Danny Orbach (Kudüs İbrani Üniversitesi Tarih ve Asya Araştırmaları bölümlerinde ders
veren askerî tarihçi)
Jarusalem Post,
15.11.2017
Tercüme:
Zahide Tuba Kor
NOT: Lütfen kaynak göstermeden tercümenin
bir kısmını veya tamamını kullanmayınız, alıntılamayınız, yayınlamayınız
2000 yılında İsrail ordusu, en sadık müttefiki olan Güney Lübnan Ordusu’nu
yüzüstü bırakarak utanç verici bir şekilde Lübnan’dan geri çekildi [Z.T.K.
İsrail ilk kez 1978’de kısa süreliğine Lübnan’ın güneyini işgal etmiş,
ayrılırken kurduğu tampon bölgeye Hristiyan milisleri yerleştirmişti. Ardından
1982’de 18 yıl sürecek bir işgale başlamış ve 2000 yılında tek taraflı olarak
geri çekilene kadar yazıda bahsi geçen Güney Lübnan Ordusu’nu kullanmıştı].
Bu, onlarca yıllık geçmişi olan İsrail’in Lübnan’ın Hristiyan fraksiyonlarıyla
siyasi gönül ilişkisinin bir sonuydu. İsrail’in bu Arap müttefiklerinin
yanlarına aldıkları azıcık eşyalarıyla mülteci olarak sınıra koştukları, yenilgiye
uğramanın, vefasızlığın ve hatta ihanetin şamarını yedikleri sahnelerdi.
[Z.T.K. İsrail, 1950'lerin ikinci yarısında Ortadoğu'da Arap olmayan unsurlarla ittifak kurarak kendisini kuşatan Arap tehdidini aşma politikasını benimsedi. "Çevre İttifakı/Periphery Alliance" denilen bu politika uyarınca Türkiye, İran, Etiyopya, Irak Kürtleri ve Lübnan Marunileriyle ilişkilerini geliştirdi.]
[Z.T.K. İsrail, 1950'lerin ikinci yarısında Ortadoğu'da Arap olmayan unsurlarla ittifak kurarak kendisini kuşatan Arap tehdidini aşma politikasını benimsedi. "Çevre İttifakı/Periphery Alliance" denilen bu politika uyarınca Türkiye, İran, Etiyopya, Irak Kürtleri ve Lübnan Marunileriyle ilişkilerini geliştirdi.]
Eski bir İsrail ordusu istihbarat subayı, Lübnanlı meslektaşlarına
“Affetmeniz için size yalvarmak istiyorum” diye yazmıştı, “bir hainler ulusuyla
[Z.T.K. İsrail’i ve Yahudileri kastediyor] işbirliğine sizi ikna
ettiğimiz için”.
Bozulan her gönül ilişkisinde olduğu gibi artık sevgi
bağlarının yerine öfke geçmişti. İsrail tarafında birçokları, Lübnan’da
düştükleri bataklıktan Güney Lübnan Ordusu’nu suçlamışlardı. Şu an neredeyse
tamamen unutulmuş olan bu gönül ilişkisi, İsrail’in bölge politikasında sorunlu
bir dinamiği açığa çıkarıyor. Gayriresmi İsrail-Suud işbirliğinin ilerleme
kaydettiği şu sıralarda geçmişten alınacak dersler çok daha fazla önem arz
ediyor.
İster Lübnan, Güney Sudan ve Irak Kürdistan’ı isterse
başka yerlerde olsun, İsrail ile birçok bölgesel güç veya azınlık arasındaki
ittifaklarda birbiriyle bağlantılı iki problem sözkonusu. Birincisi, İsrail
tarafı bu tür geçici ilişkilere aşırı derecede duygu/heyecan ve ümit bağlıyor.
Daha da kötüsü, İsrailli askerî ve sivil yetkililer, bu tür ittifakları
sıklıkla aşırı ve neredeyse megalomanca hedefler için sonuna kadar kullanıyor.
Bugün Irak Kürtleriyle veya birkaç yıl evvel Güney Sudanlılarla ilgili basında
tutturulan söylemi takip eden herkes, Lübnan Hristiyanlarıyla mazideki gönül
ilişkisinden kalan naif romantikliği hemen fark edecektir. Onlar İsrail’in
gerçek dostları, Ortadoğu’daki asil bir azınlık. Tıpkı bizim gibi onlar da “tek
dostu dağlar olan” cesur, gözüpek ve yaratıcı insanlar. Cesurca Mossad
operasyonları ve gizli işbirliği hikâyeleri İsrail’in hassasiyetleriyle uyumlu.
Kim kendi ülkesini aydınlığın bir feneri, İsrail’in düşmanları tarafından zulüm
gören azınlıkların savunucusu olarak tahayyül etmek istemez ki?
1980’lerde bu türden bir romantiklik, İsrailli karar
vericilerin Lübnan Cumhurbaşkanı Beşir Cümeyyil ve onun milis grubu
Falanjistlere aşırı bel bağlamasına yol açmıştı [Z.T.K. Falanjist
milislerin lideri olan Beşir Cümeyyil, 23 Ağustos 1982’de Beyrut’un doğusundaki
bir kışlada, İsrail tanklarının gölgesinde yapılan ve Müslümanların boykot
ettiği seçimlerde cumhurbaşkanı seçildikten 3 hafta sonra, daha görevine
başlamadan karargahına düzenlenen bombalı bir saldırıyla öldürüldü. Böylece İsrail'in Lübnan üzerindeki planları suya düşmüş oldu]. Sonuç,
ardında hiç iz bırakmadan unutulup giden baştan savma yapılmış [Z.T.K.
17 Mayıs 1983 tarihli] bir “barış anlaşması” olmuştu. Daha yakın bir tarihte
İsrail Dışişleri Bakanlığındaki Afrika’yla ilgilenen eller, basınımızda cesur,
İsrail yanlısı ve özgürlük aşığı bir ülke olarak resmedilen Güney Sudan [Z.T.K.
bağımsızlıktan kısa süre sonra] patlayıp da herkesin herkesle savaştığı bir
kabile iç savaşına tutuştuğunda şaşkına dönüp ümitsizliğe düştüler. Şimdi de
İsrail’de son derece moda olan Kürt romantizmi, pek çoklarının gözünü kör
ederek Irak’taki Kürt bölgesel yönetimini saran yapısal zafiyetleri, kötü
politikaları ve yaygın yolsuzlukları fark etmelerini engellemekte.
Dahası, bölgesel ortaklarıyla dikkatlice işbirliğine girmek
yerine İsrail, hiç de gerçekçi olmayan ve aşırı derecede riskli hedeflerine
ulaşmak için bu türden ittifakları sonuna kadar kullanma eğiliminde olageldi. Lübnan
örneğinde İsrail, sınırın öte tarafından Hristiyanların ihtiyaçlarını tedarik
etmek[le yetinmek] yerine, ülkeyi işgal etmek ve Sedirler Diyarına [Z.T.K.
dağlarının tepesindeki sedir ağaçlarına nispetle Lübnan bu şekilde
adlandırılır] “yeni bir düzen” dayatmak için Hristiyanlarla kurduğu
işbirliğine bel bağladı. Bu karar, Sabra ve Şatila katliamı gibi [Falanjist]
müttefiklerinin işlediği bir mezalimde İsrail’i töhmet altında bırakmakla
kalmadı, aynı zamanda 20 yıla yakın süren gereksiz ve kanlı bir savaşa
saplanmasına da yol açtı.
Ürkütücü şekilde, İsrail’in Suudi Arabistan’la giderek
sıkılaşan ve fakat tamamen gayriresmiliğini koruyan ittifakında da benzer
temayüller sezilebilir. Gerçekten de Ortadoğu çıkarlar ağı ve İsrail-İran soğuk
savaşı, Yahudi Devleti ile Suudi Kraliyet Ailesinin çıkarlarını bağdaştırarak onları
aynı eksene oturttu. Her ikisi de İran’ın düşmanı; bölgesel iktidar oyunlarında
düşmanımın düşmanı bazen dostum olabilir. Suudi Arabistan’la ve onun hırslı yeni
veliahtı Muhammed bin Selman’la işbirliği bu yüzden çıkarlara uygun düşüyor;
ancak İsrail, geçmişteki hatalarının tekrarlanmasını önlemek için özel dikkat
göstermeli.
Her şeyden evvel, (gizli olsa da) alttan alta ısınan bu
işbirliği Suudi politikasının maceracı tabiatı konusunda gözlerimizi kör
etmemeli. Bin Selman hırslı ve cesur olmakla birlikte onun dış ve iç politikası
en iyimser ifadeyle pervasızca. Şimdiye kadar ordusu Yemen’de Şii [Z.T.K.
Husi demek daha doğru olur] kabilelere karşı bitmek bilmez ve büyük ölçüde
başarısız bir savaşa saplanmış durumda. Ortadoğu tarihinin duayenleri, Mısır’ın
Yemen’e daha önceki [Z.T.K. 1960’lardaki] müdahalesiyle bugünkü
Suudi müdahalesi arasında paralellikler çizebilirler. Geçmişteki iyi bir
şekilde sonuçlanmamıştı, muhtemelen bugünkü de iyi bitmeyecek.
İran’a karşı soğuk savaşta Suudi Arabistan’ın aldığı skor
da etkileyici değil. Katar’a abluka başarıya ulaşmazken Lübnan, Irak ve Suriye
yavaş yavaş İran tahakkümüne giriyor. Suudiler, kendi müttefikleri olan –şu an
hala Riyad’da şüpheli şartlarda alıkonan– Lübnan eski Başbakanı Saad Hariri’ye
kabadayılık taslayacak kadar çaresizlik içinde görünüyor. Veliaht prensin iç
politikaları başarılı olabilir; ama aynı zamanda ülkeyi Saddamvari bir
diktatörlüğe, istikrarsızlığa veya çöküşe sürükleyebilir.
Burada İsrail için en büyük tehlike, bu ittifakla gücünü aşan
bir yük altına girmesi. Lübnan örneğini ele alalım. Hariri’nin [görevinden
istifa edip] köşeye çekilmesi ve ortadan kaybolmasının akabinde Suudi
Arabistan ile Lübnan savaşın eşiğine geldi; ama Suudi ordusu muhtemelen
Lübnan’daki Hizbullah’ı vuramaz. Bunu İsrail yapabilir ve Suudiler,
Netanyahu’nun kendilerini kurtarmak için tehlikeyi göze alarak belaya daldığını
görmekten çok mutlu olacaklardır. Suudiler para teklif edebilirler veya buz
üstüne çekici vaatler yazabilirler. Çok büyük bir ihtimalle Riyad, İsrail’e
saldırması için Hizbullah’ı kışkırtma ve böylelikle Yahudi Devleti’ni
karşı-saldırıyla mukabeleye çekme ümidinde. Ancak çok sık olduğu gibi,
Lübnan’da işler yine yolunda gitmezse, gizli olan bütün bu ilişkide Suudiler
ellerini yıkayıp çıkacaklar ve hatta İsrail’i “saldırganlığı” nedeniyle
kınayacaklar.
Özetle, Suudi Arabistan’la işbirliği İsrail’in stratejik
konumuna cuk diye oturuyor; ancak Suudi tarafı ilişkiyi gizli tuttuğu sürece
İsrail’in katkıları da gizli kalmak zorunda. İstihbarat işbirliği, stratejik
koordinasyon ve hatta örtülü operasyonlar[la iş sınırlı kalırsa] ne âlâ;
İsrail olarak Suudi Arabistan adına savaşlara girişmemeliyiz ve bu ittifakın
İran’ın Ortadoğu’daki kazanımlarını tamamen tersine çevirebileceği gibi bir
hayale de kapılmamalıyız. İsrail-Filistin barış sürecinde ciddi bir ilerleme
kaydetmeden Suudi Arabistan’la aramızda resmî bir ittifakı veya bir barış
anlaşmasını sabırsızlıkla beklememeliyiz. Şimdilik biz, –sicili başarılar ve
başarısızlıklarla karmakarışık olan– istikrarsız bir rejimle gayriresmi bir
koordinasyon içindeyiz. Hepsi bu kadar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder