Stephen M. Walt (Harvard
Üniversitesi uluslararası ilişkiler profesörü)
Foreign Policy, 8.5.2018
Tercüme: Zahide
Tuba Kor
NOT:
Lütfen kaynak göstermeden tercümenin bir kısmını veya tamamını
kullanmayınız, alıntılamayınız, yayınlamayınız.
Blogda yer alan
750 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden
toplu olarak ulaşabilirsiniz.
Donald
Trump -uzun zamandır beklendiği üzere- egosuna, Obama’ya karşı fevri
kıskançlığına, ödün vermeyen bağışçılarına, yeni şahin danışmanlarına ve en çok
da cehaletine boyun eğip İran’ın nükleer silah edinmesini önleyen uluslararası anlaşmadan
çekildi. Transpasifik Ortaklığı Anlaşması’ndan aptalca çekilme kararıyla
birlikte bunun, Trump’ın ciddi sonuçlar doğuracak en önemli dış politika hatası
olması muhtemel.
Gerçekte
neler olup bittiğini anlamak önemli. Trump’ın kararı İran’ı nükleer bomba
edinmekten alıkoyma arzusuna dayanmıyor; eğer öyle olsaydı, anlaşmaya daha
sıkıca tutunması ve nihayetinde onu kalıcı kılmak için müzakere etmesi daha
mantıklı olurdu. Zira gerek Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu gerekse Amerikan
istihbaratı İran’ın anlaşmaya uyduğunu kabul ediyor. Peter Beinart’ın işaret
ettiği gibi, aslında kendi taahhütlerine uymakta başarısız olan ABD’nin ta kendisi.
Trump’ın
kararının ardında, İran’ın Suriye’de Esed rejimini ve Lübnan’da Hizbullah’ı
desteklemesi gibi bölgesel faaliyetlerine karşı koyma arzusu da yok. Eğer
hedefi bu olsaydı, anlaşmada kalıp endişe edilen konularda İran’a baskı yapmak üzere
diğer ülkelerin de ABD’nin peşine takılmasını sağlardı. (…)
O halde
neler olup bitiyor? Cevap basit: Nükleer anlaşmadan çekilmek, aslında “İran’ı
ceza kutusunda tutma” ve dış dünyayla normal ilişkiler kurmasını önleme
arzusuna dayanıyor. Bu hedef İsrail’i, İsrail lobisinin sertlik yanlısı
kanadını (Amerika-İsrail Halkla İlişkiler Komitesi/AIPAC, Demokrasileri Savunma
Vakfı/FDD ve Nükleer İran’a Karşı Birlik/UANI) ve Milli Güvenlik Müsteşarı John
Bolton ve Dışişleri Bakanı Mike Pompeo başta olmak üzere daha birçok şahini aynı
noktada birleştiriyor. Onların büyük korkusu, ABD ve Ortadoğulu müttefiklerinin
en sonunda İran’ı meşru bir bölgesel güç olarak tanımak ve ona belli bir
düzeyde bölgesel nüfuz bahşetmek zorunda kalmaları ihtimali. Dikkat edin, (…)
bölgesel hâkimiyet değil, İran’ın
bölgesel çıkarları olduğunu ve önemli sorunların çözümünde onun tercihlerinin
de nazar-ı dikkate alınması gerektiğini teyit etmek… Bu, Amerikalı şahinler
için nefret edilesi bir şey; zira onların temel hedefi, İran’ın ilelebet tecrit edilip dışlanmış olarak
kalmasını sağlamak.
Bu bakış
açısının merkezinde, Amerikalı şahinlerin ve diğer rejim karşıtı güçlerin
onlarca yıldır peşinden koştuğu İran’da rejim değişikliği sireni var. Yıllardan
beri ABD’nin terörizm izleme listesinde yer alan İran menşeli sürgündeki Halkın
Mücahitleri gibi örgütlerin nihai hedefi tam da bu olup (…) geçmişte ciddi
paralar akıttıkları gerek (Bolton da dahil) Cumhuriyetçi gerekse Demokrat
siyasiler tarafından da rejim değişikliği savunuluyor. Amerikalı bir
siyasetçinin satın alınamayacağını -veya en azından kiralanamayacağını- kim
söyleyebilir ki? (Hiç kimse.)
Şahin
kanat rejim değişikliği için ortada iki muhtemel seçenek görüyor: (i) halkın
huzursuzluğunun artacağı ve molla rejiminin kolayca çökeceği ümidiyle Tahran
üzerindeki iktisadi baskıyı artırmak, (ii) Washington’ın önleyici bir savaş açabilmesi
için bir koz/bahane edinmek amacıyla İran’ı nükleer programını yeniden
başlatması için kışkırtmak.
Her iki
seçeneğe de daha yakından bakalım.
Birincisi,
daha sıkı yaptırımlar rejimin çöküşüne yol açar inancı bir hüsnükuruntudan
ibaret. Küba’ya yönelik Amerikan ambargosu 50 yıldan fazla sürdü ve fakat
Castro rejimi ayakta kaldı (…). 60 küsur yıldır giderek dozu artırılan
yaptırımlar da Kuzey Kore rejimini çökertmediği gibi kullanılabilir nükleer
silah elde etmekten de alıkoymadı. Yıllar yılı İran rejiminin çöküşün eşiğinde
olduğunu söyleyip durduk, ama bu hiç de gerçekleşeceğe benzemiyor. Yaptırımlar
ne Irak’ta Saddam Hüseyin’i ne de Libya’da Muammer Kaddafi’yi devirdi. Bu tavizsiz
ekip, birkaç ay evvel İran’ın birçok şehrinde baş gösteren yönetim karşıtı
gösterilerden heyecanlanmıştı; ama aynı mantıkla bakarsak, Trump’ın
seçilmesinden bu yana birçok Amerikan şehrinde yaşanan kitlesel gösteriler de bu
durumda ABD’de bir rejim değişikliğinin eli kulağında olduğunun bir işareti…
Her iki durum da böyle değil. İktisadi baskılar, bazen muhalifleri müzakereye
ikna edebilir ve hatta politikaları değiştirebilir ve savaş dönemlerinde
düşmanın ekonomisini zayıflatabilir; ancak nükleer anlaşmadan çekilmek İran’a
diz çöktürtmeyecektir.
Peki ya
ben yanılıyorsam ve molla sınıfının rejimi çökerse ne olacak? Diğer örneklerde
gördüğümüz üzere istikrarlı, düzgün işleyen ve Amerikan yanlısı bir rejimin
ortaya çıkması pek de muhtemel değil. Irak’ta Amerikan himayesinde yaşanan
rejim değişikliği bir iç savaşa, kanlı bir isyana ve İslam Devleti’nin
yükselişine yol açtı. Libya’da dışarıdan dayatılan rejim değişikliği de öyle.
ABD ayrıca son yıllarda Somali, Yemen, Afganistan ve Suriye de dahil çeşitli
ülkelere müdahale etti ve elde ettiği tek şey, daha fazla istikrarsızlık ve
teröristler için verimli bir alanın oluşması oldu. Ve şunu da unutmayalım ki
1953’te (…) İran’daki ilk Amerikan destekli rejim değişikliği, 1979 Devrimi’nden
bu yana ABD’nin baş etmek zorunda kaldığı Amerikan karşıtlığını besledi. Ve
yine unutmayalım ki [2009’daki] Yeşil
Hareket’in liderleri de dahil önde gelen birçok rejim muhalifi de İran’ın
nükleer programını destekliyor ve bir şekilde iktidara geldiklerinde
Washington’ın şakşakçısına dönüşmeyecekler.
İkinci
seçenek olan savaşa gelince, şahinlerin
ümidi, iş o raddeye gelir de bir savaş fırsatı doğarsa [2003 Irak Savaşı’ndan] aşina olunduk o şok ve dehşet bileşiminin,
eşzamanlı olarak İran’ın hem nükleer altyapısını ortadan kaldırması hem de
halkını ayaklandırıp -kendilerini o zavallıca duruma düşürdüğü (varsayılan)-
liderlerini devirmeye teşvik etmesi. Bu
senaryo komik: Eğer ki ABD İranlıları bombalarsa sizi temin ederim ki ilk tepki
bir tür minnettarlık olmayacaktır. İran’a karşı bir Amerikan ve/veya İsrail
hava harekâtı, İran milliyetçiliğini tetikleyecek ve halkın rejime olan
sadakatini daha da pekiştirecektir.
Üstelik
İsrail veya ABD’nin askeri saldırısı, İran’ın nükleer silah edinmesini önlemeyecek,
bu süreci sadece bir-iki yıl geciktirecektir. Böyle bir saldırı, güvenlik için
tek yolun -tıpkı Kuzey Kore gibi- kendi caydırıcılığını elde etmek olduğuna
İran’da hemen herkesi ikna edecektir. İran’ın nükleer çalışmalarını gizlilik
içinde ve daha iyi korunan alanlarda kat kat artıracak olması bu bağlamda elde
bir. Ve bir kere ABD İran’ı bu yola
girmeye zorlarsa bölgedeki diğer devletlerin de onu takip etmesi muhtemeldir.
Eğer ki Ortadoğu’da nükleer silaha sahip birçok rejimle dünyanın daha iyi bir
yer olacağını düşünüyorsanız var gücünüzle bu seçeneği tercih edin. Ondan sonra
da şikâyet edip durmayın.
Hata da yapmayın:
Eğer savaş yaşanır da sonuç daha fazla can kaybı, daha fazla doların çarçur
edilmesi olursa ve bu da daha geniş bir bölgesel çatışmayı tetiklerse bunun
sorumlusu, şu an Oval Ofis’te oturan adamdan başkası olmayacaktır. (…)
(…)
Trump bizi George W. Bush’un ilk dönemindeki o naif, basit, tek taraflı ve
aşırı militerleşmiş dış politikaya geri götürüyor. Bolton’ın milli güvenlik
müsteşarlığına ve Pompeo’nun dışişleri bakanlığına atanması ve CIA’in başına da
eski işkence amiri Gina Haspel’in aday gösterilmesi, realizme değil Cheneyizme [yani Bush’un Savunma Bakanı Dick Cheney
ekolüne] geri dönüştür. Hatırlıyor musunuz geçmişte bu ne kadar iyi işleyebilmişti?
Vakti
zamanında Otto von Bismarck, kişinin kendi hatalarından ders alması iyidir, ama
daha iyi olan başkalarının hatalarında ders alabilmektir demiş. Bu son sahne,
ABD’nin her ikisinden de ders alamadığını gözler önüne seriyor. (…)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder