GAZZE
İLE İLGİLİ MERAK EDİLEN SORULARI SORDUM, ORTADOĞU UZMANI ZAHİDE TUBA KOR
CEVAPLADI
Röportajı
yapan: Kadriye Kırdök
19.1.2024,
Maraş Manşet internet haber sitesi, https://www.marasmanset.com/gazze-ile-ilgili-merak-edilen-sorulari-sordum-ortadogu-uzmani-zahide-tuba-kor-cevapladi
NOT:
Blogda yer alan 900 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html
linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.
Tuba Hanım,
Kahramanmaraş’a Gazze ile ilgili bir konferans vermeye geldiniz, hoş geldiniz,
teşekkür ederiz. Kendinizi bize kısaca tanıtır mısınız?
2003
yılında Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası ilişkiler Bölümünden
mezun oldum. Aynı üniversitede Türkiye-Suriye ilişkileri üzerine yüksek lisans
tezi yazdım. Doktorayı bilinçli bir şekilde yapmadım, akademiden ayrı bir yola
girdim. 2004’ ten beri Ortadoğu üzerine makale ve kitap yazıyorum, tercüme ve konuşmalar
yapıyorum. İngilizce ve Arapça biliyorum. 2016’dan bu yana Ortadoğu üzerine
okuma grupları düzenliyorum. Tek başına enstitü diyorlar bana. Hemen hemen
bütün çalışmalarımın yer aldığı Ortadoğu Günlüğü blogum var. Hayatımı gençleri
yetiştirmeye adadım. Sadece Ortadoğu anlatmıyorum; başarılı ve kaliteli iş
nasıl yapılır, bunun metotlarını öğretmeye çalışıyorum. Türkiye’nin en büyük
sorunu metotsuzluk ve bu yüzden büyük işler yapamıyoruz. Bir kitap nasıl okunur,
bunu öğretiyorum. Kısa, orta ve uzun vadeli baktırmaya, süreklilik içinde iş
yapma alışkanlığı kazandırmaya çalışıyorum.
Gazze’nin
sesini duyurmak için konuşmalar yapıyorsunuz. Kendinizi, zulme uğrayan Orta
Doğu Halkları aktivistiyim diye tanımlayabilir misiniz?
Filistin
yolculuğum nasıl başladı, öncelikle onu anlatayım. İlkokuldayken Birinci İntifada
başlamıştı. Her akşam televizyonda haberlerde İsrail askerlerinin taş atan Filistinli
çocukların kollarını kırdığını izlerdim. Onları gördükçe bir şeyler yapabilmek
için Allah’a dua ederdim. Uluslararası ilişkiler bölümüne isteyerek başlamadım;
ortaokul ve lisede tek hayalim matematik öğretmenliğiydi. 28 Şubat sürecinde
imam hatiplere kat sayı engeli konunca Sakarya İlahiyatı kazandım; ama deprem
yaşandı, şehirde kalacak yer kalmadı. Ben de mecburen Kıbrıs’ta uluslararası ilişkilere
başladım. Yatay geçişle ikinci sınıfta Marmara Üniversitesi’ne geçtim. Mezun
olur olmaz ilk yaptığım iş İHH’nın Filistin kitabını güncellemek oldu ve 19
yıldır Filistin ve Ortadoğu’nun diğer çatışma bölgeleri üzerine çalışıyorum.
Orta Doğu ile ilgili 8 kitabım, yüzlerce makalem ve tercümem var. Bunların hep
7-8 yaşında bir çocukken yaptığım duaların neticesi olduğunu sonradan fark
ettim.
Sorunuza
gelince, ben kategorilere uymayan biriyim; aktivist de, akademisyen de değilim.
Kendi yolunu bulmuş biriyim. Hatta bana bir tanıdığım “akademinin anarşisti” der.
Mevcut kalıpları yıkmak gerekiyor ki orijinal bir şeyler üretilebilsin. Kalıbın
dışına çıkmak zor iştir, herkes buna cesaret edemez.
Bazen
doğru yolda, Allah’ın yolunda olmak için duruşumuzun anarşistçe olması
gerekiyor, şartlar bunu zorluyor, özellikle bu çağda. Mevcut kalıpları bazen
yıkmak zorunda kalıyoruz… Filistin iç siyaseti neden bu kadar karışık? Yakın
zamanda düzelir mi, nasıl düzelir?
İsrail’in böl-yönet politikası vardır. Amacı; geçmişten
beri hem Filistinlileri hem de Arap dünyasını kendi içinde bölmek ve birbirine düşürmektir
ki kendisi ayakta kalabilsin… Öte yandan dünyanın en parçalı ve bölünmüş toplumu
İsrail’dedir; “İki Yahudi’nin olduğu yerde üç görüş vardır” diye bir atasözleri
bile var. İsrail’de çok fazla siyasi ve ideolojik farklılıklar var; ama o
farklılıkları dış düşman tehdidi altında etkisizleştirebiliyorlar, güvenlikleştirme
siyasetiyle beka tehdidi algısını yükselterek devleti ayakta tutmaya
çalışıyorlar. Hem karşı tarafı bölüyorlar hem de içerideki bölünmüşlüğe rağmen
bir ve bütünmüş imajı veriyorlar. Ama iç bölünmüşlük öyle bir noktaya geldi ki
2019-2022 arasında 3,5 yılda 5 defa seçime gittiler. Yine de siyasi
istikrarsızlığa rağmen kurumlarının güçlü olması sayesinde sistem yürüyordu. Ama
Aksa Tufanı’yla birlikte İsrail içindeki kutuplaşma tarihinin zirvesine çıkmış
durumda, kolay kolay da düzelemeyecekler. Filistin’e dönersek, Hamas ile
el-Fetih arasındaki çekişmeler, Türkiye’deki AK Parti-CHP rekabetinden çok daha
fazla ve şiddetlidir. İdeolojileri, mücadele yöntemleri ve İsrail’le barışa
bakışları başta olmak üzere aralarında derin farklılıklar var. Şimdiye kadar ne
zaman el-Fetih ile Hamas ortak bir hükümet kurma kararı alsa, İsrail bu süreci
ya savaş açarak ya başka yöntemlerle sabote etmiştir. Sonuç olarak 100 yıllık
hiçbir meselenin öyle kolay bir çözümü yoktur.
Gazze
Katar’ın himayesindeydi, maddi-manevi destekçisiydi, hatta Hamas’ın
memurlarının bile maaşını ödüyordu. Şu anda Katar, Gazze’nin yanında mı, gizli
de olsa destek veriyor mu?
Ben
gizli yürüyen işlerin ayrıntısını bilemem ama mutlaka yardım yapıyordur.
Arabuluculuk görüşmelerini, esir takas anlaşmalarını vs. Katar başbakanı bizzat
yürütüyor. En önemli yardımı, Katar’ın el-Cezire kanalının -İsrail’in
tehditlerine rağmen- üç aydır 24 saat canlı yayın yapması ve İsrail’in
soykırımını dünyanın gözleri önüne sermesi.
Türkiye,
dünya düzeninin içinde kendini de korumak zorunda, sizce Gazze meselesinde nasıl
tavır almalı?
Türkiye’nin
Gazze’nin yanında olması çok önemli ama dünyada İsrail’i saldırılarından
vazgeçirecek tek aktör Amerika’dır. Geçmişte de böyleydi. Amerika’yı ikna etmek
lazım, Türkiye bununla uğraşıyor. Kamuoyunun bir kesiminde savaşa bilfiil
katılma arzusu var; ama Türkiye buna yanaşmaz. Çünkü savaş sonrası Gazze’de
garantör olabilmek için daha tarafsız kalmaya çalışıyor. Bir de savaş açmanın
bedeli çok ağır olur; buna hazır olduğumuzu hiç zannetmiyorum. Bugün “Mehmetçik
Gazze’ye!” sloganı atanların bir kısmı, aynı zamanda “Bizim Suriye’de ne işimiz
var?” diyenler!
Gazza’ye
girmeli miyiz?
Türkiye
girmek istese de giremez, TSK Gazze’nin tünellerini ve coğrafyasını bilmiyor. Bu
arada savaş sadece uçakla, tankla yürütülmez. Siyasi tecrit, psikolojik harp,
ekonomik boykot, propaganda, sanat gibi farklı boyutlarda yapabileceğimiz çok
şey var.
Arap Baharının
ardından sıra Türkiye’ye mi geliyor diye bir soru da akılları karıştırıyor. Bu
konuda ne düşünüyorsunuz?
Türkiye
yok edilemeyecek kadar büyük bir ülkedir. Biz, ya gücümüzü abartıyoruz ya da
olduğundan az görüyoruz. Konumumuzu doğru bilmek lazım. 20 milyonluk Suriye’de
düzen bozulup da kitlesel göç başladığında Avrupa’nın bütün değerlerinin nasıl
tepe taklak olduğunu, nasıl birbirine düştüklerini bilelim. 80 milyonluk
Türkiye’de bir karışıklık olduğunda, Avrupa Birliği ayakta kalamaz. Dolayısıyla
Türkiye’yi kimse yok edemez, yok etmeye çalışan bunun altında kalır. Ama
Türkiye’yi istikrarsızlaştırmaya, siyaseten zayıflatmaya çalışıyorlar,
çalışacaklar, bu ayrı bir konu. Yüz yıl evvelki Sevr pozisyonunda değiliz, yok
edilme korkusundan çıkmak lazım.
Elimiz kolumuz bağlı Gazze’yi seyrediyoruz.
İnsanlık olarak bu durumdan nasıl bir ders çıkarmalıyız?
Gazze
hem bizim hem bütün dünya için geçmişteki bilgilerimizin ve hayat tarzımızın
yanlışlığını gösteren bir ayna, bir öğretmendi. Maalesef aşırı tüketen ve dünya
zevklerine dalan bir toplumuz, öz değerlerimizden uzaklaşmış durumdayız. Dolayısıyla
Gazze’de yaşananları, ölüm pahasına mücadeleyi, 7’den 70’e topyekûn direnci
anlayamıyoruz. Gazze bize özünüze dönün diyor. Bu arada İslam sadece
ibadetlerden, tesettürden ibaret değildir. Şekle bürünmek kolaydır, esas mesele
o özü kavramak ve yaşamaktır. Yıllardır tecrit ve abluka ve zaman zaman
bombardıman altında yaşayan Gazze, bize tüketim toplumu olmaktan vazgeçin, zihinlerinizdeki
putlarınızı kırın diyor.
Arap
ülkeleri güçlü, tabiri caizse bir avuç İsrail’e üfürseler yok ederler diye
düşünüyoruz çoğumuz. Neden seyirci kalıyorlar? Yoksa bunu başka türlü mü
yorumlamak lazım?
Arap ve İslam
dünyasının çoğu güçlü değil ve hemen her yerinde çok çeşitli alanlarda
eşzamanlı başarısızlıklar var; Filistin meselesinin varlığı bu başarısızlığın bir
neticesidir. Ne zamanki ilmi alanda yükseliriz ve bu, fiili olarak diğer
alanlarda da başarıya ve kalkınmaya dönüşür, işte o zaman düşmanlarımızı alt
edebilir noktaya geliriz. Öte yandan Orta Doğu rejimlerinin birçoğu dışarıya
bağımlı ve koltuklarını dış güçlere borçlular. Birçok Arap rejiminin tehdit
algıları ve çıkarları son 12 yıldır İsrail’inkiyle örtüşüyor. ABD ve İsrail’e
karşı bir duruş sergilerlerse koltuklarında kalamazlar; tıpkı 1973 Arap-İsrail
Savaşı’nda petrol ambargosu uygulatan Suudi Kralı Faysal’ın suikasta kurban
gitmesi gibi. Bu arada her genelleme haksızlıklar içerir. Mesela Yemen,
Babü’l-Mendeb Boğazı’nı Amerikan ve İsrail gemilerine kapatarak en etkili
mücadeleyi yürütüyor. Katar’ın geçmişte Gazze’ye yardımlarının 7 Ekim’in
başarısında rolü büyük; İsrail Katar’a çok öfkeli, intikam almak için gün
sayıyor. Orta Doğu’da halklar ile rejimler arasında da büyük bir fark var;
halklar bu yüzden 2011’de rejimlerine karşı ayaklandılar.
Boykot
ne kadar önemli olabilir?
İsrail ve
Yahudiler için ekonomi, para ve imaj çok önemlidir. Geçtiğimiz yıllarda
İsrail’in ilan ettiği bir numaralı tehdit, 2005’te Batı’da başlayan BDS
(boykot, tecrit, yaptırım) hareketiydi. Netanyahu, Trump yönetimini ikna edip
bu hareketi yasaklatmıştı. Bu harekete üye Yahudi ve Hristiyanları bile İsrail
ülkeye almıyor. Kısaca İsrail boykottan yıllardır çok rahatsız. Bu arada
Gazze’de bir soykırım yaşanıyor ve elimizden bir şey gelmiyor, bari boykotu
yapalım.
NOT: Kadriye Hanım, son soruya verdiğim uzun cevabı Instagram hesabında yayınladı. Şu linkten dinleyebilirsiniz: https://www.instagram.com/p/C2SA1VbsORl/
Sorularıma
verdiğiniz kıymetli cevaplar için teşekkür ederim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder