RAMAZAN AYI SALDIRILARI İSLAM DEVLETİ HAKKINDA NELERİ AÇIĞA VURUYOR?
Scott Stewaart (Stratfor Taktik Analizler
Birimi Başkan Yardımcısı; terör ve güvenlik uzmanı; daha evvel 10 sene Amerikan
Dışişleri Bakanlığında çalışmış ve yüzlerce terör soruşturmasına katılmış bir
isim)
Stratfor, 7.7.2016
Tercüme: Zahide
Tuba Kor
İslam Devleti (İD) Sözcüsü Ebu Muhammed el-Adnani mayıs ayı sonunda İD
mensuplarına Ramazan ayında saldırıları artırma çağrısı yaptı. Ramazan ayı
boyunca gerçekleşen saldırılar bu çağrının karşılık bulduğunu gösteriyor.
Haziran 2014’te örgütün Hilafet ilanından bu yana en kanlı Ramazan yaşandı.
Bu, geçmiş Ramazanların şiddetten nasibini almadığı anlamına gelmiyor.
(…) Ama İD’in merkezi Suriye ve Irak’ta çok ciddi toprak ve savaşçı kayıpları
yaşamasına rağmen, bu senenin katliamları geçen senekini gerek ölçek gerekse
can kayıpları bakımından fersah fersah aştı.
Katliamları kavramsallaştırmak
Son dönemdeki
saldırıların dolaylı sonuçlarını anlamak için öncelikle şunu bilmeliyiz: Her ne
kadar bütün bu saldırılar İD adına yapılmış olursa olsun tek bir yapı
tarafından planlanıp hayata geçirilmediler. Zira küresel İD hareketi, tıpkı
el-Kaide gibi, üç farklı düzeyde aktörden oluşuyor.
Örgütün en tepe
noktasında Suriye ve Irak’ta yerleşik “İD merkezi (Islamic State core)”
var. Merkez; binlerce savaşçısı, önemli miktarda askeri ekipmanı ve kontrolü
altında genişçe bir toprağı olmakla övünen hareketin üç bileşeni arasındaki en
geniş kesimi oluşturuyor. Merkezde hem konvansiyonel savaş yürütme hem isyan
harekatını yönetme hem de terörizme başvurma kapasitesi olan genişçe bir
tecrübeli militan kadrosu bulunuyor. Üç bileşen arasında İD merkezi, askeri
açıdan en yetkin grup olup Felluce gibi yerlerdeki büyük kayıplarına rağmen, 3
Temmuz’da Bağdat’taki bombalı saldırılarda görüldüğü üzere, ana operasyon
alanında hala etkili bir isyan ve terör kapasitesine sahip.
Merkez, terör
taktiklerini Suriye ve Irak sınırı ötesinde de planlamaya çalışıyor. Bunu
yabancı savaşçıları eğiterek ve dünyanın çeşitli yerlerinde saldırılar
düzenlemek üzere dış operasyonlar timini yollayarak gerçekleştiriyor. 2015
Kasım’ındaki Paris ve 22 Mart’taki Brüksel saldırılarından sorumlular ağı bu
stratejinin tipik birer örneği; tıpkı 28 Haziran’daki İstanbul Atatürk
Havalimanı’na yönelik saldırının arkasındaki hücre gibi. Genel olarak bu tim,
örgüt tabanına (grassroots) ve biatlı gruplara (franchise)
kıyasla, terör operasyonlarında kullanılan metotlar bakımından çok daha ileri.
Ancak onlar İD’in ana merkezinden uzaklardaki düşman topraklarında operasyon
yürüttüklerinden genel olarak, merkezdekilere kıyasla, hem yeterli kaynaktan
hem de kapasiteden mahrumlar. Dolayısıyla dış timler, ekseriyetle korunmasız
sivil/kolay hedeflere (soft targets) odaklanmakta olup şimdiye kadar
zorlu hedefleri (hard targets) vurma kapasitelerini ispatlayamadılar.
Aslında bahsi geçen her üç saldırı da -eğer saldırıyı gerçekleştirenler hayati
hatalar yapmasalardı- çok daha ölümcül olabilirdi.
İD’in ikinci
düzeydeki aktörleri “biatlı (franchise) veya bağlı gruplar”. Çoğunlukla
bunlar mevcut cihatçı örgütler arasından İD lideri Ebubekir el-Bağdadi’ye biat
edenler veya bu örgütlerden kopan fraksiyonlardan oluşuyor. Mesela Nijerya’daki
Boko Haram ve Mısır’daki Ensar Beytü’l-Makdis gibi bazı örgütler resmen “İD
vilayetleri” olarak tanındılar (Boko Haram “Batı Sudan Vilayeti” ve Ensar
Beytü’l-Makdis ise “Sina Vilayeti” olarak biliniyor). Ortak bağlılıklarına
rağmen birçok biatlı grup birbirinden epeyce
farklılaşıyor. Libya Sirte’deki Berka Vilayeti gibi bazıları İD’in merkeziyle
ve ideolojisiyle çok yakından bağlantılıyken Batı Sudan Vilayeti gibi biatlılar
ise farklılaşıyorlar. Filipinler’deki Isnilon Hapilon liderliğindeki ayrılıkçı
Ebu Sayyaf grubu gibi bazıları ise henüz resmen vilayetleşmese de İD’e kabul
edildiler.
Tabii ki bir
örgütün ismini değiştirmek ille de operasyon metotlarını değiştirmek anlamına
gelmez. Berka Vilayeti dışında İD biatlılarının merkezden doğrudan askeri
yardım veya eğitim aldıklarına dair çok az kanıt var. Sonuç olarak İD’e biat
eden gruplar, büyük ölçüde orijinal kapasitelerini korudular, her ne kadar
zaman zaman hedef kitlelerini merkeze benzer şekilde belirleseler de. Mesela 2
Temmuz’daki Bangladeş Dakka’daki saldırı ve 4 Temmuz’da Suudi Arabistan’daki
intihar saldırıları, İD biatlıları tarafından düzenlenmiş olup ileri düzeyde
terör metotları içermiyordu. Gerek Kürtlerin zaferleri gerekse Türkiye-Suriye
sınırındaki kontrollerin sıkılaştırılmasıyla birlikte yabancı cihatçıların
Suriye’ye seyahatleri artık daha da zorlaştı; bu durumda Endonezya ve Bangladeş
gibi yerlerdeki İD biatlılarının saflarına katılımlar artabilir.
Yine Suriye’deki
merkeze giderek İD saflarına katılma çabalarının engellenmesi –üçüncü düzeydeki
İD aktörü olan- örgüt tabanının (grassroots) kendi anavatanlarında
teşkil ettiği tehdidi artırıyor. Bu etkin elemanlar lidersiz direniş ilkesi
çerçevesinde hareket ediyor, yani merkezin direktiflerinden bağımsız bir
şekilde saldırılarını planlayıp uyguluyor. İD’in akidesi, örgüt tabanındaki
savaşçıların küresel düşünüp yerel hareket etmesinde ilham kaynağı oluyor.
Kanada Parlamentosuna yönelik Ekim 2014’teki saldırı Suriye’ye gitmesine izin
verilmeyen örgüt tabanından bir etkin eleman tarafından
gerçekleştirilmişti.
Ve gerçekten de tabandaki
cihatçılar 22 Mayıs’ta mesaj veren Adnani’nin takipçisi oldular. İD
merkezindeki savaşçılarla doğrudan bağlantısı dikkate alındığında aslında
Adnani’nin Ramazan ayı boyunca saldırılar düzenlenmesini teşvik eden kamuoyuna dönük böyle
bir beyanat vermesine gerek bile yoktu. Benzer şekilde merkez, biatlılarının
ekseriyetiyle temaslarını zaten hep sürdürdüğünden saldırı emrini kamuoyuna
duyurmadan özelden de onlara iletilebilirdi. Her ne kadar Adnani, konuşmasında
Ramazan ayının dünyada kafirler için bir felakete dönüşmesi arzusunu
dillendirse de “Avrupa ve Amerika’daki hilafet destekçilerine ve savaşçılarına”
özel olarak sinyal vermeyi ihmal etmedi. Ayrıca “Onların merkezlerinde
yapacağınız en küçük bir saldırı, bizimle buradayken yapacağınızdan çok daha
etkili ve kalıcı olacaktır. Eğer aranızdan İD merkezine ulaşma ümidini
taşıyanlarınız varsa biliniz ki bizler keşke Haçlıları gece gündüz
cezalandırmak için sizin yerinizde olabilseydik” diye de ekledi. Birkaç hafta
sonra tabandaki cihatçılar, 12 Haziran’da Orlando’daki gece kulübü saldırısının
ve 13 Haziran’da Paris’te iki Fransız polisine yönelik bıçaklı saldırının
sorumlusu oldular.
Üç farklı tehdide
karşı koymak
İD’in farklı
düzlemlerdeki aktörlerini tanımlamak ve anlamak önemli; zira her birinin teşkil
ettiği özgün tehdide karşı yine özgün bir çözüm üretmek gerekiyor. Mesela İD
merkezi, Irak ve Suriye’de askeri yöntemlerle bastırılıyor. Bu arada dış
operasyonlar timi üyelerinin merkezle temasları olduğundan bunların kimlikleri
araştırılarak tespit edilebilir. Buna mukabil biatlı grupların ve tabandaki
etkin elemanların muhtemelen İD merkeziyle ya çok az teması var ya da hiç yok.
Merkezle iletişim ve şahsi bağlar, bu savaşçıların kimler olduğunun
saptanmasında pek de bir işe yaramayabilir; bilhassa dünyanın birçok ülkesinde
yaşayan tabandaki cihatçıların ekseriyetle merkezle hiçbir bağlantıları
bulunmuyor. Dolayısıyla her ülkenin kendi yerel istihbaratı, merkezle fazla
bağlantıları bulunmayan, daha yerli örgüt mensuplarını tespitte daha çok işe
yarayabilir.
İD’in her bir
düzeyi özgün bir mukabeleyi gerektirirken yine her biri kendi risklerini
bağrında taşıyor. Her üç düzlemin teşkil ettiği tehdit, kullanılan terör
metotlarındaki ustalığa bağlı olarak değişiyor: Merkez en tehlikeli olanı iken
tabandaki cihatçılar en az tehlikeli olanlar. Sakın hata yapıp da bu üç düzeyin
her birinin ölümcül olabileceğini akıldan çıkarmayın. Ama bu demek değil ki bir
kargaşa çıkarmaya her üçü de eşit derecede muktedir.
Kapasiteleri her ne
olursa olsun tüm İD aktörleri, bir operasyon planlarken terör saldırısı
döngüsünü takip etmek zorunda. Terör saldırıları öylesine bir anda ortaya
çıkmıyor; bunlar bir sürecin sonucu. Eğer biz dikkatli olabilirsek bu süreç [önceden]
saptanıp saldırıların gerçekleştirilmesi akamete uğratılabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder