DEPREMZEDELERİN
HİKÂYELERİ – 2
Zahide
Tuba Kor
NOT:
Blogda yer alan 850 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden
toplu olarak ulaşabilirsiniz.
Blogdaki
şahsıma ait bütün yazı, tercüme, fotoğraf ve infografikleri kaynak
göstermek şartıyla kullanabilirsiniz.
27
Nisan’da Gaziantep/İslahiye’de İstanbul’dan getirdiğimiz kıyafetleri dağıtırken
ayaküstü hanımların depremde neler yaşadıklarını dinledim. Ardından Kahramanmaraş
ve Hatay merkezli depremlerden en büyük yıkımı alan ve hayalet şehre dönen
Antakya’yı gezdim. Önce Antakya örneği üzerinden deprem bölgesi izlenimlerimi, ardından
Antakyalıların ve İslahiyelilerin anlattıklarını paylaşacağım.
***
Hatay’ın merkezi Antakya’yı görmeden deprem bölgesinden ayrılmaya gönlümüz el vermedi. İyi ki de gitmişiz. Enkazlar ziyaret ettiğimiz her yerde -şehir merkezindeki tarihî mekânlar hariç- tamamen kaldırılmıştı; sadece hasarlı binalar ayaktaydı. Bunun Antakya’daki manası devasa bomboş alanlar görmekti. Özellikle Asi Nehri çevresinde neredeyse hiç bina kalmamıştı. (Videosu için tıklayınız.) Birkaç sene evvelki ziyaretimde Antakya’nın kalbi olan mekânlar ya bomboş araziye dönmüştü ya da tarihi mekân olduğundan enkaz aynen yerinde duruyor, korunuyordu. Ayakta kalan az sayıda hasarlı bina için de askerler -artık kalmayan şehir merkezinde- 24 saat nöbet bekliyordu. Arabamızı yolun kenarında park edip Asi Nehri etrafında gezmemize müsaade etmediler. Sokakta insan derseniz, çok çok azdı. Gördüklerimle kısa da olsa konuşmaya çalıştım; aşağıda okuyacaksınız. Antakya o kadar ibretlik ki mutlaka ama mutlaka gidip görmelisiniz.
***
1,5
gün boyunca gittiğimiz her yerde enkazlar kaldırılmıştı. Ama tarihi sokaklardaki bina enkazları tescilli kültürel mekânlar olduğu için aynen bırakılmış, hiç dokunulmamıştı. (Videosu için tıklayınız.) İleride Kültür Bakanlığınca yeniden inşa
edilecek belki.
Her
turistin uğrak yeri geçmişin o gürültülü sokaklarında artık öyle bir ölüm
sessizliği hâkimdi ki bu sessizliği bozan sadece muhteşem kuş cıvıltılarıydı.
Birkaç sene evvel gezdiğim, yemek yediğim, namaz kıldığım mekânların
yıkıntılarını ve depremin o ibretlik manzarasını -insan ve trafik gürültüsü
altında sağır olduğumuz- tabiatın sesi eşliğinde seyre daldım. Bölge adeta
kuşlara ve kedilere, yani insan dışındaki canlılara kalmıştı. Geçmişte sürekli
vakit geçirdikleri bu cıvıl cıvıl mekanların halini görüp tekrar o eski günleri
yad etmeye gelen sadece birkaç Hataylı ile karşılaştım, o kadar.
Deprem
bölgelerini gezerken içimden hep şu geçti: Keşke bütün enkazlar kaldırılmasa,
keşke bazı caddeler bir deprem açık hava müzesi olarak korunsa da ibret almak,
hayatın unuttuğumuz hakiki manasını kavramak, kendimize çekidüzen vermek,
Kur'an-ı Kerim'de geçen ve bir Müslüman'ın hayat rehberi olması gereken ama hiç
farkına bile varmadığımız ayetullah ve sünnetullah kavramlarını idrak etmek
için zaman zaman gezebilsek.
24
sene evvel bir milat saydığımız halde sonradan unutup gittiğimiz 1999 Büyük
Marmara Depremi gibi, bu akıl almaz depremlerin de insanoğlunun nisyan ile
malul karakterine kurban gitmemesi için bazı enkazlar mutlaka ayakta kalmalı.
Ve bu açık hava müzesi her kamu görevlisine, belediye personeline, siyasetçiye, mimarlık ve mühendislik fakültesi öğrencisine, müteahhitliğe kalkışana, apartman altında dükkân açacak esnafa, yeni bir bina inşa ettirecek arsa sahibine, evinde büyük tadilat yapma sevdalısına birkaç yılda bir zorunlu olarak gezdirilmeli.
Gaziantep
merkezde yıkım çok az diye duymuştum. Antep Kalesi'nin hemen çevresindeki
sokaklarda -enkazı kaldırılmamış- 2 katlı eski tarihî evlerin bir kısmı işte
böyle yıkılmış.
***
“Hatay
gerçekten bitti. Özellikle şehir merkezi, hiç abartmıyorum, komple yok oldu.
Bakan bey de söyledi, Antakya’da yıkımlar tamamlandıktan sonra %90’ı boş arsa
olacak diye. Hakikaten öyle. Asi Nehri ve çevresinde hayat bitti. (Antakya'nın
638 yılında Müslümanların eline geçmesi akabinde inşa edilen en eski) Habib-i
Neccar Camii bile yıkıldı. Yeniden aynısını inşa edebilir misiniz? Edemezsiniz.
Etseniz bile o eski ruh gitti. (Yeniden inşa edilecektir ama şehir başka yere
taşınacağı için canlı bir merkez olmaktan çıkacak, eski ruhu kalmayacaktır.) Depremden
daha birkaç gün evvel burada arkadaşlarla oturup çay içmiştik, şaka gibi.
Buralar hep sosyalleştiğimiz mekânlardı. (Buralar dediği yerler 28 Nisan’da
paylaştığım videoda.) Hepsi yıkıldı. Hatay halkının ekseriyeti, 700.000’den
fazlası göç etti. Ben de ailemi başka şehre yolladım, işim gereği ben
gidemezdim, burada tek başıma kaldım.”
“Biz tek kelimeyle kıyameti yaşadık. Sözün bittiği yerdi. Deprem öyle bir vurdu ki bir kaldırdı, bir indirdi. İşyerim duruyor ama evim gitti. Ölen akrabalarım var, eniştem, teyzemin oğlu vs. Çadırda yaşıyoruz.”
Harabeye
dönmüş tarihî Kurtuluş Caddesi’nde dükkânını açık bulduğum tek esnaf olan Aliye
Hanım ile röportajım:
- Geçmiş olsun. Depremde neler yaşadınız?
Kaybımız
çok. 60 akrabamdan sadece 2’si sağ kaldı. Benim kızım yoktu; ablamın kızı,
kızım gibiydi. Deprem sırasında eşi ve 2 çocuğuyla yatakta birbirlerine
sarılmışlar. Ailecek vefat ettiler. 12 daireli aile apartmanıydı, olduğu gibi
çöktü gitti. Rabbim en iyisini bilir… Ailede biz kaldık. Rabbime bin şükür
ediyoruz, O’ndan gelene boynumuz kıldan ince. 12 sene evvel oğlumu trafik
kazasında kaybetmiştim. Rüyalarıma giriyor hep. 4 çocuğumdan geriye 3 tane
kalmıştı. Çocuklarımın evleri depremde zarar gördü ama çok şükür hayattalar.
Çadırda kalıyoruz. Ama hiçbir zorluk hissetmiyorum; çünkü her acıyı tattım ben.
Yıllar evvel kardeşimi de, oğlumu da kaybettim. Şimdi yeğenim gitti; anne-kız
gibiydik, hiç üzülmemi istemezdi, her gün telefonda konuşurduk.
Deprem
sırasında uyanıktım. O gün oğlumun mezarını ziyaret etmiştim. Ne oldu
bilmiyorum, gece bir türlü uyuyamadım. Deprem başlayınca hemen ailemi
uyandırdım. Ben ölümden değil, Allah’tan korkarım. Nasılsa bir gün öleceğiz.
Ama türlü türlü ölüm var. Bu depremdeki ölümler hakikaten çok acıydı…
Oğlum
öğretmen. Her gün telefonla arıyor beni, vedalaşıyor; ‘Anne, oğlum sana emanet;
kazıya gidiyorum, yeğenimi bulacağım’ diyor. Yeğenim dediği gelinimin ablasının
çocuğu. Oğluma ‘Ne olur benimle vedalaşma. Ben zaten kızımı kaybetmişim, bir de
seni kaldıramam, lütfen’ diyorum.
-
Allah sabırlar versin. İstanbul’da tanıdıklarımın sizlere selamları var, depremzedeler
için dua ettiklerini söylediler.
Bin
kere aleyküm selam. Benim de onlara selamımı ilet. İstanbul’dan gelip bizi
ziyaret etmeniz çok büyük bir şeref.
-
Deprem çocukları nasıl etkiledi?
3
torunum var. Ev korkusu oluştu. Çocuklar evlerine giremiyorlar artık.
-
Dükkânınızı ne zaman açtınız?
Başta
açamadık. İnsanları enkazdan çıkarmakla ve cenazelerle uğraştık. AFAD yanlış
bilgi edindi; ekipleri hep Kahramanmaraş’a yönlendirildi. Telefonla AFAD’ı
aradık yalvardık, ama ilk 3 gün gelmediler. Biz burada cenazelerimizi de,
hayattakileri de enkazdan ellerimizle, tırnaklarımızla çıkartmaya çalıştık.
Yeğenimin sesleri hiç kulağımdan gitmiyor; onu enkazdan kurtaramadık. Her gün
ağlıyorum, içim yanıyor.
Müşterilerim
hep beni arayıp ‘Lütfen dükkânını aç, ihtiyacımız var. Çorabımız yok.
Çocuklarımız için kıyafet lazım’ dediler. Benim sattıklarıma ihtiyaçları vardı.
Kıyafetleri enkaz altında kalmıştı; giyecek bir şeyleri yoktu. Bir ay evvel tek
başıma bir kadın olarak açtım dükkânımı. Yan komşum da açtı benim gibi.
-
Enkazdan çıkanlar şu an ne durumda? Sağlık sorunları var mı?
Buradan
çıkartıp başka şehirlere gönderdik, iyiler şu an. Ölen yeğenimin kaynanasını enkazdan
sağ çıkardık, bütün ailesini kaybetti. Kurban olduğum Allah’ım, takdirine karşı
gelemeyiz.
-
Birkaç sene evvel Antakya’ya gelmiş, buraları hep gezmiştim. Gezdiğim yerlerin
yıkıldığını görmek çok sarsıcı.
Biz
bir de burada yaşıyoruz. Yaşadığımız, çalıştığımız mekânlar gitti.
-
Allah hepinize güç kuvvet versin. Gerçekten tahammülü çok zor. Sizinle
tanıştığıma çok memnun oldum.
Âmin.
Benimle dertleştiniz, sevgilerinizi paylaştınız ya, bu benim için çok değerli.
-
Hikâyenizi yazacağım. Depremzedelerin hikâyesini, neler yaşadığını bilmeliyiz
ki ibret alabilelim ve boş kavgaları bırakıp hayatımıza bir anlam ve değer
katabilelim.
O
kadar çok kaybımız var ki. Neydik, ne olduk. Allah’ın işi. Ama üzülüyor insan.
Her gün her gün içimden bir şeyler kopuyor. Ama iyi olmak zorundayız, çünkü biz
burayı bırakamayız. Kıyafeti olmayanlar için çalışmamız lazım.
-
Hayatta kalan depremzedelere hizmet ediyorum, bir faydam dokunuyor diye
düşünerek çalışırken kendinizi daha iyi hissedersiniz. Çalışmanın aynı zamanda
kayıpları telafi edici bir işlevi vardır.
Evet,
iyi ki çalışıyorum. Verimli olmak çok güzel bir şey. Eşim kadın halinle dükkânı
nasıl açacaksın dedi. Ben açabilirim dedim. Kadın olarak burada tek başıma
çalışmak hakikaten çok zordu. Ama mücadeleyi seviyorum. Sonunda eşim de geldi,
birlikte çalışıyoruz. Bu dükkânı açmak bir tür hayır. Yapılan hayırları
anlatmamak lazım aslında. Parası olmayanlara, zor durumdakilere bedelsiz
veriyorum; her şey para değil ki. Ben bunun bilincindeyim. Babam köyün
ağasıydı, çok zengindi. Ama 6 yıl evvel öldüğünde bir tek çorap götüremedi
yanında. Ahirete dünyada yaptığımız hayırlardan başka bir şey götüremeyeceğiz
ki…
- Öyle. Eşyaya hak ettiğinden çok daha fazla anlam yüklüyoruz maalesef. Depremde insanlar bütün malını mülkünü yitirdi. Eşyanın anlamını ve değerini idrak için bu deprem çok önemli bir fırsat aslında...
İstanbul’dan
ziyaretimize gelmeniz beni inanın çok mutlu etti. Biz insan gibi insanları çok
severiz.
(O
sırada eşiyle tanıştırdı.)
-
Adeta hayalet şehre dönen Antakya’nın merkezinde, enkazlar arasında dükkânınızı
açık gördüğüme çok mutlu oldum. Varlığınızla bile bir umut teşkil ediyorsunuz
burada…
Eşi:
6 Şubat’taki ilk depremlerde Antakya’da %30-40 oranında yıkım yaşandı. İlkinde
ayakta kalan binalar da 20 Şubat’taki 6,4’lük depremle birlikte yıkıldı. Çok
sarsıcıydı yaşadıklarımız... Biz geçen aydan beri yavaş yavaş dükkânımızı
açtık. Ama başta etraf tozdan geçilmiyordu. Bir de yağmacılar vardı.
Aliye
Hanım: Komşularımız ‘Aliye Hanım sen hiç merak etme, biz senin kapının
önündeyiz, seni koruruz. Yeter ki kalın, gitmeyin’ dediler.
Eşi:
2 hafta burada dükkânın önünde kaldılar, yağmacılara karşı nöbet beklediler.
-
Ana caddede hala her sokak başında bir asker silahıyla nöbet bekliyor. Askerlerin
buradaki daimi varlığı da sizi korumuştur.
Eşi:
Şükür, korudular bizi. Aşağıda ana caddede ve bu köşede hep nöbettelerdi.
-
Yağmacıları tanıyor musunuz?
Eşi:
Yok. Yağmacı o kadar çok ki. Antakya merkezin insanı bunu yapmaz asla.
Dışarıdan geliyor olmalılar. Allah onları ıslah etsin.
-
Bir insan depremi yaşayıp da ondan ibret almıyor, hala hırsızlığa ve
yağmacılığa tevessül ediyorsa hiç iflah olmaz demektir.
Aliye Hanım: Keşke onlar yağma yerine depremzedelere yardıma koşsalardı, enkaz altında kimse can vermez, sağ kurtarılırdı.
Gaziantep’in
en çok yıkım alan ilçesi İslahiye’de çadırda veya sokakta konuştuğum 9 kadının
anlattıkları:
“Depremle
kıyamet koptu kızım. Ailemde 7 kişiyi toprağa gömdük. 4 oğlum, 1 kızım vardı.
Kızım umreye gitmişti. Bir oğlum altyapı işleriyle uğraşıyordu; 9. katta
yaşıyordu, bir kız çocuğu evlat edinmişti. Hep birlikte öldüler. Gelin ile
oğlum birbirine sarılarak ölmüş; kızının da üstüne dolap düşmüş… Diğer oğlum
biri 13, diğeri 12 yaşındaki 2 çocuğuyla öldü; geriye 1 çocuğu kaldı. Oğlumun
yeri yurdu belirsiz; arabası bile yerin altından çıkmadı. Ne kadar aradılarsa da
bulamadılar. 3 bina birbirine girmiş, çıkmadı. Bizim evlerimiz de yıkıldı.
Kurbanım size, Allah sizden razı olsun, işlerinizi rast getirsin. Devletimiz
ihtiyaçlarımızı karşıladı, bizimle ilgilendi, ama yavrularımız gitti.
Evlerimizin yıkılması önemli değil, tek yavrularımız ölmeyeydi. Kaynımın kızı
da dayısının evine misafirliğe gitmişti; onun da 2 bebeği öldü. Allah bu acıyı
bize verdi, başka kimseye vermesin. Depremde polisler, öğretmenler bile öldü
kızım. Allah devletimize zeval vermesin. Gündüz çadırdayım; gece oğlumun az
hasarlı evinde yatıyorum. Ne yapayım? Bütün Türkiye bize yardıma koştu; hatta
yabancı devletler bile. Allah hepsinden razı olsun.”
“Bir
ileri bir geri sallandık, sallandık, sallandık. Dışarı gitmeye çalıştık, ama
merdivenler yıkılmıştı. Çok kötüydü. Ailemde sadece kaynımın oğlu ile torunu
öldü. Ama ne evim ne eşyam kaldı. Elimize çadır geçmedi. Kimse yardımcı olmadı.
Ancak yaşayan bilir; dışarıdan dinleyene masal gibi gelir yaşadıklarımız.”
“Sokakta
kaldık hep. 2 çocuğum var. 10 yaşındaki kızım tuvaletini kaçırmaya başladı.
Korkudan eve girmem diye tutturuyor. Başkalarının evine giriyor; ama kendi
evimizden korkuyor. Ne yapacağım bilmiyorum. Çadırda uyuduktan sonra onu
kucaklayıp eve götürüyorum; gece uyandığında bağırıyor ve tuvaletini kaçırıyor.
Keşke evimiz yıkılsaydı da kızım böyle hasta olmasaydı. Çaresizim. Konteynere
başvurduk, evimiz ayakta diye verilmiyor.” (Kendisine kızını psikoloğa
götürmesini, bunun tedavi edilebileceğini defalarca anlatmaya çalıştım; ama bir
türlü anlayamadı.)
“Depremde
yaşadıklarımı inanın hiç hatırlamak bile istemiyorum. Aklıma geldikçe
çıldırıyorum. Çok zor atlattık. 10 gün boyunca sürekli ağladım. Ev gitti geldi,
üstümüze düştü düşecek diye çok korktuk. Evimiz yıkılmadı ama çatlaklar var.”
“Aç
susuz ayazda kaldık. Çoluk çocuk hasta olduk. Çadır da bulamadık. Karda,
soğukta, yağmurda ortada kaldık. Görümcemin 2 aylık oğlu vardı, hastalandı,
sürekli hırıltısı var, düzelmedi. Benim kızımın da başında yaralar oluştu.
Doktorun verdiği kremi kullanıyorum ama geçmiyor. Allah kimseye bir daha
yaşatmasın. Deprem geceleri rüyalarımıza giriyor sürekli.”
“Çok
korktuk, evimizin duvarları yıkıldı. Gece ilk değil, ikinci depremden sonra
evden çıktık. Kar yağıyordu, hava buz gibiydi. Çadır bulamadık, 8-9 gün arabada
yattık. Ondan sonra beyim sorumluluk bizden gitti dedi ve evimize dönmeye karar
verdi. Evimiz tek katlı, döndük geri. İnsan bir noktadan sonra depreme bile
alışıyor. Depremden sonra ayağım kırıldı; hala çekiyorum, düzelmedi. Üzerine
zor basıyorum.”
“Vefat
eden tanıdığımız çok, yakın arkadaşlarımın hepsi gitti.”
“Biz
ne yaşamadık ki. 4 çocuğumla evin içinde kaldık. Deprem bittikten sonra aşağıya
inebildik. Ev ciddi hasar aldı. Şimdi çadırda yaşıyoruz. Eşyamız kalmadı.
Çocuklarımla sağ çıkabildik ya, buna da şükür. Depremden 5-6 gün sonra
çocuklarım hastalandığı için Kırşehir’de akrabalarımızın yanına gittik. 15 gün
evvel geldik.”
“Küçük
kıyameti yaşadık. Eşim yurtdışındaydı. Bebeğim, küçük kızım ve ben depreme
yakalandık. Binanın duvarları patladı; ama temeli ayakta olduğu için yıkılmadı,
orta hasarlı. Deprem durunca evden çıkabildik. Zaten deprem insanı savuruyordu,
o sırada dışarı çıkamazdık. Bir de her şey dökülüyordu, evdeki bütün eşyalar
devrildi.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder