30 Nisan 2016 Cumartesi

R.GOUJON - MÜSTAKBEL AMERİKAN BAŞKANINA


MÜSTAKBEL AMERİKAN BAŞKANINA

Reva Goujon (Stratfor Küresel Analizler Başkan Yardımcısı)
Stratfor, 8.4.2016

Tercüme: Zahide Tuba Kor

Sevgili 2016 Amerikan başkanlık yarışına katılan adaylar,
(…) Ancak dünya büyük bir belirsizlik anında [sizi] seyrediyor. Sınırlarımızın çok ötesindeki meydan okumaları idare etmek/yönlendirmek için [başkanlık için yarışan] adayların duygularına kapılmadan tarafsız analizlere ve derin bir tarih anlayışına ihtiyacı var. Önümüzdeki ocak ayında hanginiz Beyaz Saray’a yerleşirseniz yerleşin, [kaleme alınan] brifing [niteliğindeki bu yazı], sizi bekleyen dünyanın jeopolitik durumuna ilişkin bir çerçeve sunuyor.

Büyümenin temellerine geri dönüş
(…) Mevcut [iktisadi] döngü, yani kaldıraç oranının düşmesi [Z.T.K. yani finansal sistemde risk algılamasının değişmesi, kredi veren kurumların kredi standartlarını sıkılaştırması ve likiditenin kuruması] 1930’lardakiyle mukayese edilebilir. (…)

[Dış] Ticarette iniş çıkışlara daha az maruz kalan ABD, [2008] kriz[in]den belini doğrultan ve faiz oranlarında tedrici bir yükselişle ekonomisi normalleşme sürecine giren ilk ülke oldu. Ancak bu strateji dışarıdan esen rüzgarlara karşı da hassas [Z.T.K. olumsuz yönde etkilenebilir anlamında hassas]. Amerikan ekonomisi bir boşluk içinde işlemiyor; doların küresel hakimiyeti Amerikan nüfuzunu dünyanın neredeyse her köşesine yayıyor. Bu yüzden, her ne kadar Amerikan başkanı Merkez Bankası’nın para politikasını etkileyemese de bu politikanın sonuçları dünyanın her yerine yayılıyor. (…)

Ancak gerek içeride gerekse dışarıda siyasetçiler, seçim dönemlerinin baskısıyla yüzleşiyorlar ve hâlihazırda yılların ekonomik durgunluğundan artık bıkmış ve devlet kurumlarına güvenini yitirmiş durumdaki seçmenlerin isyanının ortasında kapana kısılmış haldeler. Sistem karşıtı hareketler seslerini yükseltirken siyasi uzlaşma sağlamak giderek zorlaşıyor ve krizin bu aşamasını yönetebilmek için gereken tam vaktinde ve dengeli bir politika üretme ihtimali giderek azalıyor. ABD, diğerlerine kıyasla, en istikrarlı iktisadi zemine oturduğu gerçeğiyle teselli bulabilir; ama dünyanın geri kalanını daha nice iktisadi dalgalanmalar bekliyor. Bu büyük küresel risk ortamında dış para politikasının giderek artan sınır(lılık)ları, gelecekteki jeopolitik çatışmanın itici güçlerinden birisi olacaktır.

Avrupalılarla baş etmeyi öğrenmek
İktisadi durgunluğun tetiklediği siyasi sonuçlar, hem kuzeyden güneye hem de doğudan batıya bölünmekte olan Avrupa kıtasında daha fazla telaffuz edilecektir. Avrupa şüphecilik geçici bir aşama değildir, Avrupa’nın kendisine ve geçmişine karşı dürüst olması gerekir. İktisadi refah dönemlerinde milli egemenlikten tavizler vermek ve servet uçurumlarını hasıraltı etmek çok daha kolaydır. Ama uzayıp giden iktisadi durgunluk dönemlerinde milli menfaatler birlik [AB] menfaatlerinden çok daha öncelikli hale gelir. Avro Bölgesi (…) mali bir felaketi şimdiye kadar önledi; ama yavaş büyüme, büyük borç yükü ve yüksek genç işsizliği güneyin borçlu ülkelerini Almanya’nın başı çektiği kuzeyin mali açıdan daha sorumlu bloğundan giderek uzaklaştıracaktır. Ve henüz deneme niteliğindeki Avrupa Merkez Bankası devreye girip deflasyonla mücadeleye kalkıştığında enflasyondan korkan Alman direnişi giderek artacaktır.

Ortadoğu’daki çatışmanın kışkırttığı mülteci krizi, (…) Avrupa’nın bölünmüşlüğünü sadece ve sadece daha da artıracaktır. (…)
Avrupa şüphecilik çeşitli şekillerde ortaya çıkabilir. Nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, referandumlar Avrupa projesinden duyulan rahatsızlıkları dışa vurmak ve birliğin şartlarını yeniden müzakere etmek için kullanılacak popüler bir araca dönüşecektir. Hantal koalisyonların ana akım partileri, seçmenlerin duygularına hitap etmek için daha milliyetçi duruşlar benimseyerek siyaseten hayatta kalma mücadelesi vereceklerdir. ABD, Avrupa’yı çıkarları oldukça farklılaşan bir uluslar bütünü olarak görmek ve 2017’de genel seçimlere doğru giderken siyasi kampanyalarını milliyetçilikle çerçevelendirecek olan AB’nin iki temel direği Fransa ve Almanya ilişkilerindeki siyasi ve iktisadi gerginliklere dikkat kesilmek zorundadır.

NATO’nun eksikliklerini telafi etmek
ABD’nin NATO içindeki Avrupalı müttefiklerine kıyasla çok daha fazla askeri harcama yaptığı bir sır değil. 2014 verilerine göre, NATO’nun 26 üyesi arasından sadece 5 tanesi –Litvanya, Yunanistan, Fransa, Türkiye ve İngiltere- NATO tavsiyesi olan GSYH’nin %2’sini savunmaya ayırma limitini aşan ülkeler (ki Polonya ve Estonya %1,9’luk harcama yapıyor). Savunma harcamalarındaki kısıtlamalardan Avrupa’daki iktisadi kriz sorumlu tutulabilir; ancak ittifakın nereye odaklanması gerektiği konusunda da büyük görüş ayrılıkları var. ABD ve İngiltere, Ortadoğu’daki terörizmden siber tehditle mücadeleye kadar günümüzün meydan okumalarına karşı NATO’nun alanını genişletme konusunda birlikte hareket ediyor. Fransa ve Almanya ise Rusya’yla ihtilafların yönetilmesinde daha dikkatli olacaktır; aynı zamanda bu iki ülke terörizmle mücadelede yurtdışındaki sorumluluklarından kaçamayacaklarını artık anlamış durumdalar, her ne kadar hangi cepheden işe başlamak gerektiği konusunda uzlaşamasalar da. Çevresindeki çatışmaların içine doğru çekilen Türkiye’ye gelince, NATO desteği olsun veya olmasın, Irak’ın ve Suriye’nin kuzeyindeki tehditlere mukabelede giderek daha fazla kendi ordusuna bel bağlayacaktır. Baltık ülkeleri ve Polonya ise Rus tehdidine karşı en hassas konumdaki ülkeler olacak ve NATO’nun Doğu Avrupa’ya kalıcı olarak konuşlanması için çaba sarf edecektir.

NATO köhne bir örgüt değildir ama gelişmesi gerekir. Rusya hala Avrupa’nın doğu kanadına yönelik en başta gelen potansiyel tehdittir ve kıtayı vuran her terör saldırısı daha iyi bir güvenlik ve istihbarat işbirliği gerekliliğini ortaya koyuyor. ABD diğer tüm NATO üyelerinden çok daha ağır bir yük taşımaya devam edecektir ve Doğu Avrupalı müttefikler Rusya’ya karşı savunmalarını güçlendirmek için NATO’nun ötesine geçip Washington’dan ikili güvenlik garantileri almak zorunda kalacaktır. Eğer Avrupalılar ellerini taşın altına sokmazlarsa Doğu Avrupa’da dönüşümlü olarak konuşlanacak üçüncü bir Amerikan birliğinin ilanı NATO ile Rusya arasındaki askeri dengeyi temelden değiştirmeyecektir. Ancak Rusya’nın Atlantik Okyanusu’ndaki denizaltı faaliyetlerinin artmasından dolayı (Grönland, İzlanda ve İngiltere arasındaki) “GIUK boşluğu”nu takviye için Amerika’nın İzlanda’ya sessiz sedasız konuşlanması, ABD tarafından -kademeli de olsa- çok daha kapsamlı bir takviyenin işaretidir.

Rus stratejisinin bir tahlili
Amerikan birliklerinin Avrupa’ya tedrici olarak konuşlanması, yeni başkanın ana meselelerinden birinin Amerika ile Rusya’nın karşı karşıya gelmesi olacağının bir göstergesidir. Rusya’nın ABD’ye temel güvensizliği, kapı eşiğinde Batı’nın kasıtlı ihlalleri olarak algıladığı adımlarla besleniyor. Moskova sözkonusu tehdidi, geleneksel askeri konuşlanmayla ve geçmişteki nükleer silahların kontrolü antlaşmalarından giderek uzaklaşarak ve belki de tamamen ayrılarak hafifletmeye çalışacaktır. Rusya ayrıca -gerek kendisine yönelik mali yaptırımların gerekse muhtemel Rus saldırganlığına karşı ABD’nin güçlü ve bütüncül bir karşı-denge inşa etme çabalarının altını oymak üzere- Avrupa’daki mevcut çatlakları daha da genişletmek için elinden gelen her şeyi yapacaktır.

Rus stratejisinin üçüncü ayağı, çatışma bölgelerinde ABD’ye sadece boyun eğdirmekle kalmayıp bir de çıkış stratejisi için Washington’ı Moskova’ya bağımlı kılma potansiyeli olan kozlar bulmayı veya oluşturmayı içeriyor. Ortadoğu bu tarz fırsatlarla dolu olup Suriye bu örneklerin en önde gelenidir. Rusya Suriye çatışmasının içine öylesine bir daldı ki, kendisinin Batı’yla daha geniş çaplı müzakeresini şekillendirmek üzere, bu ülkedeki şiddetin dozunu yükseltip alçaltabilir durumdadır. [Moskova’nın elindeki] Sopa, Esed yönetimine verdiği askeri destekle çatışmayı yoğunlaştırmak ve böylece hem Avrupa’yı bölen mülteci krizini şiddetlendirmek hem de savaş alanında Amerikan çabalarını engellemek şeklinde devreye giriyor. Havuç ise Suriye’de ateşkesi hayata geçirme, İslam Devletine karşı savaşı koordine etme ve güvenilir bir barış anlaşmasını ve siyasi geçişi sağlamak için çaba sarf etme şeklinde tezahür ediyor; ki buna karşılık Moskova, Avrupalıların ve ABD’nin yaptırımları kaldırmak için müzakere etmeye, doğu bölgesinin özerkliğini tanıması için Ukrayna’ya baskı uygulamaya ve NATO yığınağını sınırlandırma konusunda istekli olacakları beklentisinde. Her iki taraf da daha büyük bir felaketi önlemeye çalıştığından taktiksel ve kademeli tavizler vermeleri mümkün; ancak Rusya’nın Batı’yla karşı karşıya gelme hali iyice müzminleşmiş durumda ve Amerikan güvenlik garantilerinin inandırıcılığının tehlikede olduğu bir dönemde ABD’nin tüm müttefiklerini sürüncemede bırakacak bir tavize yanaşma ihtimali pek de görünmüyor. Çatışma hali devam ettiğinden, Amerikan başkanı, müttefikleri pahasına Washington’ı stratejik tavizler vermeye sevk edecek şekilde planlanan Rus stratejisine karşı teyakkuzda olmalıdır.

Rusya ile Türkiye arasında giderek büyüyen rekabeti yönlendirmek, Washington için maharet isteyen bir iş olacaktır. Moskova ile Ankara’nın kafa kafaya gelmeye müsait olduğu Ortadoğu’dan Karadeniz’e ve Kafkaslarda Dağlık Karabağ’a kadar birçok alan var. ABD bu rekabeti, Türkiye’yi daha da NATO’ya çekmek için bir koz olarak kullanabilir; ama aynı zamanda –NATO ittifakının altını oyup çok daha büyük bir çatışmaya dönüşebilecek- bu iki eski jeopolitik rakip arasındaki mücadelenin içine çekilme ihtimaline karşı da dikkatli olmalıdır.

Bölgesel güçlerin Ortadoğu’da öne çıkmasına alışın
Derin mezhepsel gerilimlerle örtüşen Suriye, Irak, Libya ve Yemen’deki güç boşlukları, cihatçılara faaliyetleri için alan açacak ve sıradan insanlara ilham, eğitim ve uzmanlık elde edecekleri birer üs sağlayacaktır. Bu cihatçı alanların daha da gelişip gelişmeyeceği ABD’nin terörizmle mücadelede bölgeden daha fazla yardım alıp alamama becerisine bağlı. Bu dinamik şu anda zaten devrede; zira ABD’nin Tahran’la uzlaşma stratejisi, başlıca Sünni oyuncular olan Türkiye ve Suudi Arabistan’ı İran’ı dengelemeye teşvik eden bir stratejik etkiye sahip. Bu güç dengesi stratejisinin maliyeti ise tüm oyuncuları ve vekillerini kısa vadeli çıkarlarına ulaşmak için çeşitli ve çoğunlukla da zıt yönlere doğru çekmesi olacaktır. Ama Ortadoğu’da on yılı aşkın bir süredir savaşma tecrübesinin ardından Amerikalı politika üreticileri, rakip fraksiyonların baş döndürücü dizilişiyle çalışmaya artık alışmış olmalılar. ABD müttefiklerinin stratejileriyle esnemek durumunda olduğu gibi bazen de müttefikler ABD’nin stratejisine göre esnemek durumunda. Mesela ABD İslam Devletine karşı savaşçı Kürt vekilleriyle çalışmaya devam edecek, ama Türkiye’yle işbirliğini öncelediğinden bunun sınırlarını da belirleyecek. ABD bu çatışmaları yönetmek için diğer bölgesel ağır toplara bel bağlamak zorunda kaldıkça İsrail ABD’nin bölge politikası üzerindeki nüfuzunun zayıfladığını görecek; ama İsrail, sessiz sedasız Sünni ortaklarla bağlar kurmak ve bölgedeki Rus faaliyetlerinden her an haberdar olmak suretiyle hızlıca yeni duruma adapte olacaktır.

Suudi Arabistan ABD’ye mecburen yakın duracaktır; ama Suud, Amerikan gündemi Körfez İşbirliği Konseyi’nin gündemiyle her daim uyumlu olamayacağından ABD’ye güvenemeyeceğini biliyor. Riyad bölgesel tehditlere karşı bir Sünni bölgesel ittifakı konsolide etmeye çalışacak ve ABD her zaman bu tarz hareketleri denetleyip kontrol edemeyecektir. Ayrıca Riyad uzun vadeli iktisadi güvenliği için Körfez’deki ortaklarıyla eşgüdüm içinde hareket edecektir. Düşük emtia fiyatları Körfez monarşilerine iktisadi faaliyetleri çeşitlendirmenin önemini salık verirken, Suudi iktisadi ve muhtemelen siyasi politikası henüz deneysel bir nitelikte olduğundan Suud kraliyetinin istikrarı konusunda sorular ortaya çıkacaktır.

İran’ı da yakın markaja almak gerekecek. Amerikan başkanının yemin etmesinden sadece altı ay sonra Haziran 2017’de İran cumhurbaşkanlığı seçimleri gerçekleşecek. Son parlamento seçimleri Cumhurbaşkanı Ruhani öncülüğündeki ılımlı kamp lehine sonuçlansa da iktisadi toparlanmadaki yavaşlık ve Ruhani’nin siyasi ve iktisadi açılımını bir tehdit addeden siyasi muhafazakarların artan direnişi, İran’ın siyasi yönelimini altüst edebilir ve henüz yeni olan Amerikan-İran ilişkilerinde yeni pürüzlere yol açabilir.

ABD’nin Asya’ya Kayış stratejisinin inandırıcılığı
Çin hala devasa ve büyümeye devam ediyor; ama Çin gibi devasa bir ülkenin büyümesinin yavaşlaması dünyayı yepyeni bir paradigmaya sokuyor. Bu sancılı intibak süreci devam ederken şunu hatırda tutmalıyız: Pekin, kendisi için elzem olan büyük bir tüketici sınıf inşa etmesi ve ekonomisini yeniden dengelemek için tedarik zincirine doğru yönelmesi gerektiğinin farkında. Çin, büyümesinde teknoloji sanayiinin ana itici güç olmasını hedefliyor; ama elektronik ürünlerin sadece montajı ve imalinin ötesine geçip şu anda ithal etmek zorunda olduğu aksamın dizaynı ve icadını da yapmak istiyor. Çin’in daha yerli bir teknoloji sanayii geliştirebilmesi için gerekli teknik uzmanlığı elde etmek üzere hükümet sübvansiyonları, şirket casuslukları ve yabancı teknoloji şirketlerinin doğrudan satın alınması yoluna gidilecektir. Siber alanda Çin casusluğunun ana itici gücü işte bu olacaktır. Buna karşı ABD için en iyi savunma seçeneği –hızla değişen tehdit ortamı dikkate alındığında- teknik değil siyasidir. Bununla birlikte, her ne kadar siber güvenlik üst düzey bir mücadele konusu olsa da, Beyaz Saray’ın yeni yönetimi Çin’i -doğrudan kendi yönlendirmesi altındakiler hariç- bilgisayar korsanlarına karşı adım atmaya iknada sınırlı bir başarı elde edecektir.
(…)
Çin’in iktisadi ve siyasi meydan okumaları arttıkça dışarıda daha da saldırganca olması beklenebilir. Hem Pekin hem de Washington, Çin’in yavaşlamasından zamanla fayda sağlayacak sağlam bir iktisadi büyüme potansiyeli taşıyan Güneydoğu Asya ülkelerini yanına çekmeye çalışacaktır. Ancak Güneydoğu Asya ülkeleri sıfır toplamlı bir oyuna çekilmeyi reddedeceklerdir. Güvenlik cephesinde Çin, dünyanın askeri süper gücüyle bir kavga çıkarmaya yer aramıyor; ama denizlerde nüfuz alanını tanımlamakta ve tedarik hatlarını koruma ve gereğinden fazla artırmakta gayet ciddi görünüyor. Çin’in Hint ve Pasifik okyanuslarında daha geniş alanlarda kuvvet artırımına gitme çabaları, ABD’nin buralardaki donanma hakimiyetini sürdürme zorunluluğuyla çakışacaktır.

Kuzey Kore’nin nükleer gelişmesi Asya-Pasifik’teki güvenlik ikilemini daha da karmaşıklaştıracaktır. İran veya Libya stratejilerinin tekrarlanması Kuzey Kore’nin nükleer hırslarını kontrol altına almaya çalışmada işe yaramayacaktır. Pyongyang yaşayabilir bir nükleer caydırıcılığı hedeflediğinden yaptırımlar ve askeri tehditler bu hedefi sadece ve sadece daha da güçlendirecektir. Gelişen Kuzey Kore tehdidini hafifletmek için ABD Güney Kore ve Japonya’yla güvenlik bağlarını derinleştirecektir – ki bu ittifak aynı zamanda Çin’le ihtilafları artıracaktır. Pekin bölgede Amerikan güvenlik takviyesine bir sınır koymak için Kuzey Kore meselesinde işbirliğini geliştirmeye çalışsa dahi, Çin’in Pyongyang’ın adımlarına etkisi belirgin bir şekilde sınırlıdır ve Pekin, hemen sınırında büyük bir savaşı tetiklemesinden korkarak soruna fazlaca asılmaktan kaçınacaktır.

Güney Kore ve Japonya’da kısa yoldan kendi nükleer silah programlarını aktive edip etmeme tartışması, Donald Trump’ın Japonya ve Güney Kore’nin kendi nükleer silahlarını üretmeye çalışmaları gerektiğine dair görüşlerinden en az birkaç on yıl öncesine kadar geri gidiyor. ABD’nin Asya-Pasifik’te kendi müttefiklerine odaklanması ve nükleer şemsiyesinin gücü ve inandırıcılığı, Seul ve Tokyo’nun kendi bağımsız nükleer yollarını tutturmalarına karşı temel caydırıcılar olacaktır. Aynı zamanda ABD, kendi müttefiklerinin nükleer hırslarını çok daha güçlü bir şekilde takip edecek ve stratejik ortaklarının tek taraflı bir adımla nükleer bir sıçrama yapmasını caydırmak gerektiğinde de elindeki sopalarını kullanacaktır.

Emtia fiyatları kargaşasında bir umut ışığı
Büyümesi yeraltı kaynaklarına dayalı endüstrilere ve dış kredilere aşırı bağımlı olan ülkelerde siyasi dalgalanma kaçınılmazken, küresel emtia [fiyatlarının] dibe vurması ve kredi daralması/sıkışıklığı Amerikan dış politikası için bir lütuf olabilir. Latin Amerika’dan Afrika ve Asya’ya iktisadi döngüler, siyasi liderlerin popülist adımları sürdürmek için krediye dayalı büyümeyi artık körükleyemeyecekleri bir noktaya ulaştı. Krediler sıkıştıkça halkın memnuniyetini sübvansiyonlarla sürdürmek ve siyasi müttefikleri mega projelerden pay dağıtarak ödüllendirmek çok daha zorlaşıyor. İktisadi alanda kemerler sıkılıyor, yolsuzluk suçlamalarının kamuoyunu harekete geçirme potansiyeli bulunuyor ve toplumsal kargaşa ortaya çıkıyor. Fırtına gelip geçtiğinde (hepsi değil ama) bazı ülkeler, -popülist tedbirlerin dizginlenmesiyle ve daha güçlü bir düzenleyici ortamın gelişmesiyle- çok daha güçlü bir şekilde ortaya çıkacaktır. ABD ayrıca uzun vadede hükümetleri istikrara kavuşturmak için yolsuzluk karşıtı muteber örgütlerin kurulmasını sessiz sedasız destekleme politikasına devam edebilir ki bu da daha güvenilir bir müttefikler ağı kurulmasını sağlayacaktır.

Küresel hegemonun sorumlulukları

Bu brifing kapsamlı olmamakla birlikte seçim sezonunda yürütülen dış politika tartışmalarında dürüst bir çerçeve inşa etme çabası olarak görülebilir. Her zamanki gibi bu sezonda da Amerikan gücünü yeniden tesis etme konusu çokça tartışılıyor. Amerikan istisnacılığı kavramına dayanak oluşturan güç, ülkenin jeopolitik kimliğinde iyice kökleşmiş durumda. ABD, birer tampon olarak işlev gören iki devasa okyanusla çevrili; sadece güçlü bir milli kimliği beslemekle kalmayıp Kuzey Amerika kıtasındaki komşularla da derin iktisadi bağlar kurmaya imkan veren tabii olarak entegre bir arazi ve doğal kaynak zenginliği üzerine kurulu. Eğer ki ABD içeride gücünü muhafaza etme ümidindeyse daha güçlü bir ittifak mimarisine ihtiyaç duyuyor. İsterseniz dar bir “Amerika öncelik” politikasını veya daha izolasyonist bir stratejiyi savunun, isterseniz dışarıdaki Amerikan dış faaliyetlerini daha ince eleyip sık dokuyarak uygulamak isteyin, önümüzdeki dönemde Amerikan liderliğinin sorumlulukları iyice derinleşmiş olacaktır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder