A.ATWAN: ORTADOĞU SAVAŞIN EŞİĞİNDE
Abdülbari
Atwan (Arap dünyasının önde gelen
gazetecilerinden olup şu an Ra’i el-Yevm haber sitesi genel yayın yönetmeni;
daha evvel el-Kuds el-Arabî gazetesi genel yayın yönetmeniydi)
Ra’i
el-Yevm, 10.11.2017
Tercüme:
Zahide Tuba Kor
NOT: Lütfen kaynak göstermeden tercümenin
bir kısmını veya tamamını kullanmayınız, alıntılamayınız, yayınlamayınız
Bölgemiz savaşın eşiğinde.
Lübnan Başbakanı Saad Hariri’nin istifası veya Suudi Arabistan’da prenslerin ve
eski bakanların gözaltına alınması gibi küçük ayrıntıların dikkatimizi büyük
resimden ve perde arkasında yaşanan asıl önemli gelişmelerden dağıtmasına izin
vermemeliyiz. Gerçekten tehlikeli aşama, Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın
Suudi iç cephesinde yaptığı tasfiyelerin akabinde yaşanacak. Bu, hiç abartısız,
modern Suud tarihinde en yıkıcı şekilde sonuçlanabilecek bir bölgesel savaş
senaryosunun öncüsü olabilir.
Hâlihazırda yaşananların
tamamı, dikkatlice planlanan ve ustalıkla işlenen bir entrikanın parçası ve
artan “Şii” İran gücüne ve onun Yemen, Lübnan ve Irak’taki vekillerine karşı
Amerikan, bölge ve İsrail desteğiyle ama “Arap milliyetçisi” kisvesi altında
verilen mezhep savaşının bir başlangıcı.
Artık ortada eski Suudi
Arabistan yok. Son nefesini vermekte olan Vehhabilik neredeyse toprağa gömülmek
ve tarih olmak üzere. Modernite kılığına bürünen ve farklı ittifaklara dayalı
olan dördüncü Suudi devleti doğmakta [Z.T.K. İlk Suudi devleti 1744-1818, ikincisi 1824-1891 yılları
arasında hüküm sürmüş; üçüncüsü de 1902’de kurulmaya başlanıp 1932’de
bağımsızlığını ilan etmişti].
Sözde kurucu ve günün
adamı Muhammed bin Selman, Yemen’deki gruplara sözümona füze temin ederek
ülkesine karşı “savaş nedeni olabilecek doğrudan bir askerî saldırı”ya
girişmekle İran’ı suçladığında ve bu duruşu ABD tarafından da desteklenip arka
çıkıldığında bölgede ABD önderliğinde yeni bir ittifakın şekillendiği aşikâr oldu
[Z.T.K. ABD’yi tek bir bütün gibi ele almak ne derece doğru?! Trump
ekibi demek daha doğru olur.]
Muhammed bin Selman’ın
yolsuzlukla mücadele adı altında içeride yürüttüğü tasfiyeler sadece ilk aşama.
Şimdiye kadar işler ciddi bir engelle karşılaşmaksızın pürüzsüzce ilerlemiş
görünüyor.
Bu adam, devlet gücünün
dört dayanağını –ekonomiyi, güvenlik güçleri ile orduyu, medyayı ve dinî kurumu
(hem resmî Yüksek Ulema Konseyini hem de gayriresmi “sahve/uyanış” âlimlerini)–
tamamen kontrolü altına aldı. Tüm muhaliflerini ve yönetimi hakkında en ufak
bir eleştiri dile getireni parmaklıklar ardında attı (veya prensler ile diğer
üst düzeyleri şimdilik lüks bir otele doldurdu). Bu son tasfiyenin nihai
olmadığı aşikâr; zira geçmişten kalan her ne varsa dümdüz eden biriyle
muhatabız.
Vakti gelince Muhammed bin
Selman, bana göre ikinci ve çok daha tehlikeli bir aşamaya, yani askerî
çatışmaya geçecek. Bu aşama şu adımları içerebilir:
Birincisi, İran
füzelerinin Husilerin eline geçmesini engelleme bahanesiyle Yemen’e uyguladığı
kara, hava ve deniz ablukasını kırma bağlamında İran’la bir askerî çatışmaya
zemin hazırlama.
İkincisi, 1990’da Irak
birliklerini Kuveyt’ten çıkarmak amacıyla [ABD öncülüğünde] oluşturulan
Çöl Fırtınası Koalisyonu’na benzer şekilde yeni bir ittifak kurma. Böyle bir
ittifaka Suudi Arabistan ve BAE’nin yanısıra iştirak etmesi beklenen adaylar
BAE [Z.T.K. Bahreyn yerine yanlışlıkla BAE yazılmış olmalı] Ürdün, Mısır, Sudan ve Fas. (Bu arada tesadüfen BAE’nin
başkenti Abu Dabi’de bulunan Fas Kralı, son tutuklamalarla ilgili arabulucu
olmaya çalıştığında, güvenilir kaynaklardan gelen haberlere göre, Suudi
Arabistan’ın iç meselelerine müdahale etmemesi konusunda Riyad’dan çok net bir
mesaj almış.)
Üçüncüsü, Hizbullah’ı
kökünden temizleme bahanesi altında Lübnan’ın bombalanıp altyapısının yok edilmesi.
Bu tür bir saldırı, Hizbullah’ı İsrail’e karşı yoğun füze saldırılarıyla
misillemeye itecek ve İran ile Suriye’nin bu savaşın içine sürüklenmesi çok
daha muhtemel olacaktır.
Dördüncüsü, rejimi
düşürmek maksadıyla Mısır, BAE ve Suud askerî kuvvetlerinin Katar’ı işgale
kalkışması ve bunun da Katar’da konuşlanmış 30.000 [Z.T.K. doğrusu 3000 olacak] kişilik
güçlü Türk askerî birliğiyle bir çatışmayı tetiklemesi.
Beşincisi, ABD ve
müttefiki isyancı güçlerin kaybettiği Halep, Humus ve Deyrezzor gibi şehirlerin
geri alınması için Suriye’de bir Amerikan-Suudi-İsrail karşı saldırısı
başlatılması. ABD; Rusya’yla çatışma riski taşısa da Moskova ve Tahran’ın
elindeki Suriye’de mağlubiyeti öyle kolay kolay sindiremez. Zaten Soçi’de
Moskova’nın topladığı Suriye Ulusal Diyalog Konferansı’nı Suriyeli muhalifleri
boykota davet ederek boşa çıkarttı.
Altıncısı, Amerikan
müttefikleri olan Irak ve Suriye’nin kuzeyindeki Kürt milisleri İran, Türkiye
ve Irak’ı zayıflatmak ve istikrarsızlaştırmak maksadıyla harekete geçirme.
Bütün bunlar ABD
öncülüğündeki yeni ittifakın atabileceği adımların sadece en aşikâr olanları. Ancak
hedeflere ulaşmak ve bölgeyi yeniden şekillendirmek sözkonusu olduğunda bu
adımların hiçbirisinin başarısı çantada keklik değil.
Karşı senaryo, Rusya’nın
istediği ve ileride ona önderlik edebileceği İran-Suriye-Türkiye-Irak
ittifakının konsolidasyonu olabilir. Bu ittifakın elindeki füzeler güçlü olup
çoğunlukla Suudi Arabistan, BAE ve İsrail’i hedef alacaktır. Hedef ülkelerin elindeki
yere göğe sığdırılamayan Amerikan yapımı Patriot füzesavar sistemleri ise aynı
anda binlerce füzenin fırlatılacağı yoğun saldırılar karşısında etkisiz kalacaktır.
Bu beklenen ve belki de
eli kulağındaki bölgesel savaşta başarının ölçütü İran’ın yıkımı, Katar’da
rejim değişikliği ve Hizbullah’ın kökten yok edilmesidir. Ama başarısızlığı
Suudi Arabistan, İsrail ve BAE’nin perişan olmasını ve Suudi Kraliyeti’nin
parçalanıp dağılmasını beraberinde getirecektir.
Biz ne müneccimiz ne de
falcı. Ancak bu, bölgeyi dönüştürecek ve ülkeleri, sınırlarını ve belki de
nüfuslarını değiştirecek son savaş olabilir. Arapların ve İranlıların bu tür
bir felaketten önünde sonunda kurtulup hayatta kalacağı kesin; ama şu anki haliyle
acaba İsrail de ayakta kalabilir mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder