6 Aralık 2016 Salı

M.MUAŞİR: ARAP DÜNYASI İÇİN İKTİSADİ ÜLTİMATOM



ARAP DÜNYASI İÇİN İKTİSADİ ÜLTİMATOM

Mervan Muaşir (Ürdün eski dışişleri bakanı ve başbakan yardımcısı; hâlihazırda Carnegie Uluslararası Barış Vakfı başkan yardımcısı; “The Second Arab Awakening and the Battle for Pluralism” kitabı yazarı)
Project Syndicate, 16.11.2016


Tercüme: Zahide Tuba Kor

Ortadoğu ülkeleri temel siyasi ve iktisadi reformlarda gerçek bir ilerleme kaydetmeye başlamazlarsa bölgesel kargaşanın daha da büyümesi kaçınılmaz olur. Onlarca yıldır hükümetlerin sürdürdüğü rantçı sistemler artık bir kırılma noktasında. Siyaset üretenlerin zorlu ama imkânsız da olmayan yeni toplumsal sözleşmeler yapma sürecine başlaması lazım.
Şişirilmiş bütçeleri ve kabarık bürokrasileriyle hükümetlerin sağlık ve eğitim gibi temel hizmetleri yeterince sağlayamaz, gerektiği kadar yeni iş imkânı yaratamaz, gıda ve yakıt sübvansiyonlarını sürdüremez hale geldiği yeni yüzyılın başında Arap ülkelerindeki mevcut toplumsal sözleşmeler aşınmaya başladı. Ancak devlet yardımları azalmasına rağmen liderlerin çoğu, vatandaşlarının kamu hayatına anlamlı bir şekilde katılmamak suretiyle toplumsal sözleşmenin bitişini önledikleri konusunda ısrarcılar.
Arap yönetimleri, petrol gelirlerine yaslandıkları için verimsiz ekonomilerini onlarca yıldır döndürebildiler. Geçtiğimiz on yıllarda Arap ülkelerinin ekseriyeti Ortadoğu’nun bol petrol ve doğalgaz rezervlerinden bir şekilde istifade ettiler. Hidrokarbon üreticisi ülkeler, kârlarını vatandaşlarının sadakatlerini satın almak ve etkili refah devletleri kurmak için kullandılar; petrol üreticisi olmayan ülkeler ise yardım paralarından, sermaye akışından ve kaynak zengini ülkelerde çalışan vatandaşlarının gönderdiği işçi dövizlerinden istifade ettiler.
Petrol üreten ülkelerin hükümetleri, elde ettikleri gelirleri vatandaşlarının ekseriyetinin –iş, sosyal hizmet ve yardım gibi– ihtiyaçlarını karşılamak için kullandığından, özel sektörü geliştirmek üzere müteşebbisliği ve kendi kendine yetebilirliği teşvik etmek yerine bir bağımlılık kültürü geliştirdiler. Ayrıca gelir elde etmek amacıyla vatandaşlarına vergi koyma ihtiyacı da duymadıklarından mevcut otoriterliğe meydan okuyacak çok az gerekçe vardı. Siyasi kültür basit bir ilkenin yansımasıydı: “vergi yoksa siyasi temsiliyet de yok”.
Şimdi ise petrol fiyatlarının düşmesi ve önümüzdeki yıllar boyunca da düşük seviyede kalması, muhtemelen Ortadoğu’nun rantçı sistemlerini önemli bir meydan okumayla karşı karşıya bırakacak. Mesela Suudi Arabistan, artık vergileri artırıyor, içeride sübvansiyonları kesiyor ve dış yardım paradigmasını hibe vermek yerine yatırım yapmaya doğru dönüştürüyor. Suudi kraliyeti çok uzun bir süredir Mısır, Ürdün ve bölgedeki diğer ülkelere mali yardım yapmaktaydı; dolayısıyla bu değişiklikle birlikte sözkonusu ülkeler, özel sektör büyümesine dayalı bir iktisadi performans iyileşmesi takip etmek zorunda kalacaklar.
Ancak Arap dünyasındaki hükümetler daha fazla istihdam yaratma, kamu borçlarını artırma ve dışarıdan hibe çekme imkânlarının sınırlarına artık ulaşırlarken, mevcut rantçı sistemin kayırdığı bu ülkelerin siyasi ve iktisadi elitinin anlamlı ve esaslı reform çabalarına karşı direnmeleri muhtemel görünüyor. Dahası, kapsayıcı ve sürdürülebilir bir iktisadi modele geçiş konusunda hiçbir vizyonu bulunmayan devlet bürokrasilerinden de muhalefetin yükselmesi beklenmeli.
Ortadoğu ülkeleri böyle bir geçiş olmaksızın müreffeh ekonomiler geliştirmeyi ümit edemezler. Onlarca yıldır yeraltı kaynaklarının rantına bel bağlamış hükümetlerin bundan böyle sadece yeni büyüme modellerine değil, aynı zamanda daha temsili yönetimlere de geçmeleri şart. Arap toplumlarından sübvansiyonların azaltılmasını, daha az memuriyet kadrosunu ve genel olarak devletin daha az şey vermesini kabullenmeleri istendiğinde, karşılığında onlar da karar alma süreçlerinde daha fazla pay talep edeceklerdir.
Şu an itibarıyla Arap dünyası, sürdürülemez bir iktisadi ve siyasi statüko ile kapsayıcı ve liyakate dayalı bir iktisadi sistem arasında sıkışıp kalmış durumda. Arap hükümetlerinin ekseriyeti, ülkelerinin ihtiyaç duyduğu yönetişim kurumlarını tesis etmeyi pek de düşünmeden kendi kendilerini bu sürdürülebilmesi imkânsız hale soktular.
Aralık 2010’da başlayan ve 2011 Arap Baharı’na yol açan ilk Arap isyan dalgası, aslında eski toplumsal sözleşmenin çöküşünün bir yansımasıydı. Düşen petrol fiyatları ve kapalı siyasi sistemlerden kaynaklı bugünün kusursuz fırtınası ise bilhassa rantçılığın sonunun eski toplumsal sözleşmenin sonu anlamına geldiğini kabullenmeyen yönetimlerin hüküm sürdüğü ülkelerde yeni bir isyan dalgasını tetikleyebilir.
Bu yönetimler için iktisadi reform bir hayatta kalma meselesi. Daha açık ve şeffaf bir sisteme geçildiğinde Arap yönetimlerinin birçok kamu şirketini özelleştirmesi gerekecek ve müteşebbislerin yeni işler kurmaları çok daha kolaylaşacak. Ve nihai olarak Arap devletlerinin iktisadi performansları, ancak ve ancak vatandaşlarının yönetimde daha güçlü bir söz hakkı edinmesi halinde başarılı olacak.
Tunus, yeni bir toplumsal sözleşmenin eski rantçılığın yerini almaya başladığı bir ülke. Arap dünyasının geri kalanı ise iki alternatifle yüz yüze: Arap liderler, ya artık sürdürülemez durumdaki statüko kanseriyle –tüm acılarına ve nihai kertedeki belirsizliğine katlanarak– mücadele etmeye başlayacaklar veyahut kanserin ölümcül son aşamasına varmasını bekleyerek yok olup gidecekler.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder