6 Aralık 2016 Salı

G.FRIEDMAN: BAŞKAN SEÇİLEN DONALD TRUMP

BAŞKAN SEÇİLEN DONALD TRUMP

George Friedman (Amerikalı siyaset bilimci, Stratfor’un kurucusu ve 2015 yılına kadar başkanı, Geopolitical Futures’ın kurucusu ve yöneticisi)
Geopolitical Futures, 9.11.2016

Tercüme: Zahide Tuba Kor

(...)
(...) Hillary Clinton’ı aday gösteren Demokrat Parti, Franklin D. Roosevelt’in ustalıkla işlediği ve Lyndon B. Johnson’ın yönlendirdiği, merkezinde beyaz işçi sınıfının yer aldığı partiden artık uzaklaştı. (...)
(...) Liberallerin temel kaygısı eşitsizlikken, alt orta sınıftakilerin temel derdi onurlu bir hayat sürmelerini sağlayacak yeterli parayı kazanmak. (...)
Görünen o ki Trump, bu problemi iyi anlamış; insanların geçmiş neslin verdiği kültür savaşlarını kaybettiğini fark etmiş. Kiliseler ve ebeveynler geçmiş nesli eşcinselliğin, kürtajın vs. günah olduğunu öğreterek yetiştirmişti. Mesele pek de Evanjelik Hristiyanlık değil, yetiştirildikleri değerlerdi. Bu sınıfın çoğu sözkonusu günahları işlediler, ama en azından bunların günah olduğunu bile bile; dahası, kendileri uymasalar dahi öğretilen standartlara değer verdiler. 
Bir nesil içinde alt ve orta sınıf eski konumlarını kaybetti. Çok çalışarak aileleri için iyi bir hayat sağlamaktan duyulan o gurur artık yok. Bir zamanların sıradan değerlerinin, -birilerini rencide etmemek adına- artık aşılması gereken birer fobi, hastalık olarak değerlendirmesinden rahatsızlar. Çocukken kendilerine öğretilen değerler artık alenen dillendirilemez hale gelmiş durumda. 
Bu orta sınıfın artık Demokrat Parti’de bir yeri yok. Demokrat Parti’nin kendilerini hor görmekle kalmayıp bir de göçmenlere ve onların haklarına ve kültürüne çok daha fazla değer verdiği kanısındalar. Bu doğru; ancak partinin değer verdiği, göçmenler değil, üst-orta sınıf ve kültür savaşlarının üniversite eğitimli galipleri. 
(...)
Bu, sadece izlenen kötü siyaset meselesi değil, aynı zamanda temel bir iç meseleye de işaret ediyor. Amerikan eliti kendini son derece dışa kapatıyor. Aynısı, Brexit referandumunun sonucuyla öfkeden deliye dönen ve Brexit yönünde oy kullananları “eğitimsiz, meseleleri anlamaktan aciz” olmakla yaftalayan İngiltere’deki elit için de geçerli.  
İktisadi baskılar bütün toplumlarda farklı düzeylerde artıyor. Şu anda Avrupa ülkeleri ABD’dekine benzer, hatta çok daha çeşitli baskılarla yüzleşiyorlar. Milliyetçi hareketler bu ülkelerin çoğunda büyümekte ve ortak özellikleri AB’ye düşmanlıkları, sınırsız göçmen akınına karşı durmaları ve elitlerden ziyade orta ve alt sınıfları etkileyen kemer sıkma politikalarından nefret etmeleri. 
İşte Trump tam da bu daha geniş krizin bir parçası. Avrupalı milliyetçiler AB’ye karşıyken Trump NAFTA’yı (Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması) yeniden müzakere etmek istiyor. Avrupalılar sınırsız Müslüman göçüne muhalifken Trump Meksikalıların ve Müslümanların göçüne karşı. Avrupalılar kemer sıkma politikalarına son verilmesini konuşurken Trump yatırımları canlandırmak için vergi kesintisinden bahsediyor. 
Bu politikaların doğru olup olmadığı konumuz değil. Mesele şu: Uzayıp giden iktisadi kötü işleyişlerin kaçınılmaz siyasi sonuçları olur. Bu başkanlık seçimi kampanyası gösterdi ki Clinton yükselişte olan siyasi hareketi anlamayıp marjinal sayarak göz ardı etti. Trump ise bunu görüp üzerinde oynayarak başkanlık yarışını kazandı. Ama bir adım da daha derine indi. Washington’ın ve medyanın iktisadi problemlerden bihaber olduğunu iddia ederek oy kazandı. Kampanyasının sonuna doğru ısrarla, Washigton elitinin kendi sınıfı dışındaki tüm Amerikalıların realitesinden tamamen kopmuş olduğunu iddia etti. 
Sizi temin ederim ki Trump çok daha iyi bir siyasetçiydi. (...) Clinton’ın zafiyeti, siyasi müesses nizamın kalbindeki yerini sonucu belirleyici bir unsur olarak görmesiydi. Sahip olduğu önemli güce rağmen Bernie Sanders’a seçim yarışından el çektirdi ve Trump’ı hiçbir zaman ciddiye almadı. (...) Bu bir rehavetti ve ayrıca orta sınıf arasında kabaran siyasi volkanı ve daha niceleri arasında işlerin yanlış gittiğine dair ortak hissiyatı da anlayamamaktı. 
(...) Maalesef ki sonuçta, seçmenlerin Trump’ın kabalığındansa Clinton’ın cehaletiyle daha fazla ilgilendiği ortaya çıktı. 
(...) İktisadi kötü işleyiş siyasi isyanlara yol açar. Clinton bunun önemini idrak edemedi. (...)
Her halükarda asıl şaşırtıcı olan, seçim sonuçları değil, anketlerin nasıl bu denli yanlış olabildiği. (...)
Trump rezil bir seçim kampanyası yürüttü (...) Trump’ın yaralayıcı açıklamaları Clinton’ınkinden çok daha fazlaydı; ama Clinton’ın “acınası haldekiler” gibi yorumları da seçmenlere doğrudan bir saldırı niteliğindeydi. Ve asıl şaşırtıcı olan da buydu; nihayetinde karar verici olan seçmenlerdi. 
Trump yeni Amerikan başkanı olacak; o da her aday gibi coşkulu geniş kapsamlı vaatlerde bulunmuştu. Bu vaatleri hafife almak kolay; tıpkı onun Cumhuriyetçilerin adayı olacağı ve üstelik seçimleri de kazanacağı fikri gibi. Her siyasi lider gibi o da koltuğa oturduğunda gerçeklikle yüzleşecek. Ancak hakiki liderleri büyük kılan, başkalarının imkânsız zannettiği şeyleri başarmak için gerçekliği yeterince net bir şekilde görmeleridir. Trump yönetiminin neye benzeyeceğini tahayyül etmekte zorlanıyorum, ancak ben onun asla Cumhuriyetçi aday olamayacağını düşünenlerdendim. Bu adamı hafife alma noktasında dikkatli olmak lazım. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder