BAŞKAN SEÇİLEN DONALD TRUMP
George Friedman (Amerikalı siyaset bilimci, Stratfor’un kurucusu ve 2015 yılına
kadar başkanı, Geopolitical Futures’ın kurucusu ve yöneticisi)
Geopolitical Futures, 9.11.2016
Tercüme: Zahide Tuba Kor
(...)
(...) Hillary Clinton’ı aday gösteren Demokrat Parti, Franklin D.
Roosevelt’in ustalıkla işlediği ve Lyndon B. Johnson’ın yönlendirdiği,
merkezinde beyaz işçi sınıfının yer aldığı partiden artık uzaklaştı. (...)
(...) Liberallerin temel kaygısı eşitsizlikken, alt orta sınıftakilerin
temel derdi onurlu bir hayat sürmelerini sağlayacak yeterli parayı kazanmak.
(...)
Görünen o ki Trump, bu problemi iyi anlamış; insanların geçmiş neslin
verdiği kültür savaşlarını kaybettiğini fark etmiş. Kiliseler ve ebeveynler
geçmiş nesli eşcinselliğin, kürtajın vs. günah olduğunu öğreterek
yetiştirmişti. Mesele pek de Evanjelik Hristiyanlık değil, yetiştirildikleri
değerlerdi. Bu sınıfın çoğu sözkonusu günahları işlediler, ama en azından
bunların günah olduğunu bile bile; dahası, kendileri uymasalar dahi öğretilen
standartlara değer verdiler.
Bir nesil içinde alt ve orta sınıf eski konumlarını kaybetti. Çok çalışarak
aileleri için iyi bir hayat sağlamaktan duyulan o gurur artık yok. Bir
zamanların sıradan değerlerinin, -birilerini rencide etmemek adına- artık
aşılması gereken birer fobi, hastalık olarak değerlendirmesinden rahatsızlar.
Çocukken kendilerine öğretilen değerler artık alenen dillendirilemez hale
gelmiş durumda.
Bu orta sınıfın artık Demokrat Parti’de bir yeri yok. Demokrat Parti’nin
kendilerini hor görmekle kalmayıp bir de göçmenlere ve onların haklarına ve
kültürüne çok daha fazla değer verdiği kanısındalar. Bu doğru; ancak partinin
değer verdiği, göçmenler değil, üst-orta sınıf ve kültür savaşlarının
üniversite eğitimli galipleri.
(...)
Bu, sadece izlenen kötü siyaset meselesi değil, aynı zamanda temel bir iç
meseleye de işaret ediyor. Amerikan eliti kendini son derece dışa kapatıyor.
Aynısı, Brexit referandumunun sonucuyla öfkeden deliye dönen ve Brexit yönünde
oy kullananları “eğitimsiz, meseleleri anlamaktan aciz” olmakla yaftalayan
İngiltere’deki elit için de geçerli.
İktisadi baskılar bütün toplumlarda farklı düzeylerde artıyor. Şu anda
Avrupa ülkeleri ABD’dekine benzer, hatta çok daha çeşitli baskılarla
yüzleşiyorlar. Milliyetçi hareketler bu ülkelerin çoğunda büyümekte ve ortak
özellikleri AB’ye düşmanlıkları, sınırsız göçmen akınına karşı durmaları ve
elitlerden ziyade orta ve alt sınıfları etkileyen kemer sıkma politikalarından
nefret etmeleri.
İşte Trump tam da bu daha geniş krizin bir parçası. Avrupalı milliyetçiler
AB’ye karşıyken Trump NAFTA’yı (Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması)
yeniden müzakere etmek istiyor. Avrupalılar sınırsız Müslüman göçüne muhalifken
Trump Meksikalıların ve Müslümanların göçüne karşı. Avrupalılar kemer sıkma
politikalarına son verilmesini konuşurken Trump yatırımları canlandırmak için
vergi kesintisinden bahsediyor.
Bu politikaların doğru olup olmadığı konumuz değil. Mesele şu: Uzayıp giden
iktisadi kötü işleyişlerin kaçınılmaz siyasi sonuçları olur. Bu başkanlık
seçimi kampanyası gösterdi ki Clinton yükselişte olan siyasi hareketi anlamayıp
marjinal sayarak göz ardı etti. Trump ise bunu görüp üzerinde oynayarak
başkanlık yarışını kazandı. Ama bir adım da daha derine indi. Washington’ın ve
medyanın iktisadi problemlerden bihaber olduğunu iddia ederek oy kazandı.
Kampanyasının sonuna doğru ısrarla, Washigton elitinin kendi sınıfı dışındaki
tüm Amerikalıların realitesinden tamamen kopmuş olduğunu iddia etti.
Sizi temin ederim ki Trump çok daha iyi bir siyasetçiydi. (...) Clinton’ın zafiyeti,
siyasi müesses nizamın kalbindeki yerini sonucu belirleyici bir unsur olarak
görmesiydi. Sahip olduğu önemli güce rağmen Bernie Sanders’a seçim yarışından
el çektirdi ve Trump’ı hiçbir zaman ciddiye almadı. (...) Bu bir rehavetti ve
ayrıca orta sınıf arasında kabaran siyasi volkanı ve daha niceleri arasında
işlerin yanlış gittiğine dair ortak hissiyatı da anlayamamaktı.
(...) Maalesef ki sonuçta, seçmenlerin Trump’ın kabalığındansa Clinton’ın
cehaletiyle daha fazla ilgilendiği ortaya çıktı.
(...) İktisadi kötü işleyiş siyasi isyanlara yol açar. Clinton bunun
önemini idrak edemedi. (...)
Her halükarda asıl şaşırtıcı olan, seçim sonuçları değil, anketlerin nasıl
bu denli yanlış olabildiği. (...)
Trump rezil bir seçim kampanyası yürüttü (...) Trump’ın yaralayıcı
açıklamaları Clinton’ınkinden çok daha fazlaydı; ama Clinton’ın “acınası
haldekiler” gibi yorumları da seçmenlere doğrudan bir saldırı niteliğindeydi.
Ve asıl şaşırtıcı olan da buydu; nihayetinde karar verici olan seçmenlerdi.
Trump yeni Amerikan başkanı olacak; o da her aday gibi coşkulu geniş
kapsamlı vaatlerde bulunmuştu. Bu vaatleri hafife almak kolay; tıpkı onun
Cumhuriyetçilerin adayı olacağı ve üstelik seçimleri de kazanacağı fikri gibi.
Her siyasi lider gibi o da koltuğa oturduğunda gerçeklikle yüzleşecek. Ancak
hakiki liderleri büyük kılan, başkalarının imkânsız zannettiği şeyleri başarmak
için gerçekliği yeterince net bir şekilde görmeleridir. Trump yönetiminin neye
benzeyeceğini tahayyül etmekte zorlanıyorum, ancak ben onun asla Cumhuriyetçi
aday olamayacağını düşünenlerdendim. Bu adamı hafife alma noktasında dikkatli
olmak lazım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder