ESED REJİMİNİN YIKILMASI BİZE NE ANLATIYOR?
Zahide Tuba Kor
Röportajı yapan: Betül Sav
Fikriyat, 8 Aralık 2024
https://www.fikriyat.com/galeri/gundem/esed-rejiminin-yikilmasi-bize-ne-anlatiyor
Röportajın ses kaydını dinlemek için: “Suriye'de 61 yıllık Baas rejimi çöktü! Bundan sonra Suriye’de neler olacak?”, Fikriyat YouTube kanalı, 8.12.2024, https://www.youtube.com/watch?v=8srwSWX6Brs
NOT: Blogda yer alan 900 küsur http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.
Blogdaki şahsıma ait bütün yazı, tercüme, fotoğraf ve infografikleri ancak kaynak göstermek şartıyla kullanabilirsiniz.
Esad rejiminin yıkılması bize ne anlatıyor?
Öncelikle, kan dökerek ayakta kalınamayacağını, bütün rejimlerin anlaması gerektiğini gösteriyor. Bu rejim kurulduğundan beri ayakta kalmaya odaklanmıştı. Çünkü Suriye’nin bağımsızlıktan sonraki tarihinde darbeler, karşı-darbeler veya başarısız darbe girişimleri yüzünden sürekli hükümet değişimleri yaşanıyor. Yani 1946-70 arası 21 hükümet var... Çok istikrarsız bir süreç. Dolayısıyla ne olacak bu süreçte? Esed başa geldiğinde bir daha darbe yaşanmasın diye, devrilmemek için bütün sistemi ona göre kurdu. Dolaysıyla bu rejim, tıpkı İsrail gibi taviz verme, müzakere etme, orta yol bulma diye bir anlayışa hiçbir zaman sahip olmadı. “Ya benimlesiniz ya düşmanımsınız” anlayışındaydı. Her zaman intikamcı bir rejimdi; beraber yola çıktığı Alevi arkadaşı Salah Cedid’i devirdikten sonra 1993’te ölene kadar hapiste tuttu. Dolayısıyla 1982’de Hama’da olduğu gibi ayakta kalmak için gerekirse kan dökmekten hiç çekinmedi.
Bu tecrübe bize şunu gösteriyor; akabilecek kanın en zirvesini akıttı. Bütün halkına sefalet yaşattı. En zengin kaymak tabaka dışında kendisine destek verenler dahi bugün açlar. Nüfusun yarıdan fazlasını yerinden etti. Peki sonunda ne oldu? Hiçbir şey kazanmadı. Kendisi de devrildi.
Bu, uzlaşma kültürünün hakim olması gerektiğini gösteriyor. Hem bölgesel düzeyde devletler arasında hem de devletlerin kendi içinde muhalefet ile iktidar arasında bir müzakere mekanizmasının, asgari müştereklerde uzlaşma zihniyetinin olması gerekiyor. En önemli öğrettiği şeyler bunlar...
Suriyelilerin zerre kadar ümidinin kalmadığı, tükendiği bir aşamada hiç beklenmedik bir anda bu zafer geldi. Bu bakımdan da Allah’tan ümit kesilmemesi gerektiğini, ilahi adaletin er ya da geç tecelli edeceğini ve o ilahi planda neler olduğunu bizim idrak edemeyeceğimizi gösterdi. 7 Ekim Aksa Tufanı olmasaydı biz bugün bu zaferi göremeyecektik. Dünyada birçok şey birbirine bağlı. Kula düşen hiç durmadan gayret edip geleceğe hazırlık yapmaktır ki HTŞ bu yolu takip etti. Muhalifler rejimle karşı karşıya gelmek üzere hazırlıklarını yaptı ve uygun aşama geldiğinde çok hızlı bir zafer kazandılar.
Bağımsız olmak egemen olmak değildir. İktidar olmak muktedir olmak değildir. Bir savaşı kazanmak barışı kazanmak demek değildir. Esed hiçbir zaman zafer kazanmadı. Dış müttefiklerinin yardımıyla muhalifleri ezmek kazanmak değildi. Dolayısıyla karşıdakini bastırmak da zafer anlamına gelmiyor.
Suriye zaferi; uzmanların sadece askeri-güvenlik, ekonomi-politik ve dış güçler üzerinden analiz yapmaması, sahaya da bakması gerektiğini gösterdi. Sahayı bilmeden uzman olunmaz. Eğer yıllardır analiz yapanlar sahaya da bakabilseydi, bugün yaşananlara bu denli şaşırmazlardı. Dolayısıyla bölgeye yaklaşımımızda eksiklikler olduğunu da çok net bir şekilde göstermiş oldu.
Suriye’de neler olacak, Suriye halkı gelecekti bu olanları nasıl şekillendirecek?
13 yıldır Suriye halkı, hiçbir milletin dayanamayacağı kadar büyük imtihanlara maruz kaldı. Yaşamadıkları ölüm çeşitleri kalmadı. Bu insanlar bütün ümidini yitirmişti. Dolayısıyla bu zafer öyle muazzam bir şey oldu ki yıllardır kurdukları hayal bir hafta-on gün içinde gerçekleşti. 13 yıl uğraştılar, 13 gün bile sürmedi bu zaferi elde etmek. Bu Suriyeliler için adeta bir şok terapi oldu. Bir anda moralleri düzelip, yeniden ümitlendiler. Peki sonra ne olacak?
Şimdiye kadar HTŞ çok iyi ilerledi. Geçmiş tecrübelerinden ve hatalarından çok şey öğrendiği belli. Geçmişte Suriye muhalefeti çok yanlışlar yapmıştı; çünkü siyasetin yasak olduğu bir istihbarat devletinde yaşadıklarından siyaset nasıl olur bilmiyordu. En önemli fark, bir silahlı örgüt olarak siyaseti öğrenmiş olmaları. Ayrıca girdikleri yerlerde Suriye halkının katillerinden, tecavüzcülerinden, yağmacılarından intikam almadılar. Yağma da yapmadılar. Herkesin can ve mal güvenliğini teminat altına aldılar. Bu inanılmaz bir şeydi.
Bu adımlar, iç barışı sağlayabilir türden. Ancak bu böyle de kalmayabilir. Çünkü Suriye coğrafyası çok kıymetlidir; Suriye Suriyelilere bırakılmayacak kadar önemlidir. Bölgesel güçlerin -Türkiye, İran, İsrail, Körfez’in-, hatta komşular Lübnan, Ürdün ve Irak’ın da güvenliği Suriye’den başlar. Ayrıca küresel güçlerin de mücadele alanıdır.
Tam da bu hassas coğrafyası nedeniyle küresel ve bölgesel güçler büyük ihtimal Suriye’yi kendi haline bırakmayacak ve karıştırmaya çalışacaklardır. Mısır’daki Sisi darbesi ve Suriye’deki iç savaş tecrübesi yüzünden “Arap Baharı”nın ilk versiyonu acı bir şekilde son bulmuştu. Daha sonra 2019’da bu sefer Sudan, Cezayir, Lübnan ve Irak’ta halklar ayaklandı. Şu anki üçüncü versiyon Gazze’de Aksa Tufanı ile başladı.
Aksa Tufanı ve Hamas’ın direniş metotları diğer ülkelerdeki örgütleri etkiledi. Bunun zafere dönüştüğü ilk alan Suriye tecrübesi oldu. Tam da bu yüzden 61 yıl sonra Suriye’de Baas rejiminin devrilip yeni bir yönetimin kurulması ve başarılı olması, bölgedeki otoriter rejimlerin hepsi için bir kabus senaryosudur. Başta Birleşik Arap Emirlikleri olmak üzere bölge ülkeleri bu süreci baltalamak için elinden geleni yapacaktır. 2013’teki Mursi’ye darbenin arkasında Körfez’in parası ve İsrail’in aklı vardı. Yeniden benzer bir süreçle devreye girip muhaliflerin farklı kanatlarını yeni hükümete karşı kışkırtabilirler.
Türlü türlü provokasyon yapabilirler. Kritik suikastlar yapabilirler. Toplumu birbirine düşürebilirler, siyaseti karıştırabilirler. Suriye’deki bu sürecin önünde bir sürü meydan okumalar var ama şimdiye kadarki gidişat başarılıydı.
Filistin için de zafer yakın diyebilir miyiz?
Şu an diyemem. Çünkü Trump geliyor. Trump, İsrail’den fazla İsrailcidir. Netanyahu zaten Trump gelsin diye savaşı bu kadar uzatmıştı. Çünkü onu kurtaracak tek kişi Trump’tı ve Netanyahu’nun Batı Şeria ve Doğu Kudüs’e dair bir sürü hayalleri var. Ben, Trump döneminde Batı Şeria’nın ve Doğu Kudüs’ün patlayacağını düşünüyorum. Dolayısıyla Filistinlilerin isyanı henüz bitmedi. Bu süreçte Trump’ın bir emlak kralı olduğunu unutmayın. Yatırımlar, projeler onu cezbeden şeylerden. Zaten İsrail, Gazze’nin kuzeyini insansızlaştırıp orayı yeniden işgal edip orada yeni ve gösterişli yerleşimler kurma hayalleri var. Yine Gazze’yi küçültmek isteyecekler ki Akdeniz’deki doğalgazına sahip olabilsinler.
Gazze’nin kaderi açısından pek ümitli değilim fakat şu açıdan ümitliyim; Suudi Arabistan, Suriye’de yaşananlardan sonra Trump gelir gelmez İsrail’le İbrahim Mutabakatını imzalayamayacaktır muhtemelen. Bu durum İsrail’in bölgeye dair yeni kara yolları, demir yolları, boru hatları vs. inşa etme hayallerini engelleyebilir. Ama çok bilinmezli denklemlerle karşı karşıya olduğumuzdan süreci henüz kestiremiyoruz. Çünkü dünyanın neresi ne zaman patlayacak onu da bilmiyoruz.
Küresel sistem 2008 ekonomik krizinden beri sarsılıyor. Tarihte büyük ekonomik krizler beraberinde büyük savaşları getirmiş. Bugün Ukrayna ve Suriye üzerinden yürüyen savaşlar küresel güç mücadelesinin bir uzantısı. Amerikan hegemonyası dönemi bitti. Fakat dünya nereye evrilecek bilmiyoruz. Bölgedeki hiçbir devlet istikrar içinde değil. İsrail’in bile kaderi belli değil. Gazze savaşında 1 milyon İsrailli ülkeyi terk etti. İsrail’in ordusu da, ekonomisi de zayıfladı. Ayağa kalkması kolay olmayacak. Ama bölgede en büyük zararı gören tabii ki İran, on yıllardır yürüttüğü projesi çöktü.
Ülkemizi neler bekliyor bu durumda?
Türkiye Suriye’deki süreci muhteşem bir şekilde yürüttü. Şu an için bölge üzerinde kazanan tek aktör Türkiye. Amerika-İsrail projeleri kısa vadede devreye sokulmaya çalışılabilir ama bunun tutacağını düşünmüyorum. Ama Türkiye’nin açılan önünü kesmeye kesinlikle çalışacaklardır. Tıpkı 2011 “Arap Baharı”nın tamamen Türkiye’ye yaraması karşısında küresel ve bölgesel güçlerin el ele verip Sisi Darbesi ve Suriye’deki savaş ile süreci aleyhe çevirmeleri gibi. Çünkü Mısır ile Türkiye’nin bir araya gelmesi bölgenin bütün jeopolitik denklemlerini değiştiren bir şey idi. Şu an Suriye’nin İran ve Rusya’nın nüfuz alanından çıkıp Türkiye’ninkine girmesi de aynı şekilde.
İktidara yürüyen muhalifler, Türkiye’nin nüfuzu altında olacak ve bu da Arap ülkeleri, İran, Batı ve İsrail gibi birçok aktörün işine gelmeyecek. 2011’den bu yana Orta Doğu bir satranç tahtası. Sürekli küresel, bölgesel ve yerel güçlerin hamleleri var. Yani oyun bitmiş değil. Küresel ve bölgesel sistem netleşmeden Suriye’nin kaderi tam anlamıyla netleşmiş olmayacak. Bu süreçte bizim en büyük zafiyet noktamız; ekonomimiz. Ekonomimiz üzerinden bize bir operasyon çekmeye çalışabilirler.
Son olarak şunları dile getirmek istiyorum:
Biz Suriye’yi ve Suriyelileri hiç tanımıyoruz; halkımızın zihnindeki algıların ve bilgilerin yüzde 99’u yalan ve yanlış. Güneyimizde 13 yıldır savaş var ve biz sahanın gerçeklerinden habersiziz. Bu, büyük bir ayıp. Suriye’de son 10 gündür yaşananlar çok öğretici ve algılarımızın yanlışlığını ispatlayıcı gelişmeler. Bundan sonra Suriyelilerin önemli bir kısmı yavaş yavaş ülkelerine dönecekler. Peki bizim onlar ile helalleşmemiz gerekmiyor mu? Bunca zamandır yanlış bilgiler üzerinden onları çok üzdük ve kırdık, bolca iftira attık. Bunlar, bu yaz Kayseri’de olduğu üzere bazen büyük acılara yol açtı, farkında bile değiliz.
İkincisi; İslam’ın ilk emri Oku’dur. Peki biz gerçekten okuyor muyuz? Bu okumama, araştırmama meselesini çözmemiz lazım. Hakikatin peşinden konuşmamız lazım ki zalimlerin, cahillerin ve yalancıların hikayesini tekrarlamış olmayalım. Nasıl ki Gazze bize öğretmen olduysa, Suriye’nin de bize ayna tutması ve öğretmen olması gerekiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder