25 Ocak 2024 Perşembe

Z.T.KOR: GAZZE İLE İLGİLİ MERAK EDİLEN SORULARIN CEVAPLARI

 

GAZZE İLE İLGİLİ MERAK EDİLEN SORULARI SORDUM, ORTADOĞU UZMANI ZAHİDE TUBA KOR CEVAPLADI

Röportajı yapan: Kadriye Kırdök

19.1.2024, Maraş Manşet internet haber sitesi, https://www.marasmanset.com/gazze-ile-ilgili-merak-edilen-sorulari-sordum-ortadogu-uzmani-zahide-tuba-kor-cevapladi

NOT: Blogda yer alan 900 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.

 

Tuba Hanım, Kahramanmaraş’a Gazze ile ilgili bir konferans vermeye geldiniz, hoş geldiniz, teşekkür ederiz. Kendinizi bize kısaca tanıtır mısınız?

2003 yılında Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası ilişkiler Bölümünden mezun oldum. Aynı üniversitede Türkiye-Suriye ilişkileri üzerine yüksek lisans tezi yazdım. Doktorayı bilinçli bir şekilde yapmadım, akademiden ayrı bir yola girdim. 2004’ ten beri Ortadoğu üzerine makale ve kitap yazıyorum, tercüme ve konuşmalar yapıyorum. İngilizce ve Arapça biliyorum. 2016’dan bu yana Ortadoğu üzerine okuma grupları düzenliyorum. Tek başına enstitü diyorlar bana. Hemen hemen bütün çalışmalarımın yer aldığı Ortadoğu Günlüğü blogum var. Hayatımı gençleri yetiştirmeye adadım. Sadece Ortadoğu anlatmıyorum; başarılı ve kaliteli iş nasıl yapılır, bunun metotlarını öğretmeye çalışıyorum. Türkiye’nin en büyük sorunu metotsuzluk ve bu yüzden büyük işler yapamıyoruz. Bir kitap nasıl okunur, bunu öğretiyorum. Kısa, orta ve uzun vadeli baktırmaya, süreklilik içinde iş yapma alışkanlığı kazandırmaya çalışıyorum.

Gazze’nin sesini duyurmak için konuşmalar yapıyorsunuz. Kendinizi, zulme uğrayan Orta Doğu Halkları aktivistiyim diye tanımlayabilir misiniz?

Filistin yolculuğum nasıl başladı, öncelikle onu anlatayım. İlkokuldayken Birinci İntifada başlamıştı. Her akşam televizyonda haberlerde İsrail askerlerinin taş atan Filistinli çocukların kollarını kırdığını izlerdim. Onları gördükçe bir şeyler yapabilmek için Allah’a dua ederdim. Uluslararası ilişkiler bölümüne isteyerek başlamadım; ortaokul ve lisede tek hayalim matematik öğretmenliğiydi. 28 Şubat sürecinde imam hatiplere kat sayı engeli konunca Sakarya İlahiyatı kazandım; ama deprem yaşandı, şehirde kalacak yer kalmadı. Ben de mecburen Kıbrıs’ta uluslararası ilişkilere başladım. Yatay geçişle ikinci sınıfta Marmara Üniversitesi’ne geçtim. Mezun olur olmaz ilk yaptığım iş İHH’nın Filistin kitabını güncellemek oldu ve 19 yıldır Filistin ve Ortadoğu’nun diğer çatışma bölgeleri üzerine çalışıyorum. Orta Doğu ile ilgili 8 kitabım, yüzlerce makalem ve tercümem var. Bunların hep 7-8 yaşında bir çocukken yaptığım duaların neticesi olduğunu sonradan fark ettim.

Sorunuza gelince, ben kategorilere uymayan biriyim; aktivist de, akademisyen de değilim. Kendi yolunu bulmuş biriyim. Hatta bana bir tanıdığım “akademinin anarşisti” der. Mevcut kalıpları yıkmak gerekiyor ki orijinal bir şeyler üretilebilsin. Kalıbın dışına çıkmak zor iştir, herkes buna cesaret edemez.

Bazen doğru yolda, Allah’ın yolunda olmak için duruşumuzun anarşistçe olması gerekiyor, şartlar bunu zorluyor, özellikle bu çağda. Mevcut kalıpları bazen yıkmak zorunda kalıyoruz… Filistin iç siyaseti neden bu kadar karışık? Yakın zamanda düzelir mi, nasıl düzelir?

İsrail’in  böl-yönet politikası vardır. Amacı; geçmişten beri hem Filistinlileri hem de Arap dünyasını kendi içinde bölmek ve birbirine düşürmektir ki kendisi ayakta kalabilsin… Öte yandan dünyanın en parçalı ve bölünmüş toplumu İsrail’dedir; “İki Yahudi’nin olduğu yerde üç görüş vardır” diye bir atasözleri bile var. İsrail’de çok fazla siyasi ve ideolojik farklılıklar var; ama o farklılıkları dış düşman tehdidi altında etkisizleştirebiliyorlar, güvenlikleştirme siyasetiyle beka tehdidi algısını yükselterek devleti ayakta tutmaya çalışıyorlar. Hem karşı tarafı bölüyorlar hem de içerideki bölünmüşlüğe rağmen bir ve bütünmüş imajı veriyorlar. Ama iç bölünmüşlük öyle bir noktaya geldi ki 2019-2022 arasında 3,5 yılda 5 defa seçime gittiler. Yine de siyasi istikrarsızlığa rağmen kurumlarının güçlü olması sayesinde sistem yürüyordu. Ama Aksa Tufanı’yla birlikte İsrail içindeki kutuplaşma tarihinin zirvesine çıkmış durumda, kolay kolay da düzelemeyecekler. Filistin’e dönersek, Hamas ile el-Fetih arasındaki çekişmeler, Türkiye’deki AK Parti-CHP rekabetinden çok daha fazla ve şiddetlidir. İdeolojileri, mücadele yöntemleri ve İsrail’le barışa bakışları başta olmak üzere aralarında derin farklılıklar var. Şimdiye kadar ne zaman el-Fetih ile Hamas ortak bir hükümet kurma kararı alsa, İsrail bu süreci ya savaş açarak ya başka yöntemlerle sabote etmiştir. Sonuç olarak 100 yıllık hiçbir meselenin öyle kolay bir çözümü yoktur.

Gazze Katar’ın himayesindeydi, maddi-manevi destekçisiydi, hatta Hamas’ın memurlarının bile maaşını ödüyordu. Şu anda Katar, Gazze’nin yanında mı, gizli de olsa destek veriyor mu?

Ben gizli yürüyen işlerin ayrıntısını bilemem ama mutlaka yardım yapıyordur. Arabuluculuk görüşmelerini, esir takas anlaşmalarını vs. Katar başbakanı bizzat yürütüyor. En önemli yardımı, Katar’ın el-Cezire kanalının -İsrail’in tehditlerine rağmen- üç aydır 24 saat canlı yayın yapması ve İsrail’in soykırımını dünyanın gözleri önüne sermesi.

Türkiye, dünya düzeninin içinde kendini de korumak zorunda, sizce Gazze meselesinde nasıl tavır almalı?

Türkiye’nin Gazze’nin yanında olması çok önemli ama dünyada İsrail’i saldırılarından vazgeçirecek tek aktör Amerika’dır. Geçmişte de böyleydi. Amerika’yı ikna etmek lazım, Türkiye bununla uğraşıyor. Kamuoyunun bir kesiminde savaşa bilfiil katılma arzusu var; ama Türkiye buna yanaşmaz. Çünkü savaş sonrası Gazze’de garantör olabilmek için daha tarafsız kalmaya çalışıyor. Bir de savaş açmanın bedeli çok ağır olur; buna hazır olduğumuzu hiç zannetmiyorum. Bugün “Mehmetçik Gazze’ye!” sloganı atanların bir kısmı, aynı zamanda “Bizim Suriye’de ne işimiz var?” diyenler!

Gazza’ye girmeli miyiz?

Türkiye girmek istese de giremez, TSK Gazze’nin tünellerini ve coğrafyasını bilmiyor. Bu arada savaş sadece uçakla, tankla yürütülmez. Siyasi tecrit, psikolojik harp, ekonomik boykot, propaganda, sanat gibi farklı boyutlarda yapabileceğimiz çok şey var.

Arap Baharının ardından sıra Türkiye’ye mi geliyor diye bir soru da akılları karıştırıyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Türkiye yok edilemeyecek kadar büyük bir ülkedir. Biz, ya gücümüzü abartıyoruz ya da olduğundan az görüyoruz. Konumumuzu doğru bilmek lazım. 20 milyonluk Suriye’de düzen bozulup da kitlesel göç başladığında Avrupa’nın bütün değerlerinin nasıl tepe taklak olduğunu, nasıl birbirine düştüklerini bilelim. 80 milyonluk Türkiye’de bir karışıklık olduğunda, Avrupa Birliği ayakta kalamaz. Dolayısıyla Türkiye’yi kimse yok edemez, yok etmeye çalışan bunun altında kalır. Ama Türkiye’yi istikrarsızlaştırmaya, siyaseten zayıflatmaya çalışıyorlar, çalışacaklar, bu ayrı bir konu. Yüz yıl evvelki Sevr pozisyonunda değiliz, yok edilme korkusundan çıkmak lazım.

 Elimiz kolumuz bağlı Gazze’yi seyrediyoruz. İnsanlık olarak bu durumdan nasıl bir ders çıkarmalıyız?

Gazze hem bizim hem bütün dünya için geçmişteki bilgilerimizin ve hayat tarzımızın yanlışlığını gösteren bir ayna, bir öğretmendi. Maalesef aşırı tüketen ve dünya zevklerine dalan bir toplumuz, öz değerlerimizden uzaklaşmış durumdayız. Dolayısıyla Gazze’de yaşananları, ölüm pahasına mücadeleyi, 7’den 70’e topyekûn direnci anlayamıyoruz. Gazze bize özünüze dönün diyor. Bu arada İslam sadece ibadetlerden, tesettürden ibaret değildir. Şekle bürünmek kolaydır, esas mesele o özü kavramak ve yaşamaktır. Yıllardır tecrit ve abluka ve zaman zaman bombardıman altında yaşayan Gazze, bize tüketim toplumu olmaktan vazgeçin, zihinlerinizdeki putlarınızı kırın diyor.

Arap ülkeleri güçlü, tabiri caizse bir avuç İsrail’e üfürseler yok ederler diye düşünüyoruz çoğumuz. Neden seyirci kalıyorlar? Yoksa bunu başka türlü mü yorumlamak lazım?

Arap ve İslam dünyasının çoğu güçlü değil ve hemen her yerinde çok çeşitli alanlarda eşzamanlı başarısızlıklar var; Filistin meselesinin varlığı bu başarısızlığın bir neticesidir. Ne zamanki ilmi alanda yükseliriz ve bu, fiili olarak diğer alanlarda da başarıya ve kalkınmaya dönüşür, işte o zaman düşmanlarımızı alt edebilir noktaya geliriz. Öte yandan Orta Doğu rejimlerinin birçoğu dışarıya bağımlı ve koltuklarını dış güçlere borçlular. Birçok Arap rejiminin tehdit algıları ve çıkarları son 12 yıldır İsrail’inkiyle örtüşüyor. ABD ve İsrail’e karşı bir duruş sergilerlerse koltuklarında kalamazlar; tıpkı 1973 Arap-İsrail Savaşı’nda petrol ambargosu uygulatan Suudi Kralı Faysal’ın suikasta kurban gitmesi gibi. Bu arada her genelleme haksızlıklar içerir. Mesela Yemen, Babü’l-Mendeb Boğazı’nı Amerikan ve İsrail gemilerine kapatarak en etkili mücadeleyi yürütüyor. Katar’ın geçmişte Gazze’ye yardımlarının 7 Ekim’in başarısında rolü büyük; İsrail Katar’a çok öfkeli, intikam almak için gün sayıyor. Orta Doğu’da halklar ile rejimler arasında da büyük bir fark var; halklar bu yüzden 2011’de rejimlerine karşı ayaklandılar.

Boykot ne kadar önemli olabilir?

İsrail ve Yahudiler için ekonomi, para ve imaj çok önemlidir. Geçtiğimiz yıllarda İsrail’in ilan ettiği bir numaralı tehdit, 2005’te Batı’da başlayan BDS (boykot, tecrit, yaptırım) hareketiydi. Netanyahu, Trump yönetimini ikna edip bu hareketi yasaklatmıştı. Bu harekete üye Yahudi ve Hristiyanları bile İsrail ülkeye almıyor. Kısaca İsrail boykottan yıllardır çok rahatsız. Bu arada Gazze’de bir soykırım yaşanıyor ve elimizden bir şey gelmiyor, bari boykotu yapalım.

NOT: Kadriye Hanım, son soruya verdiğim uzun cevabı Instagram hesabında yayınladı. Şu linkten dinleyebilirsiniz: https://www.instagram.com/p/C2SA1VbsORl/ 

Sorularıma verdiğiniz kıymetli cevaplar için teşekkür ederim.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder