsıldığı, siyasetin sorun çözücü bir mekanizma olmaktan çıktığı ve yeni bir yönetişim modeline ihtiyaç duyulduğu bir dönemde patlak veren bu yeni krizin öyle siyasi, iktisadi ve toplumsal sonuçları olacak ki dünya tarihine önemli kırılma anlarından biri olarak geçecek. Bireylerin de, toplumların da, devletlerin de alışkanlıkları ve refleksleri değişecek. Peki, dünya bundan sonra nereye evrilecek?
Foreign Policy dergisi, pandemi sonrası küresel düzenin alacağı şekle dair tahminlerini, teorik veya pratik olarak küresel siyasetle ve sistemle yakından ilgilenen dünyanın önde gelen 12 düşünürüne sorarak bir yazı yayınladı.
“Tıpkı 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılması veya 2008’de Lehman Brothers’ın çöküşü gibi, koronavirüs pandemisi de bugünden her şeyi öngöremeyeceğimiz geniş çaplı sonuçlarıyla dünyayı yerinden oynatan bir gelişme. Ama şurası kesin: Tıpkı bu hastalığın hâlihazırda hayatları mahvetmesi, piyasaları bozması ve hükümetlerin yetersizliğini ifşa etmesi gibi, siyasi ve iktisadi güç dengelerinde de kalıcı değişimlere yol açacak” girişiyle başlayan yazı bundan sonra sözü düşünürlere veriyor:

Güç ve nüfuz nereye kayacak?
Yazıya göre, Harvard Üniversitesi uluslararası ilişkiler profesörü Stephen Walt, COVID-19 pandemisinin güç ve nüfuzun Batı’dan Doğu’ya kayışını hızlandıracağı, milliyetçiliği pekiştireceği ve daha az açık, daha az müreffeh ve daha az hür bir dünya doğuracağı kanaatinde:
“Pandemi devleti güçlendirecek ve milliyetçiliği pekiştirecek. Her türden hükümet, bu krizi yönetmek için acil durum önlemleri alacak ve birçoğu, kriz sona erdiğinde elde ettiği bu yeni güçlerden vazgeçmeye razı olmayacak.
Ayrıca COVID-19, güç ve nüfuzun Batı’dan Doğu’ya kayışını hızlandıracak. Güney Kore ve Singapur salgına karşı en iyi tepkiyi verdi. Çin de ilk hatalarının ardından toparlayarak iyi bir tepki gösterdi. Avrupa ve Amerika’nın tepkisi ise görece yavaş ve gelişigüzeldi ve bu, Batı ‘marka’sının havasını daha da söndürdü.
Değişmeyecek şey ise dünya siyasetinin temelde çatışmacı olan doğası. 1918-1919 grip salgını da dahil geçmişteki salgınlar büyük güç rekabetini sona erdirmedi ya da yeni bir küresel iş birliği çağını başlatmadı. COVID-19 da bunu yapamayacak. Vatandaşlar kendilerini koruması için ulusal hükümetlerine yönelirken, devletler ve şirketler gelecekteki zayıf noktalarını azaltmaya çalışırken aşırı küreselleşmeden daha fazla çark edildiğini göreceğiz.
Kısaca COVID-19, daha az açık, daha az müreffeh ve daha az hür bir dünya ortaya çıkaracak. Gidişat bu şekilde olmak zorunda değildi; ancak ölümcül virüs, yetersiz planlama ve beceriksiz liderliğin bir araya gelmesi insanlığı yeni ve endişe verici bir yola soktu.”

İktisadi küreselleşme son bulacak
Yazıya göre, Chatham House Başkanı Robin Niblett, koronavirüsün alışageldiğimiz iktisadi küreselleşmenin sonunu getireceğini düşünüyor:
“Koronavirüs pandemisi, iktisadi küreselleşmede bardağı taşıran son damla olabilir. Çin’in artan iktisadi ve askeri gücü, ABD’de Çin’i Amerikan kaynaklı yüksek teknolojiden ve fikri mülkiyetten koparmak ve müttefikleri de aynı şeyi yapmaya zorlamak noktasında çoktan hem Cumhuriyetçi hem Demokrat kanatta ortak bir kararlılığı tetiklemişti. Karbon salınımını azaltma hedeflerine ulaşmak için kamuoyundan ve siyasetten yükselen baskı, birçok şirketin uzak tedarik zincirlerine olan bağımlılığını sorgulatmıştı. Şimdi COVID-19 hükümetleri, şirketleri ve toplumları uzun süreli kendilerini iktisaden tecrit etme süreçleriyle başa çıkma kapasitelerini güçlendirmeye zorluyor.
Bu bağlamda dünyanın 21. yüzyılın başlarını tanımlayan ‘karşılıklı fayda sağlayan küreselleşme’ fikrine geri dönmesi pek muhtemel görünmüyor. Müşterek kazanımları koruma teşviki olmadan 20. yüzyılda kurulan küresel iktisadi yönetişim mimarisi hızla dumura uğrayacak. Bundan sonra siyasi liderlerin uluslararası iş birliğini sürdürmeleri ve açık bir jeopolitik rekabete dönmemeleri muazzam bir soğukkanlılık gerektirecek.
Vatandaşlarına COVID-19 krizini yönetebileceklerini kanıtlamaları liderlere biraz siyasi sermaye sağlayacak. Ancak başarısız olanlar başarısızlıklarından ötürü başkalarını suçlamanın cazibesine direnemeyecekler.”

Çin merkezli küreselleşme mi?
Singapur Milli Üniversitesi Asya Araştırmaları Enstitüsü kıdemli üyesi ve Çin Kazandı mı? Amerikan Üstünlüğüne Çin’in Meydan Okuması kitabının yazarı Kishore Mahbubani’ye göre, Çin merkezli bir küreselleşmeye kayış hızlanacak:
“COVID-19 salgını, küresel iktisadi yönelimleri kökten değiştirmeyecek; sadece, çoktan başlamış olan bir değişimi, yani ABD merkezli küreselleşmeden daha Çin merkezli bir küreselleşmeye doğru kayışı hızlandıracak.
Bu eğilim neden devam edecek? Çünkü Amerikan halkı küreselleşme ve uluslararası ticarete olan inancını yitirdi. (…) Çin ise inancını hâlâ koruyor. (…) Bunun altında daha derin tarihsel nedenler var. Çin liderleri bugün artık gayet iyi biliyor ki ülkelerinin 1842’den 1949’a kadar süren aşağılanma yüzyılı, kendi rehavetlerinin ve başlarındaki liderlerin dünyadan kendilerini koparmak için beyhude çabalarının bir sonucuydu. Buna karşılık son on yıllar içinde yaşanan iktisadi canlanma küresel angajmanın bir sonucuydu. Çin halkı bu süreçte kültürel bir güven patlaması yaşadı. Artık her yerde rekabet edebileceklerine inanıyorlar.
Sonuç olarak, (…) ABD’nin iki seçeneği var. Eğer ki ana hedefi küresel üstünlüğünü korumaksa, Çin ile siyasi ve iktisadi olarak sıfır toplamlı bir jeopolitik yarışa girmek zorunda kalacak. Ancak eğer ABD’nin hedefi, sosyal şartları kötüleşen Amerikan halkının refahını iyileştirmekse, Çin ile iş birliği yapması gerekiyor. Akıllıca bir tavsiye, iş birliğinin daha iyi bir seçenek olacağını ortaya koyuyor. Ama Çin’e yönelik zehirli Amerikan siyasi ortamı göz önüne alındığında akıllıca tavsiye galip çıkmayabilir.”

Belki de yeni bir tür uluslararasıcılık?
Uluslararası ilişkiler teorisyeni ve Princeton Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler profesörü G. John Ikenberry, tıpkı 1929 Büyük Buhranı ertesinde olduğu gibi, milliyetçi bir tepkinin ardından demokrasilerin kabuğunu kırarak yeni bir tür uluslararasıcılığı üreteceği ümidini besliyor:
“Kısa vadede kriz, Batılı büyük strateji (grand strategy) tartışmasındaki muhtelif bütün cenahları alevlendirecek. Milliyetçiler ve küreselleşme karşıtları, Çin şahinleri ve hatta liberal uluslararasıcılar bile kendi görüşlerinin kaçınılmazlığı noktasında yeni kanıtlar görecekler. Baş gösteren iktisadi zararlar ve toplumsal çöküş göz önüne alındığında milliyetçiliğe, büyük güç rekabetine, stratejik kopuşa ve benzerlerine doğru gidişatın güçlendiğini görmemek zor.
Öte yandan tıpkı 1930’lar ve 1940’larda olduğu gibi, -Franklin D. Roosevelt ve diğer birkaç devlet adamının İkinci Dünya Savaşı’ndan önce ve savaş esnasında dile getirmeye başladığına benzer türden- inatçı bir uluslararasıcılık da daha yavaş gelişen bir karşı akım olabilir.
Dünya ekonomisinin 1930’lardaki çöküşü, modern toplumların ne denli birbiriyle bağlantılı ve Roosevelt’in deyimiyle ‘sirayet’e karşı ne kadar kırılgan olduklarını göstermişti. (…) Roosevelt ve diğer uluslararasıcılar, -yeni koruma biçimleri olan ve karşılıklı bağımlılığı çekip çevirme kapasitesine sahip- açık bir sistemi yeniden inşa edecek savaş sonrası bir düzeni ortaya çıkardılar. (…)
Dolayısıyla ABD ve diğer Batı demokrasileri, ardı ardına gelen kırılganlık duygusunun harekete geçirdiği aynı tepkiler silsilesinden geçebilir. Başlangıçta tepki daha milliyetçi olabilir; ancak uzun vadede demokrasiler, yeni bir tür pragmatik ve koruyucu uluslararasıcılık çeşidi bulmak için kabuklarını kıracaklar.”

Yeni üretim modelleri ortaya çıkabilir mi?
Dış İlişkiler Konseyi başkan yardımcısı ve Latin Amerika Araştırmaları kıdemli üyesi Shannon K. O’Neil, pandeminin küresel üretimin temel ilkelerinin altını oyacağını, kârlar düşerken arz istikrarının artacağını öngörüyor:
“COVID-19 küresel üretimin temel ilkelerinin altını oyuyor. Şirketler artık üretime egemen olan çok-aşamalı, çok-ülkeli tedarik zincirlerini yeniden düşünecek ve küçülecek.
Küresel tedarik zincirleri, -artan Çinli işgücü maliyetleri, Amerikan Başkanı Donald Trump’ın ticaret savaşı ve robot teknolojisi, otomasyon ve 3D baskıdaki ilerlemeler yüzünden- iktisaden ve -bilhassa olgun ekonomilerde gerçek ve algılanan iş kayıpları nedeniyle- siyaseten zaten topa tutulmaktaydı. COVID-19 şimdi bu bağlantıların birçoğunu kırdı: Hastalığın bulaştığı bölgelerde fabrikaların kapanması, diğer üreticilerin yanı sıra hastaneleri, eczaneleri, süpermarketleri ve perakende mağazalarını stoksuz ve ürünsüz bıraktı.
Küresel salgının diğer tarafında yaşanacak gelişmeler ise, daha fazla şirketin, tedariklerinin nereden geldiği hakkında daha fazla bilgi sahibi olmayı talep etmesi ve verimlilik yerine fazlalığı yeğlemesi olacak. Hükümetler de müdahale ederek stratejik saydıkları endüstrileri yurt içinde takviye edici yedek planları ve rezervleri olmaya zorlayacak. Kârlılık düşecek, ancak arz istikrarı yükselecek.”

Daha fakir ve daha vasat bir dünya mı?
Brookings Enstitüsü-Hindistan’ın kıdemli üyesi ve Hindistan Başbakanı Manmohan Singh’in eski milli güvenlik müsteşarı Shivshankar Menon’a göre, daha fakir, daha vasat ve daha küçük bir dünyaya doğru gidiyoruz; ama umudun ve aklıselimin işaretleri hâlâ var:
“Henüz ilk günler olmakla birlikte üç şey aşikar: Birincisi, koronavirüs pandemisi, devletlerin hem kendi içinde hem de birbirleriyle olan politikalarını değiştirecek. (…) Hükümetlerin salgını ve iktisadi etkilerini aşmada göstereceği göreli başarı, güvenlik meselelerini ve toplumların içindeki son kutuplaşmayı ya şiddetlendirecek ya da dindirecek. Her iki durumda da hükümetler geri dönüyor. Şimdiye kadarki tecrübe, otoriter veya popülist yönetimlerin pandemiyi ele alma noktasında daha iyi olmadıklarını gösterdi. Gerçekten de Kore ve Tayvan gibi erken ve başarılı tepki veren ülkeler demokrasilerdi, popülist veya otoriter liderlerin yönettiği rejimler değil
İkincisi, bu henüz birbirine bağlı bir dünyanın sonu değil. Salgının bizzat kendisi karşılıklı bağımlılığımızın bir kanıtı. Ancak tüm yönetim şekillerinde zaten bir kendi içine dönüş, bir özerklik ve kendi kaderini kontrol arayışı vardı. Şimdi daha fakir, daha vasat ve daha küçük bir dünyaya doğru gidiyoruz.
Son olarak, umudun ve aklıselimin işaretleri de var. Hindistan, tehdide karşı ortak bir bölgesel mukabele için tüm Güney Asya liderlerini bir video konferansla bir araya getirme girişiminde bulundu. Eğer ki pandemi, bizi sarsar da gerçek çıkarımızın karşı karşıya olduğumuz büyük küresel meselelerde çok-taraflı iş birliğinde olduğunu kabul etmemizi sağlarsa, faydalı bir amaca hizmet eder.”

Neo-liberalizm bitmeyebilir
1990’lı yıllarda ABD’de Ulusal İstihbarat Konseyi başkanlığı ve Savunma Bakanlığı müsteşarlığı yapan, uluslararası ilişkilerde neoliberalizmin kuramcılarından Harvard Üniversitesi profesörü Joseph S. Nye Jr. COVID-19’un Trump’ın ulusal güvenlik stratejinin yetersizliğini gözler önüne serdiğini, Amerikan gücünün yeni bir stratejiye ihtiyacı olduğunu vurguluyor:
“ABD Başkanı Donald Trump 2017’de büyük güç rekabetine odaklanan yeni bir ulusal güvenlik stratejisi açıklamıştı. COVID-19 bu stratejinin yetersizliğini gösterdi. ABD büyük güç olmayı sürdürse bile tek başına hareket ederek güvenliğini koruyamaz.
Richard Danzig meseleyi 2018’de şöyle özetlemişti: ‘21. yüzyıl teknolojileri, sadece yayılması değil, sonuçları bakımından da küresel. Patojenler [yani hastalığa neden olan her türlü organizma ve madde], yapay zeka sistemleri, bilgisayar virüsleri ve başkalarının kazara yayabileceği radyasyon onlar kadar bizim de sorunumuz olabilir. Üzerinde uzlaşılan raporlama sistemleri, müşterek kontroller, ortak acil durum planları, normlar ve antlaşmalar sayısız müşterek risklerimizi hafifletmenin bir yolu kılınmalı.’
COVID-19 ve iklim değişikliği gibi ulusüstü tehditler, diğer ulusların üzerinde bir Amerikan gücünü tasarlamanın yeterli olmadığını, başarının anahtarının başkalarıyla birlikte gücün önemini öğrenmek olduğunu gösteriyor. (…) COVID-19, stratejimizi bu yeni dünyaya uyarlamakta başarısız kaldığımızın bir göstergesi.”

Hayal bile edemeyeceğimiz değişiklikler
Brookings Enstitüsü başkanı ve Amerikan Deniz Piyade Birliğinden emekli, Afganistan’daki Amerikan birliklerinin ve NATO’ya bağlı ISAF’ın eski komutanı Orgeneral John Allen, uluslararası güç yapılanmasının hayal edemeyeceğimiz şekilde değişeceği; uluslararası sistemin istikrarsızlığa ve hem ülkeler içinde hem de ülkeler arasında yaygın çatışmalara yol açacağı kanaatinde:
“Her zaman olduğu gibi tarih, COVID-19 krizinin ‘muzafferleri’ tarafından yazılacak. (…) Hem kendi özgün siyasi ve iktisadi sistemleri sayesinde hem de kamu sağlığı bakımından sonuna kadar direnebilen ülkeler, kaçınılmaz olarak, farklı ve daha yıkıcı bir sonuç yaşayan ülkelere karşı başarı iddiasında bulunacak. Bazıları bunu demokrasinin, çok-taraflılığın ve herkesi kapsayan sağlık hizmetlerinin büyük ve kesin bir zaferi olarak görecek. Diğerleri ise bunu kararlı ve otoriter yönetimin aleni ‘faydaları’nın bir göstergesi sayacak.
Her iki durumda da bu kriz, uluslararası güç yapılanmasını hayal edemeyeceğimiz şekilde değiştirecek. COVID-19, iktisadi faaliyetleri azaltmaya ve ülkeler arasındaki gerginliği artırmaya devam edecek. Uzun vadede pandemi, özellikle işletmeler kapanırsa ve bireyler işgücünden ayrılırsa, küresel ekonominin üretme kapasitesini önemli ölçüde düşürecek. Bu altüst olma riski, özellikle hem gelişmekte olan hem de büyük oranda iktisaden savunmasız çalışanlara sahip diğer ülkeler için çok büyük. Dolayısıyla uluslararası sistem de büyük bir baskı altında kalarak istikrarsızlığa ve hem ülkeler içinde hem de ülkeler arasında yaygın çatışmalara yol açacak.”

Küresel kapitalizmde dramatik yeni aşama
Dış İlişkiler Konseyi küresel sağlık eski kıdemli uzman ve Pulitzer Ödülü sahibi bilim yazarı Laurie Garrett’e göre COVID-19, patojenlerin sadece insanlara bulaşmakla kalmayıp küresel tedarik zincirlerini ve dağıtım ağlarını da zehirlediğini kanıtladı; artık küresel kapitalizmde dramatik bir yeni aşamaya geçilebilir:
“Dünyadaki mali ve iktisadi sisteme yönelik esas şok, küresel tedarik zincirlerinin ve dağıtım ağlarının, işleyişteki bozulmaya karşı derinden kırılganlığının resmen kabulü oldu. Dolayısıyla koronavirüs pandemisinin sadece uzun süreli iktisadi etkileri olmakla kalmayacak, daha köklü bir değişikliğe de yol açacak.
Küreselleşme, -şirketlerin depolama maliyetlerini bypass ederek- üretimi dünyanın dört bir yanına yaymalarına ve ürünlerini piyasada tam zamanında (just-in-time) esasına dayalı dağıtmalarına imkan tanımıştı. Birkaç günden fazla raflarda duran stoklar piyasa başarısızlığı olarak görülüyordu. Arz, küresel düzeyde dikkatlice ayarlanarak tedarik ve sevk edilmeliydi. COVID-19, patojenlerin sadece insanlara bulaşmakla kalmayıp aynı zamanda tam zamanında [üretim ve dağıtım] sistemleri[ni] de zehirleyebileceğini kanıtladı.
Dünyanın şubat ayından bu yana yaşadığı mali piyasa kayıplarının ölçeği göz önüne alındığında şirketler, bu pandemiden sonra artık tam zamanında modeline ve dünyaya yayılan üretim biçimine tamamen güvensizlik duyacak. Sonuç, gelecekteki işleyiş bozukluklarına karşı koruma sağlamak için küresel kapitalizmde, tedarik zincirlerinin ülkeye yaklaştırıldığı ve ihtiyaç fazlalıklarıyla doldurulduğu dramatik bir yeni aşama olabilir. Bu, şirketlerin kısa vadeli kârlarını azaltabilir ama tüm sistemi daha dirençli hale getirecektir.”

Hükümetler içe mi dönecek?
Dış İlişkiler Konseyi başkanı ve Kargaşa İçinde Bir Dünya: Amerikan Dış Politikası ve Eski Düzenin Krizi kitabının yazarı Richard N. Haass’a göre hükümetler dışarıyı bırakıp kendi içlerine yönelecek, zayıf ve çökmüş devletler olgusu yayılacak:
“(…) Koronavirüs krizinin en azından birkaç yıl boyunca çoğu hükümetin dışarıya değil kendi sınırlarında cereyan eden gelişmelere odaklanarak içeriye dönmesine yol açacağını düşünüyorum. Beklentilerim şu yönde: Tedarik zinciri kırılganlığı göz önüne alındığında, en uygun/gerekli olanları seçerek kendi kendine yeterlilik (ve sonuç olarak ayrışma) yönünde daha büyük adımlar atılacak. Kitlesel göçlere karşı daha fazla muhalefet olacak. Kaynakları -ülke içini yeniden inşa etmek ve krizin iktisadi sonuçlarıyla başa çıkmak için- ayırma ihtiyacı dikkate alındığında, bölgesel veya (iklim değişikliği dahil) küresel sorunlarla uğraşma istekliliği veya taahhüdü azalacak.
Devletlerin zayıflığı ve çökmüş devletler olgusunun dünyanın daha yaygın bir özelliği haline gelmesiyle birlikte, birçok ülkenin krizden kurtularak eski günlere dönmekte zorluk çekeceğini düşünüyorum. Bu kriz, Çin-Amerikan ilişkilerinde zaten süregelen bozulmaya ve Avrupa entegrasyonunun zayıflamasına katkıda bulunabilir. Olumlu tarafı ise küresel halk sağlığı yönetişiminin az da olsa güçlendiğini görecek olmamız. Ancak genel olarak, küreselleşmeden kaynaklanan bir kriz, dünyanın bununla başa çıkma istekliliğine ve becerisine katkıda bulunmak yerine zayıflayacak.”

Uluslararası iş birliği için umut var mı?
Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsü (IISS) başkan yardımcısı Kori Schake, ABD’nin liderlik sınavında başarısız olduğu kanaatinde:
“Hükümetinin dar şahsi çıkarları ve acemice yetersizlikleri yüzünden bundan böyle ABD uluslararası bir lider olarak görülmeyecek. Bu salgının küresel etkileri, (…) uluslararası kuruluşlara daha fazla ve daha erken bilgi sağlayarak büyük ölçüde hafifletilebilir ve (…) buna ABD öncülük edebilirdi. Washington liderlik sınavında başarısız oldu ve dünya bu yüzden daha kötü durumda.”

Harvard Üniversitesi diplomasi ve uluslararası siyaset profesörü, Aspen Strateji Grubu başkanı ve Amerikan Dışişleri Bakanlığı Siyasi İşler eski müsteşarı Nicholas Burns’e göre, uluslararası sistemi ve güç dengesini kalıcı olarak değiştirebilecek 21. yüzyılın en büyük küresel krizini yaşıyoruz, ama yine de bir umut var:
“COVID-19 salgını 21. yüzyılın en büyük küresel krizi. Derinliği ve ölçeği muazzam. Bu halk sağlığı krizi dünya üzerindeki 7,8 milyar insanın her birini tehdit ediyor. Mali ve iktisadi kriz, etkileri bakımından 2008-2009 Büyük Durgunluğu’nu aşabilir. Her kriz başlı başına, o bildiğimiz uluslararası sistemi ve güç dengesini kalıcı olarak değiştiren sismik bir şoku tetikleyebilir.
Bugüne kadar uluslararası iş birliği ne yazık ki yetersiz kaldı. Dünyanın en güçlü ülkeleri olan ABD ve Çin, kimin krizden sorumlu olduğu konusundaki ağız dalaşını bir kenara bırakmaz ve daha etkili bir şekilde liderlik etmezlerse, her iki ülkenin de inandırıcılığı ve güvenilirliği önemli ölçüde azalabilir. Avrupa Birliği eğer ki 500 milyon vatandaşına daha nokta atışı yardımlar sağlayamazsa gelecekte ulusal hükümetler Brüksel’e devredilmiş güç ve yetkilerinin daha fazlasını geri alabilir. ABD’de federal hükümetin krizi yavaşlatmak için etkili tedbirler alma becerisi ise en tehlikeli mevzu.
Bununla birlikte her ülkede sebat, etkinlik ve liderlik gösteren insan ruhunun -doktorların, hemşirelerin, siyasi liderlerin ve sıradan vatandaşların- gücünü gösteren birçok örnek var. Bu da dünyanın dört bir yanındaki insanların bu olağanüstü meydan okumayı yenebileceği konusunda umut veriyor.”
Düşünürler küresel siyasi ve iktisadi düzendeki muhtemel değişimleri ele almışlar. Küresel düzendeki değişimlerin bölgesel ve ulusal alanlara da ciddi yansımaları olacağını biz de bir not olarak düşelim.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder