SURİYE ORDUSUNDAN NEDEN FİRAR ETTİM?
Ğayat Abdülaziz (Serbest
gazeteci)
Middle East Eye, 19.12.2016
Tercüme: Zahide Tuba Kor
2011’de Suriye Devrimi’nin ilk aylarından bu yana rejim
ordusunun saflarından firarlar vakayı adiye haline geldi. On binlerce kişi
ordudan kaçtı ve ben de onlardan biriyim.
(…)
2013 kışında Şam yakınlarındaki Doğu Ğuta bölgesinde
zorunlu askerlik hizmetimi yapıyordum. Devrimden aylar evvel 2010’da 1,5
yıllığına askerliğe başlamıştım; ama daha sonra savaş yüzünden görev süresi üç
yıla çıktı. Eğer Suriye’de kalsaydım belki hala daha askerliğe devam edecektim.
İki düşmanla savaş
1 Şubat 2013’te isyancı İslam Ordusu (Ceyşu’l-İslam)
örgütü benim alayımı kuşattı. Birkaç gün süreceği kesindi, ama çok çok uzun
süre devam etti.
Daha sonra fark ettik ki alayın subayları depolardaki
mevcut yiyeceğin çoğunu kendi odalarına taşıyarak bize az bir şey bırakmışlar.
Örgüt içeri hiçbir yiyecek girişine izin vermedi.
Zamanla aslında aynı anda iki düşmanla savaştığımızı
hissetmeye başladım; biri duvarların dışında, diğeri içeride bizimle birlikte…
Açlık korkusu, alayın ana giriş kapısında çıkan günlük
çatışmalardan daha az korkunç değildi. Her gün dört asker bir ton balığı
konservesini paylaşıyordu.
(…)
Hoparlörden her gün duyduğumuz ve bizi derinden etkileyen
“teslim olun” çağrıları bir tür psikolojik savaştı. Nöbetlerimden birinde bütün
gece boyunca hiç durmadan aynı cümleleri işitmiştim: “Silahlarınızı bırakıp
dışarı çıkın”, “Sünniler, ailelerinize kavuşmanıza yardımcı olacağız”,
“Aleviler, sizin kaderiniz ölüm”.
(…)
Bir hemşire, 30 asker
14 Şubat gecesinde çatışma sesleriyle uyandık ve (…)
derhal çatışmanın en yoğun olduğu yere gitmemiz emredildi.
Vardığımız anda içinde bulunduğumuz tankın sağ ve soluna
iki roket atıldı. Artık saldırganların hedefi haline gelmiştik. Tankı sürene
ilerlemesini emrettiğimde üçüncü roket isabet etti ve içerisi dumanla doldu.
(…)
7 saat sonra alayın tedavi odasında gözlerimi açtım;
içeride 30 yaralı asker vardı. (…)
Sahneyi hiçbir zaman unutamayacağım: bir kısmı bilincini
kaybetmiş halde organları kopuk askerler. Bir hemşire herkesi aynı anda tedavi
etmeye çalışıyordu ki bu imkânsız.
1,5 ay boyunca o odada kaldım. Kuşatmayı kırmak için
destek birliklerinin geleceği haberini alıyor, dışarıdaki çatışma seslerini
duyuyorduk. Artık hiç yiyecek kalmamıştı; askerler yerlerdeki otları ve
çimenleri yemeye başladı. Arkadaşlarımdan biri beni hatırlayıp da bir tutam
yabani ot getirdiğinde nasıl bayram ettiğimi hatırlıyorum.
Hayatımda ilk defa açlık ve mahrumiyet çekiyordum. Daha
sonra keşfettik ki erzaktan ve levazımdan sorumlu subaylar, terk edilmiş
evlerde bulunan bütün eşyaları çalabilmek için kuşatma altındaki Adra ilçesinde
daha fazla kalmayı tercih etmişler. Bu sırada yine kuşatma altındaki bizlerden
her gün 5-6 kişi açlıktan veya bombalardan dolayı hayatını kaybediyordu.
Her gün albay bize şöyle söylüyordu: “Üzülmeyin,
hükümetimiz bizi unutmayacaktır.” Aslında beklediği en üst rütbeye terfi
etmekmiş. Albayın emir eri olan askerler bana, kuşatmaya rağmen durumun kontrol
altında olduğuna dair her gün komuta merkezine yalan raporlar gönderdiğini
anlattılar.
(…)
Sonunda destek birlikleri gelip kuşatmayı kırdı. (…)
Destek birliklerine eşlik eden rejim askerlerinden
katliamlara, şiddetli çatışmalara, yakılan arazilere vs. dair onlarca hikâye duyduk.
Benim ise tek derdim firardı.
Hayatımın en kötü günü
(…) Doktorlar kafamdan her biri karınca büyüklüğündeki 11
şarapneli çıkardı, ama hayati risk nedeniyle 6’sı kaldı. (…)
Hastanedeki tedavimden sonra evime gittiğimde
anne-babamın yüzünü asla unutamayacağım. Saatlerce ağladılar. 1,5 yıldır
ailemden hiç kimseyi görmemiştim. (…) iznin sonunda birliğime geri dönmem
gerekiyordu.
İyileşirken her gün televizyondan haberleri ve özel
kanalları seyrederken Suriye’nin dört bir yanında işlenen katliamları vs. gördüm.
(…) Kim için ve niçin savaşıyordum? Masumları öldürmeye mi zorlanacaktım?
(…)
Sınırdan kaçış
Temmuz 2013’te arkadaşlarımın yardımıyla Lübnan’a kaçtım.
Haziran 2013’ten beri Hizbullah’ın kontrolünde bulunan sınır ilçesi Kusayr’dan
bir arkadaşım, bana Lübnan’da kullanmam için kendi kimliğini verdi; zira
benimki orduda kalmıştı. (…)
2 Eylül’de Beyrut’taki bir kontrol noktasında
durduruldum. Lübnan’da oturma iznim olmadığından kelepçelediler.
Birisi arkadaşımdan ödünç aldığım kimliği bakıp
diğerlerine dedi ki: “Bu alçak Kusayr’dan”. Beni dövüp hakaret etmeye
başladılar, yaklaşık yarım saat yumrukladılar. (…)
(…) Beyrut’un güneyindeki bir Şii polis karakoluna
götürülmeden evvel yediğim dayaklar yüzünden dişim kırıldı.
(…) bir hücrede 14 Suriyeliyle birlikte kaldım.
Sorgulamanın üçüncü gününde, bir hafta içinde oturma izni almam veya ülkeyi
terk etmem şartıyla serbest bırakıldım. Her ikisi de imkânsızdı benim için.
Kaçmak veya ölmek
Müteakip üç yıl boyunca gizlice Beyrut’taki
arkadaşlarımın ve akrabalarımın evlerinde yaşadım (…)
Sırf bu kanlı, vahşi savaşın parçası olmak istemediğimden
kimliksiz, vatansız ve hayattaki tüm hedeflerimden mahrum kalmıştım. Lübnan’da
talihsizlikle geçen üç yılın sonunda, iki ay evvel İtalya beni mülteci olarak
kabul etti.
(…)
Bütün kurbanlar sivil değil. Ben bir firariyim ve bunu
hep gururla söyleyeceğim. Ülkemde çok şey kaybettim. Ailemi, arkadaşlarımı,
eğitimimi ve hayallerimi yitirdim. Muhtemelen ülkeme dönersem cezam ölüm. Ama
yaptığım şey doğruydu; firar ettim ve bu sayede başkalarının ailelerini,
arkadaşlarını ve hayallerini kaybetmesine yol açmayacağım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder