11 Haziran 2017 Pazar

A.CROOKE: TRUMP, SUUD-İSRAİL TUZAĞINA DÜŞÜYOR



TRUMP, SUUD-İSRAİL TUZAĞINA DÜŞÜYOR

Alastair Crooke (İngiliz istihbarat servisi MI6 ve AB diplomasisinde üst düzey görevlerde bulunmuş eski bir casus ve diplomat. Beyrut merkezli Conflicts Forum’un kurucusu ve başkanı. BM Medeniyetler İttifakı Küresel Uzmanlar Komitesi üyesi)
Consortium News, 3.6.2017

Tercüme: Zahide Tuba Kor

NOT: Yazar Alastair Crooke, SSCB’nin Afganistan’ı işgali sırasında Afgan cihatçılarına silah vs. akışıyla ilgilenmiş bir eski İngiliz ajanı olmakla birlikte, uzun yıllardır Sünni İslam dünyasına karşı Şii İslam dünyasının en hararetli savunucularındandır. Aşağıdaki yazısı önemli tespitlerle doludur.

(…)
Neden şimdi? Dolarlar tabii ki etkili. Ama daha önemlisi, damat Jared Kushner, Suudileri pohpohlayıp İranlıları şeytanlaştırmanın İsrail ile Filistinliler arasında barış sürecine girişmenin bir bedeli olduğu, eğer başarılı olunursa Trump dış politikası “miras”ı olarak tarihe geçeceği konusunda kayınpederi Başkan Trump’ı ikna etti.
Saygın İsrailli gazetecilerden Ben Caspit’in Maariv gazetesinde yazdığına göre, “Washington’daki birileri harita üzerinde çalışıp ev ödevini yaptılar. Bunun Jared Kushner ve (Trump’ın Uluslararası Müzakereler Özel Temsilcisi) Jason Greenblatt’ın ortak çalışması olduğu değerlendiriliyor. Son sekiz yıldır tüm vaktini, enerjisini ve hayatını barış sürecine ayırmış Obama ekibinden isimler ve birkaç İsrailli, dumanı tüten ve patlamaya hazır bir barut fıçısı olan Ortadoğu çatışmasına nasıl yaklaşılması gerektiğini kendilerine anlattı.”
(…)
Peki o halde Trump’ın (veya Kushner’in) “yeni” planı nedir? Israel Hayom gazetesinden Daniel Serioti 24 Mayıs’ta yazdı: “Ramallah’taki üst düzey bir yetkili Israel Hayom’a dedi ki, Başkan Trump, Filistin Otoritesi lideri Mahmud Abbas’la baş başa görüşmesi sırasında gündeme getirdiğine göre… büyük ölçüde [2002] Suudi-Arap Barış İnsiyatifi’ne dayanarak bir barış sürecine liderlik etme niyetinde.”
“Başkan Trump, desteklediği barış planının Arap Barış İnisiyatifi’nde olduğu gibi, öncelikle kapsamlı bir bölgesel plana önayak olmaya dayanacağını Abbas’a söylemiş. Filistinli yetkilinin belirttiğine göre, Başkan Trump bunun (…) iki devletli çözüm vizyonundan vazgeçmek anlamına gelmediğini Abbas’a üzerine basa basa vurgulamış.”
“Plan büyük ihtimal şu şekilde ilerleyecek: Önce Suudi-Arap Barış İnisiyatifi’ne önayak olunacak ve ancak bundan sonra (tarafların –bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasını ve her iki tarafın İsrail-Filistin çatışmasını sonlandırdığını ilan etmesini sağlayacak– nihai statü anlaşmasına nasıl varacaklarının yollarını tartışacakları) geçici bir anlaşma yapılacak.”
“Filistinli yetkili, Başkan Trump’ın planın temel prensiplerini genel hatlarıyla açıklayıp ayrıntıya girmediğini anlattı. Ona göre, Amerikalıların Arap Barış İnisiyatifi’ni teşvik etmelerinin nedeni, İsrail’in ılımlı Sünni Arap devletleriyle ilişkilerinin normalleşmesini sağlayıcı adımlarla işe başlayacak olmaları.”
(…)

Çok da “yeni” sayılmaz
Buradaki “yeni” oyun, önce İsrail’le ilişkilerin normalleşeceği “bölgesel bir (Sünni-İsrail) ittifak(ı)”; ancak daha sonra bunun “Amerikan himayesi altında ve ABD’nin tam askeri ve diplomatik desteğiyle” “bölgesel bir savunma ittifakı”na dönüşme ve açıkça İran ile müttefiklerini hedef alma ihtimali var.
Ancak bu planda gerçek anlamda bir yenilik yok. Daha evvel “içten dışa” ve “dıştan içe” inisiyatifler hep vardı zaten. Ama Trump/Kushner versiyonunun farklılığı, Suudi Kralı Abdullah’ın inisiyatifi önce bir Filistin devletinin kurulmasını ve ardından İsrail’le ilişkilerde bir normalleşme yaşanmasını esas alırken, Trump’ın bu sırayı değiştirmesi gibi görünüyor: önce Araplarla normalleşme ve ardından Filistinlilerle bir geçici anlaşma.
Aslında bu, “önce güvenlik doktrini”nin yenilenmesinden ibaret gibi görünüyor; yani Arap devletleri, normalleşme üzerinden, İsrail’in kendi kendine ürettiği güvenlik endişelerini dindirmek suretiyle, Tel Aviv’in daha büyük bir özgüven içinde Filistin’le “geçici” –ve belki de kalıcı– bir çözüm sürecine girmesine hizmet edecekler.
Buradaki düzelmeyecek ebedi mesele, Arap liderlerin İsrail Filistinlilere taviz vermeden ilişkileri normalleştirmeyi göze alamaması ve Filistinlilerin de İsrail yerleşim birimi inşasını durdurana kadar ve durdurmadan (ki bunu hiçbir zaman yapmayacaktır) bir jestte bulunmayacak olması.
Bu planın başarısız olacağını düşünmemizin bir diğer nedeni, şu anda Filistinlilerin zayıflığı ve bölünmüşlüğü doğru olmakla birlikte, paradoksal biçimde Netanyahu’nun da [geçmişe göre] daha zayıf olması. Mahmud Abbas’a vereceği basit bir taviz bile hükümetinin sonunu getirebilir. Netanyahu’nın sağ kanadı,  Filistinlilere –sembolik bile olsa– herhangi bir taviz için ortada hiçbir gerekçe görmüyorlar. Niye görsünler ki? Tamamına sahip olmanın eşiğindeler.

Tuzağa düşülüyor
Bu Sünni-İsrail bölgesel ittifakı ve yenilenen barış süreci, Trump’ın girmeye ikna edildiği bir tuzak. Zira bir kere girildiğinde barış süreci tüm diğer siyasi süreçleri zehirler. Şimdiye kadar bize, (anlamsız) bir “barış süreci”ni tehlikeye atabilir gerekçesiyle “bunu yapamazsın, şunu edemezsin” diye ne çok söylendi.
Barış süreçleri, hep yaptığı gibi, İsrail’e bölgede muazzam narkoz kozu veriyor. Bu bir tuzak; çünkü Trump’ı, Suudi Arabistan’ın İran fobisini yatıştırmaya çalışma suçuyla bağlantılı hale getiriyor – ki günün sonunda bu fobinin tıpkı İsrail’in “güvenlik ihtiyaçları” kadar tatmin edilemez olduğu görülecek.
Bu tür taahhütler, Trump’ın IŞİD’i yenilgiye uğratma ve Rusya’yla yumuşama imkânlarını da baltalayacak. Rusya, Şiileri ve Türkleri Suriye konusunda müzakere masasına getirtmeye çalışıyor. Trump’ın rolü, daha geniş bir bölgesel uzlaşma için Sünni tarafı da masaya çekmeye yardımcı olmaktı. Ama Suudi Arabistan, Trump’ın ziyaretini İran’ı zayıflatmak için kullandığından artık bu ihtimal çok daha düşük.
Trump’ın Sünni davasına bağlanmasıyla birlikte Sünni-Şii çatlağının daha da derinleşmesi çok daha muhtemel. Tamamen realpolitik bir perspektiften bakıldığında, acaba Trump gerçekten Suudi Arabistan ve müttefiklerinin Rusya, İran, Suriye, Irak ve Hizbullah ittifakını zayıflatmayı başaracağına inanıyor mudur?
Peki ya İsrail? Şu an bildiğimiz gibi, tehlikenin işaretleri [bugünlerde 50. yıldönümünü idrak ettiğimiz 1967’deki] Altı Gün Savaşı sonrası İsrail bakanlar kurulu toplantılarında ayan beyan ortadaydı. Amerikalılar, İsrail’in, eğer ki savaş sonunda “kazanan her şeyi alır” politikasında ısrar ederse güçsüzleştirilen, haklarından mahrum bırakılan ve mülksüzleştirilen (ve sayıları artan) Filistin halkını bu şekilde tutmasını savunmanın ABD için giderek zorlaşacağı konusunda İsrail bakanlar kurulunu uyarmıştı.

Bu hala daha bir şekilde kendi yöntemleriyle bitmesi gereken bir şey. Ancak Beyaz Saray danışmanı Steve Bannon’ın filmi Generation Zero’da dikkat çektiği üzere “Antik Yunan tragedyasının özü, birilerinin öldüğü bir trafik kazası gibi değildir. Yunan algısına göre trajedi, olması gerektiği için vuku bulur… Çünkü buna karışan insanlar vuku bulmasını sağlar. Ve bunun olmasını sağlamaktan başka bir seçenekleri yoktur.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder