ABD’NİN AĞIR ÇEKİM ASKERİ DARBESİ
Stephen Kinzer (Brown
Üniversitesi Watson Uluslararası ve Kamu İşleri Enstitüsü kıdemli araştırmacısı)
Washington Post, 16.9.2017
Tercüme: Zahide Tuba Kor
Bir
demokraside generallerin seçilmiş bir devlet başkanını kontrol altında
tuttuğunu duymakla hiç kimsenin gönlüne su serpilemez. Hele de bunun ABD’de
olacağı hiç düşünülemezdi. Ama artık öyle.
20. yüzyılın
en süreğen siyasi görüntüleri arasında askeri cuntalar vardı. (…) Cunta, boyun
eğmeye razı olan sivil kurumlara müsamaha gösterir, ama sonunda kendi iradesini
dayatıp hayata geçirirdi. 30-40 yıl öncesine kadar askeri cuntalar Şili,
Arjantin, Türkiye ve Yunanistan gibi önemli ülkeleri yönettiler.
Bugünlerde
cunta sistemi onca yer arasında Washington’a bir geri dönüş yapıyor. Amerikan
dış ve güvenlik politikasını şekillendiren nihai güç, asker kökenli üç adamın
eline düşüyor: Savunma Bakanı General James Mattis, Trump’ın Özel Kalem Müdürü
General John Kelly ve Milli Güvelik Müsteşarı General H.R. McMaster. Tabii ki
askeri nişan ve şerit rozetlerini geçit törenlerini denetlemek veya muhalifleri
katletmek için ölüm mangaları göndermek maksadıyla takınmıyorlar. Ancak onların
ortaya çıkışı, siyasi normlarımızın aşınmasında ve dış politikamızın
militerleşmesinde yeni bir aşamayı yansıtıyor. Bir maske daha düşüyor.
Başkan’ın
dünya meselelerine dair cehaleti karşısında Washington’da askeri bir cuntanın
ortaya çıkışı hoş karşılanabilir. Ne de olsa bu üçü, Trump’ın ve Beyaz Saray’a
taşınırken etrafını saran uçuk kaçık bazı siyasilerin aksine, küresel tecrübeye
sahip olgun insanlar. Nüfuzlarını istikrarı tesis edici şekilde kullandılar.
Mattis, Kuzey Kore’yi alelacele bombalamayı reddetti; Kelly, Beyaz Saray
çalışanları üzerinde bir nebze olsun düzen kurdu; McMaster,
Charlottesville’deki şiddetin ardından Trump’ın beyaz milliyetçilerini
övmesiyle arasına dikkat çekici şekilde bir mesafe koydu.
Hepimiz gibi
askeri yetkililer de [askeri] arka planının ve çevrenin birer ürünü.
Trump cuntasının üç üyesi, (…) doğal olarak dünyayı askeri bir perspektifle
görüyor ve problemlere askeri çözümler düşünüyor. Bu da askeri “ihtiyaçlar”ın
her daim iç [sivil] ihtiyaçlardan daha önemli addedilmesiyle çarpıtılmış
bir milli öncelikler dizisine yöneltiyor.
Trump, dış
politikada bir tercihte bulunması gerektiğinde “Generallerim” dediği kesime
riayet edeceğini açıkça belirtti. Yeni cuntanın kudretli adamı Mattis, ABD’nin
Ortadoğu ve Orta Asya’daki savaşlarını yürüten Amerikan Merkezi Komutanlığının
bir zamanlar başındaydı. Kelly de Irak’ta savaşmış eski bir tecrübeli asker.
McMaster ise 1991 Körfez Savaşı’ndan bir tank bölüğünü yönetmesinden bu yana
neredeyse kesintisiz olarak Irak ve Afganistan’daki birliklere komuta etmiş bir
isim.
Askeri
komutanlar, savaşmak için eğitilmiştir, savaşmanın stratejik bir anlamı olup
olmadığına karar vermek için değil. Trump’a Afganistan’daki mevcut misyonumuzu
sürdürmek için ne kadar birliğin gerekli olduğunu söyleyebilirler, ama bu
misyonun ABD’nin uzun vadeli çıkarlarına hizmet edip etmediğine dair daha büyük
soruyu sormak veya ona cevap üretmek üzere eğitilmiş değiller. Bu apaçık
diplomatların işi. Görevi insanları öldürmek ve kırıp dökmek olan askerlerin
aksine diplomatlar; müzakere etmek, çatışmalarda tansiyonu düşürmek, soğukkanlı
şekilde milli menfaatleri değerlendirmek ve bunu yürütecek politikaları
planlamak üzere eğitilirler. Mattis’in görece dizginleyiciliğine rağmen Trump cuntasının
üç üyesi de, Avrupa’da ve Doğu Asya’da tansiyonu yükseltirken Afganistan, Irak
ve diğer yerlerde müzmin savaşlara yol açan o çatışmacı yaklaşımı teşvik
ediyorlar.
Yeni
cuntamız, mesela hâlihazırda Tayland’ı yöneten “Milli Barış ve Düzen Konseyi” gibi
klasik cuntalardan farklı. Birincisi, bizim cuntamızın ilgi alanı sadece
uluslararası ilişkiler, iç siyaset değil. İkincisi, bir askeri darbeyle
iktidarı ele geçirmedi, yetkisini seçilmiş bir başkanın onayından aldı. Üçüncü
ve en önemlisi, temel hedefi yeni bir düzen dayatmak değil, eski düzeni
uygulamak.
Geçen ay
Başkan Trump, ABD’nin Afganistan’da verdiği savaşın geleceği konusunda hayati
bir karar almakla yüzleşti. Bu, muhtemel bir dönüm noktasıydı. Dört sene evvel
Trump “Afganistan’dan çıkalım” diye bir tweet atmıştı. (…) Cunta üyeleri hemen
harekete geçip Trump’ı çekilmek yerine tam aksini ilana ikna ettiler:
Afganistan’dan “hızlı bir çıkış”ı reddetmek, birlikleri takviye etmek ve
“teröristleri öldürme”ye devam etmek.
Trump’ın dış
politika ana-akımına yanaşması çok da büyük bir sürpriz değil; Obama’nın
başkanlığının ilk başlarında da aynen böyle olmuştu. Şu an daha kaygı verici
olan ise Trump’ın yetkilerinin çoğunu generallere devretmesi. En kötüsü de
birçok Amerikalının bunu güven verici bulması. Siyasilerimizin
yozlaşmışlığından ve öngörüsüzlüğü/sığlığından o denli bezmişler ki askerleri
bir alternatif olarak görmeye başladılar. Bu, tehlikeli bir yoldan sapış.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder