9 Ocak 2017 Pazartesi

Ğ.ABDÜLAZİZ: SURİYE ORDUSUNDAN NEDEN FİRAR ETTİM?



SURİYE ORDUSUNDAN NEDEN FİRAR ETTİM?

Ğayat Abdülaziz (Serbest gazeteci)
Middle East Eye, 19.12.2016

Tercüme: Zahide Tuba Kor

2011’de Suriye Devrimi’nin ilk aylarından bu yana rejim ordusunun saflarından firarlar vakayı adiye haline geldi. On binlerce kişi ordudan kaçtı ve ben de onlardan biriyim.
(…)
2013 kışında Şam yakınlarındaki Doğu Ğuta bölgesinde zorunlu askerlik hizmetimi yapıyordum. Devrimden aylar evvel 2010’da 1,5 yıllığına askerliğe başlamıştım; ama daha sonra savaş yüzünden görev süresi üç yıla çıktı. Eğer Suriye’de kalsaydım belki hala daha askerliğe devam edecektim.

İki düşmanla savaş
1 Şubat 2013’te isyancı İslam Ordusu (Ceyşu’l-İslam) örgütü benim alayımı kuşattı. Birkaç gün süreceği kesindi, ama çok çok uzun süre devam etti.
Daha sonra fark ettik ki alayın subayları depolardaki mevcut yiyeceğin çoğunu kendi odalarına taşıyarak bize az bir şey bırakmışlar. Örgüt içeri hiçbir yiyecek girişine izin vermedi.
Zamanla aslında aynı anda iki düşmanla savaştığımızı hissetmeye başladım; biri duvarların dışında, diğeri içeride bizimle birlikte…
Açlık korkusu, alayın ana giriş kapısında çıkan günlük çatışmalardan daha az korkunç değildi. Her gün dört asker bir ton balığı konservesini paylaşıyordu.
(…)
Hoparlörden her gün duyduğumuz ve bizi derinden etkileyen “teslim olun” çağrıları bir tür psikolojik savaştı. Nöbetlerimden birinde bütün gece boyunca hiç durmadan aynı cümleleri işitmiştim: “Silahlarınızı bırakıp dışarı çıkın”, “Sünniler, ailelerinize kavuşmanıza yardımcı olacağız”, “Aleviler, sizin kaderiniz ölüm”.
(…)

Bir hemşire, 30 asker
14 Şubat gecesinde çatışma sesleriyle uyandık ve (…) derhal çatışmanın en yoğun olduğu yere gitmemiz emredildi.
Vardığımız anda içinde bulunduğumuz tankın sağ ve soluna iki roket atıldı. Artık saldırganların hedefi haline gelmiştik. Tankı sürene ilerlemesini emrettiğimde üçüncü roket isabet etti ve içerisi dumanla doldu.
(…)
7 saat sonra alayın tedavi odasında gözlerimi açtım; içeride 30 yaralı asker vardı. (…)
Sahneyi hiçbir zaman unutamayacağım: bir kısmı bilincini kaybetmiş halde organları kopuk askerler. Bir hemşire herkesi aynı anda tedavi etmeye çalışıyordu ki bu imkânsız.
1,5 ay boyunca o odada kaldım. Kuşatmayı kırmak için destek birliklerinin geleceği haberini alıyor, dışarıdaki çatışma seslerini duyuyorduk. Artık hiç yiyecek kalmamıştı; askerler yerlerdeki otları ve çimenleri yemeye başladı. Arkadaşlarımdan biri beni hatırlayıp da bir tutam yabani ot getirdiğinde nasıl bayram ettiğimi hatırlıyorum.
Hayatımda ilk defa açlık ve mahrumiyet çekiyordum. Daha sonra keşfettik ki erzaktan ve levazımdan sorumlu subaylar, terk edilmiş evlerde bulunan bütün eşyaları çalabilmek için kuşatma altındaki Adra ilçesinde daha fazla kalmayı tercih etmişler. Bu sırada yine kuşatma altındaki bizlerden her gün 5-6 kişi açlıktan veya bombalardan dolayı hayatını kaybediyordu.
Her gün albay bize şöyle söylüyordu: “Üzülmeyin, hükümetimiz bizi unutmayacaktır.” Aslında beklediği en üst rütbeye terfi etmekmiş. Albayın emir eri olan askerler bana, kuşatmaya rağmen durumun kontrol altında olduğuna dair her gün komuta merkezine yalan raporlar gönderdiğini anlattılar.
(…)
Sonunda destek birlikleri gelip kuşatmayı kırdı. (…)
Destek birliklerine eşlik eden rejim askerlerinden katliamlara, şiddetli çatışmalara, yakılan arazilere vs. dair onlarca hikâye duyduk. Benim ise tek derdim firardı.

Hayatımın en kötü günü
(…) Doktorlar kafamdan her biri karınca büyüklüğündeki 11 şarapneli çıkardı, ama hayati risk nedeniyle 6’sı kaldı. (…)
Hastanedeki tedavimden sonra evime gittiğimde anne-babamın yüzünü asla unutamayacağım. Saatlerce ağladılar. 1,5 yıldır ailemden hiç kimseyi görmemiştim. (…) iznin sonunda birliğime geri dönmem gerekiyordu.
İyileşirken her gün televizyondan haberleri ve özel kanalları seyrederken Suriye’nin dört bir yanında işlenen katliamları vs. gördüm. (…) Kim için ve niçin savaşıyordum? Masumları öldürmeye mi zorlanacaktım?
(…)

Sınırdan kaçış
Temmuz 2013’te arkadaşlarımın yardımıyla Lübnan’a kaçtım. Haziran 2013’ten beri Hizbullah’ın kontrolünde bulunan sınır ilçesi Kusayr’dan bir arkadaşım, bana Lübnan’da kullanmam için kendi kimliğini verdi; zira benimki orduda kalmıştı. (…)
2 Eylül’de Beyrut’taki bir kontrol noktasında durduruldum. Lübnan’da oturma iznim olmadığından kelepçelediler.
Birisi arkadaşımdan ödünç aldığım kimliği bakıp diğerlerine dedi ki: “Bu alçak Kusayr’dan”. Beni dövüp hakaret etmeye başladılar, yaklaşık yarım saat yumrukladılar. (…)
(…) Beyrut’un güneyindeki bir Şii polis karakoluna götürülmeden evvel yediğim dayaklar yüzünden dişim kırıldı.
(…) bir hücrede 14 Suriyeliyle birlikte kaldım. Sorgulamanın üçüncü gününde, bir hafta içinde oturma izni almam veya ülkeyi terk etmem şartıyla serbest bırakıldım. Her ikisi de imkânsızdı benim için.

Kaçmak veya ölmek
Müteakip üç yıl boyunca gizlice Beyrut’taki arkadaşlarımın ve akrabalarımın evlerinde yaşadım (…)
Sırf bu kanlı, vahşi savaşın parçası olmak istemediğimden kimliksiz, vatansız ve hayattaki tüm hedeflerimden mahrum kalmıştım. Lübnan’da talihsizlikle geçen üç yılın sonunda, iki ay evvel İtalya beni mülteci olarak kabul etti.
(…)

Bütün kurbanlar sivil değil. Ben bir firariyim ve bunu hep gururla söyleyeceğim. Ülkemde çok şey kaybettim. Ailemi, arkadaşlarımı, eğitimimi ve hayallerimi yitirdim. Muhtemelen ülkeme dönersem cezam ölüm. Ama yaptığım şey doğruydu; firar ettim ve bu sayede başkalarının ailelerini, arkadaşlarını ve hayallerini kaybetmesine yol açmayacağım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder