KÜRESELLEŞMENİN
SİYASİ FAY HATLARI
Nouriel Roubini (Hâlihazırda New York Üniversitesi Stern İşletme Fakültesi profesörü ve Roubini Macro Associates başkanı;
Clinton yönetimi sırasında Beyaz Saray Ekonomi Danışmanları Konseyi kıdemli
ekonomistiydi. Daha evvel IMF, Dünya Bankası ve Amerikan Merkez Bankası’nda
görevler yaptı. )
Project Syndicate,
4.7.2016
Tercüme: Zahide Tuba Kor
Birleşik Krallığın
kıl payı oy farkıyla AB’den çıkma kararının çeşitli nedenleri var. (...) –en
azından gelişmiş ekonomilerde– küreselleşmeye, serbest ticarete, şirketlerin
maliyetleri azaltmak için üretimin bir kısmını yurtdışında gerçekleştirmelerine,
işçi göçüne, piyasa odaklı politikalara, ulusüstü otoritelere ve hatta
teknolojik değişime karşı geniş bir popülist/milliyetçi ters tepkinin işareti.
(...)
“Brexit”
oylamasında fay hatları netti: zengine karşı fakir, ticaretten/küreselleşmeden
nemalananlara karşı kaybedenler, kalifiye elemanlara karşı kalifiye olmayanlar,
eğitimlilere karşı daha az eğitimliler, gençlere karşı yaşlılar, şehirlilere
karşı kırsaldakiler, çeşitliliğe karşı homojen toplumlar. Bu fay hatları, ABD
ve Kıta Avrupa’sı da dahil diğer gelişmiş ekonomilerde de aynen mevcut.
Daha
esnek ekonomisi ve iş piyasası sayesinde ABD ve İngiltere, Kıta Avrupa’sına
kıyasla, GSYH ve istihdam bakımından 2008 Küresel Finansal Krizden daha güçlü
bir performansla çıkmıştı. (…)
Buna
rağmen ABD’de Donald Trump, ticaret, göç ve teknolojik değişimden olumsuz
etkilenen öfkeli işçilerin kahramanına dönüştü. İngiltere’de Brexit referandumu
büyük ölçüde, (“Polonyalı muslukçu” tabiriyle anılan) düşük ücretle çalışan AB
ülkelerinden gelen göçmenlerin İngilizlerin işlerini ve kamu hizmetlerini
ellerinden alacağı korkusunun etkisinde kaldı.
Kıta
Avrupa’sı ve Avro Bölgesi’nde ise iktisadi şartlar İngiltere’ye kıyasla çok
daha kötü; ortalama işsizlik oranı %10’larda (Avro Bölgesi’ne çevre ülkelerde
ise bu oran çok daha fazla; mesela Yunanistan ve İspanya’da %20’yi aşıyor),
genç işsizlik oranı ise %30’larda geziyor. Bu ülkelerin ekseriyetinde yeni
istihdam piyasası durgun olup reel ücretler düşmekte ve emek piyasasında ikilik
sözkonusu (yani kayıt altındaki sektörün ve sendikalı işçilerin maaşları dolgun
olup konumları avantajlıyken; genç işçiler düşük ücretli, sosyal güvencesi
bulunmayan ve hiçbir avantajı olmayan veya çok az olan riskli işlerde
çalışıyorlar).
Siyaseten
küreselleşmenin baskısı çift yönlü: Birincisi, bir nesli aşkın bir süredir
serbest ticareti ve küreselleşmeyi destekleyen sistem içi sağ ve sol partiler,
popülist ve yerliliği savunan/milliyetçi sistem karşıtı partilerin meydan okumalarına
maruzlar. İkincisi, sistem içi partiler de kendi içlerinden çıkan küreselleşme
karşıtlarının ana-akım anlayışa meydan okumasıyla birlikte –tamamen
yıkılmasalar da– altüst olmuş durumdalar.
Sistem içi
partiler bir zamanlar küreselleşmeden nemalananların
kontrolündeydi: sermaye sahipleri; kalifiye, eğitimli ve dijitale meraklı
çalışanlar; şehirli ve kozmolitan elitler; sendikalı beyaz ve mavi yakalı
çalışanlar. Aralarında küreselleşmenin kaybedeni beyaz ve mavi yakalı işçiler
de vardı tabii ki; ama bunlar, ya sosyal ve dini açıdan muhafazakâr
olduklarından ya da merkez sol partiler resmen sendikaları, işçi haklarını ve
devlet desteklerini savunduklarından her şeye rağmen sisteme sadıktılar.
Ancak
2008 Finansal Krizinin ardından küreselleşmenin kaybedenleri, örgütlenmeye ve
hem sağ hem de sol kanatta sistem karşıtı müdafiiler bulmaya başladılar. Sol
kanatta, İngiltere ve ABD’deki küreselleşmenin kaybedenleri, bilhassa gençler,
geleneksel merkez sol partiler içinde kendilerine destekçi buldular: İngiliz
İşçi Partisi’nde Jeremy Corbyn ve Amerikan Demokratları arasında Bernie
Sanders.
En
derin fay hattı ise merkez sağ partilerde çıktı. Bu partilerin –ABD’de
Cumhuriyetçiler, İngiltere’de Muhafazakârlar ve Kıta Avrupa’sında merkez sağ
partilerin– içinde kendi liderlerine karşı bir iç isyan patlak verdi. Ticaret,
göçmen ve Müslüman karşıtı, aynı zamanda yerlici Donald Trump’ın yükselişi,
müesses Cumhuriyetçi Parti’deki huzursuzlukların bir yansıması: Partinin
sıradan seçmeni küreselleşmenin kaybedenlerine daha yakın. Benzer bir isyan,
küreselleşmenin kaybedenlerinin iktidar partisinin “AB’den ayrılma” kampanyası
etrafında birleşmesiyle veya bağlılıklarının popülist AB karşıtı Birleşik
Krallık Bağımsızlık Partisi (UKIP)’ne doğru kaymasıyla İngiliz Muhafazakar
Partisi’nde de yaşandı.
Çok
partili parlamenter sistemlerin yaygın olduğu Kıta Avrupa’sında ise siyasi
parçalanmışlık ve dağılma İngiltere ve ABD’dekine kıyasla çok daha şiddetli.
AB’nin çevresinde (periphery) sistem karşıtı partiler daha ziyade sol
temayüllü: Yunanistan’da Syriza, İtalya’da Beş Yıldız Hareketi, İspanya’da
Podemos ve Portekiz’de sol partiler. AB’nin merkezinde ise bu tarz partiler
daha ziyade sağ kanatta yoğunlaşıyor: Almanya’nın Almanya için Alternatif
Partisi, Fransa’nın Ulusal Cephe’si ve Avusturya, Hollanda, Danimarka,
Finlandiya, İsveç ve diğer yerlerde benzer aşırı sağ partiler.
Ancak
küreselleşme karşıtlarının artan sayıları, örgütleri ve mobilizasyonlarına
rağmen küreselleşmenin bizzat kendisi ille de lanetlenmiyor. Konuya henüz aşina
olanlar için belirtmeliyim ki küreselleşme hala hem gelişmiş hem de gelişmekte
olan piyasalar için net faydalar sunmaya devam ediyor ve bu nedenle
küreselleşmenin kaybedenleri gelişmiş ekonomilerin ekseriyetinde hala
azınlıkta. Küreselleşmeden nemalananlar sessiz de olsa büyük çoğunluğu
oluşturuyor. Aslında “kaybedenler” de küreselleşmenin ve teknolojik
yeniliklerin beraberinde getirdiği malların ve hizmetlerin düşük fiyatlarından
faydalanıyor.
Bu
yüzden sistem dışı ve popülist partiler hala siyaseten azınlıkta.
Yunanistan’daki Syriza bile iktidara geldiğinde –AB’den çıkmak çok daha
maliyetli olacağından– çark etti ve kemer sıkma önlemlerini kabullenmek zorunda
kaldı. İspanya’nın erken seçimleri Brexit referandumundan üç gün sonra yapıldı
ve seçim sonuçları gösterdi ki yüksek işsizlik, kemer sıkma önlemleri ve
sancılı yapısal reformlara rağmen ılımlı Avrupa yanlısı güçler hala çoğunluğu
koruyor.
ABD’de
bile –seçmen tabanının demografik sınırlılığı sayesinde– Trump’ın cazibesi
sınırlı. Kasım ayında başkanlık seçimlerini kazanıp kazanamayacağı şüpheli.
Yine
bu yüzden Avrupa yanlısı merkez sağ ve merkez sol koalisyonlar AB ülkelerinin
çoğunda hala iktidarda. Ancak diğer bazı ülkelerin yanı sıra İtalya, Fransa ve
Hollanda’da AB karşıtı partilerin iktidara gelme riski artmakla birlikte bu
hala uzak bir ihtimal.
Son
olarak iktisat teorisine göre, nemalananlar kaybedenleri telafi ettiği müddetçe
küreselleşmenin herkes için avantajlı olması sağlanabilir. Bu, doğrudan
zararların telafisi şeklinde olabileceği gibi, daha fazla kamu mallarının ve
hizmetlerinin ücretsiz veya düşük ücretle sağlanması biçiminde de olabilir.
(…)
Kıta Avrupa’sında sistem içi partilerin halen iktidarını koruma sebebi kısmen
ülkelerinin yoğun sosyal refah sistemini işletmesinden kaynaklanıyor.
Küreselleşme
karşıtı güçlü tepki gerçek bir olgu ve giderek de büyüyor. Ama kontrol altına
alınabilir ve işçilerin tali zararlarını ve maliyetlerini telafi edici
politikalarla bu süreç yönetilebilir. Küreselleşmenin kaybedenleri, ancak ve
ancak bu tarz politikalarla sonunda kazananların safına katılabileceklerini düşünmeye
başlayacaklardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder