AVRUPA’NIN KUSURSUZ
FIRTINASINI İDARE ETMEK
Richard N. Haass (Amerikalı diplomat ve Dış İlişkiler Konseyi başkanı)
Project Syndicate,
2.10.2015
Tercüme: Zahide
Tuba Kor
Çinliler hep
Çincede kriz ve fırsat kelimelerinin tek bir karakter [aynı] olduğunu
söylerler. Kriz ile fırsatın çoğunlukla el ele gittiği doğru olmakla birlikte
Avrupa’nın mevcut şartlarını bir fırsat olarak görmek zor.
Avrupa’nın karşı
karşıya olduğu mevcut durumun çok zor/çetrefilli olmasının nedenlerinden biri
hiç beklenmedik olmasından kaynaklanıyor. İkinci Dünya Savaşı’nın bitmesinin
üzerinden 70 yıl, Soğuk Savaş’ın bitmesinin üzerinden çeyrek yüzyıl ve Balkan
Savaşlarının üzerinden de yaklaşık 20 yıl geçti ve bir anda Avrupa’nın siyasi,
iktisadi ve stratejik geleceği, sadece bir yıl evvel tahmin edilenden çok daha fazla
belirsiz gibi görünüyor.
Endişelenmek için
bir neden daha var: Avrupa sadece tek bir krizle değil, birçok krizlerle yüz
yüze. Bunlardan ilki ekonomik: Sadece mevcut büyümenin yavaşlaması realitesi
değil, ama her şeyden evvel iş dünyasında çoğunlukla yatırımdan ve işe alımdan
vazgeçirten politikalar yüzünden süresiz olarak yavaş büyüme beklentisinin artması. Avrupa kıtasında hem sağ hem de sol
kanattan popülist siyasi partilerin yükselişi halkın hayal kırıklığının ve
korkularının bir kanıtı.
Avrupa’nın
ekonomisiyle ilgili işleri daha da kötüleştiren şey, onlarca yıl evvel ortak
bir mali politika olmaksızın ortak paranın tedavüle sokulması oldu. Birçok
ülkede mali disiplin ortadan kalktı; Yunanistan en yakın [dönemdeki]
kazazede, ama sonuncusuymuş gibi de görünmüyor.
İkinci kriz
Rusya’nın Ukrayna’daki adımlarından kaynaklanıyor. Rusya Kırım’dan vazgeçecek
gibi görünmüyor ve Ukrayna’nın doğusu ile Baltık ülkelerindeki niyetlerine dair
sorular giderek artıyor. Sonuç olarak, savunma harcamalarının az olduğu ve askeri müdahale için halk
desteğinin büyük ölçüde bulunmadığı bir dönemde jeopolitik Avrupa’ya geri
dönmüş oldu.
Üçüncü ve en ivedi
kriz, Ortadoğu ve diğer bölgelerden kitlesel mülteci akınından kaynaklanıyor.
İnsan akışı AB üyeleri arasında yeni çatlaklara yol açıyor ve uzun süredir
AB’nin özünü oluşturan açık sınırlar ve hareket serbestisi prensibi konusunda
sorular giderek artıyor.
Almanya ve birkaç
ülke, hayranlık verse de sürdürülebilir olmayan bir şekilde bu meydan okuma
karşısında sorumluluk almaya gönüllü oldu. Günlük yaklaşık 8000 mülteci –modern
dönem Volkerwanderung’ı-, kısmen ülkelerindeki zor şartlardan kısmen de
Almanya’nın onları ülkesine almakta istekli olmasından dolayı Almanya’ya
giriyor. Bu sayıda bir kitlenin bakımı, işe alımı ve entegrasyonu kısa bir süre
sonra fiziksel kapasitenin, mali kaynakların ve halkın hoşgörüsünün sınırlarını
aşacak. Aşikar ki eğer kamu politikası, mülteci krizinin sebeplerine değil de sonuçlarına odaklanırsa başarılı
olamaz. Etkisi en olumlu olacak değişim, Şam’da Suriye halkının büyük bir kısmı
için kabul edilebilir ve ABD ve Avrupa için de tatmin edici bir ortak olacak yeni bir yönetimin
ortaya çıkması. Maalesef ki bu ancak İran ve Rusya’nın desteği/teşviki/lütfuyla
gerçekleşebilir ki onlar da Esed’in gitmesi için çalışma değil, ona desteği
artırma eğiliminde.
Öte yandan diğer
adımlar durumu iyileştirecektir. Çok sayıda mülteciye ev sahipliği yapan Avrupa
ve Ortadoğu’daki ülkelere uluslararası mali desteği artırmak bunlardan biri. İdeal
olarak böyle bir destek, daha fazla ülkeyi Almanya örneğini takip etme
konusunda ikna edecektir.
Diğer bir işe yarar
gelişme, Suriye içinde insanların güvenli şekilde bir araya gelebileceği
yerleşim alanları oluşturmak. Bu ise ABD ve diğerlerinin askeri desteğiyle Kürt güçlerden
veya seçilmiş Arap aşiretlerinden yerel yardım almayı gerektiriyor.
Gerek Suriye’ye
cihatçıların gerekse kuzeye [Avrupa’ya] doğru mültecilerin akışını azaltmak
için Türkiye’yle yeni bir kapsamlı anlaşma yapmak da gerekiyor. Kriz geçene
kadar Türkiye’nin Avrupa’yla uzun vadeli ilişkileri meselesi bir kenara
bırakılarak, sınırlarında daha sıkı denetim karşılığında Türkiye’ye mali ve
askeri yardım yapılacaktır.
ABD’nin yardım
konusunda özel bir yükümlülüğü söz konusu. Irak, Suriye ve Ortadoğu’nun diğer
yerlerinde hem yaptıklarıyla hem de yapmayı başaramadıklarıyla Amerikan dış
politikasının mülteci kaçışına yol açan sonuçlarda sorumluluğu var.
ABD’nin aynı
zamanda krizle boğuşan Almanya ve Avrupa’ya yardım noktasında stratejik çıkarı var. Avrupa hala
dünya ekonomisinin dörtte birini elinde tutuyor ve ABD’nin de en baş jeopolitik
ortağı. Ekonomi ve güvenlik alanındaki meydan okumaların yanı sıra nüfus
açısından da meydan okumalarla yüzleşen Avrupa’nın etkili bir müttefik olmaya
ne gücü ne de isteği kalacaktır.
Bütün bunların
arasında zaman her şeyin özüdür. Avrupa, bilhassa da Almanya statükoyu sürdüremez.
Suriye sorununa çözümü beklemek bir cevap değildir; daha küçük adımlar
Avrupa’nın çıkmazını çözemeyecek olsa da onu yönetilebilir hale getirebilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder