MÜSTAKBEL AMERİKAN BAŞKANINA
Reva Goujon (Stratfor Küresel Analizler
Başkan Yardımcısı)
Stratfor, 8.4.2016
Tercüme: Zahide
Tuba Kor
Sevgili 2016 Amerikan başkanlık yarışına katılan adaylar,
(…) Ancak dünya büyük bir belirsizlik anında [sizi] seyrediyor.
Sınırlarımızın çok ötesindeki meydan okumaları idare etmek/yönlendirmek için [başkanlık
için yarışan] adayların duygularına kapılmadan tarafsız analizlere ve derin
bir tarih anlayışına ihtiyacı var. Önümüzdeki ocak ayında hanginiz Beyaz
Saray’a yerleşirseniz yerleşin, [kaleme alınan] brifing [niteliğindeki
bu yazı], sizi bekleyen dünyanın jeopolitik durumuna ilişkin bir çerçeve
sunuyor.
Büyümenin temellerine geri dönüş
(…) Mevcut [iktisadi] döngü, yani kaldıraç oranının düşmesi [Z.T.K.
yani finansal sistemde risk algılamasının değişmesi, kredi veren kurumların
kredi standartlarını sıkılaştırması ve likiditenin kuruması] 1930’lardakiyle
mukayese edilebilir. (…)
[Dış] Ticarette iniş çıkışlara daha az
maruz kalan ABD, [2008] kriz[in]den belini doğrultan ve faiz oranlarında
tedrici bir yükselişle ekonomisi normalleşme sürecine giren ilk ülke oldu.
Ancak bu strateji dışarıdan esen rüzgarlara karşı da hassas [Z.T.K. olumsuz
yönde etkilenebilir anlamında hassas]. Amerikan ekonomisi bir boşluk içinde
işlemiyor; doların küresel hakimiyeti Amerikan nüfuzunu dünyanın neredeyse her
köşesine yayıyor. Bu yüzden, her ne kadar Amerikan başkanı Merkez Bankası’nın
para politikasını etkileyemese de bu politikanın sonuçları dünyanın her yerine
yayılıyor. (…)
Ancak gerek içeride gerekse dışarıda siyasetçiler, seçim dönemlerinin
baskısıyla yüzleşiyorlar ve hâlihazırda yılların ekonomik durgunluğundan artık
bıkmış ve devlet kurumlarına güvenini yitirmiş durumdaki seçmenlerin isyanının
ortasında kapana kısılmış haldeler. Sistem karşıtı hareketler seslerini
yükseltirken siyasi uzlaşma sağlamak giderek zorlaşıyor ve krizin bu aşamasını
yönetebilmek için gereken tam vaktinde ve dengeli bir politika üretme ihtimali
giderek azalıyor. ABD, diğerlerine kıyasla, en istikrarlı iktisadi zemine
oturduğu gerçeğiyle teselli bulabilir; ama dünyanın geri kalanını daha nice iktisadi
dalgalanmalar bekliyor. Bu büyük küresel risk ortamında dış para politikasının
giderek artan sınır(lılık)ları, gelecekteki jeopolitik çatışmanın itici
güçlerinden birisi olacaktır.
Avrupalılarla baş etmeyi öğrenmek
İktisadi durgunluğun tetiklediği siyasi sonuçlar, hem kuzeyden güneye
hem de doğudan batıya bölünmekte olan Avrupa kıtasında daha fazla telaffuz
edilecektir. Avrupa şüphecilik geçici bir aşama değildir, Avrupa’nın kendisine
ve geçmişine karşı dürüst olması gerekir. İktisadi refah dönemlerinde milli
egemenlikten tavizler vermek ve servet uçurumlarını hasıraltı etmek çok daha
kolaydır. Ama uzayıp giden iktisadi durgunluk dönemlerinde milli menfaatler
birlik [AB] menfaatlerinden çok daha öncelikli hale gelir. Avro Bölgesi
(…) mali bir felaketi şimdiye kadar önledi; ama yavaş büyüme, büyük borç yükü
ve yüksek genç işsizliği güneyin borçlu ülkelerini Almanya’nın başı çektiği
kuzeyin mali açıdan daha sorumlu bloğundan giderek uzaklaştıracaktır. Ve henüz
deneme niteliğindeki Avrupa Merkez Bankası devreye girip deflasyonla mücadeleye
kalkıştığında enflasyondan korkan Alman direnişi giderek artacaktır.
Ortadoğu’daki çatışmanın kışkırttığı mülteci krizi, (…) Avrupa’nın
bölünmüşlüğünü sadece ve sadece daha da artıracaktır. (…)
Avrupa şüphecilik çeşitli şekillerde ortaya çıkabilir. Nasıl
sonuçlanırsa sonuçlansın, referandumlar Avrupa projesinden duyulan
rahatsızlıkları dışa vurmak ve birliğin şartlarını yeniden müzakere etmek için
kullanılacak popüler bir araca dönüşecektir. Hantal koalisyonların ana akım
partileri, seçmenlerin duygularına hitap etmek için daha milliyetçi duruşlar
benimseyerek siyaseten hayatta kalma mücadelesi vereceklerdir. ABD, Avrupa’yı
çıkarları oldukça farklılaşan bir uluslar bütünü olarak görmek ve 2017’de genel
seçimlere doğru giderken siyasi kampanyalarını milliyetçilikle
çerçevelendirecek olan AB’nin iki temel direği Fransa ve Almanya
ilişkilerindeki siyasi ve iktisadi gerginliklere dikkat kesilmek zorundadır.
NATO’nun eksikliklerini telafi etmek
ABD’nin NATO içindeki Avrupalı müttefiklerine kıyasla çok daha fazla
askeri harcama yaptığı bir sır değil. 2014 verilerine göre, NATO’nun 26 üyesi
arasından sadece 5 tanesi –Litvanya, Yunanistan, Fransa, Türkiye ve İngiltere-
NATO tavsiyesi olan GSYH’nin %2’sini savunmaya ayırma limitini aşan ülkeler (ki
Polonya ve Estonya %1,9’luk harcama yapıyor). Savunma harcamalarındaki
kısıtlamalardan Avrupa’daki iktisadi kriz sorumlu tutulabilir; ancak ittifakın
nereye odaklanması gerektiği konusunda da büyük görüş ayrılıkları var. ABD ve
İngiltere, Ortadoğu’daki terörizmden siber tehditle mücadeleye kadar günümüzün
meydan okumalarına karşı NATO’nun alanını genişletme konusunda birlikte hareket
ediyor. Fransa ve Almanya ise Rusya’yla ihtilafların yönetilmesinde daha
dikkatli olacaktır; aynı zamanda bu iki ülke terörizmle mücadelede
yurtdışındaki sorumluluklarından kaçamayacaklarını artık anlamış durumdalar,
her ne kadar hangi cepheden işe başlamak gerektiği konusunda uzlaşamasalar da.
Çevresindeki çatışmaların içine doğru çekilen Türkiye’ye gelince, NATO desteği
olsun veya olmasın, Irak’ın ve Suriye’nin kuzeyindeki tehditlere mukabelede
giderek daha fazla kendi ordusuna bel bağlayacaktır. Baltık ülkeleri ve Polonya
ise Rus tehdidine karşı en hassas konumdaki ülkeler olacak ve NATO’nun Doğu
Avrupa’ya kalıcı olarak konuşlanması için çaba sarf edecektir.
NATO köhne bir örgüt değildir ama gelişmesi gerekir. Rusya hala
Avrupa’nın doğu kanadına yönelik en başta gelen potansiyel tehdittir ve kıtayı
vuran her terör saldırısı daha iyi bir güvenlik ve istihbarat işbirliği
gerekliliğini ortaya koyuyor. ABD diğer tüm NATO üyelerinden çok daha ağır bir
yük taşımaya devam edecektir ve Doğu Avrupalı müttefikler Rusya’ya karşı
savunmalarını güçlendirmek için NATO’nun ötesine geçip Washington’dan ikili
güvenlik garantileri almak zorunda kalacaktır. Eğer Avrupalılar ellerini taşın
altına sokmazlarsa Doğu Avrupa’da dönüşümlü olarak konuşlanacak üçüncü bir
Amerikan birliğinin ilanı NATO ile Rusya arasındaki askeri dengeyi temelden
değiştirmeyecektir. Ancak Rusya’nın Atlantik Okyanusu’ndaki denizaltı
faaliyetlerinin artmasından dolayı (Grönland, İzlanda ve İngiltere arasındaki)
“GIUK boşluğu”nu takviye için Amerika’nın İzlanda’ya sessiz sedasız
konuşlanması, ABD tarafından -kademeli de olsa- çok daha kapsamlı bir takviyenin
işaretidir.
Rus stratejisinin bir tahlili
Amerikan birliklerinin Avrupa’ya tedrici olarak konuşlanması, yeni
başkanın ana meselelerinden birinin Amerika ile Rusya’nın karşı karşıya gelmesi
olacağının bir göstergesidir. Rusya’nın ABD’ye temel güvensizliği, kapı
eşiğinde Batı’nın kasıtlı ihlalleri olarak algıladığı adımlarla besleniyor.
Moskova sözkonusu tehdidi, geleneksel askeri konuşlanmayla ve geçmişteki
nükleer silahların kontrolü antlaşmalarından giderek uzaklaşarak ve belki de
tamamen ayrılarak hafifletmeye çalışacaktır. Rusya ayrıca -gerek kendisine
yönelik mali yaptırımların gerekse muhtemel Rus saldırganlığına karşı ABD’nin
güçlü ve bütüncül bir karşı-denge inşa etme çabalarının altını oymak üzere-
Avrupa’daki mevcut çatlakları daha da genişletmek için elinden gelen her şeyi
yapacaktır.
Rus stratejisinin üçüncü ayağı, çatışma bölgelerinde ABD’ye sadece boyun
eğdirmekle kalmayıp bir de çıkış stratejisi için Washington’ı Moskova’ya
bağımlı kılma potansiyeli olan kozlar bulmayı veya oluşturmayı içeriyor.
Ortadoğu bu tarz fırsatlarla dolu olup Suriye bu örneklerin en önde gelenidir.
Rusya Suriye çatışmasının içine öylesine bir daldı ki, kendisinin Batı’yla daha
geniş çaplı müzakeresini şekillendirmek üzere, bu ülkedeki şiddetin dozunu
yükseltip alçaltabilir durumdadır. [Moskova’nın elindeki] Sopa, Esed
yönetimine verdiği askeri destekle çatışmayı yoğunlaştırmak ve böylece hem
Avrupa’yı bölen mülteci krizini şiddetlendirmek hem de savaş alanında Amerikan
çabalarını engellemek şeklinde devreye giriyor. Havuç ise Suriye’de ateşkesi
hayata geçirme, İslam Devletine karşı savaşı koordine etme ve güvenilir bir
barış anlaşmasını ve siyasi geçişi sağlamak için çaba sarf etme şeklinde
tezahür ediyor; ki buna karşılık Moskova, Avrupalıların ve ABD’nin yaptırımları
kaldırmak için müzakere etmeye, doğu bölgesinin özerkliğini tanıması için
Ukrayna’ya baskı uygulamaya ve NATO yığınağını sınırlandırma konusunda istekli
olacakları beklentisinde. Her iki taraf da daha büyük bir felaketi önlemeye
çalıştığından taktiksel ve kademeli tavizler vermeleri mümkün; ancak Rusya’nın
Batı’yla karşı karşıya gelme hali iyice müzminleşmiş durumda ve Amerikan
güvenlik garantilerinin inandırıcılığının tehlikede olduğu bir dönemde ABD’nin
tüm müttefiklerini sürüncemede bırakacak bir tavize yanaşma ihtimali pek de
görünmüyor. Çatışma hali devam ettiğinden, Amerikan başkanı, müttefikleri
pahasına Washington’ı stratejik tavizler vermeye sevk edecek şekilde planlanan
Rus stratejisine karşı teyakkuzda olmalıdır.
Rusya ile Türkiye arasında giderek büyüyen rekabeti yönlendirmek,
Washington için maharet isteyen bir iş olacaktır. Moskova ile Ankara’nın kafa
kafaya gelmeye müsait olduğu Ortadoğu’dan Karadeniz’e ve Kafkaslarda Dağlık
Karabağ’a kadar birçok alan var. ABD bu rekabeti, Türkiye’yi daha da NATO’ya
çekmek için bir koz olarak kullanabilir; ama aynı zamanda –NATO ittifakının
altını oyup çok daha büyük bir çatışmaya dönüşebilecek- bu iki eski jeopolitik
rakip arasındaki mücadelenin içine çekilme ihtimaline karşı da dikkatli
olmalıdır.
Bölgesel güçlerin Ortadoğu’da öne çıkmasına alışın
Derin mezhepsel gerilimlerle örtüşen Suriye, Irak, Libya ve Yemen’deki
güç boşlukları, cihatçılara faaliyetleri için alan açacak ve sıradan insanlara
ilham, eğitim ve uzmanlık elde edecekleri birer üs sağlayacaktır. Bu cihatçı
alanların daha da gelişip gelişmeyeceği ABD’nin terörizmle mücadelede bölgeden
daha fazla yardım alıp alamama becerisine bağlı. Bu dinamik şu anda zaten
devrede; zira ABD’nin Tahran’la uzlaşma stratejisi, başlıca Sünni oyuncular
olan Türkiye ve Suudi Arabistan’ı İran’ı dengelemeye teşvik eden bir stratejik
etkiye sahip. Bu güç dengesi stratejisinin maliyeti ise tüm oyuncuları ve
vekillerini kısa vadeli çıkarlarına ulaşmak için çeşitli ve çoğunlukla da zıt
yönlere doğru çekmesi olacaktır. Ama Ortadoğu’da on yılı aşkın bir süredir
savaşma tecrübesinin ardından Amerikalı politika üreticileri, rakip
fraksiyonların baş döndürücü dizilişiyle çalışmaya artık alışmış olmalılar. ABD
müttefiklerinin stratejileriyle esnemek durumunda olduğu gibi bazen de
müttefikler ABD’nin stratejisine göre esnemek durumunda. Mesela ABD İslam
Devletine karşı savaşçı Kürt vekilleriyle çalışmaya devam edecek, ama
Türkiye’yle işbirliğini öncelediğinden bunun sınırlarını da belirleyecek. ABD
bu çatışmaları yönetmek için diğer bölgesel ağır toplara bel bağlamak zorunda
kaldıkça İsrail ABD’nin bölge politikası üzerindeki nüfuzunun zayıfladığını
görecek; ama İsrail, sessiz sedasız Sünni ortaklarla bağlar kurmak ve bölgedeki
Rus faaliyetlerinden her an haberdar olmak suretiyle hızlıca yeni duruma adapte
olacaktır.
Suudi
Arabistan ABD’ye mecburen yakın duracaktır; ama Suud, Amerikan gündemi Körfez
İşbirliği Konseyi’nin gündemiyle her daim uyumlu olamayacağından ABD’ye
güvenemeyeceğini biliyor. Riyad bölgesel tehditlere karşı bir Sünni bölgesel
ittifakı konsolide etmeye çalışacak ve ABD her zaman bu tarz hareketleri
denetleyip kontrol edemeyecektir. Ayrıca Riyad uzun vadeli iktisadi güvenliği
için Körfez’deki ortaklarıyla eşgüdüm içinde hareket edecektir. Düşük emtia
fiyatları Körfez monarşilerine iktisadi faaliyetleri çeşitlendirmenin önemini
salık verirken, Suudi iktisadi ve muhtemelen siyasi politikası henüz deneysel
bir nitelikte olduğundan Suud kraliyetinin istikrarı konusunda sorular ortaya
çıkacaktır.
İran’ı da yakın markaja almak gerekecek. Amerikan başkanının yemin
etmesinden sadece altı ay sonra Haziran 2017’de İran cumhurbaşkanlığı seçimleri
gerçekleşecek. Son parlamento seçimleri Cumhurbaşkanı Ruhani öncülüğündeki
ılımlı kamp lehine sonuçlansa da iktisadi toparlanmadaki yavaşlık ve Ruhani’nin
siyasi ve iktisadi açılımını bir tehdit addeden siyasi muhafazakarların artan
direnişi, İran’ın siyasi yönelimini altüst edebilir ve henüz yeni olan
Amerikan-İran ilişkilerinde yeni pürüzlere yol açabilir.
ABD’nin Asya’ya Kayış stratejisinin inandırıcılığı
Çin hala devasa ve büyümeye devam ediyor; ama Çin gibi devasa bir
ülkenin büyümesinin yavaşlaması dünyayı yepyeni bir paradigmaya sokuyor. Bu
sancılı intibak süreci devam ederken şunu hatırda tutmalıyız: Pekin, kendisi
için elzem olan büyük bir tüketici sınıf inşa etmesi ve ekonomisini yeniden
dengelemek için tedarik zincirine doğru yönelmesi gerektiğinin farkında. Çin,
büyümesinde teknoloji sanayiinin ana itici güç olmasını hedefliyor; ama
elektronik ürünlerin sadece montajı ve imalinin ötesine geçip şu anda ithal
etmek zorunda olduğu aksamın dizaynı ve icadını da yapmak istiyor. Çin’in daha
yerli bir teknoloji sanayii geliştirebilmesi için gerekli teknik uzmanlığı elde
etmek üzere hükümet sübvansiyonları, şirket casuslukları ve yabancı teknoloji
şirketlerinin doğrudan satın alınması yoluna gidilecektir. Siber alanda Çin
casusluğunun ana itici gücü işte bu olacaktır. Buna karşı ABD için en iyi
savunma seçeneği –hızla değişen tehdit ortamı dikkate alındığında- teknik değil
siyasidir. Bununla birlikte, her ne kadar siber güvenlik üst düzey bir mücadele
konusu olsa da, Beyaz Saray’ın yeni yönetimi Çin’i -doğrudan kendi
yönlendirmesi altındakiler hariç- bilgisayar korsanlarına karşı adım atmaya
iknada sınırlı bir başarı elde edecektir.
(…)
Çin’in iktisadi ve siyasi meydan okumaları arttıkça dışarıda daha da
saldırganca olması beklenebilir. Hem Pekin hem de Washington, Çin’in
yavaşlamasından zamanla fayda sağlayacak sağlam bir iktisadi büyüme potansiyeli
taşıyan Güneydoğu Asya ülkelerini yanına çekmeye çalışacaktır. Ancak Güneydoğu
Asya ülkeleri sıfır toplamlı bir oyuna çekilmeyi reddedeceklerdir. Güvenlik
cephesinde Çin, dünyanın askeri süper gücüyle bir kavga çıkarmaya yer aramıyor;
ama denizlerde nüfuz alanını tanımlamakta ve tedarik hatlarını koruma ve
gereğinden fazla artırmakta gayet ciddi görünüyor. Çin’in Hint ve Pasifik
okyanuslarında daha geniş alanlarda kuvvet artırımına gitme çabaları, ABD’nin
buralardaki donanma hakimiyetini sürdürme zorunluluğuyla çakışacaktır.
Kuzey Kore’nin nükleer gelişmesi Asya-Pasifik’teki güvenlik ikilemini
daha da karmaşıklaştıracaktır. İran veya Libya stratejilerinin tekrarlanması
Kuzey Kore’nin nükleer hırslarını kontrol altına almaya çalışmada işe
yaramayacaktır. Pyongyang yaşayabilir bir nükleer caydırıcılığı hedeflediğinden
yaptırımlar ve askeri tehditler bu hedefi sadece ve sadece daha da
güçlendirecektir. Gelişen Kuzey Kore tehdidini hafifletmek için ABD Güney Kore
ve Japonya’yla güvenlik bağlarını derinleştirecektir – ki bu ittifak aynı zamanda
Çin’le ihtilafları artıracaktır. Pekin bölgede Amerikan güvenlik takviyesine
bir sınır koymak için Kuzey Kore meselesinde işbirliğini geliştirmeye çalışsa
dahi, Çin’in Pyongyang’ın adımlarına etkisi belirgin bir şekilde sınırlıdır ve
Pekin, hemen sınırında büyük bir savaşı tetiklemesinden korkarak soruna fazlaca
asılmaktan kaçınacaktır.
Güney Kore ve Japonya’da kısa yoldan kendi nükleer silah programlarını
aktive edip etmeme tartışması, Donald Trump’ın Japonya ve Güney Kore’nin kendi
nükleer silahlarını üretmeye çalışmaları gerektiğine dair görüşlerinden en az
birkaç on yıl öncesine kadar geri gidiyor. ABD’nin Asya-Pasifik’te kendi
müttefiklerine odaklanması ve nükleer şemsiyesinin gücü ve inandırıcılığı, Seul
ve Tokyo’nun kendi bağımsız nükleer yollarını tutturmalarına karşı temel
caydırıcılar olacaktır. Aynı zamanda ABD, kendi müttefiklerinin nükleer
hırslarını çok daha güçlü bir şekilde takip edecek ve stratejik ortaklarının
tek taraflı bir adımla nükleer bir sıçrama yapmasını caydırmak gerektiğinde de
elindeki sopalarını kullanacaktır.
Emtia fiyatları kargaşasında bir umut ışığı
Büyümesi yeraltı kaynaklarına dayalı endüstrilere ve dış kredilere aşırı
bağımlı olan ülkelerde siyasi dalgalanma kaçınılmazken, küresel emtia [fiyatlarının]
dibe vurması ve kredi daralması/sıkışıklığı Amerikan dış politikası için bir
lütuf olabilir. Latin Amerika’dan Afrika ve Asya’ya iktisadi döngüler, siyasi
liderlerin popülist adımları sürdürmek için krediye dayalı büyümeyi artık
körükleyemeyecekleri bir noktaya ulaştı. Krediler sıkıştıkça halkın
memnuniyetini sübvansiyonlarla sürdürmek ve siyasi müttefikleri mega
projelerden pay dağıtarak ödüllendirmek çok daha zorlaşıyor. İktisadi alanda
kemerler sıkılıyor, yolsuzluk suçlamalarının kamuoyunu harekete geçirme
potansiyeli bulunuyor ve toplumsal kargaşa ortaya çıkıyor. Fırtına gelip
geçtiğinde (hepsi değil ama) bazı ülkeler, -popülist tedbirlerin
dizginlenmesiyle ve daha güçlü bir düzenleyici ortamın gelişmesiyle- çok daha
güçlü bir şekilde ortaya çıkacaktır. ABD ayrıca uzun vadede hükümetleri
istikrara kavuşturmak için yolsuzluk karşıtı muteber örgütlerin kurulmasını
sessiz sedasız destekleme politikasına devam edebilir ki bu da daha güvenilir
bir müttefikler ağı kurulmasını sağlayacaktır.
Küresel hegemonun sorumlulukları
Bu brifing kapsamlı olmamakla birlikte seçim sezonunda yürütülen dış
politika tartışmalarında dürüst bir çerçeve inşa etme çabası olarak
görülebilir. Her zamanki gibi bu sezonda da Amerikan gücünü yeniden tesis etme
konusu çokça tartışılıyor. Amerikan istisnacılığı kavramına dayanak oluşturan
güç, ülkenin jeopolitik kimliğinde iyice kökleşmiş durumda. ABD, birer tampon
olarak işlev gören iki devasa okyanusla çevrili; sadece güçlü bir milli kimliği
beslemekle kalmayıp Kuzey Amerika kıtasındaki komşularla da derin iktisadi
bağlar kurmaya imkan veren tabii olarak entegre bir arazi ve doğal kaynak
zenginliği üzerine kurulu. Eğer ki ABD içeride gücünü muhafaza etme ümidindeyse
daha güçlü bir ittifak mimarisine ihtiyaç duyuyor. İsterseniz dar bir “Amerika
öncelik” politikasını veya daha izolasyonist bir stratejiyi savunun, isterseniz
dışarıdaki Amerikan dış faaliyetlerini daha ince eleyip sık dokuyarak uygulamak
isteyin, önümüzdeki dönemde Amerikan liderliğinin sorumlulukları iyice
derinleşmiş olacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder