ARAP DÜNYASI İÇİN
İKTİSADİ ÜLTİMATOM
Mervan Muaşir (Ürdün eski dışişleri bakanı ve başbakan yardımcısı; hâlihazırda
Carnegie Uluslararası Barış Vakfı başkan yardımcısı; “The Second Arab Awakening
and the Battle for Pluralism” kitabı yazarı)
Project Syndicate,
16.11.2016
Tercüme: Zahide
Tuba Kor
Ortadoğu
ülkeleri temel siyasi ve iktisadi reformlarda gerçek bir ilerleme kaydetmeye
başlamazlarsa bölgesel kargaşanın daha da büyümesi kaçınılmaz olur. Onlarca
yıldır hükümetlerin sürdürdüğü rantçı sistemler artık bir kırılma noktasında. Siyaset
üretenlerin zorlu ama imkânsız da olmayan yeni toplumsal sözleşmeler yapma
sürecine başlaması lazım.
Şişirilmiş
bütçeleri ve kabarık bürokrasileriyle hükümetlerin sağlık ve eğitim gibi temel
hizmetleri yeterince sağlayamaz, gerektiği kadar yeni iş imkânı yaratamaz, gıda
ve yakıt sübvansiyonlarını sürdüremez hale geldiği yeni yüzyılın başında Arap
ülkelerindeki mevcut toplumsal sözleşmeler aşınmaya başladı. Ancak devlet
yardımları azalmasına rağmen liderlerin çoğu, vatandaşlarının kamu hayatına
anlamlı bir şekilde katılmamak suretiyle toplumsal sözleşmenin bitişini
önledikleri konusunda ısrarcılar.
Arap
yönetimleri, petrol gelirlerine yaslandıkları için verimsiz ekonomilerini onlarca
yıldır döndürebildiler. Geçtiğimiz on yıllarda Arap ülkelerinin ekseriyeti
Ortadoğu’nun bol petrol ve doğalgaz rezervlerinden bir şekilde istifade
ettiler. Hidrokarbon üreticisi ülkeler, kârlarını vatandaşlarının sadakatlerini
satın almak ve etkili refah devletleri kurmak için kullandılar; petrol
üreticisi olmayan ülkeler ise yardım paralarından, sermaye akışından ve kaynak
zengini ülkelerde çalışan vatandaşlarının gönderdiği işçi dövizlerinden
istifade ettiler.
Petrol üreten
ülkelerin hükümetleri, elde ettikleri gelirleri vatandaşlarının ekseriyetinin
–iş, sosyal hizmet ve yardım gibi– ihtiyaçlarını karşılamak için
kullandığından, özel sektörü geliştirmek üzere müteşebbisliği ve kendi kendine
yetebilirliği teşvik etmek yerine bir bağımlılık kültürü geliştirdiler. Ayrıca
gelir elde etmek amacıyla vatandaşlarına vergi koyma ihtiyacı da
duymadıklarından mevcut otoriterliğe meydan okuyacak çok az gerekçe vardı.
Siyasi kültür basit bir ilkenin yansımasıydı: “vergi yoksa siyasi temsiliyet de
yok”.
Şimdi ise petrol
fiyatlarının düşmesi ve önümüzdeki yıllar boyunca da düşük seviyede kalması, muhtemelen
Ortadoğu’nun rantçı sistemlerini önemli bir meydan okumayla karşı karşıya bırakacak.
Mesela Suudi Arabistan, artık vergileri artırıyor, içeride sübvansiyonları kesiyor
ve dış yardım paradigmasını hibe vermek yerine yatırım yapmaya doğru
dönüştürüyor. Suudi kraliyeti çok uzun bir süredir Mısır, Ürdün ve bölgedeki
diğer ülkelere mali yardım yapmaktaydı; dolayısıyla bu değişiklikle birlikte
sözkonusu ülkeler, özel sektör büyümesine dayalı bir iktisadi performans
iyileşmesi takip etmek zorunda kalacaklar.
Ancak Arap
dünyasındaki hükümetler daha fazla istihdam yaratma, kamu borçlarını artırma ve
dışarıdan hibe çekme imkânlarının sınırlarına artık ulaşırlarken, mevcut rantçı
sistemin kayırdığı bu ülkelerin siyasi ve iktisadi elitinin anlamlı ve esaslı
reform çabalarına karşı direnmeleri muhtemel görünüyor. Dahası, kapsayıcı ve
sürdürülebilir bir iktisadi modele geçiş konusunda hiçbir vizyonu bulunmayan
devlet bürokrasilerinden de muhalefetin yükselmesi beklenmeli.
Ortadoğu
ülkeleri böyle bir geçiş olmaksızın müreffeh ekonomiler geliştirmeyi ümit
edemezler. Onlarca yıldır yeraltı kaynaklarının rantına bel bağlamış
hükümetlerin bundan böyle sadece yeni büyüme modellerine değil, aynı zamanda
daha temsili yönetimlere de geçmeleri şart. Arap toplumlarından
sübvansiyonların azaltılmasını, daha az memuriyet kadrosunu ve genel olarak
devletin daha az şey vermesini kabullenmeleri istendiğinde, karşılığında onlar
da karar alma süreçlerinde daha fazla pay talep edeceklerdir.
Şu an itibarıyla
Arap dünyası, sürdürülemez bir iktisadi ve siyasi statüko ile kapsayıcı
ve liyakate dayalı bir iktisadi sistem arasında sıkışıp kalmış durumda. Arap
hükümetlerinin ekseriyeti, ülkelerinin ihtiyaç duyduğu yönetişim kurumlarını
tesis etmeyi pek de düşünmeden kendi kendilerini bu sürdürülebilmesi imkânsız
hale soktular.
Aralık 2010’da
başlayan ve 2011 Arap Baharı’na yol açan ilk Arap isyan dalgası, aslında eski
toplumsal sözleşmenin çöküşünün bir yansımasıydı. Düşen petrol fiyatları ve
kapalı siyasi sistemlerden kaynaklı bugünün kusursuz fırtınası ise bilhassa
rantçılığın sonunun eski toplumsal sözleşmenin sonu anlamına geldiğini
kabullenmeyen yönetimlerin hüküm sürdüğü ülkelerde yeni bir isyan dalgasını
tetikleyebilir.
Bu yönetimler
için iktisadi reform bir hayatta kalma meselesi. Daha açık ve şeffaf bir
sisteme geçildiğinde Arap yönetimlerinin birçok kamu şirketini özelleştirmesi
gerekecek ve müteşebbislerin yeni işler kurmaları çok daha kolaylaşacak. Ve
nihai olarak Arap devletlerinin iktisadi performansları, ancak ve ancak
vatandaşlarının yönetimde daha güçlü bir söz hakkı edinmesi halinde başarılı
olacak.
Tunus,
yeni bir toplumsal sözleşmenin eski rantçılığın yerini almaya başladığı bir
ülke. Arap dünyasının geri kalanı ise iki alternatifle yüz yüze: Arap liderler,
ya artık sürdürülemez durumdaki statüko kanseriyle –tüm acılarına ve nihai
kertedeki belirsizliğine katlanarak– mücadele etmeye başlayacaklar veyahut
kanserin ölümcül son aşamasına varmasını bekleyerek yok olup gidecekler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder