11 Temmuz 2016 Pazartesi

J.L.SHAPIRO: ESKİ İSLAM DEVLETİ’YLE YENİSİ KARŞI KARŞIYA



ESKİ İSLAM DEVLETİ’YLE YENİSİ KARŞI KARŞIYA

Jacob L. Shapiro (Geopolitical Futures Analiz Direktörü)
Geopolitical Futures, 6.4.2016

Tercüme: Zahide Tuba Kor

Son dönemde çevre bölgelerde İslam Devleti (İD)’nin taktik yenilgisi için çokça şeyler yapıldı. Bu yenilgilerin en önemlisi 28 Mart’ta örgütün Palmira’dan geri çekilişiydi. Amerikan destekli Irak birlikleri de Ramadi ve Musul’un kırsalındaki Hît ve Nasr’da operasyonlarını sürdürüyorlar. Bu gelişmeleri yakından takip etsek de henüz hiçbirisi, Geopolitical Futures olarak bizim 2016 öngörülerimiz arasında yer alan, İD’in Suriye-Irak’ta en büyük tek kuvvet olmayı sürdüreceği tahminimizi değiştirmemize yol açacak türden değil. Dahası, Suudi Arabistan’daki son gelişmeler, İD’in kraliyetteki faaliyetlerini genişleteceğine dair öngörülerimizi doğrular mahiyette.
(…)
Geçtiğimiz günlerde meydana gelen bütün bu saldırılar İD’e bağlı vilayetlerde gerçekleştirildi. Bunlar daha evvel hiç görülmemiş şeyler değil; ama bu kez farklı olan ve saldırıları görece sıradışı kılan, başkent Riyad’a yakın yerlerde vuku bulmaları ve Şii camileri yerine Suudi yönetimini hedef almaları. (…) Genellikle Suudi Arabistan’a yönelik İD saldırıları, ya ilan ettikleri vilayetler içinde ya da Yemen sınırında, Suudi vatandaşı Şiileri veya güvenlik birimlerini hedef alıyor.

Bütün bu sıraladığımız saldırılar İD’in Suudi rejimini istikrarsızlaştırmak için mezhepçiliği kullanma stratejisine uyuyor. Şiiler Suudi nüfusunun %5 ila %15’ine tekabül ediyor ve bunların çoğu da petrolün üretildiği Doğu Vilayeti’nde yaşıyorlar. İD zaten Irak ve Suriye’deki mezhepçi çatışmalardan doğmuştu – bu mezhepçi rekabetin yol açtığı güç boşluğu, İD’in kendi dükkanını açması için ideal bir alan oluşturageldi. İD benzer bir planı Suudi Arabistan’da seve seve takip edecektir. Bu tür saldırlar içeriye doğru daha da yayılabilir ve rejimi daha sık hedef alması kraliyetin meşruiyetini baltalayabilir. Bu, aynı zamanda İD’in Sünnilerin Şiilerden korkularını canlandırmasına imkan vererek operasyonlarına yönelik direnişi bertaraf edebilir.

İD’in yayılmaya çalıştığı bütün bölgeler arasında Suudi Arabistan, hem en cezbedici olanı hem de potansiyel olarak en tehlikelisi. Bir kere, Suudiler gerek askeri gerekse iktisadi açıdan zayıflıyorlar. Geçtiğimiz 5 yılda Suudi Arabistan’ın ABD’den satın aldığı silahların değerinin 100 milyar doları aştığı  (…) düşünüldüğünde, askeri açıdan bu sözlerim tuhaf görünebilir.

Ordunun envanteri bolca gelişmiş silahlarla ve dünyanın en ileri teknoloji ürünleriyle dolu olsa da Suudi Arabistan hala küçük bir çöl ülkesi. Nüfusu sadece 28 milyon (…). Nüfus bağlamında Suudi Arabistan, bölgenin diğer büyük güçleri Türkiye ve İran’a kıyasla küçücük bir ülke olan İsrail’e daha yakın büyüklükte. Silahlar, eğer onu kullanabilecek insan gücünüz varsa işe yarar. 200.000 kişilik ordusuyla Suudi Arabistan Yemen’den Suriye’ye, Irak’tan Bahreyn’e kadar birçok cephde çatışmaları eşzamanlı sürdürebilmesi mümkün değil.

Suriye ve Irak’la olan kuzey sınırından kaynaklanan meydan okumalarla baş edebilmek için Suudiler rutin davranış tarzlarını tekrarladılar: problemleri çözmek için petrol parasını seferber etmek. İran’a karşı bir zafer elde edebilmek için Suriye’de Beşşar Esed’i devirme ümidiyle Suriye İç Savaşı’na para döktüler; radikal cihatçı grupları desteklediler ve Suriye’de İD ile Nusra Cephesi gibi grupların yükselişine doğrudan katkı sağladılar. Ama Suudi Arabistan bu şekilde harcamalarını sürdürmek için yeterince güçlü bir iktisadi pozisyona artık sahip değil. Geopolitical Futures  Suudi Arabistan’ın mali konumunu derinlemesine inceledi ve [yayınladığı “Saudi Arabia: A Failing Kingdom” adlı raporuyla] kraliyetin yetersizliklerini ortaya çıkardı. 

Ancak İD’in Suudi Arabistan’a yayılma arzusunun daha derinlere inen boyutları var. Suudi Arabistan aslında İD’in daha evvelki bir versiyonunun tam da kalbinde. Kraliyetin ilk kökeni, 18. asırda Muhammed bin Abdülvehhab’ın katı dini öğretileri ile Arabistan Yarımadası’nın merkezinde fetihlerle toprak ele geçiren Suud ailesi arasındaki bir ittifakla başlar. Bu hareket Vehhabizm olarak bilinir ve Vehhabi ilkelerle yönetilen devlet de 1932’de Suudi Arabistan adıyla resmiyet kazanır. Bu, geçmişteki herhangi bir milli, kabilevi veya bölgesel bağa nazaran katı dini bağlılığa tam vurgu yapan yerli bir Arap gücüydü.

Abdülvehhab, Osmanlı İmparatorluğu’nun İslam inancına karşı isyan etti. Cehaleti şeriatla bertaraf etmek ve kişinin kendi kabilesine olan sevgisini daha geniş İslam ümmetine boyun eğdirmek suretiyle İslam’ı arındırma arayışındaydı. Suudi Arabistan’ın bir Vehhabi devlet olarak ortaya çıkışını Albert Hourani 1962’de şöyle kaleme almış: “Çağrısı Arap değil İslam dayanışmasına odaklanıyordu ve esas itibarıyla herkese cazip gelebilecek şekilde bir İslam Devleti olma iddiasındaydı.” Bugün Suudi monarşisini petrol kaynaklarından gelen muazzam zenginlik içerisinde görüp de Suudi Arabistan devletinin oluşumuna yol açan temel fikrin servet değil, İslam’ın ilk neslinin muhayyel dindarlığına geri dönüş olduğu kolaylıkla unutulmuş olabilir.

İD’in Suudi Arabistan’a saldırıları, Suudi yönetimine karşı öyle basitçe bir saldırıdan ibaret değil. Zira kraliyetin tam da ruhunu, özünü hedef alıyor. Suudi Arabistan dış görünüş itibarıyla oldukça dindar bir toplum; (…) şeriat kuralları uygulanıyor. Ancak Suud ailesi Abdülvehhab’ın çizdiği şekilde bir hayat sürmüyor, servet içinde yüzerek (…) alemler yapıyor. İD, Suudi Arabistan’a bakıp riyakarlığı müşahede ediyor ve bu riyakarlık içinde sadece kendi değerlerine uymayan şeyler değil, aynı zamanda istismar edilebilir zafiyetler de görüyor.


Suriye ve Irak dışında İD tehdidinin en etkili olduğu ülke Suudi Arabistan. Suud monarşisi giderek zayıflıyor. Petrol kaynakları Sünnilerle Şiiler arasındaki siyaseten istikrarsız bir fay hattı üzerinde duruyor. (…) Ancak bir polis karakolu dışında küçük bir el yapımı patlayıcıyla saldırı ile İD’in anlamlı bir şekilde Suud ailesine meydan okuması arasında hala daha uzunca bir mesafe var; ama Suudi Arabistan’ın zafiyeti ve İD’in kraliyeti yerle bir etme arzusu zamanla daha fazla telaffuz edilir hale gelecektir. (…).


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder