TRUMP, SUUD-İSRAİL TUZAĞINA DÜŞÜYOR
Alastair Crooke (İngiliz
istihbarat servisi MI6 ve AB diplomasisinde üst düzey görevlerde bulunmuş eski
bir casus ve diplomat. Beyrut merkezli Conflicts Forum’un kurucusu ve başkanı.
BM Medeniyetler İttifakı Küresel Uzmanlar Komitesi üyesi)
Consortium News, 3.6.2017
Tercüme: Zahide
Tuba Kor
NOT: Yazar Alastair Crooke, SSCB’nin Afganistan’ı işgali sırasında Afgan
cihatçılarına silah vs. akışıyla ilgilenmiş bir eski İngiliz ajanı olmakla
birlikte, uzun yıllardır Sünni İslam dünyasına karşı Şii İslam dünyasının en
hararetli savunucularındandır. Aşağıdaki yazısı önemli tespitlerle doludur.
(…)
Neden şimdi? Dolarlar tabii ki etkili. Ama daha önemlisi, damat Jared
Kushner, Suudileri pohpohlayıp İranlıları şeytanlaştırmanın İsrail ile
Filistinliler arasında barış sürecine girişmenin bir bedeli olduğu, eğer
başarılı olunursa Trump dış politikası “miras”ı olarak tarihe geçeceği
konusunda kayınpederi Başkan Trump’ı ikna etti.
Saygın İsrailli
gazetecilerden Ben Caspit’in Maariv gazetesinde
yazdığına göre, “Washington’daki birileri harita üzerinde çalışıp ev ödevini
yaptılar. Bunun Jared Kushner ve (Trump’ın
Uluslararası Müzakereler Özel Temsilcisi) Jason Greenblatt’ın ortak çalışması
olduğu değerlendiriliyor. Son sekiz yıldır tüm vaktini, enerjisini ve hayatını
barış sürecine ayırmış Obama ekibinden isimler ve birkaç İsrailli, dumanı tüten
ve patlamaya hazır bir barut fıçısı olan Ortadoğu çatışmasına nasıl
yaklaşılması gerektiğini kendilerine anlattı.”
(…)
Peki o halde Trump’ın (veya Kushner’in) “yeni” planı nedir? Israel Hayom gazetesinden Daniel Serioti 24 Mayıs’ta yazdı: “Ramallah’taki üst
düzey bir yetkili Israel Hayom’a dedi ki,
Başkan Trump, Filistin Otoritesi lideri Mahmud Abbas’la baş başa görüşmesi
sırasında gündeme getirdiğine göre… büyük ölçüde [2002] Suudi-Arap Barış
İnsiyatifi’ne dayanarak bir barış sürecine liderlik etme niyetinde.”
“Başkan Trump, desteklediği barış planının Arap Barış İnisiyatifi’nde
olduğu gibi, öncelikle kapsamlı bir bölgesel plana önayak olmaya dayanacağını
Abbas’a söylemiş. Filistinli yetkilinin belirttiğine göre, Başkan Trump bunun
(…) iki devletli çözüm vizyonundan vazgeçmek anlamına gelmediğini Abbas’a
üzerine basa basa vurgulamış.”
“Plan büyük ihtimal şu şekilde ilerleyecek: Önce Suudi-Arap Barış
İnisiyatifi’ne önayak olunacak ve ancak bundan sonra (tarafların –bağımsız bir
Filistin devletinin kurulmasını ve her iki tarafın İsrail-Filistin çatışmasını
sonlandırdığını ilan etmesini sağlayacak– nihai statü anlaşmasına nasıl
varacaklarının yollarını tartışacakları) geçici bir anlaşma yapılacak.”
“Filistinli yetkili, Başkan Trump’ın planın temel prensiplerini genel
hatlarıyla açıklayıp ayrıntıya girmediğini anlattı. Ona göre, Amerikalıların
Arap Barış İnisiyatifi’ni teşvik etmelerinin nedeni, İsrail’in ılımlı Sünni
Arap devletleriyle ilişkilerinin normalleşmesini sağlayıcı adımlarla işe
başlayacak olmaları.”
(…)
Çok da “yeni” sayılmaz
Buradaki “yeni” oyun, önce İsrail’le ilişkilerin normalleşeceği “bölgesel
bir (Sünni-İsrail) ittifak(ı)”; ancak daha sonra bunun “Amerikan himayesi
altında ve ABD’nin tam askeri ve diplomatik desteğiyle” “bölgesel bir savunma
ittifakı”na dönüşme ve açıkça İran ile müttefiklerini hedef alma ihtimali var.
Ancak bu planda gerçek anlamda bir yenilik yok. Daha
evvel “içten dışa” ve “dıştan içe” inisiyatifler hep vardı zaten. Ama
Trump/Kushner versiyonunun farklılığı, Suudi Kralı Abdullah’ın inisiyatifi önce
bir Filistin devletinin kurulmasını ve ardından İsrail’le ilişkilerde
bir normalleşme yaşanmasını esas alırken, Trump’ın bu sırayı değiştirmesi gibi
görünüyor: önce Araplarla normalleşme ve ardından Filistinlilerle
bir geçici anlaşma.
Aslında bu, “önce güvenlik doktrini”nin
yenilenmesinden ibaret gibi görünüyor; yani Arap devletleri, normalleşme
üzerinden, İsrail’in kendi kendine ürettiği güvenlik endişelerini dindirmek
suretiyle, Tel Aviv’in daha büyük bir özgüven içinde Filistin’le “geçici” –ve
belki de kalıcı– bir çözüm sürecine girmesine hizmet edecekler.
Buradaki düzelmeyecek ebedi mesele, Arap liderlerin
İsrail Filistinlilere taviz vermeden ilişkileri normalleştirmeyi göze alamaması
ve Filistinlilerin de İsrail yerleşim birimi inşasını durdurana kadar ve
durdurmadan (ki bunu hiçbir zaman yapmayacaktır) bir jestte bulunmayacak
olması.
Bu planın başarısız olacağını düşünmemizin bir diğer
nedeni, şu anda Filistinlilerin zayıflığı ve bölünmüşlüğü doğru olmakla
birlikte, paradoksal biçimde Netanyahu’nun da [geçmişe göre] daha zayıf
olması. Mahmud Abbas’a vereceği basit bir taviz bile hükümetinin sonunu
getirebilir. Netanyahu’nın sağ kanadı,
Filistinlilere –sembolik bile olsa– herhangi bir taviz için ortada
hiçbir gerekçe görmüyorlar. Niye görsünler ki? Tamamına sahip olmanın
eşiğindeler.
Tuzağa düşülüyor
Bu Sünni-İsrail bölgesel ittifakı ve yenilenen barış
süreci, Trump’ın girmeye ikna edildiği bir tuzak. Zira bir kere girildiğinde
barış süreci tüm diğer siyasi süreçleri zehirler. Şimdiye kadar bize,
(anlamsız) bir “barış süreci”ni tehlikeye atabilir gerekçesiyle “bunu
yapamazsın, şunu edemezsin” diye ne çok söylendi.
Barış süreçleri, hep yaptığı gibi, İsrail’e bölgede
muazzam narkoz kozu veriyor. Bu bir tuzak; çünkü Trump’ı, Suudi Arabistan’ın
İran fobisini yatıştırmaya çalışma suçuyla bağlantılı hale getiriyor – ki günün
sonunda bu fobinin tıpkı İsrail’in “güvenlik ihtiyaçları” kadar tatmin edilemez
olduğu görülecek.
Bu tür taahhütler, Trump’ın IŞİD’i yenilgiye uğratma
ve Rusya’yla yumuşama imkânlarını da baltalayacak. Rusya, Şiileri ve Türkleri
Suriye konusunda müzakere masasına getirtmeye çalışıyor. Trump’ın rolü, daha
geniş bir bölgesel uzlaşma için Sünni tarafı da masaya çekmeye yardımcı
olmaktı. Ama Suudi Arabistan, Trump’ın ziyaretini İran’ı zayıflatmak için
kullandığından artık bu ihtimal çok daha düşük.
Trump’ın Sünni davasına bağlanmasıyla birlikte
Sünni-Şii çatlağının daha da derinleşmesi çok daha muhtemel. Tamamen
realpolitik bir perspektiften bakıldığında, acaba Trump gerçekten Suudi
Arabistan ve müttefiklerinin Rusya, İran, Suriye, Irak ve Hizbullah ittifakını
zayıflatmayı başaracağına inanıyor mudur?
Peki ya İsrail? Şu an bildiğimiz gibi, tehlikenin
işaretleri [bugünlerde 50. yıldönümünü idrak ettiğimiz 1967’deki] Altı
Gün Savaşı sonrası İsrail bakanlar kurulu toplantılarında ayan beyan ortadaydı.
Amerikalılar, İsrail’in, eğer ki savaş sonunda “kazanan her şeyi alır”
politikasında ısrar ederse güçsüzleştirilen, haklarından mahrum bırakılan ve
mülksüzleştirilen (ve sayıları artan) Filistin halkını bu şekilde tutmasını
savunmanın ABD için giderek zorlaşacağı konusunda İsrail bakanlar kurulunu
uyarmıştı.
Bu hala daha bir şekilde kendi yöntemleriyle bitmesi
gereken bir şey. Ancak Beyaz Saray danışmanı Steve Bannon’ın filmi Generation
Zero’da dikkat çektiği üzere “Antik Yunan tragedyasının özü, birilerinin
öldüğü bir trafik kazası gibi değildir. Yunan algısına göre trajedi, olması
gerektiği için vuku bulur… Çünkü buna karışan insanlar vuku bulmasını sağlar.
Ve bunun olmasını sağlamaktan başka bir seçenekleri yoktur.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder