TÜRKİYE İLE İRAN’IN ÇATIŞMAYA DOĞRU TEHLİKELİ GİDİŞATI
Ali Vaez (Uluslararası Kriz Grubu
kıdemli İran uzmanı)
New York Times, 18.12.2016
Tercüme: Zahide Tuba Kor
Türkiye ile İran arasında günümüzdeki rekabet,
aslında eski bir güç oyununun son dönemdeki tekerrüründen ibaret: Kendilerinden
evvel bu coğrafyada hüküm sürmüş Bizans ve Pers [Sasani] imparatorluklarının
Mezopotamya’yı –yani bugünkü Irak ve Suriye topraklarını– kontrol mücadelesi [Z.T.K.
İslam’ın kısa sürede kadim medeniyet havzalarına yayılmasında, Bizanslılarla
Sasaniler arasında Mezopotamya’da yaklaşık 90 yıl süren (500’lü ve 600’lü
yıllar) savaşlardan artık iyice yorgun ve güçsüz düşmelerinin etkisi büyük. Tarih
boyunca bölgedeki bütün güçlü devlet yapıları, dönemin süper gücü olmak veyahut
ayakta kalabilmek için bu toprakları istila etmiştir. “Coğrafya kaderdir”
sözünün en iyi yansımasından biri bugünkü Suriye-Irak toprakları]. Rekabet
onların imparatorluktan ulus-devlete dönüşlerinden çok daha eskilere gitse de
aralarındaki barışı yaklaşık 200 yıldır korumayı başardılar.
Ancak Türkiye ve İran, bölgenin ana Sünni ve Şii
güçleri olarak Irak’ta ve Suriye’de derinleşen mezhepçi çatışmalara müdahil
olmaları nedeniyle artık [kendi aralarında] çatışma yolunda
ilerliyorlar. Birbirleriyle uzlaşamamaları ekonomilerinin gittikçe birbiri
içine geçmesiyle son yirmi yılda geliştirdikleri güçlü bağları baltalama, hatta
bozma potansiyeline sahip.
İki ülkenin güçlerini nasıl mevzilendirmeyi tercih
ettikleri ve farklılıklarının üstesinden gelip gelemeyecekleri, Ortadoğu’nun
geleceğini belirleme noktasında hayati önemi haiz. Eğer önü alınmazsa mevcut
dinamikler, daha fazla kan dökülmesine, istikrarsızlığın artmasına ve
–kasıtsız/ yanlışlıkla da olsa– doğrudan askeri yüzleşme riskinin büyümesine
işaret ediyor.
Türkiye’nin Suriye’ye ve Irak’a askeri müdahalesi,
aslında kısmen İran’ın –Türkiye’nin güney sınırına yakın savaş alanları olan
Halep ve Musul ile çevresinde ilerleyerek– tarihi nüfuz alanında giderek haddi
aştığı algılamasına bir cevap niteliğinde. Aynı zamanda Türkiye’nin baş düşmanı
PKK’yla bağlantılı Suriye Kürt Demokratik Birlik Partisi PYD’nin daha fazla toprak
kazanımını engelleme çabasının bir parçası.
Hâlihazırda Türk ordusunun desteğini alan Suriyeli
isyancılar, İslam Devleti’ni Cerablus, Rai ve Dabık’tan süpürerek güneye doğru
ilerliyor. Şimdi el-Bab ilçesinin kapılarındalar (…). Stratejik önemi haiz el-Bab,
İslam Devleti’nin elinde ama ona başka göz dikenler de var: ilçeye doğudan
yaklaşan ABD destekli PYD ile güneydeki Suriye ordusu ve İran müttefiki güçler.
Bazı yetkililer, 24 Kasım’da el-Bab yakınlarındaki hava saldırısında 4 Türk
askerinin İran yapımı bir insansız hava uçağının attığı bombayla öldürüldüğünü
iddia ediyorlar.
Tahran, Türkiye’nin Suriye politikasını, yeniden
nüfuz kazanmaya ve atalarının hüküm sürdüğü topraklarda Türkiye yanlısı
Sünnileri güçlendirmeye dönük yeni-Osmanlıcı hırsın bir ürünü olarak görüyor.
İranlı bir milli güvenlik yetkilisi bana dedi ki, iç savaşın başlamasından
sonra “Suriye’de değişen tek şey, ne Suriye hükümetinin mahiyeti ne de İran’ın
onunla ilişkileri ve fakat Türkiye’nin hırslarıydı.” Ayrıca İran, Ankara’yı
Türk topraklarından Suriye’ye cihatçıların akışını ve onlara lojistik ve mali
desteği kesmemekle suçluyor.
Aynı şekilde Ankara’daki yetkililer de İran’ın kadim
Pers İmparatorluğu’nun Şii versiyonunu diriltmeye çalıştığı iddiasında. 2015
Mart’ında Cumhurbaşkanı Erdoğan, İran’ı Irak’ta İslam Devleti’nin yerine geçmek
için savaş vermekle suçladı. Ayrıca Türkiye, İran’ın Suriye’de Sünni çoğunluğa
karşı Alevi azınlık yönetimini korumak için Lübnan, Irak ve Afganistan’dan Şii
milisleri seferber etmesinin mezhepçi gerginlikleri artırdığı ve Sünni
radikallerin adam devşirmesinde bunun etkili bir araca dönüştüğü görüşünde.
Bu karşılıklı suçlamalar havada uçuşurken, her biri,
bir yandan (Suriye ve Irak’taki mevcut kaosun yıkıntılarından ortaya çıkacak
şeyi kontrol etmek amacıyla sınırları ötesindeki savaşlara askeri birlik
yollamak ve milisleri desteklemek de dahil) diğerinde kınadığı hareketleri
bizzat kendisinin de yaptığını göz ardı ederken diğer yandan kendi gerçeklik
algısını kabul etmemekle muhatabını suçluyor.
Her iki ülke de İslam Devleti’ni yenme veya en
azından marjinalize etme ve Suriyeli Kürtlerin artan özerklik arayışlarını
sınırlandırma ortak çıkarları etrafında ilişkileri şekillendirme çabasında.
Ancak her ikisinin de birbirlerinin kaostan istifade etmeye dönük hırslarından
derin şüpheler duyması gerginlikleri azaltabilecek düzenlemeler yapmaları
önünde bir engel.
Gidişatı değiştirmek ve daha kötüsünü önlemek için
Türkiye ve İran’ın, birbirlerinden duydukları kuşkulardan kurtulmaları ve
–kazalara, yanlış anlaşılmalara ve yanlış hesaplara kurban gitme riski taşıyan–
farklılıkları salt idare etmenin ötesine geçmeleri ve bir kerecik olsun
birbirlerinin temel çıkarlarını ve güvenlik endişelerini içtenlikle kabul
etmeleri gerekiyor.
Bu amaçla Irak ve Suriye’de daimi üst düzey
müzakereler için bir kanal açmaları gerekli. (…)
(…)
Giderek kötüleşen Irak ve Suriye’deki vekâlet
savaşlarına müdahil olan ülkeler arasında Türkiye ve İran kadar karşılıklı
uzlaşma arayışı için daha uygun bir ikili yok. (…) Ortak zemin arayışıyla ancak
daha istikrarlı ve güvenli bir bölgeye katkı sağlayabilirler. Alternatifi ise
çok daha büyük bir kaos ve ızdırap olacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder